Arşiv: Temmuz, 2009

Борщ – Паразiта кусок (2006)

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

“İlim Çin’de bile olsa gidip almak, bişeyler kapmak gerekir.” diyecesine bi laf var. Bu, ülkemizin coğrafi konumu düşünülerek bize uyarlanmış bi cümle mesela. Bize göre çok uzak doğu, başkasının ayağının dibinde. İlim Auckland’da (Yeni Zelanda) olsa almak lazım da denebilirdi ilk üretildiği zamanda. Ama sözün çıkış yıllarına döndüğümüz zaman “Toprak Türkiye’deyse gelip savaşa girmek lazım gelir.” diyip burada ölen Yeni Zelandalılar görüyoruz. Şimdi adamlar ayağımıza kadar gelmişken sorguya çekip, teknolojilerini öğrenmişizdir yani. Son zamanlarda dönen bu Urumçi – Uygur katliamı sonrasında Tayyip efendinin yanlış anlaşılan çıkışması ile de Çin askerleri ayağımıza geldiğinde onları sorguya çekip teknolojilerini çalacaz. Yani sevgili okurlar, gördüğünüz üzere, ilim ebesinin demında olsa dahi, kışkırtıcı insanlarımız ve dayak yiyen kandaşlarımız sayesinde adeta ilim-bilim mıknatısı, hiç olmazsa ufaktan bi ilim magneti görevi görüyoruz.

Bu önermelerin geçerli olduğu janrların haddi hududu yok. Hepsinin dalından taze koparılması gereken yerler elbet var. Türkiye’de punk İzmir’de ufaktan yeşillenmeye başladı mesela. Punk’ın Türkiye’deki esas kalesi İzmir ya da Ankara diyebiliriz. Biraz aksak ritmler, biraz kafadan kontak melodiler / sözler duymak isteyen haliyle buralarda underground partiler arayacak. Hee, bana dersen ki, cebimde para bol, bana bu işin worldwide membaasını söyle, o zaman, şu ana kadar edindiğim dinlenimler doğrultusunda bu ülkelerden birinin kesinlikle Ukrayna olduğunu söylemem gerekir. Para da bol diyordunuz, bi yandan nataşaları da marizlersiniz orda.

Şu an iki satırda punkın “Not dead” olduğu yerleşkelerden birini Ukrayna olarak size naklettim. Ama emin olun ki, kalitesi yüksek bir petrol cevherine ulaşana kadar nasıl tırnaklarınızla bütün toprakları eşeleyip, İstanbul belediyesinin kanalizasyon çalışmaları gibi sathın enuna koyuyorsanız, müzik konusunda “şu şöyledir” diyebilmek için de o janra ait 50 grubun tımarına girmeniz gerekiyo en az, bakınız Sertab Erener bile “Bu Böyle” diyebilmek için kaç şarkı çıkarmış. Ama nedir, yılların tecrübesi, bu şöyledir demeye cesaret eden biri çıkamıyor, tecrübesine güven var. Neyse, grupları keşfedene kadar nerelerim kasıldı bilebilirsiniz, ama kasılan yerlerin nöron darbesi 800/sn periyodundaydı. Yani halk dilinde söylemek gerekirse müzik aşkına g.tümü epey bi zonklattım. Bu zonklamanın yegane iştirakçi sebebi ise ayın 32si gibi ortada, görüyorsunuz, ama ulaşamadan ay sayacı tekrardan bire takıyor vitesi.

Evet sevgili okurlar, beni ıkım ıkım ıkındıran bu etken, Ukrayna’nın başka alfabe yokmuş gibi Kiril alfabesi kullanıyor oluşuydu. Bu doğu bloğu denen skindirik Rusvari ülkeler silsilesinin alayı böyle. Alfabedeki harflerde böyle korkunç bi hava var, çok tekinsiz duruyorlar, betonarme yapılar gibi sert, tavizsiz. Harfler genelde ya çok oval, ya da bildiğin odun gibi estetikten uzak kalın bi yapıya sahip. Neden Çernobil faciası bana yıllarca korkunç geldi diye düşünüyordum. Şuna bakın allasen: Чернобыль . Şu an cıpcıbırdak vaziyette şu yazıyı yazıyor olmama rağmen vücudum ter salıntısı yapmaya başladı. Şuna bak arkadaş, üstünde böyle bişey yazan nükleer santrale güvenip de fisyon – füzyon tepkimeleri yapabilir misin? Harflerinde resmen ananızı s.kecez der gibi bi yapı var. Bu karakter yapısının bilinmemezliğiyle alakalı bişey değil yalnız. Sadece kiril alfabesine özgü bişey. Arapçada yok, Çin alfabesinde yok, bunlar hep tırt kalıyor. Ama Kiril dedin miydi, aklıma ismi Boris olan öküz yarması kırması herifler geliyor.

Ukrayna’nın punk alemlerini keşfedecem diye bu harf korkumun üzerine epey bi kanırtırcasına yüklendim. Grubun adını alıyorum şimdi, sonra indirecek site ara dur. Download diye yazdığında genelde albümü indirebileceğin bi site bulamıyorsun çünkü. Artık indireceğim şeyi ararken sonuna bir de завантаження kelimesini ekliyordum. Bi de rapidshare falan da çok nadir kullanıyor adamlar, sonu .ru ile biten başka bi download sitesi vardı, adı şimdi aklıma gelmedi, download tuşunu arıyorum bi yandan, bi yandan sitenin her yerinden cıbcıbır kadın resimleri pop-up olarak pörtlüyor, Adblock da faide etmiyor yani, ora için özel üretilmiş reklam filtresi lazım. Belli bi süre sonra hiç bi kelimesini bilmediğim alfabe ile uluslararası yazışma yapar konuma bile geldim. Dünya’da bütün erkeklerin istediği şey sonuç olarak büyük dorrak, fakat reklam olarak lansesi farklı. Genel spam mail gruplarında “Get a Huge C0ck” yazarken, adamların sitede “Sizinki niye Rasputin’inki gibi olmasın?” yazıyor. Doğa üstü güçlere sahip mi diye tartışanlar var, o dalga neyin nesidir doğa üstü değilse?

Bu sitelerde gezerken pek çok garip duygular hissettim, ama neden bilmiyorum üzerimde hep bi 1989 civarı duygusu baskın oldu. Sitelerde hep kesif bi Çernobil sızıntısı kokusu vardı, Plütonyum-239′un o keskin kokusu vardı bütün sitelerde. Ukrayna, Rusya, bana hepsi bir geliyor, belki kültürleri tamamen farklı, belki de Kazakistan’lı Borat‘ın Özbekistan için götoğlanı demesi gibi duygular besliyor 2 ülke birbirine, ama o harflerle yazılar yazdıkları sürece ben kitabı kapağına göre yargılayacağım arkadaş.

Grubu, albümünü tanıtması da ayrı bi dert. Sevdiğim şarkıları, falanı filanı yazmak için albümün sayfasını açtım, isimleri ordan kopyalayıp yapıştıracam. Bu ülkedeki keşfetme arayışları içinde beni en çok etkileyen grup Борщ oldu. Şimdi biz nası İngilizce’deki bazı kelimeleri barzolar gibi komünikeyt, madırfakır ve benzeri şekillerde okuyorsak, en azından grubun ve albümlerinin adının çevirisini yapmışlar. Bütün Ukrayna grupları için geçerli olmasa da, kendini dünya çapında dinletmek için bi yandan uğraşanlar da var. Orjinal albüm adı Паразiта кусок olarak geçse de English Title olarak Borshch – Parazita Kusok olarak da albüm kapağı yapmışlar, ki yüreklerime su serpen bi gelişmeydi bu arayışlarım sırasında.

Aynı fedakarlığı albüm adlarında göremiyoruz tabi ki, yine baştan başa o garip gureba harfler. Harfine koyayım, size bişey olmasın diyip albümü de tanıtamıyorum, üzerimde inanılmaz baskısı var. Bana dinlerken altımda traktör varmış pozisyonunda zıplata zıplata air drum çaldıran başlıca şarkılarını copy paste yapmam gerekirse, hiç akıl filtresinden geçirmeden – Çünkü zaten hayatımın genelinde en çok dinlediğim gruplardan biri olduğu için bu vakte kadar süzüldü – Паразіта кусок, Міліція!, Каролина бугаз, Бабло, Гандзя diyebilirim. Esasında albümün baskın türü Ukrayna Punk olarak geçiyor, ama şarkılarda rock tarzının da apayrı bi baskınlıkta etkisi var, hatta çoğu şarkı punk değil, basbayağı rock. Tabii grubun sahnedeki hareketleri punk, serserivari olduğu için grup tamamiyle o statüye yerleşiyor. Bu albümde dub dub dub dub tıs diye düzenli akan ritmler çok var, punk dediğin yerde ritm fırlar gider lan. Bi düzeni de olmaz adam akıllı. Kiril alfabesi gibi tekinsiz bişey punk da, bi anda rayından fırlıyor dub dumbrıdak dumbdırak dumbrıdak dumbrıdak dumbrıdak tıs tıs tıs tıs tıs dumbrıdak tıs tıs tıs dumbrıdak dub dub dub dumbrıdak dumbrıdak dumbrıdak dumbrıdak dub dub tıs tıs dub tıs diye rastgele uçmaya başlayabiliyorlar. Bu kafayı yemişliği şayet ayırt edemiyorsanız en iyi ayıklayabileceğiniz şarkılar, normal rock versiyondan, punk versiyona coverlanmış şarkılardır, bunu da bi kenara not edesiniz.

Ukraynaca bilmediğim için haliyle grup nedir, ne değildir, pek de bilgi toparlayamadım, ben zaten teknik bilgilerin adamı değilim, deneyim edindiğim şeylerin bana kattığı hissiyatlardan bahsetmeyi severim öncelikle. Şu an grubun hakkında bilgiyi bırak, tiplerini bile doğru dürüst bilmememe rağmen albümü her dinleyişimde coşup taşıyorsam, sizin de g.tünüz tavana vurabilir pekala. Kitabı kapağına göre yargılayamazsınız diyen adamlar var. Kapağına göre de pek bi güzel yargılarım. Bi albümü indirmeden önce, hatta janrına bile bakmadan evvel kapağına bakarım. O kapak için gerçekten özenle uğraşılmış, ya da gerçekten güzel bi görünüm / paket hazırlanmışsa, o albüm hakkatten iyidir, ona puanım 9 olur kankam. Şu ana kadar bu yargılayış şekli beni hiç yanıltmadı, bu her yönüyle şaheser albüm de buna verilebilecek en güzel örneklerden. Eğer harbi worldwide bişey arıyorsanız, o zaman ilk bakmanız gereken şeylerden biri bana kalırsa bu albümdür. Çünkü şarkıda söylenen sözlerin hiçbir zerresini anlamamanıza rağmen inanılmaz bi coşku seli içinde boğulmanız kaçınılmaz bir hal alıyor. Anama bacıma küfretmiyorsa ne dediği önemli değil, illa ki bişeylerden eğleniyorlar ve bu eğlenceye beni de katmak istiyorlar, ama sakın anamı karıştırma Борщ, ya da Borshch her ne b.ksan. Beğenenler aynı grubun Падло albümüne de baksın. Bu arada Падло, ingilizcede Dickhead, Türkçede dorrakkafalı demekmiş. Albüm adında bile küfreden gruba punk grubu derim işte, köküne kadar punksınız lan. Ama ben kalkıp da Borat gibi kızdığım adama “Fuck my mother” demem, punkçıdır, küfürde sınır tanımaz da demem, aklını alırım Borshch ayağını denk al. (Reha Muhtar gibi hissettim valla.)

MUHTEVİYAT: 1. Паразіта кусок, 2. Риголєтто, 3. Емінема нема, 4. Міліція!, 5. Дівчача мучача, 6. Каролина бугаз, 7. Золоте теля, 8. Бабло, 9. Гімнастика, 10. Блюдо дня, 11. Гандзя, 12. Підозріла музика, 13. Я лєтєл, 14. Data

ALBÜMÜ İNDİRMEK İÇİN: http://ifolder.ru/7208596 (Doğru download tuşunu bulurken, tek ihtiyaç duyacağınız şey, hisleriniz olacaktır, içinizdeki güce inanın.) (Eheh, beceremezseniz anlatırım nası indireceğinizi, biraz da siz uğraşın.)

The Rocky Horror Picture Show (1975)

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

The Rocky Horror Picture Show (1975)Yeri geldi mi şeytanın g.tüne bile anahtar uydurabilen şeytanvari bi zeka yapısına sahip olsam da, bu yazının kilidini açacak giriş çilingirini bulamadım. Hayır, şimdi direkt filmin castingi şudur, hikayesi budur diyip pırtmak da istemiyorum ama 15 gündür bütün öğünlerimi kaplayan sucuklar ve sucuklu sandviçler beni et kafalı bi moron yapmış olabilir. Yine de direniş halindeyim. Hah! Hatta konuyu bağlayacak şekli hemen tasarlayıverdim. Girişi açtığın zaman gol yollarına etkin etkin akıyorsun zati.

Şeytanın g.tüne anahtarı mecazi bi şekilde, halkın diliyle, ağzıyla (Halkın ağzı derken, o da mecazi, yoksa burda gece vakti yayınlanan MTV yarışma programlarından birini yapmıyoruz.) uydurduğumuzda, 2. anlamını düşünüyoruz doğrudan. Yani, “Kralı gelse düdükler geçerim” diyorsun. Ama bunu derken bile bir kelimeyi daha alıp 2. anlam oluşturup, eylem haline getiriyorsun (Düdük-le) Peki, karşındaki adam sana gösterdiği sinsi sırıtışının altında bu cümleyi kurduğunda ya gerçekten de işinin şeytanların g.tüne anahtar uydurmak olduğunu belirtiyorsa? Sonuçta şeytanlarla ilgili, cehennemin görünüşüyle ve bunun gibi bazı dinsel verilerle ilgili temsili resimlerden başka şeyler bulunmayabiliyor elimizde. Tamam, şeytan kötü. Cehennem sıcak. Tarzan, Ceyn. Ceyn, Tarzan. Amma velakin içleri ve vicdanları çürümüş bu kötülük yargılayıcılarının kesin olarak neye benzediğini bana kimse söyleyemez.

İşte bilinmezliklerin başladığı bu noktada bilimkurgu devreye giriyor ve ben ilk golümü atıp, karşı tarafın kilidini açmış olmanın verdiği sevinçle önümdeki herhangi birine ayakkabı uzatıp, ayakkabı cilalatma hareketi yaptırıyorum. Bilimkurgu, evrendeki kara delikleri dahi yiyecek denli açtır. Yedikçe büyümez, zira yediklerini insanların beyninin içine kusarak hazmını sağlar. Kara delikleri yiyecek malzemesi olarak gördüğüne göre konusunun evren dahilindeki herşeyi kapsadığını varın siz düşünün ve korkun.

1800′lü yılların sonlarında toplu gösterimlerin, yani sinemanın başladığı zamanlarda ilk meyvesini veren türlerden biriydi bilimkurgu. Bi akım başladıktan sonra o akımı durdurmak için arasına yalıtkan madde soksanız bile yetmeyebilir. Georges Melies’in Aya Yolculuk uyarlamasıyla perdeye yansıyan absürd uzay maceraları ve uzaylılar, 2009 yılına gelmemize rağmen değişmedi. Yıllar geçiyor, bakıyorsun, uzaylı hala aynı uzaylı. He, ne oluyor, bi adam gidiyor g.tüne kilit girişi uydurup evrenin kapısını orda saklıyor, diğeri aynı anlamı metal yığını bi robota yüklüyor. Farklı farklı anlamlar yüklenip, mezuralar uzunluğunda yıllar geçerken, sinemada yeni yeni dalgalar çıkıyor (Buradaki dalga 3. anlamındadır) Her dalga bi diğerini tetikliyor, taa Yunanistan’ın ordan başlayıp da eklene eklene gelen son dalganın sahile vuruşu gibi düşünün. Lakin sinemadaki dalgalar sürekli birbiriyle kombinasyon halinde olsa da hiçbir zaman sahile vurmayacak kadar sürekli halde, çünkü içinde bulundukları deniz ya da okyanus, her ne haltsa, adını siz koyun, sonsuz.

Bayağılığın abidesi olarak yayılan kan ve vahşet filmlerini barındıran “İki film birden” sinemaları, bilimkurgunun adeta manevi babası oluveriyor 70′li yıllarda. Bağırsakları deşilen zombiler, kazıklara oturtulan vampirler, hatta zenci Dracula’lara (Blackula) yayılan yelpazenin yanında azınmayacak sayıda bilimkurgu filmleri de oynuyor. Kız kaçıranı, gezegen yok edeni, vesaire. Bu istismar sinemalarında olan biten, sürekli bir bayağılık halinde anlatılıyor. Bütçe düşüklüğü nedeniyle, kötü oyunculuklar, kötü çekimler, kan revan içinde ölümlerle kotarılıyor. İnsanoğlu dünyanın en vahşi yaratığı olduğu için kana doymak bilmez, şu an hala Testere gibi filmlerin aldığı reytingten toplumca değişmez keyfimizin başka insanların ölümünü izlemek olduğunu söyleyebilirim.

Peki müzikaller? Babetleriyle, mini etekleriyle alımlı hatunların, bolca yağlanmış Elvis saçlı, deri pantolonlu gençlerle yaptıkları aşk üzerine atışmalar, danslar? Bu kadar naif sahneleri, böyle bebek poposu kadar hassas aşk hikayelerini B sinemalarında görmeye tahammül edebilir misiniz? Ya da herşeyi geçtim, böyle bişeyin hayalini kurabilmeniz mümkün mü? Aklınıza doğrudan zombili bi Grease versiyonu geliyor olabilir. Zombili Grease dediğin de gerçi en fazla bi Thriller olabilir, ama zombilerin aşk hikayesini izlemek de onların yaşam tarzı altında eğlenceli bir seyirlik olacaktır.

Zombili bir “Love Story” var mıdır bilemiyorum, ama türleri kırarak oluşturduğu melez tür ırklarıyla daha güçlü, daha dayanıklı olan sinema sektörü “Müzikal-bilimkurgu-B filmi” türünü yaratmaktan da çekinmedi. Ama tabi olay bu aşamaya gelene kadar ikili çiftleştirmelerle ilerledi. Bu 3 türü andığım vakit aranızdan doğrudan “The Rocky Horror Picture Show” diyenler oldu ve ben öyle diyenlerin gadasını alırım.

Mevzubahis filmimiz, aynen kült film mertebesine erişen filmlerin geçtiği zorlu yollardan geçmiş. Garip hikayesi sebebiyle, salt bayağılık görmek isteyen insanları başta şüphelendirip kendinden uzak tutsa, oyuncularına kuruşlardan daha öte para birimini kazandıramamış olsa da, gençlik arasında patlayan VHS manyaklığıyla dünyanın en sevilen müzikalleri arasında yerini çabucak almıştır. Hikayemiz, herhangi bir vampir hikayesinden besleniyor, yani ufak bir kelime oyunuyla onun serbest uyarlaması diyebiliriz. Brad ve Janet isimli sevgi dolu çiftin şapır şupur yağmur yağdığı bir gecede pek bi ıssız ormanın içinde araba lastiklerinin patlayıp, stepnelerinin de olmamasıyla beraber yakında gördükleri şatoya yürümeleri gibi klasik bir Drakula hikayesi gördüğünüz üzere. Yani, aslında sadece anlatırken böyle. Çünkü gerek şato öncei, gerek şato sonrası olsun, genelde ruhunda rock ‘n roll barındıran müzikal atışmalarla ve mükemmel şarkı kafiyeleriyle inanılmaz eğlenmeye başlıyorsunuz.

Sıradan bir korku hikayesi, özü bozulmadan daha eğlenceli hale getirilebilir mi bilmiyorum. Transylvania‘yı duymayan yoktur. Transseksüel kelimesini duyup, neye benzediğini de bilmeyen yoktur ama zaten bu kadar tehlikeli biçimde karılan türlerin yanında Dracula’yı alıp da travesti yapmak basbayağı çılgınlık. Uzaylı-travesti ve herşeyden önce Dracula. Brad ve Janet sadece bir telefon görüşmesi için girdikleri bu şatoda yığınla ucubik görünümlü adamın parti yaptığını görünce haliyle tırsıyorlar. Ardından müzik kısmımız “Time Warp” şarkısıyla yeniden başlıyor ve harbiden bu andan sonra olay izleyiciler için de bi cümbüşe dönüyor. Bakıyorsunuz ki hikayeyi anlatan adam bile figürleri göstererek oynamaya başlamış. Dracula, mracula hikayesini bi kenara sallayıp, sola atlıyorsunuz, sonra ayaklar sağa, eller bele. Filmin tamamında alttan alttan akan böyle bi cümbüş hareketi var.

Dracula yorumlamamızdan sonra bir de yakışıklı Frankenstein uyarlamasına tanık oluyoruz. Sarı saçlı, bolca kaslı ve yakışıklı bu adam Dr. Frank N Furter’ın, yani travestimizin, kendisini tatmin etmek için ürettiği bir insan. Frankenstein gibi yama dolu bi suratı yok yani. Karakterler dörtlendikten sonra hikaye bunların arasında eşit dağılıma giriyor. Brad ve Janet cinselliği daha bi özgür, serbest yönünden keşfetmeye başlıyorlar. Bi nevi koyver gitsin durumu oluşuyor ikisinde. Tam anlamıyla 70′lerdeki sex & rock ‘n roll furyasının bir yansımasını görüyoruz. Ki şu ana kadar saydığım olguların, türlerin neredeyse hepsi 70′leri 70′ler yapan özel ögeleri barındırıyor. Dr. Frank N Furter’ın Brad ile Janet’ı ayrı odalara naklettirip ikisine de çaktığı sahnelerse filmin adeta zirve noktası, serbestliğinin vurgulandığı kısım.

“Bende çakabilme heybeti olduktan sonra kime ne?” dercesine bi duruşu var filmin aslında. “Hairfilmiyle yükselen uzun saç çığırtkanlığının cinsellik versiyonu. Tabii ne mutlu ki bu film 70 değil de 80 yılı bloğunda keşfedilmiş. Yoksa şu an yarımız travesti, yarımız ipne şekilde birbirimizi tokmaklar dururduk. “Bi film mi bu etkileri yaratacak?” deyip geçmeyin. Another Brick in the Wall şarkısının gençler üzerindeki büyük devrimci etkisini hatırlayın.

The Rocky Horror Picture Show, bir yandan da dünyanın en uzun süre gösterimde olan filmlerinden olma özelliğini taşıyor. Dünyada sürekli gösteriminin yapıldığı, sürekli dolu koltuklara oynayan birkaç sineması var hala. Bu sinemalarda film seyircilerin de koreografiye katılmasıyla birlikte ultra interaktif bir hal alıyor. Film sırasındaki sahneler seyirci koltuklarında tekrarlanıyor. Herkes filmden birilerinin kılığına giriyor. Onlarca, hatta yüzlerce kez o sinemada izleyen oldukça fazla müdavimi var ki, yeni gelenlerin alnına bakire işaretini yapıyorlarmış. Hangi sahnelerde dönüyor bilmiyorum fakat bazı sahnelerde Asshole, bazı sahnelerde ise Slut diye bağırmaktaymış bu izleyici arkadaşlar. Bir gün yeteri kadar param ve zamanım olursa, bu çılgınlığın içine de koreografiyi öğrenmeye yetecek kadar gösterimlik müdahil olmak isterim.

Sunduğu bolca bayağılık, cinsellik çığırtkanlığı, komedi, eğlence, müzik ve Stanley Kubrick filmlerinden fırlamış laboratuvar tasarımıyla “The Rocky Horror Picture Show” genel filmografi arasında diğerlerine kıyasla çok farklı bir yerde duruyor. Bu aykırı tarz, dolayısıyla kimi film severlere garip gelebilir. Bu filmi kült yapan sebeplerden birisi de budur. Her filmin hitap ettiği bir kitlesi olur, kimi filmler 7′den 70′e kitleyi hedeflerken para sebeplerinden, kimiinin asıl derdi özgürce hikayesinin anlatmaktır. Muhtemelen de sadece kafadan kontakları kapsarlar. Bu filmde keyif almamın nedenlerinden biri de bu olabilir. Sabah kalktığımda, filmden bazı müzikal sahneleri tekrar izleme ihtiyacı hissettiysem, film benim üzerimde misyonunu tamamlamıştır. Şimdi Dr. Frank için başkalarının ırzına geçme zamanı!

Yazı bittiğinde “Ram Jam – Too Bad On Your Birthday” çalıyordu.