‘ Soundtrack ’ Mevzubahis Arşivi

Gillette Fark-ı Titreşim Original Soundtrack

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Gillette Fark-ı Titreşim Orjinal SoundtrackRuhumdaki iç ve dış dinginlik basıncını dengelemek için gitmediğim öğreti ustaları, dayak yemediğim senseiler, giriş merdivenlerini ine çıka aşındırmadığım Shaolin Tapınakları ve suratlarına parmağımı uzatıp, aşağılarcasına “Ha ha!” demediğim Shaolin rahipleri kalmadı sevgili okurlar. Hangi mekana gittiysem kapısı tabi ki de suratıma kapanmadı, ama kapansa da pek bi halt farketmeyecekti, çünkü hiçbirinde aradığım huzuru bulamadığım için bir saat içinde uzaklaştığım anılar olarak kaldılar. Tibet’lere Alaska’lara aktım da kıyı kıyı, yine de ruhumdaki huzursuzluk kat ettiğim yolla doğru orantılı endekslendi. Yıllara yaydığım arayışlarım sonucunda aradığım şeyin dayak yemek olmadığını anlayabildim herşeyden önce. Yani 20 yıllık bir uğraş sonucunda bana huzur verme ihtimali olan şeylerden sadece birini eksiltmiştim ve geriye zibilyor sebep daha kaldıydı.

An geliyor ki arayışlarınızın peşini dürtüklemeyi bırakmanız gerekiyor kimi zamanlarda. Kovaladıkça kaçan ateş böceği gibi yaldır yaldır ışığı görürkene, nereden geldiğini anlayamıyorsunuz mesela. Arayışlarımı azaltıp, dinginliğin bana kendiliğinden yaklaşmasını bekleyen zamanlarımdaydım, onca şeyi tecrübe etmiş olmama rağmen hala toy bi bebe kadar boş bakıyordum etrafıma. Sıradan bir günde göbeğimin üstünde huzur içinde yatan kumandayla birlikte televizyon izlerken kapımın zili çaldı. İnanamayacaksınız ama ruh dinginliği uzaklarda, ağarmış upuzun sakallarının içinde çeşitli canlı ekolojisi kurulmuş pis heriflerde değildi, sadece bir kargo kutusunun içine sığdırılmıştı. Titreşen bir kutu bana “Fark-ı Titreşim Öğretisi”nden bahsediyordu, insanın tinsel düzeninin titreşim üzerine kurulu olduğundan. İnsan ister istemez biraz abandone kıvamına geliyor ama fark-ı titreşim öğretisinin bana buyurduğu üzre “Titredim ve kendime geldim.” o an. Ruhumun içindeki ufak bi çalkantıydı meğersem sadece ihtiyacım olan. Ama herşeyden önce dozajlı bir titreşimi öngörüyordu bu öğreti. Gerekli miktarda titretildiğinde bıçağı bile adeta bir spa masajcısına çevirebiliyordu mesela.

Tabii ki bir bıçağı spa masajcısı kadar nazik ve naif yapabilecek tek bir sensei tanıyordum, bu sensei tek bir kişi değil, binlerce kişilik kurumsal bir ekibin zihin havuzunda birikmiş ruhani bir liderdi, adı tekti, ama onu bu denli büyük yapan şey, bütününü oluşturan parçalarıydı, bu efsane Gillette’ti ve yeni öğretisinin, daha doğrusu fark-ı titreşim öğretisinin adı Gillette Fusion Power Stealth idiydi. Bir bıçağı katana kadar keskin yapıp da, her seferinde suratı adeta yalayıp geçiyor hissini yaratıyor olmak pek kolay olmasa gerek. Güzel bir hafta sonu uzamış sakallarıma bu konuda ders verirken elde ettiğim en değerli altın bilgi buydu sanırım, belki de hayatın, ya da başka şeylerin anahtarıydı bu.

Fark-ı titreşim, vicudumun içindeki damarlarda akan galonlarca kanları bir vişne suyuymuşcasına daha sevimli ve agucu gugucu diye okşanası bir halde hareket ettirip, kalbime akın akın gönderen, zihnimdeki çakraları, ışık çıkma noktalarını hızlı bi şekilde açarken, içimde adeta yüzlerce duygunun karışımından oluşan bir duygu, arzu şelalesi yaratıyordu. Bildiğiniz üzere insanlık belki de hatırlanmayacak kadar eski zamanlardan beri duygularını melodiler bütünüyle ifade etmeyi seviyor, bu ifade şeklinin benim üzerimdeki etkisi de yadsınamayacak kadar devasa. Tıraş öncesi, esnası ve sonrası gibi başlıklar altında adeta Gillette Fark-ı Titreşim Soundtrack diyebileceğim 11 parçalık bir soundtrack listesi canlandı kafamda. Belki de hissettiklerimi size daha kısa cümleler ama daha yoğun hislerle yaşatmanın en kolay yolu bu gibi geldi bana. O yüzden Gillette Fusion Power Stealth ile tıraş olurken ne tür iç kıpraşımlarınızı gireceğinizi bu yöntemle sunacağım ve siz de eşşekler gibi arzulayacaksınız bu bıçağı.

1-) The Kinks – Apeman: Gillette, bir tıraş bıçağı olarak hayatıma girmeden önceki hayatımın belki de karbon kopyası diyebilirim bu şarkı için. Maymundan farksız bir adam gibi ortalıkta aymazca gezerken, çoğu zaman normal insanların dünyasına girmeye çalışmaktan ziyade, onları kendi maymun dünyama çektiğim az olmamıştır sevgili okurlar. Biliyorum, aranızda hala maymun gibi bir karış leş, kirli sakalla gezmenin çok karizmatik durduğunu, hatunların böyle pis heriflere hasta olduğunu düşünenler var, ama unutmayın, bu dünyada Gillette olduğu sürece dünyanız ufaldıkça ufalacak, gün gelecek medeniyete teslim olacak ve yumurta kadar parlak olabileceksiniz. Hadi tamam, illa uçtan uca yumurta olun demiyor ki Gillette size. Adam gibi sakal şekli verin, top sakal, keçi sakal veyahut Elvis faulü. Ama insan olduğunuza ve dış görünüş zevkimiz olduğuna dair bi ışık vermeniz şart.

2-) Rufus Zuphall – Freitag: İş hayatındaysanız günden güne tıraş olmanız çoğunlukla gereklidir, belki her gün aynı tıraşı olursunuz, ama düşünün haftanın son iş günü olan Cuma günü suratınızın ışıl ışıl tertemiz olması apayrı bi özeldir, ya da Cumartesi günü evinizde güzel bir kahvaltı yapıp gezmeye çıkmadan önce. Çoğu zaman terapi işlevi görür böyle günlerde yüz tıraşı. Normal bıçakla suratınızı kanlar içinde bıraksanız bile huzur verici bi yanı varken varın gelin bir de titreşimlerin suratınızı okşarken nasıl mest ettiğini düşünün. Freitag, Almanca’da Cuma günü anlamına gelirken, bir yandan da “frei” kelimesinin anlamının “boş” olması sebebiyle belki de en huzur verici gün ünvanını alıyor ve tıraşlarınız bu isime sahip mükemmel enstrümantal şarkıyla hafta sonu eğlencesine dönüşüyor.

3-) Black Strobe – I’m A Man: Hassaslık diyoruz, naiflik diyoruz. Sefilliğe alışmış kimi rezil-i rüsvalar erkek adamın herşeyinin sert olması gerektiğini düşünebilirler. Yaptıkları her işte kolay bile olsa zorlanmak için kendi yollarına taş koyarlar, böyle adamlar çok var sevgili okurlar lütfen inkar etmeyin. Tıraş olurken dahi suratı kanlar içinde paramparça olsun da façalı suratı karizma olsun derdine girerler. Suratına 80 kere köpük sürülüp ovalanması yüzünden elinin 2 saat suya yatırılmış hali gibi cıvık/ishalik bi kıvama dönmesine rağmen hala kesemeyen tek bıçakları çok severler, imkanları olsa çeyrek bıçakla tıraş eziyetini çoğaltabilirler. Evet, biraz erkek olduğumuzu hatırlama vakti, ama böylesine işkence haline dönmüş tıraşlarla değil. Sadece tıraş öncesi gaz almak ve hatunizade kişileri baştan çıkarabilecek postansiyel değerine yükselmek için bu şarkıdan bir doz alıp akabinde tıraş işlemine geçmek yeterlidir.

4-) Country Joe & the Fish – Flying High: Sıra geldi köpüğü surata sürmeye. Tabii surata sürmeden önce elde yumuşatma anında o özel Gillette köpüğünün kokusu o denli güzel bir şekilde banyoya yayılır ki, kendinizi bi anlığına ayakları yerden kesilip de dünyada her yerin ve şeyin çok güzel koktuğu başka bir paralel evrene aktarılmış hissedebilirsiniz. Surata o esansı yaydıkça koku burun deliklerinizin içinde arz-ı endam eder. Hollywood filmlerinde iki esrar çektikten sonra uçan adamlar, şu köpüğün kokusunu bi bilseler bütün mariuahana tarlalarını yakar, tıraş köpüğü ve tıraş sonrası losyon işte o şekilde uçurur, buna diyebileceğimiz tek şey “Uçmak”tır. Hatta öyle adamlar gördüm ki, parfüm kullanmak yerine bu tıraş köpüğünü suratına sürüp çıkıyorlar, aşk mıknatısı olduğunu söylüyorlar ama bilemedim.

5-) The Beatles – Strawberry Fields Forever: Sıra tıraş bıçağıyla ilk temasa erişip fark-ı titreşimi hissetmeye geldi, gözleri kapatıp bıçağı rahatça, güvenle suratınıza sürmek, işte böylesine bir huzur. Bıçak sadece kendi amacına hizmet ediyor, yani sakalları kesmeye. Bu konudaki keskinliğini bir elmas ucu bile yakalayamaz mesela. “Gözler kapalıyken yaşamak kolaydır” demiş efsanevi grup. Gillette’in bıçağı Stealth’i kullanırken de yaşamın kolaylığına veda etmenize gerek kalmıyor. Gözler kapalı tıraş olurken bir yandan suratınızı hiç olmadığı kadar daha derinden keşfediyorsunuz hatlarıyla. Bir yandan bulunduğunuz ortam etrafı mermerlerle kaplı bir banyo olmaktan çıkıp, etrafında midillilerin koştuğu ve albatrosların uçtuğu çilek tarlasına dönüşüyor. Titreşimin yarattığı masaj etkisi ve bıçakların size sunduğu güvenle birlikte her tıraşta dünyanın görmediğiniz güzellikleriyle 15 dakikalığına randevulaşmış oluyorsunuz.

6-) Nekropsi – Yok Var: Bıçağa dokunuyorum bi yandan, hani elimde olan şeyin bi tıraş bıçağı olduğuna eminim, bu iş teoride böyle. Bildiğin üstünde 5 tane bıçağı var kardeşim. Ama işin garip yanı tıraş olup sakalları bertaraf ederkene sakallar sanki suratınızdan bi bıçağın zoruyla değil de kendi istekleriyle gidiyorlar. Acaba diyorum bu Gillette kılların dilinden anlıyor da onlara nazikçe “Lütfen bu suratı kendiliğinizden terkedin” mi diyor ne? İşin sebebi bu mudur bilmiyorum ama tıraş bıçağını gözümü açıp görmesem orda olduğunu anlamayacam. Beni delirten tek olay bu oldu, ki bu da olumlu anlamda delirtince bişey diyemiyorsun. Aynen bu şarkıdaki gibi bi ikilemin içine düştüm. Gözümü açıyorum bıçak var, kapatıyorum yok. Surata sürerken hırt kırt diye kıl kopma sesi gelmeden nası anlayabilirim ki? Tıraş bıçağı duyulara değil, ruha hitap ediyor adeta. Yok kardeşim, yok. Var da olabilir, ama bence yok.

7-) Roscoe Shelton – Yesterday’s Mistake: E şimdi gel de dandik tıraş bıçaklarıyla heba ettiğin ömrün ardından ağlama. Tıraş bıçaklarının kıllarımın dilinden anlamaması yüzünden 1 saat tıraş için cebelleştiğim günler oldu benim, yer geldi suratımda yüz gözeneği başına 63 yerde kanama olduğunu gördüm, bunların kanamasını durdurmak için tıraş başına bir tane tuvalet kağıdı rulosu harcıyordum kanların üstüne yapıştıra yapıştıra. Gidip yıllarca uzun sakallı pis senseileri karizma adam sanırsan olacağı budur. Ömrümün çeyreği tıraşla, diğer çeyreği kanama durdurmakla geçti. Ama artık suratımda kanamayı bırak, tahriş dahi olmuyorken, ben gülmeyeyim de kimler gülsün? Ha geçmişe geri dönüp de şöyle bi hatalarıma baktığımda yine hüzünleniyorum o da var. İşte geçmişteki tıraş bıçaklarıma dönüp bakarken bu şarkı canlanıyor kulağımda ister istemez.

8- ) Aleksandr Pushnoy – Never Let You Go: Normalde bir ilişkide bile anlık/günlük temaslar duygusal bi bağ yaratmazken, bu bıçağın sadece sizin köleniz olmak için çaba verdiğini hissedince ona karşı engellenemez bi bağınız oluşuyor. İkili insan ilişkilerinde çoğu zaman çıkarlara dayalı, yalanlarla bezeli iğrenç durumlara şahit oldukça, hayatta belki de sadece sizin huzurunuz için çabalayan bir bıçağını tıraş bittikten sonra kutusuna terketmek pek bi koyuyor. Keşke sakal o an yine uzasa da onunla vücut temasına girsem diyorsunuz, böylesine bi ayrılık hüznü çöküyor. Ayrılık anlarında herkes kıymete biner ya hani, bi çılgınlıkla birliktelik süresini uzatmak için bacaktaki kılları tıraşlamaya gidiyor o olay. Belki de bacakları tıraşlarken suratımdaki kıllar uzar, sonra yine onları alırım, sonra yine bacağımı ve seni asla bırakmam döngüsüne giriyorsunuz. Tamam Gillette bıçağı türdeşlerinin arasında en uzun süre dayananı ama bacaklarınızla onu yıpratmasanız ilişkiniz daha uzun sürer sanırım. Nasıl ki bi aşk hızlı yaşanınca çabuk bitiyorsa, bu kadar abanmanız da Gillette’nizi bitirecektir.

9-) Paul Gilbert – I’m not Afraid the Police: Öyle ya da böyle tıraş bitti. Ayrılığın hüznünü üzerinizden bir saat sonra atabildiniz. Tıraş olmadan önce insanların sizi azılı bi katil gibi gördüğü anlar geliyor aklınıza. Tıraştan evvel, polisten kaçmak için suratında upuzun sakal bırakan bakımsız bi adam gibiydim. Hele ki bu Cem Garipoğlu’nun yakalandığı anki görüntüleri benim de o paralellikte bi insan olarak anılmama sebep oluyordu. Bi kitabı tabii ki kapağına göre yargılayamayız ama polis görse tipten 5 sene yerdim, o derece. Bu öğreti bana çeki düzen vermeden önce her polis gördüğümde fellik fellik kaçıyordum, doğal olarak onlar da tipime ve kaçışıma bakarak beni yakalayıp karakolda sorguya çekiyordu. Adeta kelle avcısı pis bi katil muamelesi görüyordum ve öyle biri olmamama rağmen bu yaşadıklarım beni öyle biri olduğum psikolojisine soktuydu. Amma artık tıraşlanmış bir şeftali kadar kılsızım ve tüy kadar hafif suratım var. Elimle yüzüme dokunduğumda o bölgede dokularım olduğunu hissedebilmek güzel. Bu hissi en son ergenliğe girip sakallarım çıkmadan önce hissetmiştim sanırım. Polislerden korkmuyorum artık, çünkü kim olduğumu biliyorum ve polisten kaçmak için sakal uzatmış azılı bir suçlu görünümünden çok uzağım.

10-) The Stooges – I Feel Allright: Bu üstteki maddelerde saydığım mükemmel muameleye sadece bir tıraş bıçağıyla 15 dakika içinde ulaşabiliyor olmanın akabinde insan formundan adeta enerji formuna geçiyorsunuz. Kutuyu gördüğünüzde içinden bu denli büyük değerlerin çıkacağını bilemezdiniz. Kutuyu açtınız ve büyük çıktı sevgili okurlar, lakin bu açtığınız kendi kutunuzdu ve yıllar boyu aradığınız ruh dinginliği arayışını nihayetine erdirdiniz, fakat bir yandan da bu bişeylerin bitişi değil, başlangıcıydı ve bu başlangıç size adeta geminin yelkenlerine dolan kuvvetli rüzgarcasına hız verdi. İlerleyen yaşına rağmen sahneye çıktığında kendini frenleyemeyen, etrafındaki bütün ses sistemlerini parçalayan bir Iggy Pop olmak kolay değil, aslında kolay, ihtiyacınız olan en önemli şeylerden biri motivasyon ve şu an itibariyle ondan fazlasıyla depoladığımızı söyleyebiliriz.

11-) Yeah Yeah Yeahs – Date With the Night: “Spaaaaaaartaaaaaaaaaans!” deyu haykırdıktan kelli artık günü sallamaya hazırsınız. Gece gelince muhtelif mekanlarda bu karizmanızla yiyebileceğiniz nanelerin çeşitli varyasyonları olsa da bunları burada dillendirecek değilim. Artık gününüzü şekillendirmenin zamanı. Evden çıkarken bu şarkıyı zihnine yerleştir ve yer yer hatırladıkça uçuşa geçtiğini göreceksin, bir nevi ruhani yakıt gibi etki yapar. Get Up and Go!

Yazı bittiğinde “Rammstein – Zerstören” çalıyordu. Şarkının başında türkü çalıyor lan “Yar yarim ağlama” diye.

Broken Flowers Soundtrack

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

(Kurtuluş Savaşı Gazisi tadında tonladığımı hayal edin) Hiç unutmam, yıllardan 2005 idiydi. Hey gidi hey ne yıllardı, siz guçücük veledi zinalar bilmezsiniz, bilemezsiniz. Sinema altın yılını yaşıyordu. Bill Murray adeta ekran önünde yeşil dev Hulk ve ceza mahkemesi gibi devleşiyordu. Her hafta ben diyim 5, siz diyin 10 tane başyapıt diyebileceğimiz filmler çıkıyordu ve hangisine yetişeceğimizi şaşırır olmuştuk.

Her eski jenerasyon bi şekilde yeni gelenlere 30-40 sene ileriden bu palavraları sıkar sanırım. Halbuki 2005′te sinema adına kaç tane b.k oldu? 3-5 tane kayda değer bişey olmuştur tabi ki. Ama farketmez, adettendir, yeni gelini ağlatırlar, yeni jenerasyonu kıskandırırlar. Biz de bi b.k olduğunu sanarak o yıllara doğru bi yüzeriz. Muhabbet ortasında rezil olmamak için, olmadık filmlere “Çok sağlam film ya babaaa” deriz.

Ama ben dedirttirmeyecem. Bir jenerasyonun daha başını yakmak değil niyetim. Zaten yedikleri gelişmiş besinler yüzünden her jenerasyon bir öncekinden daha zeki ve iri yapılı oluyor farkındaysanız. Bundan 200 yıl sonra kızlar Amazon kadınları gibi dev yarasa olursa hiç şaşmam açıkçası.

Soundtrack bölümümüze bir minimalist üstad, Jim Jarmush‘un, minimalist başyapıtı, Broken Flowers‘ın müziklerini gömertmekten adeta onur duyuyorum. 2005 yılının az duyulan, ama pek çok az duyulan film gibi öz filmlerinden. Yani gördüğünüz üzere 2030′da toruna torlağa anlatacağımız güzel 2005 filmleri de var.

Asıl olayımız şu an filmin müzikleri olduğu için hikayeye fazla girmeyeceğim. Kısaca üstünden geçmemiz gerekirse, artık ununu eleyip, eleğini asmış bir Casanova’nın, Don Johnston’ın (Bill Murray) arayışlarla dolu bir hikayesiydi. Minimal dememden anlamış olmalısınız. Murray babamızın her gün skor yaptığı yıllar geçmiş artık. Bir dinginleşme çağının içinde ve döktüklerini toparlama derdinde ölmeden. Onu bu arayışın içine sokan şey de bir gün kapısından içeri atılan ve içinde tokmakladığı kadınlardan birinden 19 yaşında çocuğunun olduğunu yazan bir mektup. Bunun üzerine zihnini yoklayan Don, arkadaşından aldığı güzel müzik cdsiyle birlikte çocuk peydahladığı kadını bulmak için Amerika’nın taşını toprağını eşeliyor.

Don babamız yolculuğu sırasında o müzikleri dinlerken ben de mest oluyordum. “Bu filmin müziklerini hemen bulmam” lazım isteğini ve komutunu en hızlı şekilde bu filmden aldım. Film bana uzaktan uzaktan “Almayanın annesi kötü” zorlaması yapmıyordu lakin ben şarkılara hasta olmuştum. Özellikle filmde bolca çalan Mulatu Astetke ve yanlış hatırlamıyorsam sonunda çalan There is an End şarkıları beni bitirmişti.

Bulmam o vakitler pek de uzun sürmedi ve bu güzide soundtrack’e kavuştum. Şimdi sizin için de güzel bir deneyim zamanı. Filmden önce de dinleseniz, sonra da dinleseniz farketmez. 2 türlü de çok güzel gidecektir. Filmin temasından da farkedeceğiniz üzere şarkılar büyük oranda kafa karışıklığı ve kalpteki eksiklikler üzerine. Tabi aşk diyince Demet Akalın gibi moronların söylediği “Aşkımız bitti,hadi bakalım naşla, görelim ense tıraşını, bu sene yeni aşklar beni bekler, beni naaah bulursun” tadında ve hepsi birbirinin karbon kopyası olan şarkılar değil bunlar. Jim Jarmush’un bütün filmlerine gösterdiği özen aynı şekilde şarkı seçiminde de var. Dolayısıyla albüm de kulak memenize masaj yapıyor adeta. Dinleyin, dinlettirin.Albümden bi örnek dinlemek isterseniz, sol alt köşedeki gri playera tıklamanızın akabinde çalan şarkı sizin için bir örnek teşkil edebilir.

MUHTEVİYAT :
1. “There Is An End” – The Greenhornes with Holly Golightly 3:05
2. “Yegelle Tezeta” – Mulatu Astatke 3:14
3. “Ride Your Donkey” – The Tennors 2:03
4. “I Want You” – Marvin Gaye 3:57
5. “Yekermo Sew” – Mulatu Astatke 4:03
6. “Not If You Were The Last Dandy on Earth” – Brian Jonestown Massacre 2:49
7. “Tell Me Now So I Know” – Holly Golightly 2:02
8. “Gubelye” – Mulatu Astatke 4:35
9. “Dopesmoker” – Sleep 3:57
10. “Reuiem, Op. 48 (Pie Jesu) by Gabriel Faure” – Oford Camerata 3:30
11. “Ethanopium” – Dengue Fever 4:38
12. “Unnatural Habitat” – The Greenhornes 2:08

Yazı bittiğinde “Akineton Retard – 21 Canapes” çalıyordu.

Pink Flamingos Soundtrack

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Bugün itibariyle incelemeler arasına yeni bir kategori daha eklemek istiyorum.Sinemayı deştik deşiyoruz,müzikleri de öyle.İkisinin kesişim kümeleri vardır ki bi de,dadından yinmez.Güzide soundtracklerdir bu kesişim kümemizin elemanları.İyi bir filmin olmazsa olmazıdır,çocukların dillerden düşmezidir.Bi filmi izleyip de ilk dinleyişte müziklerine çarpıldığımızda “Bunu Rapidshare’den bulup dinlemeliyim.” dedirtenimizdir.Öyle soundtrackler vardır ki filmin bile önüne geçebilir.İşte o vakit yönetmenin yüzüne tükürülesidir.İkisi birden aynı mükemmellikte olursa,ahanda o film 20 kere izlenesidir,dimağa kazınasıdır.Bu sebepten sapı samandan ayırıp bütün ögeleri ayrı ayrı incelemek gerektiğini düşündüm.Aslında modayla ilgili biri olsam giyimi kuşamı bile yazardım film setlerindeki,ama o tür şeylerden hiç anlamam.Anlayan varsa beri gelsin,öte gitsin.Deşip,deşiştirelim hani.

Soundtrack serimize ilk olarak John Waters‘ın 1972 tarihli efsane filmi Pink Flamingos ile başlıyoruz.Dünya çapında -sinemalarda gösterilmiş- en iğrenç film ünvanına sahiptir bu film.Ahlaki değerlerin gün geçtikçe köreldiğini ve günümüzde bu filmin muadiline bile yaklaşamayan filmlerin dahi sinemaya giremediğini düşünürsek,John Waters’ın gerçekten 1972′nin sınırlarını zorlamayı bırakın,8-9 katına kadar genişlettiğini söylemek lazım.İzleyen bazı insanların sinemada midesini bulandıran,onları kusturan bi filmdi.Kimse inkar edemez.Filmi izleyene kadar iğrençliklerin imparatoru sandığım kardeşim bile bazı sahnelerde rahatsızlığını dile getirip,bana ne kadar tırto bi insan olduğunu farkettirmiştir.Günümüzde hala kabul görmeyen bi tecavüz-bebek peydahlama yöntemi : Şırıngayla sperm enjektesi.Göstere göstere.İnsanın tahammüllerini zorladığı olabiliyor tabii haliyle.

Siz şimdi filme iğrenç dedik diye soundtrackini de iğrenç sanma gafletinin içine düşmeyin.Zira hayatımda dinlediğim en eğlenceli ve güzel soundtracklerden birine sahiptir Pink Flamingos.İlk bakışta aşk tadında,her sahnede çalan farklı farklı şarkılarıyla hepsine hayran bıraktırır.Şarkılar tam 70′lerin o coşkulu havasını yansıtan türdendir.Tıpkı bir beyne tavayla vurup şok etme gibi,her iğrenç sahnenin içine bir de güzel müzik sıkıştırır Waters.Böylece o sahnelerden bazılarını zihninizden silmeye çalışsanız da silemezsiniz.Özellikle Raymond’ın teşhircilik babında sağdaki soldaki kızlara ete sarılmış ç.künü gösterdiği sahnedeki Chicken Grabber unutulmazdır.Bu sebepten soundtracki ne zaman dinlesem film tekrar gözümde canlanır.

Filmin soundtrackini bulmayı,ilk şarkıyı dinlediğim an kafaya koydum.Ama internette ne hikmetse bi türlü bulamadım böyle güzel bi soundtracki.Gittim hemen Merkez Burası‘na (Merkez Burası’ya?Hangisi?) başvurdum.Trink diye çıkardı koydu albümü.Dinledim de dinledim.Ayrıyeten para bulmuş gibi oldum.İçimden “Para veren,altın bulsun.”,dışımdan “Allah tuttuğunu altın etsin.” (Birkaç şey hariç) dedim.İster filmi izledikten sonra dinleyin,ister hemen şimdi dinleyin.70leri ve 70liği seviyorsanız ne yapın edin dinleyin,lafımı sözümü ikiletmeyin.İndirin diyorsak bişey biliyoruz da diyoruz.

Pink Flamingos Soundtrack Download

Yazı bittiğinde “Ahleuchatistas – Swimming Underwater With a Cat On Your Back” çalıyordu.