Yapılan iş her ne olursa olsun, bir şekilde içine kişisel öfkenizi ve para hırsınızı boca ettiğiniz vakit iğrenç bir hal alıyor. Bunun öyle bi yal olduğunu düşünün ki, köpeklere verseniz dahi yemezler, veyahut domuzlara. Günümüzde insanların ellerinde tuttukları kürdanların bile reklam zekasıyla bir şekilde propaganda aracı haline geldiğini düşündüğümüzde içinde bulunduğumuz ortamın ne kadar ürkünç olduğunu anlayabiliyoruz. Herkes sesini duyurmak amacında, ama mantıklı konuşma derdinde değil. Bu sadece sesini yüksek çıkaranın duyurabileceği bir zamanda yaşamamızın sonucu sanırım.
Propaganda malzemesi olarak doğru şekilde kullanıldığında ceplerdeki şişkinliği en çok arttıran olaylardan biri de savaşlar tabi. Arka planda milyarlarca dolarlık silah satışlarının döndüğü bu sektörde (Evet, sektörden başka bi kelimeyi uygun bulamıyorum) sadece silah satanların parayı cukkalamadığını hepimiz biliyoruz. Her savaş çıktığında birkaç samimiyeti şüpheli müzik grubu çıkar ve savaşa karşı bir iki alengirli kelamla sömürülmeye, dinlediği şeye inanmaya hazır insanları söğüşlerler.
Sakın Moğollar, Bulutsuzluk Özlemi gibi işini gerçekten içten yapan gruplara yüklendiğimi düşünmeyin. Zira onların özlemi her daim barıştı. Eski zamanlardaki kulağı kesik gruplarda samimiyetsizlik vuku bulduğunda o zamanın duyarlı rock dinleyicisi prim vermezdi zaten. Lakin şu an dünya kış uykusuna yatmış bir ayı kadar duyarsız ve umarsız. Her ülkede Irak Savaşı vaktinde belli başlı sahtekar müzisyenler parsaları topladı, hala da toplar. Kimileri müzik tarzını değiştirirken, kimileri sonradan peyda oldu. Mesela ülkemizdeki bu iğrenç savaş samimiyetsizliğinin simgesi de Mor ve Ötesi olmuştu o zaman. “Hedefini al, piyasanı al.” diyerek öfkesini şarkı ile böğürmek isteyen kitlenin ceplerindekini ve vicdanlarındakini bi güzel boşalttılar. O zaman da az kişi farkında oldu, şu an da öyle.
Şu an yine birileri postal seslerinin gümbürtüsünün, silahlarının uğultusunun yükselmesini bekliyor, çakal gibi. U2′nin folloş olmuş Bono’su gibi herkes bi şekilde yapmacık barış dolu dünya isteklerini yine savuracak. Onların aralarındaki samimi kitle ise ne yazık ki sömürülecek veya sesini duyuramayacak. Rusya ile Gürcistan birbirini yedikçe, savaş ittifak cephelerine sıçrayıp büyüdükçe kimi ülkeler kendini silah satışlarıyla ihya ederken, kimi şarkıcılar da “Dünya Yalan Söylüyor” şeklinde vatan millet Sakarya üçlemesini çekecek.
Sanatçılar tek koldan mı yer paraları peki? Tabi ki yemez, yetmez. Bu çakalların da alt kolları var kendi aralarında şekillenen. Mesela Björk gibi şuursuzlar konserine gittiği ülkelerin diplomatik durumundan bihaberken bile sahnesinde durduğu ülkeyi umulmadık bir anda yerebilir. Free Tibet diye bağırması onun için tabi ki kolay. Mühim olan, eğer bu gerçekten inandığın bir düşünceyse, seni parçalamaya niyetli binlerce insanın içinde arkandaki korumana güvenmeden bağırabilmek. Hatırlarsınız, kısa bi süre önce Türkiye’ye de gelmişti. Nobel ödüllü vatandaşımızın bile ülkemizi yerdiğini görüp, acımış olacak ki, Free Kurdistan, Free Armenia, Give East to USA şeklinde kombinasyonlar yapmadan gitti.
Böyle şarkıcılara acayip özeniyorum. Her ülkeye lazım. Tam anlamıyla kitle imha silahı özelliği görebiliyor çünkü Björk gibileri tek başına. Hele hele son zamanların yükselen değeri System of a Down düşman başına bile istenmeyecek türden. İşte bizim bahtsız bedeviliğimiz de bu derece. Nerede kendi branşında zirvede adam varsa, Türkiye’ye tek başına savaş açıyor. Hani diyecem ki, “Ulan biz de bi tane böyle şarkıcı yetiştirip Ermenistan’ın, Yunanistan’ın başına atalım.” Ama Vehbi’nin Kerrakesi o şekilde işlemiyo ki. İki dirhem meşhur olan adam, “Ben ülkede yaşayamam baba yaaa, bu ülkeye fazlayım, beni anlamıyorlar, yaşam şartları kötü, bok gibi ülke lan bu.” ayaklarına giriyor. Zaten o yüzden olimpiyatlarda hiç altın madalya çıkaramadığımıza seviniyorum. Michael Phelps‘e de üzülüyorum. Adamın ruhunda mütevazilik olsa dahi kanı bozuk Amerika kansız yapar koyar onu. Rusya’nın başına bela eder. Torpido gibi sahilden koyar da geçer Speedo LZR mayosuyla.
Her neyse efenim System of a Down safkan Ermeni’lerle oluşan kadrosuyla piyasaya ilk düştüğünde “Köpekler ve Türkler giremez” isimli sahne efsanesiyle yayılmıştı müzik severlerin kulağına. Tabi bu bana Ozzy Osbourne’un civciv ezme efsanesi kadar tıraş ve tırt bi söylem gibi geliyordu. Meğersem bu herifler harbiden bu denli naneler yiyormuş. Bu durumdan da Mesmerize/Hypnotize isimli albüm silsilesinin 2.si Hypnotize’daki Holy Mountains şarkısını dinlerken emin olmuştum. O anki şok hala aklımdadır. Onlar Türklere “Katiller, i.neler, Aras’a geri dönün” dedikleri an beynim zangır zangır zonkladı. Kendi halimde bireysel olarak epeyce küfrettim küfretmesine ama onlar kitlelere çoktan benimsetmişti bu şarkıyı. O andan itibaren de son derece bağımlısı olduğum System of a Down’ı dinlemeyi zorla da olsa bıraktım.
Bu cacıkların yakın zamanlarda solucan gibi birkaç parçaya bölünüp müzik hayatlarına devam ettiğini biliyordum ama aynı şekilde müziği propagandalarına alet edeceklerini düşünmezdim. Yine de herkese karşı paranoya duyması gereken bi Türk vatandaşı olarak, şayet propaganda yapıldıysa, üzerime düşeni yapmak, yani bolca küfür savurup, ana avrat düz gitmek amacıyla Daron Malakian ve John Dolmayan‘ın kurduğu Scars on Broadway grubunun aynı isimli albümünü indirdim. Bu sefer de Japon motifiyle bezenmiş Exploding/Reloading şarkısı beynimi nöronlarını skertti. Yine soykırım siyaseti yapıp, Türklere yine yalancı diyorlardı. “Oh, en azından bu sefer i.ne dememişler bize.” dedim. Yok lan tabi ki öyle demedim. Şu an pişman da olsam, o anki sinirle Youtube videolarının altına yazılan küfür dozajında kalayı bastım şarkının Last.fm’deki sayfasına.
Daron’la John’a verebileceğim son şans da bu şekilde heba oldu gitti. Halbuki ben cidden isterdim ki, böyle mükemmel tınılar çıkaran Ermeni bi grupla geçmiş muhasebesini kapatalım, yılda bi kere konserimize gelsinler, yan yana bayraklarımızı açıp tek ağızdan şarkı söyleyelim. Ama iki ülke de bazı şeyleri kabullenmek için gerçekten çok ilkel. Mazide kaldığımız sürece de birbirimizi paralayıp duracağız bu şekilde yıllarca. Lan keşke Dünya tek parça olaydı. Sen, ben olmayaydı, biz olaydık. En azından bu denli toprak hırsı olmayaydı.
Mecburen gururuma yediremeyerek, bu albümü ve grubu da kenara atmak zorunda kaldım haliyle. Ama System of a Down kökenli elemanların elinde öyle bi yetenek var ki, en az bir insanın sigarayı bırakırken harcadığı kadar efor sarfetmeniz gerekiyor. Bu sefer irademe sahip çıkamadım zaten. O güzel kelime oyunlarıyla süslenmiş, orjinal tekerleme tadında tınıları küfrede küfrede dinledim. Onuruma ihanet ettiğim için bi yandan da kendime küfrettim. Sevgilisi tarafından sürekli küfüre, dayağa maruz kalıp da hala ondan ayrılamayan kadınlar gibi dımdızlak hissettim kendimi. Küfrede küfrede yapılan 4 albüm dinleme tekrarından sonra kendimi Scars on Broadway’i de bırakabilecek mertebede buldum. Gerek Holy Mountains, gerek Exploding/Reloading o kadar güzel melodilere sahipti ki, başka şeyler anlatsa defalarca dinlenirdi.
Olup olmadığı belli olmayan şeyleri müziği üzerinden satıp, müziğini olup olmadığı belli olmayan şeyler üzerinden satan herkese karşı öfkeliyim. Eğlenme amacıyla dinlediğim şu değerli melodileri bile kirlettikleri için. Hani bu lavukların Türkiye’ye gelmelerine ihtimal vermeyenler var ya, aha şuraya yazıyorum, elden ayaktan düştükleri vakit gelecekler. “Ben yaptıkları müziğe önem veririm” diyen g.t kafalı kitle de bu aleyhimize yapılan propagandaları yalayıp yutacak. Hatta sahnedeki elemanları, camide namaz kılan Ahmedinecad’ı öpmeye çalışan yeşil sermaye mensubu kitlenin yaptığı gibi sevgiyle karşılayacaklar. Hatta bakarsınız Björk’ün yapamadığını biz yapıp System of a Down’la kol kola Give Turkey to Armenia diye bağırırız kim bilir? “Fuck Me Jesus” diye g.tünü yırtan anti müslim, anti christ, aslında anti herşey olan dengesiz-bi nevi nihilist grup Marduk bile Türkiye’ye geldikten sonra ne olacak? Bu ülke ne dumurlar yaşadı.
Bi tane çok meşhur olup da ülkesine b.k atmayan, hatta bolca öven adam var, onu da kimse sklemiyor zaten. “I Kiss You” diye diye barış tohumcukları yayarak nereye kadar zaten hacı? İnternet Mahir‘den bahsediyorum. Aslında bu herifi Pavlov’un köpeği yönteminin daha gelişmişiyle düşmanımız olan ülkelere karşı düşman olarak şartlasak hepsini devirir geçer gibime geliyor. Zaten deve gibi adam, al koskoca Ermenistan’ı gölgesine koy. Vallaha vatani hizmet herşeyden üstündür. We are the world, we are the children.
Ulan yeter be, vallahi şu sıcak yüzünden “Ay poliiis, gözü kör olmayasıcalar, aaaay itfaiyeeee yetişin ayoooool, yanıyorum gözünüz kör olmasın.” diye bağıracağım balkondan nonoşlar gibi.