‘ İnternet ’ Mevzubahis Arşivi

Vasat Blogging for Dummies

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Moron BloggerHerhangi bi yazı, okunacak veya yazılacak metin işine girmeden önce bakkala gidip, aynı şeyler olmasına rağmen kararsızlıktan ötürü 5 dakika rafa bakındıktan sonra hacı bakkalın sıkıldığını belli eden ayakta elinde torbaya alacağın çikolatayı koymak için hazır ol duruşunu farkedip apar topar istemediğim herhangi bir çikolatayı alıp, evde hiç dilimde bile eritmeden doğrudan gırtlağa fiskeliyorum. Bi de hesabını yaptım, yeni yazı yazmayalı yaklaşık 150 civarı çikolata yemişim, bunların büyük çoğunluğunu lezzeti uygun fiyata sunan yeşil sermaye Ülker çikolataları oluşturuyor. Gerçi yakınımdaki bakkal hacı bakkal olmasa, içinde Ülker yerine Nestle çikolataları görsem ilk ona sarılırım. Nestle Kit-Kat yapmış, Ülker Dido. Aynı zamanda Dido, kuzenimin evlenmeden önce belli periyotlarda uğradığı kerhane ev sahiplerindenmiş. Nam yapmış yani orada, Tepecik mahalinde. Nestle’nin cillop gibi Karamellisi var, Ülker’in Caramio’su. Bu çikolatalar bu şekilde birebir taklit edilirken muhtemelen orjinal konsept sahiplerine para dökülüyordur. Çünkü nereden baksanız Ülker, Nestle’nin elinden alabileceği Türkiye pazarının yarısını daha uygun fiyat ve daha bol hacı bakkal oranıyla yakalıyor.

150 küsür çikolata diyorum. Demek ki bişeyler yazmasam da okumuşum. Benim için okuma keyfi böyle ensesi kalın türünden bi hobi. Hani yerde gazete göreyim, üstünde önemli bi haber olsun, yemek sofrasına oturduğumda kirlenmesin diye masanın üstüne gazete örtmüş olsunlar, orda ekonomik parametre ıvır zıvır, ama önemli bişey yazsın. Kafamı diğer yana çevirir, sakince kalkar, elime çikolatamı alır, öyle okumaya başlarım. Çoğu kişi çikolatanın iştahı kaçırdığını sanıyor. Bilinçsiz, ya da çocuklarına durmadan para savurmak istemeyen eli sıkı ebeveynlerin safsatası olma ihtimali yüksek. Kendimden bilirim ki açlığımı fişeklemek için yemekten yarım saat önce çikolata namına bişeyler götürürüm. Gofreet demiyorum ama bakın. Şişirilmiş suntanın üstüne iki damla çikolata döküyorlar, o mideyi tıkar. Bisküvi hiç demiyorum. Tabi Türkiye’de çikolata dediğimizde genel olarak boğazdan aşağı atılan bütün tatlı besinlerin akla gelmesinin bi etkisi belki de çocuklara çikolata yedirilmemesi.

Bahar mı geldi, yoksa bahar gelmeden yaz mı geldi ben anlayamadım. Yani üniversiteler bahar şenlikleri yapmaya başlıyormuş, baharın geldiğini onlar müjdelemese ben mevsimi anlamayacam. Gençliği belli kavramlar dahilinde hareketlenmeye odaklamışlar. Adam bahar şenliği gelene kadar ruhunu zincire vuruyor. Güneşli havada bile depresyon halinde. Üniversite bahar şenliği yapınca dank ediyor. 3-5 tırt şarkıcının ülkemizde 1 haftada baharı getirmesi ilginç bi durum. Belki de doğa anne/madır neyçır dediğimiz şey ülkemizdeki Duman’ların, Mor ve Ötelerinin, Kargo’ların bütünüdür. Bunlar misyon sahibi adamlar, yıllar yılı iklim yaratmanın peşinde koşarlar. Hepsi ne için? Ekranda koskoca bi “Mission Accomplished” yazısı görüp muvaffakiyetin dibine vurmak için evelallah.

Duamla yaşadınız da bedduamla mı öleceksiniz sevgili okur? Gönlümde yeriniz yoksa ayakta da gidersiniz, ben sizi iyi bilirim. Hani mevsim benim şurda bi hafta yaptığım düzenli yazı etkinliğiyle geri kışa dönüp, bu konser konser gezen orman kaçkınlarını kış ortasında kıçı açıkta kalmış parya evladına çevirecekse hiç durmam, bilimsel ansiklopedi bile yazarım. Gavurların yeni ürettiği teoremleri Türkçe’ye çevirir, beğenmediklerimi altlarına “edit:” yazıp yeniden düzenlerim. Bi nevi remastered durumu. Remastered Science gibi. Amerika’yı yeniden keşfederim de o atlasın üstüne Rediscovered America yazarım ben, ne diyorsunuz siz hele hele.

Mevsimi tersine çevirip bahar vakti daldaşhak o konser, bu konser beleşçilik yapanları kış hüznüne boğmak için düzeni de hem ısıtan, hem soğutan klimaların çalışma prensibi gibi tersine çevirmek gerekiyor. O yüzden bugün belki de iğrenç bi blog yazısı yazmanın anatomisini, formülünü çıkaracağız. Vasatın altı 500 karakter salaklığıysa, biz 1000 karakter laf salaklığı yapacağız. 2. yıla doğru giderken belki de ilk defa blog üzerine bişeyler yazacam. Ama sanmayın ki böyle bi yazı yazarken herhangi bir tecrübeyi kullanıyorum. Çünkü tecrübe namına elde avuçta hiç bi halt yok. Hala Amerikanların “Fuckin Amateurs” dediği bir amatörlük halindeyim. Elim ne vakit WordPress panelinde “Yeni yazı” bütonuna gitse, içim kıyıl kıyıl, adeta abimin t.şakları gibi oluyor. Ayrıca “Yeter ülen, isyanım tüm vasat blogosfer cemiyetinedir.” gibi gaz bi durum da yok, kimin ne yaptığı bana göre her daim Kasımpaşa. Oturup vakit harcayayım demiş, ister kendini biraz ıkındırıp, yazar, geliştirir, ister sağdan soldan çorar, kopyalayıp yapıştırır blog ödülünü alır. Ama cidden şurda şu satırları yazarken aldığım manevi hazzı pek az tecrübe karşılayabilir. Şimdi manevi hazzı bi kenara bırakalım, yani şu ana kadarki iyi performansı Cannes Festivali’nde yarışacak bi performans gibi düşünün, hah birazdan vasat yazı denemelerine girişince ona da Hollywood performansı diyeceğiz. Efendime söyliyim nedir, biraz sansasyonel, biraz reklama dayalı olabilir. Bunun gibi şeyler. Bu arada kaç madde çıkar onu da bilmiyorum, aklımdan geldiğince yazayım.

1-)Bugünlerde” diyerek toplumumuzun sosyal yapısına değdirilmeden başlanan yazı, yazı değildir. Tespit insanının tillahıyız (gazete küpürlerindeki haberlerin). Orada istatistik görelim, bunu toplumun temel gerçeği kabul ederiz. Bu istatistikler bizim için her Şampiyonlar Ligi, Uefa Ligi, ya da derbi maçlarında takımlarımızın istatikleri gibi sabittir. “Galasaray, Trinidad Tobago takımlarına hiç yenilmedi” gibi bi istatistik İlker Yasin gibi bi denyonun ağzından dökülür maç öncesinde. Hiç kimse de Galatasaray hiç öyle bi ülkeden takımla oynamış mı diye sorgulamaz, anında zafer sarhoşluğu. Hadi onu geçtim, Trinidad Tobago takımıyla oynadığı 5 maçtan 5ini de öncede kazanmış olsa ne farkeder? Olay “Bugünlerde Galatasaray’ı hiçbir Trinindad Tobago takımı yenemiyor” kadara gider. Ya da “10 adet okulda yaptığımız araştırmalar sonucunda Türban kullanan öğrenci oranının 95% olduğunu gördük.” İyi b.k yedin, 10 tane İmam Hatip okuluna sor, değişmez kuralın olsun. Ben de abazanlar için 5 tane çıplaklar kampına giderim, sonra “Yaptığımız araştırmalara göre son zamanlarda gittiğimiz 5 plajdaki anadan üryan hatun oranı 100%” derim. Ayrıca “Son zamanlarda” da yaygın bir benzer kullanımıdır.

Örnek: Bugünlerde insanlarda bi gariplik var.Son zamanlarda o kadar garipler ki bazen ben kendimin garip olduğunu sanıyorum.

2-) Salgın gibi yayılan bazı kelime öbekleri var. 5-6 yazıda seyrekleştirip 1-2sine yaysan tabi ki anlarım, onlar da Türkçe kelime, candır, saygımız vardır. Ama her paragrafın, cümlenin içinde de “Yahu, zira, bir takım, keza” kullanılmaz ki. Yıllar boyu çünkü demişsin, şimdi iki kelimenden biri zira. Sucuklu yumurta yaparken bile kurduğun cümlenin ufaktan komik ve garip olacağını bile bile “Nerdeydi bunun içine dökeceğimiz yağ ya?” derken, şimdi içinde yağ geçmeyen cümlelerde bile yahu kullanıyorsun. Olmaz anam babam, olmaz.

Örnek: Yahu bende niye gariplik olsun ki?Yıllarca normalmişim ben.Yanında bulunduğum bir takım garip adamlar bile garipleştirememiş beni.Ne akl-ı evvellerle (Bu akl-ı evvel kelimesi de gerizekalının yerini aldı aynı şekilde.) takılmışım ben.Keza aynı şekilde (Ulan Hakkı Devrim gibi hissettim iyi mi.) onlar da benle takılırken normal olmadı.zira ne ben onu, ne o beni zorladı (Gadasını alırım böyle cümlenin)

3-) Film izlersin yer yer, kulağının pasını alsın diye müzik dinlersin. Amcamın kahvelerinden geçersin, soğuk soğuk rakıları içersin. Sonuçta biliyorsun, bu tür şeyler izlendiğinde, dinlendiğinde insanlarla paylaşılmadıktan sonra hiç bir güzelliği kalmıyor. Ama tek cümleyle anlatacağına da hiç anlatma be ciğerparem.

Örnek: Geçenlerde (Bu da eski zamanların istatisik kelimesidir, çok kritik) bu adamlar biraz düzelsin insan olsun diye bi film seçtim D&R‘dan (Bak şimdi illa elit bi kesime ait olduğunun sinyalini vermen gerek değil mi?) Filmi götürdüm eve gerçekten çok güzeldi.Film harikaydı.Mükemmeldi film.Ben böyle güzel film görmedim.Filmin adı Üzüm Piyazı’ydı.Sonra Boeing 737 diye bi grup keşfettim inanılmazdı çok güzel tınıları notaları vardı.

4-) Filmse kesinlikle “Kurgu harika” cümlesinden kaçınılmaz. Yenilenden, içilenden arttırılır da kullanılır o cümle.

Örnek: Film geldi de aklıma kurgu harikaydı be.

5-) Küfür etsen dozunu bilmezsin. Tamam, ben yer yer küfrediyorum ama herşeyin de bi yeri var. An geliyor, çok ciddi takılıyorum, an geliyor bi iki argo serpiştiriyorum. Ama bişey anlatmadan da argo kullandın mıydı, onu sokaktaki, çevrendeki adamlar da yapıyor, sana niye itibar etsin, eylesin?

Örnek: Film izlettim beğenmediler.Ben böyle adamların mına koyim azına s.çayım g.tüne çakayım.İnsanlar ne kadar g.t kafalı ben bunların ta g.tünü s.keyim.

6-) 5. maddedekileri bu insan tiplerine nazaran daha bi takdir ederim. Eşref saati, eşşek saati der, gençliğine, içindeki kinin yoğunluğuna veririm de “aq” nedir be arkadaş? Ediyorsan klavyede iki tuşa fazladan bas da insan gibi yaz. Kürt küfrü gibi garip bişey. Ondan sonra kimya dersinde elementin altında aq yazınca da kendi aralarında meczup gibi gülüşürler.

Örnek: Aqdumunun herifleri.Siz insan olmazsınız aq aq aq aq aq aq size.

7-) İnsanlar beni anlamıyor, hayvanlar beni dinlemiyor, çok yalnızım, çok efkarlıyım triplerine girmek elzemdir. Okurların zaten bi ton derdi var, dertler derya olmuş, bi de kim oturup derdinle uğraşır bilinmez. Sadece kendin için yazıyor olabilirsin ama “İnsanlar beni anlamıyor” dediğinde kimse gelip de sana şevkat vermez, ya da pışpış bekliyorsan boşuna. İnsanlar seni anlamıyorsa ya ömrünü seni anlayan birini bulmak için harcarsın, veyahut biraz daha anlaşılabilir olmak için uyumluluk sürecine girersin.

Örnek: bu adamlar benim ne yapmak istediğimi anlamıyorlar.Bunlar kesinlikle dünyanın en gerizekalı insanları.dünyadaki ben hariç herkes gerizekalı hatta. beni anlayacak biri olduğunu sanmıyorum. Eşşiz zekamla birlikte burada ölmeyi bekler şekilde yalnızım. (Komiser Şekspir’in meşhur repliği kaçar mı? Kaçmaz.) çok yalnızım be Atam çok yalnızım be Atam.

8~) Biraz önce yalnızlıktan isyan eden adam 2 cümle sonra dünyanın en kazanova adamı biter okurun gözünde. İlla tribünlere oynar yani. Biri Hakkımda kısmına yorum yazmıştı 1-2 ay evvel. “Blog sayesinde iyi kız tavlıyorsundur haa” diyordu. Bakarsanız, hala duruyor orda. Kavramları karıştırıyoruz, çok tehlikeli biçimde. Çok yanlış yerlere çok zıt anlamlar yüklüyoruz. İnternet burası, akıllı olan bloglarda okuduğuna inanmaz. Kendisini hayal dünyasına itenlerse saat başı sevgili değiştirirler her yazılarında.

Örnek: Ben de sinirlendim.aqrum böyle adamların dedim. Tuğçe‘yi aradım.Evdeymiş gel bi kahvemi iç dedi.Gittim biraz onu yedim.sonra Gizem aradı beni arzuluyormuş. Onun kahvesini içmeden olmazdı gittim içtim tabi.gece boyu ful seks.

9-) Hadi iyisin sevgili vasat yazı örneği. Normalde virgüle noktaya dikkat edilmez de, yer yer hatalarla bıraksam da çoğu noktandaki hataları istemsiz düzelttim, şimdi farkına vardım. Cümlelere bile ufak harfle başlanıyorken hangi hatadan başlayıp, hangisine örnek vereyim, gözüm korktu, gönlüm ürktü.

10-) Kimileri basit yaşam hikayesini, kullandığı kelimelerle, anlatım şekliyle Hugh Heffner malikanesi heyecanına taşırken, hayatı aksiyonlarla dolu birinin de kelime haznesinin, bilgi birikiminin zayıflığı, hikayeyi en fazla Marlon Brando’nun mezardaki yaşamı kadar heyecanlı kılar. Ahiret hayatı demiyorum ama, orda yine bi işler çevirir o çünkü. Bildiğin mezar içindeki uyku halinin hareketliği.

Örnek: Gece boyu karılara (Karı değil hayvan) iyi para gitti.bankadan para çekeyim dedim.çekerken 10 tane silahlı soyguncu girdi. İçeriden 5 kişiyi esir aldı, 9 kişiyi öldürdü.eve sağ salim geldim. (Haber sunuyo sanki, ayrıntılara girmeden, heyecanı yansıtmadan. Anlatırken soğuk kanlı anlatıyor da, dediği tabi doğruysa orada görsen belki de aralarındaki en tırsakisi, vurmasınlar diye soyguncuların kıçını bile yalamış olabilir, o derece.)

11-) Yeminliymiş gibi internetten bişeyler keşfetmekten ölesiye kaçar. Haberler maya fermantasyonuyla şişip şişip bayatladıktan sonra daha yeni görmüştür. Hiç bilmez de o video/haber internette ne kadar meşhur, ne kadar modası geçmiş. Bi de bilip de bilmezden geleni var tabi. Kar amaçlı çalışmalar onlar. Yazı altına “Mal Fenerli“, “Avrupa Yakası Kıbrıs Şiveli Nadir” türünde ya da popülerliğinde, siteye giren herkesin önceden izlediğini bildiği videoları koyup, site açılış süresinde şişkinlik yaratır. Koyduğu şeylerin altına “gülmekten yarılacaksınız”, “puahahahaah çok komiiiiq” yazmadan olmaz tabi.

Örnek: Soygunu boşverin de (Ne kadar soğukkanlı koçum benim, soygun umrunda değil) geçen mal fenerli videosunu izledim puahahahahaah gülmekten yarıldım.sizinde yarılacağınıza eminim (Pavlov’un köpeği hesabı, okuru gülmeye şartlandırıyor. Öyle dedin miydi fok katliamını bile izlerken kahkahadan yarılırız, aferin sana.) çok komiiiiiiq yaa izleyin (Kelimedeki “i” sayısı artınca komiklik reaksiyonumuz da artar.)

12-) Bu kurallar gibi onlarcası var, lakin bunlar benim gözüme, zihnimin çeperlerine ilk çarpanlar. Bu kadarı bile bi yazıyı, yazıyı okuyanları katledip, internette yersiz data, cicabayt şişkinliği yaparken, bütün taktikleri verip, insanları intihar ettiren yazılar sınıfına meyletmeye lüzum yok. Zati daha kötüsüne dayanabilecek bi bünyem yok, o yüzden benim parnaklarımdan ruh sağlığımı bozmadan çıkabilir mi bilmiyorum. Giriş, gelişme, sonuç bölümleri tam Allahlıktır. Sen sağ, ben selamet. Kargoda gönderdiği mal ucuza gelsin diye tek parça yapıp eşya gönderiyo sanki. Tek paragrafta biter yazı. Anlattığı hikayenin de gelişmeye mi, girişe mi, sonuca mı mensup olduğunu anlayamazsınız. Apayrı bi form. Tek parça halinde hazmedilmesi olanaksız bi hal alıyor.

Bugünlerde insanlarda bi gariplik var.Son zamanlarda o kadar garipler ki, bazen ben kendimin garip olduğunu sanıyorum.Yahu bende niye gariplik olsun ki?Yıllarca normalmişim ben. Yanında bulunduğum bir takım garip adamlar bile garipleştirememiş beni. Ne akl-ı evvellerle takılmışım ben.Keza aynı şekilde onlar da benle takılırken normal olmadı.Zira ne ben onu, ne o beni zorladı. Geçenlerde bu adamlar biraz düzelsin,insan olsun diye bi film seçtim D&R’dan filmi götürdüm eve, gerçekten çok güzeldi.Film harikaydı. Mükemmeldi film. Ben böyle güzel film görmedim. Filmin adı Üzüm Piyazı’ydı.Sonra Boeing 737 diye bi grup keşfettim inanılmazdı çok güzel tınıları notaları vardı.Film geldi de aklıma, kurgu harikaydı be.Film izlettim beğenmediler. Ben böyle adamların mına koyim, ağzına s.çayım, g.tüne çakayım.İnsanlar ne kadar g.t kafalı ben bunların ta g.tünü s.keyim.Aqdumunun herifleri.Siz insan olmazsınız aq aq aq aq aq aq size.Bu adamlar benim ne yapmak istediğimi anlamıyorlar. Bunlar kesinlikle dünyanın en gerizekalı insanları. Dünyadaki ben hariç herkes gerizekalı hatta. Beni anlayacak biri olduğunu sanmıyorum.Eşşiz zekamla birlikte, burada ölmeyi bekler şekilde yalnızım.Çok yalnızım be Atam, çok yalnızım be Atam.Ben de sinirlendim. Aqrum böyle adamların dedim. Tuğçe’yi aradım. Evdeymiş, gel bi kahvemi iç dedi. Gittim biraz onu yedim. Sonra Gizem aradı beni arzuluyormuş. Onun kahvesini içmeden olmazdı gittim içtim tabi.Gece boyu ful seks.Gece boyu karılara iyi para gitti. Bankadan para çekeyim dedim. Çekerken 10 tane silahlı soyguncu girdi. İçeriden 5 kişiyi esir aldı, 9 kişiyi öldürdü.Eve sağ salim geldim.Soygunu boşverin de geçen mal fenerli videosunu izledim puahahahahaah gülmekten yarıldım. Sizinde yarılacağınıza eminim.çok komiiiiiiq yaa izleyin.

Ölmem mi, beni taşlara vurun, tabuta kanım sürün. Aynı tabut içinde kardaşıma götürün.

Yazı bittiğinde “Ozzy Osbourne Feat. Therapy? – Iron Man” çalıyordu. Mükemmel şarkı süper inanılmaz şarkı kurgusu notaları harika tınıları manyak.

Modern Zaman Filozofu Hooger Brugge

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

İnsanlık olarak çoğu zaman hayvanlardan daha kompleks olduğumuz için seviniriz. Tabi kadınların erkeklerle aralarındaki kompleks olma oranı bir erkeğin hayvanla arasında olan karmaşıklık uçurumu kadar büyük olduğundan ötürü dişi cinsiyet güruhumuz da kadın olduğu için oldukça mutludur. Ama hiçbir zaman düşünmeyiz ki, bu karmaşıklık aslında biz insanları kötülüğe doğru itmek için oluşan bir olgudur. Hayvanlara baktığımızda iyilik-kötülük şeklinde bir kutbun ya da ayrımın olmadığını kolayca görebiliriz. Bir hayvanın yaşaması için, diğer bir hayvan popülasyonuna yaptığı tabi ki kötü olabilir ama bu sadece yaradılışın getirdiği bir zorunluluktur. Sonradan kazanılan bir özellik ya da bir seçim değil. Oğlunu oldukça seven aslan annenin yavrusu için güzel bir ceylanı paramparça etmesi de bu yüzden sadece hayvan ortamında normal görülür. Düşünsenize, bizim türümüzde bile kabul gören bir istisna aslında bu. Bu hareket, hiçbir zaman öldüren kişinin kötü olduğunu göstermez. Ama aynı tür arasında birbirini öldürüp yeme olayı çok nadir türlerde görülür ve en azından insan toplumu yamyamlara iyi gözle bakmaz.

Peki hayvanlarda neden kadınların etrafını çevirip ellerindeki topuzlar ve altlarındaki motorsikletlerle kahkaha ata ata taciz eden kitle olmaz? Çünkü zekaları toplumsal-ahlaki kurallar oluşturmak için yeterli değildir ve bu yüzden bu zekalar ile aralarından hiçbir zaman motorsiklet öğrenen çıkmayacağına göre köreltilmiş zekalarını kullanacakları araç bulamayacaklardır. Ya da yönlendirecek amaç. Birbirlerinin yemeklerini çalarlar pekala, ama dediğim gibi zihinsel ahlaki sınıflandırmaları olmadıklarından ötürü bu onların sıradan bir kuralı gibidir. Biraz önce anlattıklarıma da dayanarak insan ya da hayvan olsun, tüm popülasyonlarda neyin iyi, neyin kötü olduğunu belirleyen şeylerin zamanla oluşturulmuş, zihin kapasitesiyle sınırlı ahlaki ilkeler olduğunu söyleyebiliriz. Şu an milyarlarca ışık yılı ötedeki başka bir evrendeki canlıların yaşamlarını inceleyebilsek belki de bize ayıp ya da günah gelen şeylerin onlar için çok sıradan olduğunu görebilirdik.

Bi nebze de olsa bu söylediklerim beni karmaşık canlıların daha fazla şerefsiz olmaya müsait olduğunu düşündürmeye itiyor. Doğduğumuz an itibariyle ruhumuza kötülüğü çekmeye o kadar hazır, o kadar razıyız ki. Bu da bebeklik döneminde algı kapasitemizin ve zihin filtremizin noksanlığından ötürü yakalandığımız bir zaaf. Doğduğumuz zaman 20 yaşında bir insan olgunluğundaki zihine sahip olsaydık insanlık iyiye doğru otomatikmen yönelmiş olacağı için dünyadaki iyi insan sayısı kötüleri kat be kat katlardı muhtemelen. Yalnız ne olursa olsun tam olarak bitiremezdi. Bu denli bir karşıtlığın olması da zaten iyi olan insanların “Ben neden iyi olmalıyım?” ya da “Ben neden iyiyim?” sorusuna yanıt bulabilmeleri için oldukça önemli. Yine de bunlar bizim için milyarlarca ışık yılı ötedeki evrenlere gidemeyeceğimiz için bir muamma olarak kalacak.

“Ne lan bu sorgulamalar böyle, deli falan mı s.kti seni arefe günü? Git bi gusül abdesti al da gel zındık.” gibi fısıltılar duyuyorum sağdan 2. masadan. Hayır efendim, beni başka bi deli tarafından düzülmüş bir deli düzdü. Felsefeyi kısaca böyle tanımlayabiliriz aslında, hiç bir filozofun da laf edeceğini sanmıyorum. Hatta filozof sosyetesinin Diyojen gibi manyaklardan oluştuğunu düşünürsek elimi bile öpebilirler. Evet, felsefe nesilden nesile geçen deli s.kmesidir. Asıl deliyi hiçbir zaman bulamayacağımız bir skertme hem de. Ya da kulaktan kulağa skertme dozajının arttırılması gibi. Birisinin bulduğu tespiti başkalarının zihinlerinin fırınlarında işleyerek daha farklı bir hale getirmesi.

Modern zamanların eli mouse tutan filozofunun da Hooger Brugge olduğunu söyleyebilirim. Hem de Flash’tan (Adobe) anlayan türden. Filozof sosyetesinde çok ekmek bulacağına eminim. Henüz ekspresyonist düşüncelerini ve beyninde canlanan resimlerini internet yoluyla interaktif ortama taşıyan modern zaman yorumcularıyla pek tanışamadık. E, Diyojen’in zamanında fıçısından internet bağlantılı Desktop PC vardı da o mu çiziktirmedi iki satır?

Hooger Brugge, modern yaşam insanlara kötülük tohumlarını atarken ayıkmış ve bunlar üstüne kafa yormaya başlamış, oldukça da iyi sonuçlar almış bir sanatçı. Tabi ki böyle derin konular üzerine her gün beynini yoran adamlar gibi, kendisi de oldukça manyak ve bu manyaklık eserlerine inanılmaz ölçüde özgünlük ve mükemmelik katıyor. Eserlerini sitesi www.hoogerbrugge.com‘da yayınlayan sanatçının asıl beni benden alıp götüren eserlerini ise Spin, Flow ve en mükemmeli olan Modern Living adı altında 3 başlıkta toplayabilirim. Spin ve Flow günlük yaşantımızdaki absürtlükleri sorgulayan tek bir parça eserken, Modern Living, 1998′den 2001 yılına yaydığı çalışmalarından oluşan kompozisyonu.

İnsanların çiğliğinden bıkmış ve onları bozan, ilk günkü saflığından uzaklaştıran ne kadar modern dünya alameti varsa hepsini anlatmış bu çalışmalarında. Sigara, uyuşturucu, yapmacık insanlar, internet köleleri, belli bir kulübe mensup insanlar, din sayesinde kukla gibi oynatılan insanlar, değişen mutlu gün anlayışları, ölüm vb. pek çok konunun animasyonunda kendisini kendi bakış açısının içinde kullanırken bir yandan da animasyonlarında ses ve müziğin gücünü kullanıyor. Günümüzde en önemli iletişim aracının ses olduğunu düşünürsek böyle bir animasyon serisinde bu aracın olmaması inandırıcılığını azaltabilirdi. İlk gördüğümde, aslında pek de uzun sürmeyen Modern Living’teki animasyonları tek tek mıncıklayarak oldukça uzun bi süre dehşet içinde düşünmüştüm. Çoğu animasyonun içindeki eylemler ziyaretçisinin belli yerlere tıklayıp, belli hareketleri başlatan interaktivitesine bağlı ve bu durum etkiyi bir kat daha arttırıyor. Genel olarak eserlerini inceleyenlerin düşünmesini istediği için çoğu çalışmalarını insanların isteyerek sorgulamasını sağlayacak şekilde hazırlamış.

Çiğ olmamamız bu vakitten sonra zaten mümkün değil, ama öğrendiklerimiz ve tecrübe ettiklerimizle belli hatalarımızı bir nebze azaltabileceğimizi düşünüyorum hala. Ya da modern yaşamın hızı içinde unuttuğumuz değerleri de hatırlayabiliriz. Zira biliyorum ki, pek çoğumuz modernleşmeyi hala gelişim olarak görüyor. Ki modernleşme, doğru şekilde kullanılmadığında insanı daha da çıkmaz yola sokan karmaşıklaştırıcı yapıdan başka birşey değildir. Bırakmaktan dahi korktuğumuz bir bağımlılık esasında. Tüm bu sebepler bile ayıkmanız için modern yaşam üzerine satirik-metaforik metinler içeren Modern Living’i saatlerce incelemeniz için yeterlidir bana göre. Hatta Editor’s Choice jokerlerimden birini bu eserler için kullanabilirim.

Yazı bittiğinde “Galactic Cowboys – Life and Times” çalıyordu.

Davul Tozu, Minare Gölgesi

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör


Sinemalarda döner ya bazen, tarihi değiştiren karakterler vardır mesela. Ama yönetmen o karakter suyu çıkarılırcasına defalarca makaralardan seyirciyle buluştuğu için onu bırak, tarihin değişiminde etkisi olan, o adamın yanındaki 2. veyahut 3. adamları dahi anlatmaz. Böyle filmlerin de sinema afişi ya da lansman sloganı şuna benzer bişey olur : “Bu, diğerlerinin hikayesi“, “Tarihe pozitif anlamda bi b.k katmış olmasa da bi şekilde şaklabanlıklarıyla 4. adam olmayı başarabilenlerin hikayesi” gibi.

E-Ticaret konusunda malumunuz vakti zamanında arkasına denizci rüzgarını doğru zamanda alıp epeyce yol kat eden Gittigidiyor esas oğlan. Bi şekilde internetle alakadar olan herkesin de bu sitede alışveriş mazisi vardır. Hatta testesteron hormonlarına yenik düşüp herhangi bir açık arttırmada karşı tarafı alt etmek adına 10 liralık bir tokmağı 100 liraya yiyen gaziler de boldur. Çıktığı günden bu yana Gittigidiyor geniş ürün portföyüyle kullanıcılarını bohçasını alıp da gelen bir yavuklu kadar hevesli tokmakladı. Alan/satan memnuniyet dengesinin bozulmamasından ötürü de arkadan esen, doğru yakalandığında etkili olan denizci rüzgarına müdahil olmaya çalışan diğer e-ticaret siteleri hiçbir zaman tutunamadı. Tutunamayıp, kendilerine zarar vermeyi geçtim, üstüne üstlük son zamanlarda Altivi gibi sahtekar, Weblebi gibi sallabaş siteler kapanarak, kapatılarak insanların internet üzerinden alışveriş yapma isteğini baltaladı. Oysa ki daha yeni yeni alışıyorduk.

Birincinin belli olduğu bu dev arenada, zirveye çok uzak olan diğer iki podyum sitesini de sayıp şampanyaları birbirlerinin üzerine patlattırmamız gerekirse, tecrübelerime dayanarak Sahibinden‘i 2, Hemalhemsat‘ı 3. sıraya kolayca oturturum. Bu iki site arabirim olarak Gittigidiyor’dan bağımsız siteler olsa dahi mantık olarak aynı şekilde çalıştıkları için ambulans arkasına takılıp, gideceği yere daha çabuk ulaşan arabalar misali Gittigidiyor’un ünü ve mantığı sayesinde hedeflerine daha çabuk erişmişlerdir. “Peki taklidin taklidi de var mı?” derseniz, www.birliram.com isimli Sahibinden taklidi siteye bakmanız yeterlidir.

Anasayfasının ortasındaki saçma sapan araba ilanları yüzünden çok ciddiyetsiz ve güvensiz bir görünüm sunan Sahibinden, ciddiyetini iyice sarsmak istediğinden olsa gerek, kenardaki menüye İlginç İlanlar isimli yeni bir kısım daha eklemiş. Şu an yaklaşık 35 ilan içeren bu kısımı yüzde yüz zihin gücüyle kategorize ettiğimde şöyle bir sonuç çıkarıyorum; Buradaki ilanların bir kısmı Iwantoneofthose sitesindeki gibi ilginç ürünlerden oluşuyor. Açıkcası bu kısımdaki Skyrunner, ses dinleme cihazı gibi ürünler diğer başlıkları gördükten sonra pek de ilgimi çekmedi. Zira yüzde yüz zihin gücümün ayrıştırdığı diğer bölüm harbiden t.şşak, mizahi unsurların dibine vurulmuş ilanlardan oluşuyordu. Bazısı Gittigidiyor’un meşhur “Fantastik Forvet”ine eşdeğer, bazısı da derin filozofik mizahi alt metni sebebiyle çok daha komik.

Dozu ufaktan ufaktan arttırmak gerek, bu yüzden ilk olarak Gripin niyetine ilanla ateşinizi kesmeyi deneyeceğim (Düşük doz buysa ?!) Half Life 2′yi oynayıp da oradaki gibi, devrilmeyen, yanmayan, akmaz kokmaz bi arabası olmasını isteyen ben dahil milyonlarca insan olmuştur tahminimce. Her caddesinden, her sokağından ne çıkacağı belli olmayan ülkem için her yanının açık olması sebebiyle biraz riskli olsa da, dağa bayıra vurdurduğunda 4×4′lerin bile ruhuna rahmet okutan türden bi araba bu. İlan sahibi sürücü kursu için olduğunu söyleyip kullanım alanını kısıtlamış olsa da bu fantezilerimizi pek de dizginlemeyecektir.

Yemeksepeti‘nin henüz sadece 8 şehire hizmet vermesi sebebiyle açığını yakalayan sivri zekalı bir girişimcimiz ise rotasını onların organize olamadığı bölgeleri ağırlıklı tutarak seçmiş ve Tüm Türkiye‘ye süper yağlı Şili Lüferi satmayı bir görev edinmiş. Balıkları paketleyip İstanbul’dan Iğdır’a uçakla gönderdiğimizde ölüsünün dahi jetlag olacak kadar uzak bir mesafe olduğunu düşündüğümde aklıma şu soru geliyor sevgili okurlar: “Jetlag olmuş balığı Ramazan ayında yemek caiz midir?“ya da “Jetlag olmuş bi balığı bu zaman dilimi manyaklaştırmasından 1 gün Deep Freeze’de dinlendirerek kurtarabilir miyiz?

Bu bahsettiğim ilanları dozajı düşük, girişimciliği yüksek olduğu için ilk bahsettiğim kategoride tutabiliriz. Benim tarafımdan asıl görmenizi istediğim kategori diğeriydi zati. Ateşinizin kesilmesini bırakın, daha da parladığını görüyorum ve fitil niyetine Sahibine Fayda Sağlamayan Benq P50 ilanına yönlendiriyorum sizi. Bana uzun ya da komik yazıyorsun diyenler, bu sözlerini tekrarlamadan önce bu ilanı after ve post production aşamasında süzme yoğurt gibi süzüp, tadını çıkara çıkara, kaşığı daldıra daldıra bol bol yalamalıdırlar. Her zaman müşteri memnuniyetini düstur edinmiş satıcımız PDA‘sını satma amacında. Kendisini işlevsizliği yüzünden hayata küstüren, akabinde gerçek yaşam ışığını ve bilgeliği görmesini sağlayan bir PDA bu. Herkes sattığı ürünü bulunmaz Hint Kumaşı gibi överken bile zar zor satabilirken filozof satıcı elindeki ürünü adeta yerden yere vuruyor. Aletin en belirgin özellikleri nelermiş bir bakalım hele. Birisi sizi aradığında ulaşabilme ihtimali yüzde 25′tir. Ki, telefonu yeri geldiğinde mecburiyetten kullanan ve o kullandığında bile konuşmayı sevmeyen benim gibi adamlar için süper bi özellik. Tuş Kilidi olmamasına rağmen, cebinizde istediğiniz kadar yanlış numaraları tuşlasa da kimseyi arayamaz, çünkü o özelliği de kısıtlı. Bir zar attığınızda 6 kere üst üste 6 gelmesi gibi bi ihtimal sanırım. Takoz gibi kalın ve büyük olduğu için belinize bağladığınızda tabanca gibi gözükür, bu sebeple karşınızdakilere korku salabilirsiniz. İstemediğiniz telefon numaralarını size arkadaşlarınız zorla kaydettirse de bu telefon kendi kendine 2 gün içinde siler. 1.3 megapiksel kamerasının çektiği resimler bulanık ve soyut resimler gibi çıktığı için etrafınızdaki arkadaşlarınıza profesyonel fotoğrafçıymışcasına ahkam kesebilirsiniz. Tabi en önemlisi de böyle bi aleti aldığınızda bardağın boş kısmından ziyade dolu kısmını görerek gerçek bilgeliğe ulaşabilirsiniz. Bilgeliğe ulaşmak sadece ama sadece 300 YTL. Yanında verdiği 1 GB bellekle de nirvanaya ulaşabilirsiniz.

Bu kısımı gördüğümde bu ve benzeri pek çok ilana coştum, lakin bu ilan beni arap atı gibi kişnete kişnete evin ortasında toynaklattı. (Arap atı gibi toynaklamak?) “Kafesini nadiren açabiliyorum yemin ederim ailemizi perişan etti” isimli bu mükemmel ilan benden kesinlikle en iyi e-ticaret ilanı ödülünü aldı. İlan sahibi, hayvan sahibi olmasıyla birlikte dert sahibi olmuş bi insan. Hem de derdin tillahı. Çilekeş desen bile az kalır. Tanıdığının günün birinde kendisine papağan hediye etmesiyle ailesinde konuşan, kraker isteyen (Poly kraker istiyor, Poly kraker istiyor), yiyince de mutluluktan şakıyan bir dostunun olacağını sanan bu mağdur satıcı, ismi Kerpeten olan bu papağanın neden bu namı hak ettiğini çok geç anlıyor. Eve Jaguar alıp koysanız bu denli zayiat vermez. Yanına yaklaşan parmağı koparıp atıyor. Kardeşinin parmağını kopardığında kullandığı ilk yardım setini de bu yüzden yanında hediye olarak veriyor. Ergenliğinin zirvesindeki bir erkek gibi tıpkı, geleni deviriyor. “Ben bu hayvanı ehilleştiririm” diyenlere hodri meydan okuyan ilan sahibi bazı önemli noktaları da ekliyor : Asla kafesini açmayınız, kesinlikle artistlik yapmayınız, yem vermek için kafese yaklaşırsanız 3 kişiden az yaklaşmayın, kopan uzvunuzu içi buz dolu bi tencereyle en yakın devlet hastanesine yetiştirirseniz geç kalmış sayılmazsınız.

İbiğini, toynağını skerim valla öyle papağanın. Alırım duvara dart niyetine fırlatırım cücüğü çıkar. Hayvan sever adamı bile hayvan sker yapar böyle papağan vallaha. Adam gitmiş pet shopa kaktırmaya çalışmış tanıdığının yaptığı gibi. Ama yanındaki papağanların hepsinin ciğerini sökmüş hayvan. Böyle bi yaratığım olsa kurardım çilingir sofrasını, bas pilakiyi, bas suluğuna rakıyı. Ayna gibi olurdu Allahıma. Ha yine mi adam olmadı, o zaman duvara çivilerdim işte. Ben yine de bu ilan sahibinin papağan için çektiği 3000 YTL fiyatından pek akıllanmadığını anlıyorum. Bu dingile cidden müstehakmış. O fiyata böylle bi şirreti satacağını sanıyorsa o papağan daha yıllarca çok g.tünü koparır bu herifin. Beleşe sattığınızda bile satın alacak birini zor bulacağınız türden bi hayvan çünkü. Bakışlarında Doctor Hannibal Lecter kini var.

Böyle ilanlarla insanları güldürebilir, forumlarda ve bloglarda yayınlanan matrak başlıklardan verilen linklerle Alexa değerinizi de yükseltebilirsiniz. Ama iş gerçekten e-ticaret yapmaya ve ciddi anlamda isim yapmaya gelince yerinizde sayar, belki de ters tepki olarak geriye bile dönebilirsiniz. Apayrı bi konsept olarak işlediğinizde insanlar tarafından rağbet göreceği su götürmez bi gerçek. www.geriiade.com gibi bi site adıyla insanlar ürünlerini altta kaldım deyu yerinen bi pehlivan gibi yerebilir. Lakin yeri bura değil. Ha ben eğlenirim, isterse sırf o kısıma ağırlık versinler. 2 gün sonra cirolar taban yaptığında, sitenin kepengini indirip, Gittigidiyor’da “İlginç İlanlar kısmı yüzünden mizah sitesi gibi algılanan, ama aslında e-ticaret yapan site” diye ilan verdiklerinde de yine ben gülerim. Yapın lan yapın komik oluyor.

Yazı bittiğinde “Full Moon – Winter City” çalıyordu.

Resimli HTML’li Mail Gönderme

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Spamciler,reklamcılar,idealist illegalist denyolar,yaklaşın yamacıma.Ne lan bu böyle?Spam kutusunun ağzına kadar tıkamışsınız maaşallah.Nefes alacak yer kalmamış.Sizin çöplüğünüz yüzünden spam kutusuna bakmaya da tırsıyorum içinden yılan falan fırlayacak diye.Gönül isterdi ki sizi kahveden arkadaşları toplayıp dövmek için çağırmış olaydım.Lakin bu seferlik sizi affedip,resimli,htmlli reklam mailleri yapmayı anlatacağım.Artık siz de sağdan soldan topladığınız mail listlerine “Get a Huge Cock” şeklinde mail atıp,boy boy örneklerinizi gelişim tablosu içinde sergileyebilirsiniz.Her zaman didiğim gibi,bizde tarifler bardakla kaşıkla.İllegaliteye gönül vermiş her insanın kolayca bulabileceği malzemelerden ötesini vermem bilirsiniz.Benim gösterip vermeyenlerden olduğumu düşünenler,biraz sonra yanılgınızı kıracağım.Malzemelere geçelim.

  • Spam mailinizi hazırlamak için 1 adet resim düzenleme yazılımı (Photoshop,ACD See,AC/DC,Pink Floyd,Allah ne verdiyse.İhtiyacınıza göre siz kesip biçeceksiniz resimleri.)
  • Sadece tek parça resmin muhtelif yerlerinden istediğiniz sayfalara link vermek için 1 adet Coffeecup Image Mapper
  • Mailimizi gönderip,insanlara rahatsız edici reklamlarımızı yapmak için bir adet Outlook Express (Bu yüzden Windows XP gerekiyor.Diğer mail istemcilerinde de gönderebilirsiniz,fakat karşı tarafa mail gittiğinde “Güvenlik sebebiyle resim kısıtlandı.Açmak istiyor musunuz?” diyecektir.Takdir edersiniz ki,bir spam mail yapabileceğini 4 saniye içinde yapmalıdır.Tut ki yapamadı,o zaman çöp kutusunu boylar.)
  • Kaşık ucu kadar margarin
  • 2 yumurta
  • 1 sucuk

İlk önce çarpıcı bir resim hazırlamanız gerekiyor.Koltuk satıyorsanız üstüne güzel bi hatun koyun mesela,zeytin satıyorsanız hatunun gobeene bi zeytin koyun,şarap satıyorsanız hatunun gobeenden şarap için.Bu tür şeyler cinsel açlık içinde olan Vakit Gazetesi yazarları tadında insanları kıvama getirecektir.Reklam için 600×1400 piksel resim tam kıvamındadır.

Resimi hazırladıysanız kendi şahsınıza tahsis ettiğiniz 1 milyon dolarlık BMW kalitesindeki hostun içine atın ve linki aklınızda tutun.Sonra bakarım demeyin,ben denedim öyle yapınca işin büyüsü kaçıyor.Linki zihinden girince insan kendini hacker gibi hissediyor.Akabinde Coffeecup Image Mapper isimli güzide programımıza yumulmanın vakti geldi.Programı açın ve resminizi yükleyin.Her ürününüzün ayrı ayrı sayfası vardır mesela,yani her e-ticaret sisteminde öyledir.Ürünlerinizin linkini toplayıp,dairesel,karesel,üçgensel,yamuksal bölge şeklinde tek resmin üstüne yerleştirebilirsiniz.Böylece Frontpage gibi bir html düzenleyicinin mail içinde yaratacağı sorun ve karmaşıklıktan kurtulup pratik bi iş yapmış olursunuz.Yaptığınız zamazingoyu kaydedince program size link verecek.Aha o Outlook Express’te kullanacağımız final HTML’miz.

Sucukları tezgahta ince ince dilimleyin.Bir dilimin içinden baktığınızda karşı tarafı görebiliyor olmanız gerek.Olmadıysa,o sucuğu çöpe atın ve dediğim kıvamı tutturana kadar tekrar tekrar kesin.Hah,oldu bu sefer.Ocağı açın.Margarini içine attıktan sonra sucukları da sallayın gitsin.

Şimdi de Outlook Express’i açın.Orada “Kaynağı Düzenle” seçeneği var.O sekmeyi tıkladıktan sonra kaynak kısmında çıkan kodları komple silip,elinizdekini gömertin ve istediğiniz kadar kişiyi rahatsız edin.Valla emmeli gömmeli iyi oldu iyi.

Snif,snif,bişey mi kokuyor?Hay Allah davul etsin sizi,e ocakta unutmuşsunuz sucukları.Ahmad Barusso gibi çukulata renkli olmuş.Yenmez ki o.Koskoca sucuk mundar olmuş.At çöpe gitsin,öyle yesen kanser yapar şimdi.Yumurtalar da elinizde kaldı değil mi?Onları da alın,en yakınınızdakinin kafasında kırın.Var ya acayip zevkli oluyor.Yeseniz bu kadar güzel olmazdı lan.Ama lak diye bırakıp kaçmayacaktın be güzelim,vurduktan sonra karşı taraf 5 dakika sinirden devreleri yakıyor.O süre içinde elinle kafaya kahkalar içinde gülerken sıvayacaksın onu.Son 1 dakika içinde de topuklayabildiğin kadar topukla,orada bulunman pek selametli olmayabilir.

Yazı bittiğinde “Great White – 30 Days in the Hole” çalıyordu.

Çevreyi Kirletenler ve Katledenler

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör


Yukarıdaki grafiğe bakıyorsunuz değil mi?O halde eğri oturup,evrensel dilden konuşalım.Bildiğiniz üzere yeşil,ferahlığın ve doğru yolda olduğunuzun göstergesidir.Yolunuza arabanızla devam etmek isterseniz yeşil ışığı sevmelisiniz.Kırmızı ise insanı durdurmaya çalışan,ama aksine daha da tetikleyen bir renktir.Hangisi daha güzel derseniz,oje bazında düşünerek kırmızının yeşile oranla çok çok çok hoşuma gittiğini söyleyebilirim.Bi de Formula’nın Türkiye ayağındaki pit kızlarının rengi geliyor aklıma.Kıpkırmızı.Tehlikeli renk anlayacağınız.Derecelendirmede de bu kural bozulmaz.Bozulmaz derken,tehlike çanının rengi kırmızıda sabittir,lakin iyiye giden mavi veya yeşile bürünür.

Gayriresmi çevre koruyucu ekibimiz Greenpeace isminden ötürü yeşili kullanmayı tercih ediyor haklı olarak.Çevreyi korumak için yaptıkları gemilere,binalara tırmanma tipinde pek çok atraksiyonun yanında elektronik firmalarının da takibini yapıyorlar ve 2006′dan beri de bunların derecelendirmesini yapıyorlar.

Sonuçlar gerçekten içler acısı.İyi,temiz olmak için çabalayanlar var gerçekten.Sony Ericcson ve Samsung en temiz üretim ortamını yaratmak için birbirleriyle yarışıyorlar adeta.Ama hala kat etmeleri gereken çok uzun yol var gibi gözüküyor.Nokia ise,eskiden o firmaların temizliğindeyken,birden salmış kendini,kırmızıya doğru almış yürümüş.Microsoft ve Philips ise neredeyse hiç özen göstermiyor doğanın korunmasına.Sıfıra yakın gibi.Ne yalan söyliyim,Microsoft’un böyle pis olması beni şaşırtmadı.Bill amca hayırseverlik ayağına sağa sola para yatıracağına,ilk önce insanları ve doğada bulunan hayvanları hastalıklardan,ölümlerden uzak tutacak koruma planları yapsa ya.

Listenin en kötüsü ise,üretim alanlarında çevreyi koruma adına tek bir adım bile atmayan Nintendo.Hiç de adım atacak gibi gözükmüyorlar.Milyarlarca dolarlık bütçeleriyle çevreyi daha da kirli bir yer haline getirmeye devam ediyorlar.Koskoca bir sıfır.Neden umurlarında olmadığı da belli.Yıllar boyu seri üretim şeklinde beşer beşer Mario ve Zelda kopyaları çıkararak paraları cukka yaptılar.Her yeni oyunda prensesi kurtardık iki oyunda da.Şimdi de Wii isimli platformu çıkardılar ve ikisinin de serileri devam ediyor.Hala prensesi kurtarıyoruz.Anlayacağınız bu zihniyet 20 yıldır değişmemiş.Hala prenses kurtartan bu firma elbette çevreyi kirletmekten vazgeçmeyecek.Boykot yapıp Nintendo bandrollü ürünleri almayalım diyeceğim,komik kaçacak.Paranın dibine vurdular vuracakları kadar.

Bu firmaların çoğu üretim atıklarını kendi alanlarında da tutmuyorlar.Bizim gibi 3. dünya ülkelerinin gümrüklerinin içinden kaktırmaları pek de zor olmuyor.Diplomatik ilişkiler sebebiyle de kimse gıkını çıkaramıyor,çöpler bizim denizlerimizin dibini boyluyor.Bu nereye kadar gider bilmiyorum ama yakında çöpleri içine tıkacak denizler de kalmayacak.İşte o zaman bu dünya devi firmalarının pisliklerinin içinde boğulan onlar değil,biz olacağız.

Yazı bittiğinde “Suicidal Tendences – Nobody Hears” çalıyordu.