‘ Diger ’ Mevzubahis Arşivi

Superleague Formula ve Galatasaray

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Şaka maka, daha iki gün evvel Formula‘nın yeni sezona giriyoruz diye seviniyordum. “Hamilton mı, Raikkonen mi, Alonso mu?” diyordu dergi kapağı. İlk 8 yarış aynı bu arabaların start-finish düzlüğünden geçişleri gibi hızlı geçti ve sonuç itibariyle de hiçbiri 1. değil şu an. Raikkonen diğerlerine göre en şanslısı ama Alonso gibi usta bi pilot için gerçekten zor bi sene. 2 sene üst üste şampiyon otomobili çıkaran Renault, bu traktör gibi tıngır mıngır ağır çekimde giden dandik R-28‘i nasıl yapmış anlayabilmiş değilim. Yani benim bildiğim eski arabanın üstüne bişeyler eklenir. Bu adamlar her sene en baştan yapıyor. Tabi benim gibi bi y.rak kafalıya burdan konuşması kolay. Ne hesaplar dönüyor anlamadan konuşuyorum. Ama Formula liginin en istikrarlı takımı Alonso’suz bi sene geçirince bu kadar mı çöker kardeşim? Alonso dediğin adam şimdi geldi diye senle bi ömür kalmayacak ki. Hadi şimdi arabayı gelecek seneye takımla hazırladığı için mecburen durur. Lakin ondan sonrasının garantisi yok işte. Kan kırmızı Ferrari‘nin cazibesine kim dayanabilir? Briatore‘dir, yaşı kemale ermiş, kendini Formula’ya verir diyorsun, 70 yaşındaki adam daş gibin karıların peşinden koşuyor, kalp krizi geçiriyor ondan sonra. Be mübarek, ben bile görsem kalbim dayanmaz, senin kalbin nası dayansın Heidi Klum ve akabinde gelenlere?

Motor sporlarına girmişken, en az Formula kadar eğlenceli diğer kol Moto GP‘ye de şöyle bi yaklaşık sezon ortası bakışı yapmam lazım. A-Style isimli konumda, “Rossi sanırım şampiyonluğa doydu ve bundan sonra Moto GP’de pek bi halt yiyemeyecek korkarım ki” demişim. G.t oldum ve g.t olduğuma hiç bu kadar sevindiğimi hatırlamıyorum. Adamın içinde hiç sönmeyecek bi meşale varmış meğerse. Sezonun ilk yarışından sonra bwin’de 1′e 12 alan Rossi, şu an en düşük oranları alan kişi. Neredeyse kendini hiç kasmadan podyuma çıkıyor ve bu kadar başarıya rağmen hala kırılacak bi yığın rekor olduğunu gösteriyor bizlere. Göstermekle kalmıyor, podyumda ödül veren hatunların üstüne şampanya patlatıyor ve pist dışında da rekorlarını geliştiriyor (bkz. en çok hatunun üstüne şampanya patlatan adam)

Motor sporları manyakları, bazılarının “dolap beygiri gibi deli deli dönen araçlar” şeklinde tabir ettiği bu araçları, 500 tur atsalar dahi izlemekten sıkılmaz. Çünkü işin teknik kısmını bilirler. Bu yüzden de yeni bir organizasyona imza atılıyor: Superleague Formula. Valla düşünenin ve bulanın hatunsa ağzını öpecem. Ne de güzel düşünmüş. Dünyanın en kaliteli takımlarından bir kısmının (AC Milan, Anderlecht, Borussia Dortmund, Corinthians, FC Basel, Flamengo, PSV Eindhoven, Rangers, Sevilla, Porto, Olympiacos) kendi araba dizaynlarıyla yarışacağı bu son derece heyecanlı organizasyonda, tahmin edeceğiniz üzere Türkiye’nin efsanesi, ilklerin kulübü Galatasaray da yarışıyor. Bu haber beni tam anlamıyla iki kat manyağa çevirdi, sevinçten. Dünyanın en büyük kulüplerinin pistlerdeki taktik savaşlarına tanık olmak nabzımı bundan bi yıl önce iki katına çıkarmıştı ve şimdi Ağustos’a neredeyse 1 ay kaldı ve neler olacak, çok meraklıyım.

Bütün kulüplerin arabasına tarafsız gözle bakmaya çalıştım, tabi sadece dizaynlarına. Motor kapağını açıp bakacak halim yok. Zaten açsam da bi b.k anlayacağımı sanmıyorum. Ama tasarım olarak, en çok bizim arabanınkisi hoşuma gitti. Normalde elin tavuğu ele kaz gözükür bilirsiniz. Ama bu araba, kullandığı renkleri ve çizgileriyle tam anlamıyla pistlerde görmek isteyeceğim türden. Bir de Flickr’da albüm oluşturmuşlar, oraya bakıyordum da, Jason Tahinci‘yi gördüm. Hani şu babası Mümtaz sayesinde GP2‘de kendine yer bulan, ama motor sporları adına zerre yeteneği olmayan adam. Petrol Ofisi takımında elin Pantano‘suna bel bağlamıştık bu denyonun yüzünden. Zaten Pantano da PO takımının başına gelebilecek en kaliteli pilottu. Öyle bi pilotu nasıl yakaladılar takıma diye hayret etmiştim bayağı bayağı. Gerçi elimizde fazla durmadı, çakallar hemen kaptı. Jason apayrı bi olay zaten. Yarışı kazasız bitirdiğinde ülkede haber oluyordu. Nesi gurur vericiyse. Ne kazandıysa Pantano’yla kazandı bu takım.

Petrol Ofisi takımının içine s.çan Jason Tahinci, evet sevgili okurlar Galatasaray’ın Formula arabasının içinde duruyordu. Her zamanki o sinir bozucu sırıtışıyla hem de. “Ulan belki de öylesine oturtmuşlardır” dedim. Lakin her baktığım 3 fotonun birinden, okul gezisinde her fotonun içine giren fırlama çocuklar gibi bu lavuk fırlıyordu. Böyle büyük bi organizasyona, böyle bi beceriksizi getirmek hangi sivri zekalının işi bilmiyorum ama Mümtaz yaptı yine yapacağını. Sivri zekalılar bitmiyo ki. Ayrı bi sivri zekalı da Jason’la arabanın seviştiği resimlerden birinin altına “Local Turkish Hero” yazmış. “Yerel Türk Kahramanı” da ne demek lan? Belli bi sokağın kahramanı herhalde. Cevval hocamın bahsettiği, daha hiç teknoloji görmemiş bi kabile var ya, onun Türkiye şubesi varsa anca orda yerel bi Türk kahramanı olabilir bu tırışkalıkla.

Neyse artık, ipler çekildi bi kere. Galatasaray’ın böyle bi organizasyonda iyi sonuçlar yakalamasını en az şu sıcakta hepinizin denize girip, deve güreşi yapmak istediğiniz kadar istiyorum. Ama dediğim gibi bu Tahin Pekmez’le biraz zor olacak gibi gözüküyor. Neyse ki, motor sporları pek öngörüyü s.klemeyen türden bi spor. Ne derseniz tersi çıkıyor. Adam resmi Formula dergisinde 100 sayfa analiz yapıyor “Şunun rüzgar tüneli testleri, bunun kış antrenmanı, öbürünün arka kanat parçacığı” diye. Ama bi bakıyorsun liderliği beklemediğin bi adam üstleniyor. Bu yüzden tüm kalbimle Ağustos’taki yarış sezonunu ve Galatasaray’ın podyumunu heyecanla bekliyorum.

e="font-weight:bold;">Ek-1 : Herşeyi g.te yumurta dayandığında hallettiğimiz gibi yayın haklarında da aynı çözüm yöntemini uyguladık. Yarışa 3 gün kaldı ve yayın hakkının Show TV’ye ait olduğu yeni belli oldu.

Yazı bittiğinde “The Cowsills – The Rain, The Park & Other Things” çalıyordu.

Bu Kupon Herkesi Satın Alır !

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Bahsetin Abi‘ye bakıyorum da uzun zamandır, hiç bahisten anlamıyor. “Bu kupon karıyı boşatır” dediği kuponlar bile fındık fıstık parasından ötesini vaad etmiyor. Tayyip’in de halkımıza buyurduğu gibi “Ticaret risktir, zengin olmak için risk almak gerekir.” Ama ben işinizi ne riske, ne de şansa bırakmayacağım. “Bankoooo bankoooo” diye bahisçilerin k.çını yırtarak pohpohladığı kuponlara son. Artık tek maçtan yatmayı unutun! Binbir maçın içinden hangi sounucu takip edeceğinizi şaşırıp, saçınızı başınızı yolmayın! Bugün tek maç üzerinden zengin olma günüdür.

Bahisçilerin tabiriyle “Ya ölüm ya istiklal” şeklinde hitap ettiğimiz bir maça çıkıyoruz. Heyecanı 2 katına çıkarmak için de bahis oynayacağız. Hedefimiz köşeyi dönüp, bütün milleti satın almak olduğu için Betandwin‘den multi bahis yapacağız. Kağıdı kalemi hazırlayın, toplanın yamacıma. Almanlar gibi kazanıp, resimdeki Almanlar gibi sevineceğimize hiç şüpheniz olmasın.

Maçın ilk 15 dakikasında takımların defansa kayıp, karşı takımı yoklayacak olması sebebiyle gol olmayacağını sansanız da, aslında bu boşluktan yararlanan her iki takım da birbirine gol atabilecek. İlk 15 dakikada en az 2 gol olacağını düşünüyorum (15.00). “Doldur boşalt, doldur boşalt” şeklinde bi hareketi vardır Fatih Terim’in bilirsiniz. Zaten kameramanlar onun hareketlerinden başka bişeyi çekmiyor. 45 dakika sahayı gösteriyorsa kamera, 45 dakika da Fatih Terim’in üzerinde. Bu yüzden ani bi doldur boşalt akabinde ilk faulü Hırvatistan yapacak (1.85). Rüştü’yü ölçüp biçmek isteyen Hırvatistan bi müddet sonra sıkılıp bizim kaleye gelecek savunmadan, ama ani kontrataklarla gol atmaya giderken topu auta bayağı bi göndereceğiz gibime geliyor (1.55) Türkiye boş döndüğü atakların sonunda oyun disiplininden düşünce Hırvatistan yoklama çekmeye başlayacak ve bu arada ani 3 golle bizi biraz üzecekler (12.00) Tabi bu senaryosu belli olan bi maç olduğu için 2. yarıyı bekliyor ve ilk yarıyı Hırvatistan’ın önde kapatacağını, ama maçı Türkiye’nin galip bitireceğini söylüyorum (29.00). Hırvatistan ilk yarının son anında golü atıp kulübeye gideceği için buradan da 17.00 oranı geliyor avucumuza. Maç her ne kadar hızlı gidiyor olsa da elimizde aşırı darbeden dolayı tendon bağları kopmuş bir Servet’le birlikte 6 dakikadan fazla uzatmamız olacak (51.00) Türk’ün aklına sonradan gelir derler ya bu hesap, 2. yarıda ilerleyen vakitlerde 5 adet gol atacağız (15.00) Bu atılan gollerden birini Simic kendi kalesine Hamit’in yaptığı bi orta sonucunda gömertecek (34.00 x 26.00) Bunun üzerine sinirlenen Simic, “Ulan sen ne deyyus adamsın, hayatımı kararttın” diye Hamit’in üstüne gidip yumruğu çakacak. Bunu gören Servet durur mu, durmaz tabi yavrum tek başına takım. Kopan tendon bağlarıyla Simic’i boğmaya çalışacak. Tokuşan iki yumurta birden kırılacak ve kırmızı kartla oyundan defolup gidecekler (41.00) Tabi bu gol ilk yarıda olan ilk şey olduğu için taze taze bir 51.00‘ımız daha olacak. Geriye kalan 4 golü de Arda hiç kendini kasmadan atacak (101.00) Bu şekilde debelene debelene giderken Arda’nın 4 golünden sonuncusu da maçın son anında atılacak ve zaferle k.çımızı yırtarcasına bağırarak kornalara kuvvet diyeceğiz (51.00)

Gördüğünüz üzere elimizde son derece banko 1 adet 1′e 36342262228493637 kuponumuz oluştu ve işin en güzel yanı da, bu geliri sadece tek bir maç üzerinden kolayca elde etmemiz. Artık aldığınız parayla ada mı satın alırsınız, yapay ada mı yaptırırsınız, yoksa Amerika’yı satın alıp petrol için Irak’a mı saldırırsınız bilemem, ama bana babanızın hayrına bi hayır duası bırakırsınız. Unutmayın, bu kuponu yapmayan dizini döver, olmadı çavuşu tokatlar.

Yazı bittiğinde “Rod Stewart – Young Turks” çalıyordu.

Oğlan Sizin, Kız Bizim Tey Tey

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Kız Babası: Oğlumuz ne iş yapıyordu acaba?
Oğlan Babası: Oğlum diye söylemiyorum ama tombalacıdır. İyi tombala çeker yani. En iyi meziyeti budur. Geriye kalan hiç bi b.ku da doğru dürüst yapamaz.
Oğlan: Aaa, baba lütfen ama alelade bir meslekmişçesine bahsetmesene yaptığım işten. Efendim ben Harvard’da 5 yıl Tombala Mühendisliği üstüne ihtisas yaptım. Siz babamın cahilliğine veriniz, o ilkokuldan terk olduğu için böyle saçmalıyor. Mühendis bile diyemiyor kendisi. Miyendüz diyor. Büyükşehire geleli neredeyse 25 sene olmuş lakin hala miyendüz diye ısrar etmekte kendisi.
Oğlan Babası: Napacağıdım eşşeğin sıpası? Köyden şehire indim diye geleneğimi göreneğimi mi unutacaktım?
Oğlan: Ya bırakhh (çok hiddetli) baba allasenhh yaaah (hırstan tıslıyor). Düğünden önce damadı tıraş ediyoruz geyiğiyle suratına at tezeği sürmek mi kültür? Hadi onu da geçtim, tıraş bıçağı olarak da atın malafatını kullanmanız apayrı bi olay. Senin bu cahil ağzın yüzünden kızı da vermeyecekler bize. Yıllardır solo çalışmalarla takılıyorum. Ama artık gruba eleman eklemenin vakti geldi. Düz duvara tırmanıyorum. Kızı vermezlerse senin çilli tavuğu düdüklerim ona göre. Abazanlıkla müzisyenlik ne kadar da tezatmış. Müzisyensen önce grup çalışmasına başlarsın, akabinde sorunlar olur solo olarak devam edersin. Ama abazanlık konusunda öyle değil. Hayata solo giriyorsun.
Kız Babası: (Kız babası içten hafif bi ya sabır çeker, adeta Hasbinallah Velivelvekin gibi bişeydir) Evladım peki bu işin tekniği nedir acaba? Tombala çekmenin üniversite haricinde ayrı gereklilikleri de olsa gerek. Tabi teknik bir bilgim yok, ama her işte olduğu gibi bunda da olmalı muhakkak.
Oğlan: Dinle baba dinle, dinle de ilgili baba gör. Senin gibi bi babası olan bi adam olarak evleneceğim kıza nasıl “Anama ana diyesin, babama baba diyesin, sen bize gelin gelesin, nerde kaldın kibar gelin? ” diyeyim ben? Hangi büzzükle söyleyeyim bunu baba?
Oğlan Babası: Eeeh, yeter lan dürrük! Sen bu tombalacılığı üniversite okumakla mı becerdiğini sanıyorsun? Yüzyıllardır genimizde dönen tombalacılık yeteneğiyle gelmişsin bana caka satıyorsun. Senin annenle sevişip, seni imal etmeseydik, sen de mecburen başka bi kadının vajinasından çıkmak zorunda kalsaydın -Tabi reenkarnasyon diye bişey varsa- üniversite okumayla bu mesleğin hakkını verebilecek olduğunu mu sanıyordun? Hanım, bu oğlanı biz fazla şımarttık. Dalgayı büyütsün diye tombalacı yaptık, ama gördüğüm kadarıyla imalatta hafif hata yapmışız. Bu denyo tombala çektiğinde dalgası değil, g.tü büyüyor ve kalkıyor.
Oğlan Anası: Beey, çocuğun en güzel gününde denilecek laf mı bu şimdi? Alıştıra alıştıra söyleyeydin. Tombala hayatında kendine olan güveni giderse napar bu çocuk bi ömür? Zaten başka hiçbişeyden de anlamıyo. Vallaha açlıktan nefesi kokar. Çok lükse düşkün bi de keranacı. Emekli maaşının 10 katını versen yine yetmez.
Oğlan: Vaay uyanık köylüye bak, neler de bilirmiş vay vay vay çakal senii. Reenkarnasyon haa? Kahvehanedeki kültür mantarlarından mı öğrendin bu ağızları? Ben oralarda sadece politika üzerine varsayımlar dönüyor sanıyordum.
Oğlan Babası: Ne sandın yarraaaam? Biz de boş adam değiliz tabi.
Oğlan: Neyse efendim, kusurumuza bakmayın bu cahil kekoyu getirmemem lazımdı aslında ama, naparsınız, prosedür böyle. İlla ki ana baba namına bişey getirmek gerekiyor kız isterken. Sorunuzu yanıtlayayım ben. Dediğiniz gibi efendim, tombala tamamen tekniğe dayalı bir sistem. Nerdeyse bütün hareketleri bir formül ve sistem üzerine oturuyor. Hatta şunu belirteyim, herşeyin başı integral. Formula pilotları gibi sürekli rüzgar tüneli çalışmaları yapıyor ve tombala sürtünme katsayılarını en aza indirgeyip, mümkün olan en yüksek verimi almaya çalışıyoruz. Günümüz teknolojisi sayesinde tombalalık dediğimiz bölgeyi çok özel bir nanoteknolojik ürünle çepeçevre sarıyoruz ve bu deneyim tombala devinimlerimizde yüzde 25lere varan enerji tasarrufu sağlıyor. E devir yüksek verim devri. Tombalalıklıklarımız -tombalalığı saran elbiseye bu adı verdik nedense, daha yaratıcı bi isim yokmuş gibi. Sen git Harvard’daki kreatöre dünyanın parasını ver, gitsin ürünün adını tombalalıklık koysun. Olacak iş mi bu allasen efendim? Prezervatife ç.klük demek gibi bişey yani- enerji seviyesine göre derecelere sahip mesela. Tabi C enerji sınıfından daha kötüsünü de kullanmıyoruz.
Kız Babası: Hmm anladım. Peki işinize evi getirmek gibi kötü bir alışkanlığınız yok değil mi? Yani ilgilenmeyecekseniz kızımla hiç vermeyeyim. Aslında sende damızlık gibi bi tip var, tosun gibisin maşşallah, madem muhabbet koyulaştı, söyleyeyim, ben tosun tipli damızlıklara pek güvenmiyorum.
Kız: Ya babaaa yaaa, o benim hayatımın erkekiiii. Onunla çok iyi sevişiyoruz, yani anlaşma bazındaaa. Biz gerçekten çok farklı bi çiftiz, birbirimizi tamamlıyoruz sanki. Bazen çok şaşırıyorum bu tamamlayıcılığa. Mesela yemek konusunda ben yapmayı çok seviyorum, o da yemeyi çok seviyooor. Dünyayı arasam böyle erkek bulamaaam.
Kız Babası: (Sırıtarak) Evet haklısın, şu dünyada kaç tane yemek yemeyi seven erkek var ki?
Oğlan: Valla haklısınız efendim, başlık parası da mı isteseydim acaba diye düşündüm şimdi bi an. Yemek yedikten sonra teşekkür bile ediyorum. Bu da değerime değer katıyor. Gerçi kızınız daha doğru dürüst bi b.k yapamıyor hani, zorla yiyorum. Ama bi şekilde öğrenecektir herhalde. Yoksa bi ömür bu boktan yemeklerle geçmez. Valla annesi teessüf ederim size. Kız gelmiş 30 yaşına, daha yumurta kırmayı bile doğru dürüst beceremiyor. Gerçi size de bakıyorum da sizin de bildiğinizi sanmıyorum. Afedersiniz çok kokoş bi tipiniz var. Hatta hafiften konsomatrisleri andırıyorsunuz. Büyük ihtimalle gece vakitleri barlarda ne idüğü belirsiz erkeklerin masasında otururken doyuruyorsu
nuzdur karnınızı. Artanları da eve paket yaptırıyorsunuzdur.

Kız Anası: Aaaa bey üstüme iyilik sağlık, ne diyor bu dürzü? Kız istemeye geldiklerinde çok mülayimlerdi, fazla coştu bunlar, vallaha bozduracaklar bayramlık ağzımı. Kızı vermekten vazgeçtim vazgeçeceğim yani o derece.
Oğlan: Sktirin gidin lan, verirseniz ekime, vermezseniz skime. Kız ne tercih ederse o olur. Siz anca burda g.tlerinizi koltuğa yapıştırıp prosedür uygulayın. Sanki kurban bayramında dana pazarlığı yapıyoruz. Ki öyle olsa yanımda 6 kişi daha getirirdim. Birimiz kollarına, birimiz dalağına, birimiz kafasına şeklinde paylaşırdık. Ya da kura çekerdik artık kime ne gelirse. Hadi yiyosa vermeyin.
Kız Babası: Biraz ağzın bozuk ama sevdim seni damat. Tam dobra adamsın. Ama bize laf giydirirken hala sorumu yanıtlamadın. İşini eve getiriyor musun dedim. Yok bi alengir değil mi?
Oğlan: Sizi temin ederim ki, hiçbir şekilde öyle bir alışkanlığım yoktur. Ailem bilir. İş yerinde yeteri kadar bilgisayarlarla da çalışma yaptığımız için eve bilgisayar bile koymuyorum. Zaten benim bi günde çektiğim tombalayı siz çekseniz emin olun akşama koltuktan g.tünüzü bile kaldıramazsınız.
Kız Babası: Ee gulüm biz hamladık artık. 1 tombala çeksem 1 ay yetiyo bana. Aslında haklı olabilirsin lan. Ben hanımla da pek yatak olaylarına girmiyorum acaba tatminsizlikten konsomatris olmuş olabilir mi? Çık git lan karı, defol gözüm görmesin seni. Damat da olmasa senin ne b.k yediğini anlayamayacaktım. Sana daha iyi tombala sağlayan birine tombala çek.
Kız Anası: Malının yüzde ellisini alırım ama.
Kız Babası: Yüzde elli mi? Neyse canım, sen takıl yine. Ben biraz fazla köpürdüm aşkım. Sen bana ne bakıyorsun şaka yaptım. Kız evi gergin oluyor tabii.Lan hadi sizde kızı alacaksanız bi alın sktirin gidin. Sizin yüzünüzden aile dağılacak. Gaspet herifler. Evde bereket bırakmadınız.
Oğlan Babası: Peki o zaman kızınızı istiyorum, yani taşmış, salak da olsa iş görür -Lan Kendimi kötü kadın rollerindeki Aliye Rona gibi hissettim, sanki biçki dikiş kursu adı altında sermaye atıyoruz mekana- yani kızınızı oğluma istiyorum esasen. Kendime de uygun görürdüm ama ne bu hain evlat, ne de bu tipsiz karı izin verir.
Kız Babası: Valla alın gidin işte, benden geçti. Kim istiyosa alsın o evlensin. Bunun da annesi gibi eli kolu durmayacak belli. Ama alan kişi eve kelepçelesin, yoksa kaçar kaçar başka erkeklerin koynuna girer bu. Ona göre dikkat edin.
Oğlan Babası: Oh yeah! Peder kızı aldığıma göre şurda bi gerdeğe girebilir miyiz be, nişan hediyesi olsun vallaha. Bugün burdan eli boş dönmeye gelmedim, illa ki skor yapmam lazım. Zaten tombala enstitüsünden de 3 günlük izin almıştım. Anlayacağınız durumlar vahim.
Kız Babası: İyi hadi üste çıkın, ilk odada sevişin. Biz de yan odada sevişiyor olacağız, bişey olursa söylersiniz.
Oğlan Babası: Ben bu tipsiz karıyla sevişmem. Yok mu ekstra bi kızınız?
Kız Babası: Yok.

Yazı bittiğinde “Bratsch – Tekez” çalıyordu.

A-Style ve Sıradışı Logosu

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Bu Pazar Moto GP‘yi izlerken,spiker yanındaki motor sporları işi içinde bulunan,adını bilmediğim adama sordu : “Sizce Valentino Rossi,eski dünya şampiyonu mu?” Bu sorunun yanıtını duymaktan gerçekten çok ürktüm.Valentino Rossi beni Moto GP’ye bağlayan kişiydi.Pek çok izleyicisi gibi ben de kendimden çok şey buluyordum onu izlerken.Ve Moto GP’ye kattıkları tartışılmaz.Adam yanıtladı : “Evet,bence eski dünya şampiyonu.Düşünsenize adam defalarca dünya şampiyonu olmuş.Artık bi amacı kalmamış bu alanda.Şu an sadece eğlencesine yarıştığını söyleyebilirim.” Rossi’nin son yarışlarda çıkardığı performans da bu sözleri doğrular nitelikteydi.Öyle bir pilot ki kendisi,bir yarışa 6. veya 7. bile başlasa rahatça 1. sırada bitirebilir,tabi gerçekten yarışırsa.Ama bu sezon böyle yapmıyor.Kolayca,en zor virajlarda bile herkesi teker teker geçip birinciliğe çıktıktan sonra bırakıveriyor yarışı,geri arkalara atıyor kendisini.Motoru Yamaha dandik diye düşünmek istiyorum ama Lorenzo da aynı motoru kullanıyor ve bir çaylak olarak 1. oldu o motorla bu sezon.Rossi henüz genç bir pilot.Moto GP’de yapacakları bitmiş olabilir ama Formula 1‘e geçerse yine o müthiş hırsıyla bize eğlenceli yarışlar yaşatacağına eminim.

Aslında konu bu değildi.Konu,her Moto GP yarışında gördüğüm ilginç bir logo.İlk başlarda naçizane bir logodan farkı yoktu benim için.Sağda solda reklamlardan tutun da,hatunizadelerin üstündeki o güzel elbiselere kadar her yerde bu logoyu görünce merak uyandırdı içimde tabii.Google’a A-Style diye yazdım.Görseller kısmına baktım ilk önce.Logodaki şeklin ne olduğunu anlamam fazla uzun sürmedi.Böyle bi logoyla bi firmayı dünya markası yapmak gerçekten cesaret işi.Giyim kuşam firmasından ziyade,bi porno firmasının logosuna benziyor.Sitelerine girdim,çok güzel ürünleri var,logolarında kullandıkları geyik havayı yaşatır nitelikte ürünler.Yani en azından içinde daş gibin,gaya gibin hatunların olduğu elbiseler güzel geliyor bana.Üstünde “I Love A-Style” yazan bi hatunla neler yapılmaz ki.Sanırım cesaretinden dolayı bu firmayı kendi çapımda en iyi 5 logo listeme sokabilirim.Ben de bi firma kursam buna benzer bi muzırlık yapardım muhtemelen.

Aklıma,“Mod Pimp” yazan kazağı giyen adam geldi bi an.Beterin beteri var,görsün.”I Love A-Style” yazan t-shirtle dolaşsa g.tü zor kurtarırdı.

Yazı bittiğinde “Ahleuchatistas – K-Bit” çalıyordu.

Rock’N Coke Gümledi

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Bugün posta kutuma baktığımda,beni pek de şaşırtmayan,pek çoğumuz için (ben de dahil) gereksiz bi haber gördüm.Dediğim gibi pek bi önemi yok.Ama Coca Cola gibi dev bir markanın 5 yıllık Rock’N Coke gibi bir festivali ellerine,yüzlerine bulaştırmalarının simgeleriydi bu mail.Her sene şişirdikleri şarkıcılar ve festival,bu sene patlak vermişti.Iggy Pop,Cure,Gogol Bordello gibi birkaç önemli isim dışında sürekli piyasa malı ve konser performansından bihaber grupları getirmelerinin kaçınılmaz bir sonucuydu bu.Her sene çıtayı daha da yukarı taşıdıklarını iddia ediyorlardı.Takip ettiğim kadarıyla her sene daha da basit bi hal almaktan öteye gidemedi Rock’N Coke.Bu sene Testament,Metallica,Judas Priest ve Jethro Tull gibi devlerin İstanbul’a gelmeleri sebebiyle paçaları tutuştu.İnsanların içinde bir yığın gereksiz adam bulunan boş bir festivale gitmek yerine bu büyük isimlerden birini seçip,parasını ona harcayacağını farketmişlerdi.Tamam,Metallica’ya artık dev diyemeyebiliriz,ama arkalarında mükemmel bir diskografi ve geçmiş olduğu da yadsınamaz bir gerçek.Bu halleriyle bile nereden baksak 50000 kişi dizeceklerdir Ali Sami Yen’e.Umarım bu yaz yaşanacak büyük konserler ve gelen efsane gruplar,Coca Cola’ya gelecek seneki festivalinde getirmesi gereken isimler için fikir vermiştir.Iron Maiden bu festivali tavana vurdurabilir.Coca Cola’da bu grubu getirecek güç ve paranın olduğuna inanıyorum.Olmadı,gidip Aziz Yıldırım’dan borç alsınlar.Neyse,Coca Cola ekibinden gelen maili yayınlıyorum :


Sevgili Rock’N Coke dostu,

Coca-Cola tarafından Pozitif organizasyonu ile 2003 yılından beri düzenlenen Rock’N Coke İstanbul Festivali,bir şehir ve bir nesil için hayatın parçası haline geldi.Beş yıl önce yola çıkıldığında,İstanbul’u dünya festivalleri atlası arasına sokmak,yaz aylarında festival kültürünü Türkiye’nin gündemine yerleştirmek ve devamlılığı olan bir festival yaratılması hedeflenmişti.Aradan geçen zaman içinde bu amaca ulaşıldı.Bugün artık İstanbul’da yaz ayları boyunca Türk ve yabancı birçok sanatçı ve grubun katıldığı konserler ve festivaller gerçekleşiyorsa,bunda Rock’N Coke’un da bir payı olduğuna inanıyoruz.

2008 yılına gelindiğinde ise,bu yıl için Rock’N Coke Festivali’ni düzenlememe kararı aldık.

Bugüne kadar Rock’N Coke festivalinde yenilikçi bir yaklaşım izleyerek,çıtayı hep yükseltmeyi hedefledik.2008′de çıta,2007 takvimindekinden daha yukarıda olmalıydı.Ancak,bu yıl,hedeflediğimiz uluslararası sanatçılarının turne programlarının festival takvimine uymaması,bazı sanatçıların ise bölgemiz coğrafyasında turnede olmayışları nedeniyle herkes için çok zor olan bu kararı almak zorunda kaldık.

Bu yıl İstanbul’a ve geçtiğimiz beş senede oluşan Rock’N Coke nesline bekledikleri heyecanı yaşatamayacağımız için büyük üzüntü duyuyoruz.Ancak,festival ateşi içimizde ve bu ateşi hep birlikte büyütmek için şimdiden çalışmalara başladık.Amacımız,2009 yılında Rock’N Coke İstanbul Festivalini daha da geliştirerek,siz müzikseverlerle yeniden buluşturmak.

Gördüğünüz üzere boş cümlelerden oluşan bir özür mektubu.Ülkeye Metallica’nın,Jethro’nun gelmesini sağladıklarını sanan bu organizatör güruhu,kendi festivallerine bu isimlerin yakınından geçen 2. sınıf grupları bile ayarlayamıyorlar.Ne garip değil mi?Şimdi şurdan dünyadaki efsane ve yaşayan grupları sayamaya kalksak,sayıları 2000′i geçer.Bunun içinden 3-5 tane grubu getirememek Coca-Cola gibi dev firma için kesinlikle başarısızlıktır.Keşke bi de niye beceremedik diye bahane üretmek yerine,gerçek sebeplerini söyleselerdi.

“Yazı bittiğinde “Salva – Clara Leaving” çalıyordu.