Anekdot Silsilasyonu : Part XI

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

* Pimp My Ride programında ne külüstürlerin, ev olarak bile kullanılacak kadar yaşanılası hale geldiğini gördük, ama açıkcası ben çok merak ediyorum, birisi bu programa Arçelik’in şu 3 tekerlekli meşhur triportörüyle başvursa, nasıl bi heybet kazandırırlardı?

* Kuzenin düğünü olunca ister istemez memleket Kayseri’ye doğru bir ılıman hava ziyareti. Düğün öncesi tantanası, herkes ordan oraya koşuşturuyor. Kına akşamı tabii haliyle. Kayseri’nin gençlik jenerasyonu hafiften mafyöz özentisi adamlardan oluşur. Damadın kınası kurumadan “Hadi eğlenceye” naralarıyla, noluyoruz lan dedim. Kayseri’de bar falan mı vardı diye düşünüyorum bi yandan. Gecenin bi vakti dağın başında bara değil bağa gidiyoruz, elde biralar, mangalda kızartılacak tavuklarla. Bizim gibi hoppa gençliğe biraz garip geliyor, ama adamların yegane eğlence kültürü bağ evinde gece 3, 4′e kadar mangal yapıp kafaları çekmekmiş. Süreklilik kazandığında iğrenç olarak adlandırabileceğiniz bi eğlence türü olabilir ama damadın özel arıza seçkisinden oluşan arkadaş çevresi bütün bu handikapları kotarıyor. İçki oldu muydu her yer güzel desenize.

* Bağ evindeki en karikatürize tipin yakınında durup gözlemledim eğlence bitene kadar. Sonuna kadar bu adamın mizahından istifade etmek istiyordum çünkü. Damada kına yakılmış, taze daha kına, kan kırmızıya meyilli. İnsanoğlunda hafif bi falım fallansın ruhu var, biraz da uzuvlarına ne olursa olsun heybetli görünsün isterler. Kuzen eline baktı, sonra bize döndü “Elimdeki kına aslana benziyor değil mi?” dedi. Millet “Hakkatten, vay anasını” falan derken, bizim karikatürize sağdıç kendi elindeki kınaya baktı, şöyle bi durdu, “Lan benim elimdeki kına amcığa benziyor.” dedi. Nası bi mastürbatör ruhuysa o an coştu gürledi.

* Karikatürize sağdıç ayak üstü tavuk yerken bi yandan bize anlatıyor. Tabii muhabbet nereden buraya geldi bilmiyorum. 1 ay öncesi civarı bunun kardeşinin parmağı kapı arasında kötü şekilde sıkışmış, tırnak düşecek gibi dursa da çıkmak bilmiyormuş. Parmak zonklar bi yandan, tırnak emanet dursa da inatla düşmez. Bizim bu akıllı sağdıç arı bulmuş bi yerden, kardeşinin tırnağı düşsün diye arıya sokturmuş parmağı bi de. Parmak artık bildiğin felç hale gelmiş o acıdan, şişlik iki katına çıksa, acı zirveye ulaşsa da o tırnak düşmek bilmemiş. Sonrası nedir bilmiyorum ama adamın bu pratik zekasına hayran olmadan edemedim o an.

* İki kapılı bir Honda, gidiyorum gündüz gece (Özgür Baba’ya eyvallah)

* Geçirdiği ufak trafik kazasından kelli iflah olamadı boynu gardaşımın. Boyun ve sırt arasında belli bi nahiye belli aralıklarla ağrıyor. Doktora gitti, krem ve antrenman vermiş. Valide kremi sürerken izledim, yarısını boca etti adamın üstüne ilk sıkışta. Gardaşım Mürad, “Uhhh çok yaktı sırtımı” diyerekten hafiften sızlandı. Valide üstüne kremi komple boca ettiğinin farkında değil sanırım, bombayı patlattı, “Yakıyorsa krem işe yarıyordur, iyi iyi.” Tedavinin cevap verdiğini 5 saniye içinde acı verip vermemesiyle anlayabiliyorsunuz yani.

* İnsan açlığın getirdiği iştahla önüne cennet meyveleri gelse, bedeli karşılığında ruhunu ipotek ediyor. Yemek bitip garrrk diyerek geğirdikten sonra cennet meyvesiyle, kerevizin tadı bir. E haliyle yemek bittiğinde iş para ödeme kısmına gelince tok karına pek bi koyuyor. Yemekten önce alsalar ben en azından yediğim yemekten çok daha memnun olurum.

* WinRar’ın setup dosyasını rarlayıp Rapidshare’e koymak nasıl bir eşşoğlueşşekliktir? Özel bi gelenek mi bu acaba?

* Ambalajından taze çıkarılmış teknolojik cihazların bir hafta boyunca üzerinden çıkmayan taze ürün kokusu var. Böyle ürünleri ilk başta çalıştırmadan önce burnuma yaklaştırarak uzun uzun kokluyorum, beni mest ediyor. Kokunun tek bir zerresini havayla paylaşmadan vücudumun içine çekiyorum ilk 2 gün belli aralıklarla.

* Evlerdeki kilerlerin içindeki eşyalar genelde çöpe atılmaya kıyılmayan, ama bi yandan da ölene kadar kullanılmayacak kondisyonda hurda türü parçalardan oluşur. Öyle bi kalıncasına içi dolu dolu demir vardı. Üstünde “1 T” gibi bişey yazıyordu sanırım, ya da çocukluk hayalimle ben ürettim. Gözüm yiyip bi kere kaldırdığımda, o kaldırdığım şeyi belli bir yaş seviyesini ulaşana kadar 1 ton sanmıştım. Titan’ların oğlu da olabilirim, ama ağırlık birimlerini öğrenecek yaşa geldiğimde bi bok olmadığımı farkettim.

* Kahpe falı

* Berberde tıraşın belli bi safhasına gelindiğinde “Ense nasıl olsun?” diye soruyor. Ense türlerine dair en ufak bi bilgim yok. Arkayı hiç görmediğimden, insanlar da görmüyor sanıyorum belki de onun etkisi. “Naturel yap” diyorum ama naturelin ne olduğu hakkında en ufak bi fikrim yok. Uzun bi süre önce berberde tıraş olurken, yanımdaki tıraş olan adam, berbere derken duymuştum, cahil gözükmeyeyim diye o gündür naturel derim. Umarım iyi bişeydir.

* 2-3 parça abur cubur aldıktan sonra ben istemeden poşet vermeyen bakkallara bi daha uğramıyorum. 2 kuruşluk torba yüzünden yekünde kim bilir kaç milyar para kaybediyor bu tür cimri bakkallar?

* Cumshot Collection, pornocuların “Greatest Hits”i midir?

* Bundan iki yıl öncesinde bulunduğumuz apartmanın zemin katında otomobil hırsızı ikamet ediyordu. Komşular altlı üstlü rahatsız. Sanıyorlar ki kendi evlerine girecek. Halbuki ben o adam oradan hiç ayrılmasın isterdim. Apartmanın sigorta güvencesi gibiydi. Hırsız bu sonuçta, her işte olduğu gibi bunun da kuralı var. Bulunduğu mevkinin evine, arabasına dokunmaz. Bi de her hırsızın kendi bölgesi vardır, o bölgeler dahilinde başkasının borusu ötmez, hırsız hırsızın malını çalmaz. Adamı yaygara yapa yapa polisin eline verdirttiler. Ondan sonra gidin 20-30 milyar güvenlik sistemlerine harcayın. Aklınızı seveyim sizin.

Yazı bittiğinde “Dead Family – Mirror” çalıyordu.

Anekdot Silsilasyonu : Part X

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Tequila! Have You Hugged Your Toilet Today?Bir önceki Anekdot Silsilasyonu’nun kırkı çıkmadan yenisini koymak durumunda kaldım bu sefer. Halbuki öncekini yazdığım gün, size de belirttiğim üzere “Elimde yaklaşık iki silsilasyonluk malzeme var, bunu pazarlama stratejicisi mantığıyla parçalara bölüp sunarsam, arada yaşadığım tecrübeleri de ekledikçe sınırsız tespit döngüsü yaparım” türünden aşşağılıkça sözler sarf ediyordum. Baktım ki olay o değil. Hazıra dağlar dayanmıyor. Elimde nasıl olsa dünya kadar tespit, anekdot var diye düşündükçe algılarım dış dünyadaki şapşallıklara, uyanıklıklara kapandı. En sevmediğim şey yani, şu dünyanın teknoloji devi firmalardan biliyorum. Adamlar basın mensuplarını çalışma alanlarına çağırıp, piyasaya gelecekte çıkaracakları envai çeşit ürünleri gösteriyorlar, ama hakkında en ufak bilgi verirsen, ömrün boyunca jigololuk dahi yapsan ödeyemeyeceğin kadar tazminat. Resmen eziyet lan bu elin dergi editörüne. Sanki adamın eline yasak meyveyi verip “Aha bu var ya öyle lezzetli ki baldan tatlı, ama onu yersen akabinde yarra yering” der gibi. Geleceği üretiyor adamlar. Tabi onlar, “Biz 2 yıl sonrasına yetecek kadar ürün ürettik, biraz da kebap yapalım” demiyorlar. Adamlar profesyonel. Hararete düşenin harını alıyorlar, işinden şutluyorlar. Ama blog dediğin şey keyif işi, amatör ruhu. Ondan kendi kendine sahip çıkacan. Tabi biliyorum ki, insanoğlu genel olarak kendini ya da toplumu değiştirmek için illa ki birinin gütmesine ihtiyaç duyuyor. Bu yüzden başımızda matruşka gibi içini açtıkça bi üst kademesi çıkan yöneticiler ve yönetici pozisyonları var. O yüzden herkesin sorumluluk taşıdığı üst pozisyonu, kendi vicdanı ve mantığı olsun en kolayı. Olayı da anaşotluğa böyle bağlarım.

Bir sayfaya iki silsile yaraşır diyip, 10. silsilasyonun kurdelesini kesiyorum. Hepinize 1 litre karışım için ayarlanmış Tang poşediyle yapılmış, bol su çözeltili 10 litrelik limon suyundan birer bardak ikram edeyim.

Alaturka kenefle sadece yumurtanın kapıya dayandığı alternatifsiz anlarda ilişkim olur. Bağırsağı çalıştırsa da, tuvalet sırasında bişeyler okuma ihtiyacı hissettiğimden domalır pozisyonda bacaklarım kangren olsun istemem. Her alaturka kuburlu sisteminde olmasa da yüzde 50′sinde sifonize sistem vardır. Suyun kubura doğru aktığı 3 tane delik vardır bu yüzden. İşte girdiğim nadir anlarda o deliklerin içine hortumla tazyikli su tutarım. İçinde muhtemelen çürümüş, kurumuş tonla pislik olur. Deliklerden hangisine suyu tuttuysam diğer ikisinden pislik fışkırır. Böyle de eğlenceli bişey.

● Etrafınızda şakadan da olsa intihar edecem diyen insanlara bakın. Kulağınızı yanaştırın. Dertlerini dinliyormuş gibi yapın. Cümlelerinin birinin içinde kesinlikle “8. kattan atlayıp kurtulacam” geçecek. Peki neden 8. kat? İntihar için en uygun zemini oluşturan bu 8. kat neyin nesi? İstiap haddi dediğimiz olay gibi ölmek için en uygun yükseklik olsa gerek. Köprüden atlamanın bile bi standardı var, 50 metrenin üstünde olunca “Beton etkisi yapıyo abi” diye uyarırlar. Sert bir dokunuş ya da ince bir dokunuşla ölüm arasında ince bi çizgi olsa gerek, ölmeyen bilemez.

● Annem “Cereyanda durma felç olursun” mukabilinden kelamlar ederdi evveliyatta. Çocuk kafası ya, “ceylanda durma” şeklinde anlardım. Tabi ceylanda durma olarak anlıyordum ama bunu duyduğumda açık iki kapı ya da pencere arasındaki rüzgar akımına kapıldığımı biliyordum. Kafada “Rüzgar akımı” kelimesini bile canlandırıp, ceylanda durma diye anlayan kafa da ne menem bi kafadır, anlayan anlatsın.

● 2009 trendleri: Zira out, manidar in – Yav out, yahu in.

● Kuzenim 1. dereceden Kayserili bi adamdır, o bahsetmişti. Oraların gençleri buradaki gibi t-shirt, polo kazak türü sosyete gördüğü şeylerle gezmezler. Varsa yoksa ceket gömlek. Ama külhanbeyilik damarda ateş. Kravat takmadan bağrı açık gezerler. Beğendiklerine “iyi, güzel” de demezler, onlar için soft ve sıradan kaçar. Kendi aralarında yeri gelir ayakkabı, yeri gelir gömlek alırlar, birbirlerine sorduklarında şayet karşı taraf beğenirse sırayla “Sıçmııık, akıyooo, kokuyooo, yılaaan” dermiş. Bu dört sıfat kullanılıyorsa o mamul süper anlamına gelirmiş. Yerel kültür sonuçta beğenmeyip napacan?

● Sütyen dolgusu çok bilindik bişey de ç.k dolgusunu Otomatik Portakal’daki Alex’ten başka kullanan görmedim. Halbuki oldukça heybetli gösteriyor.

● İnternette dolaşan bi tuvalet veznedarı resmi vardı. Hatta Bobiler’de “The Çakaaal” adıyla afişe edilmişti. Camın üzerindeki fiyat tarifesinde turistlere normalin 2 katı para ödeten türden bi uyanıklık vardı. Hadi tuvalet veznedarı bunu yapar da, Galata Kulesi‘nin içine girip, yukarı çıkış tarifesine bakınca gözlerim pörtledi. “Bilet: Beş YTL, Ticket: 10 YTL” Tarifeye gel, lorke lorke. Gavurları kulenin tepesinden İstanbul semalarına kanatlarla uçuruyorlar sanki o ekstra paraya. Ama “Görmemiş adama o manzara daha değerli.” dersin, ya da “Elin gavuru gadir gıymet biliyo.” dersin o ayrı. İşin içinden sıvışın bakalım hanginiz yaptıysanız.

Pisa kulesini Pizza kulesi diye biliyoruz ya hani, acaba Galata kulesini Galeta kulesi diye bilen de var mıdır?

● Sırf dolmuşta olanları yazsam, hafta 10 güne çıksa bile tespit ettiğim malzemeler uçtan uca birleştirildiği zaman 1 zirilyor ışık yılı uzaklığa erişecek kadar uzun ve benzersiz olur gibime geliyor. Dolmuşta arka koltukta lise talebesi havasında dükkana doğru giderken her zaman olduğu gibi vasıtaya iki tane adam bindi. Ondan sonra şöyle efsanevi bi trialog oluştu sahnede:
- Binen ikili: Abi bizim paramız yok yalnız. (Bunlar başlı başına diyalog)
- Dolmuşçu: O zaman get outta here. (Trialog completed)
Hoppala paşam, malkara Keşan.

● Yine yol görünmüş. Gara gidip arabaya binilecek. Şahsi araba desen yok, babanınki ise kıymetli, yani onun malı kıymetli, yoksa araba orta sınıf bişey. Mecburen dolmuşa talim. Bekle Allah bekle, garda otobüs kaçacak, biz daha dolmuşu bekliyoruz. Kardeşim “Bak şimdi, dolmuş beklerken ne zaman sigara yaksam, iki fırt çekemeden, sigaramı mundar etmek için dolmuş gelir.” dedi ve çakmağı çaktı. Vay babayın kemiğine, dolmuş dibimizde bitti. Senin ağzını yerim, bu zamana kadar nerelerdeydin dedim.

● Çocukluk sanırtıları training mode: Eşofmana eşortman der idimdi.

● Peynir kültürünü zirvede yaşayan, hayatının üçte birlik bölümünü peynir yemekle geçirmiş bi insan olarak sokak kültürüm eksik kaldı. Simit peynir olayı yani. Çok alıp yemişliğim oldu da, üçgen peyniri ne zaman açmaya kalkışsam kabı eciş bücüş oldu, açılmadı, peyni ezildi, yarısı mundar oldu. Öğrenmenin yaşı yok, basit bişey ama elinden tutan olmayınca bilmiyorsun. Üstünde kırmızı çekilecek bi şerit olur genelde. Basit bi mantıkla ona asılır yarım yumalak açardım. Meğerse orada üst üste iki şerit varmış. İkisini ayrı ayrı çekince öyle bi güzel açılıyo ki kurban olduğum.

● Burada yazdığım hiçbir şeyin üstüne tabi ki tam anlamıyla genelleme yapamam, ama kadınların genç yaşlardayken olgun/büyük, yaşı ilerlediğindeyse genç gözükmeye çalışması ne denli bi dengesizliktir hele?

● Hazal’la gelenekselleştirdiğimiz cafe/bar buluşmalarından birindeyiz. Müşterilerin mekanı doldurmasına 1 – 1,5 saat var, grup elemanları bi yandan içki götürürken, bi yandan müzik icra ederek kendilerini eğlendiriyorlar. Biz de haliyle birer bira atıyoruz. Tuborg veriyor adam. “Nefes almam, Efes alırım” jenerasyonunun en dirayetli ve kararlı neferlerinden olsam da boyun eğerekten içiyorum. Hazal’a bakıyorum, bira şişesinin yapışkanını söküyor bi yandan. Sıkıntıdan hobi olsunundan değil ama. “Aynı şişenin içine bira doldurmasınlar diye söküyorum” diyor. Be Hazal’ım ortamın çakalları bi etiketle yılacak mı sanıyorsun, 55 bilmemne kaç güvenlik özelliğine sahip teknoloji manyağı paramız bile anında taklit edilirken? Gözlerini kaçırma cevap ver.

● Serdar Ortaç’ın o meşhur çıkış şarkısını Filistin’de ölen suçsuz siviller için benimle coverlayacak bi metal grubu arıyorum: “Haydi Gazze’lim, gece yanar tenin, haydi Gazze’lim, bu gece cihad edelim.

● Abur cubura gelince Agop’un kazı gibi homini gırtlak da, onu anlamazdım işte ufaklıkta. Haplar, yutarken nefes borumu tıkayıp beni öldürecek gibi gelirdi. O yüzden hapları çiğneyip yutardım. Böyle iğrenç, paslanmış demir yiyorsun gibi bi lezzet. Dilimden hala gitmez tadı.

Yazı bittiğinde “Brutaliator – Metal Commandos” çalıyordu.

Anekdot Silsilasyonu : Part IX

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Beer, Helping Ugly People Have Sex Since 1862Yazmayalı elde iki silsilasyonluk mahsül birikmiş. Hepsini ufak ufak başlıklar halinde not ediyordum bulduğum yerlere. Sonra toparlaması biraz meşakkatli oluyor. Neyse ki takım taklavatı toparladım. Tombala çekme adını verdiğimiz sistem aracılığıyla silsilasyonların yarısını bir sonraki buluşmamıza sakladım. O ana kadar muhtemelen üstüne bi o kadar daha eklenir, bi tombala daha çekerim. Baktım, tespitlere yetişemiyorum, Nouma’nın daşhak arasından içeri atarım, çıkarır çıkarır verir. Daşhak kokulu tespitlerdeki insani duygular.

* Yaşlılara görmüş geçirmiş, hayatın türlü madiklerine karşı koymuş, belli bi bilgeliğe ulaşmış diye saygı duyarız. Ne zaman bi çocukla muhabbet girişiminde bulunsalar kulak kabartıyorum. Tek bi muhabbet açma ve devam ettirme cümleleri var: “Ee evladım okul nasıl gidiyor, sınıfını geçtin mi?” Böyle ihtiyar bilgeliğini skeyim ben, afedersiniz. Bunu da merak ettiğinden sormuyor. Sadece komşunun yanında veletle ilgilenmiş olmak için yaptığı bişey. Gidip de Tarkovsky’nin Stalker’ından dem vur demiyoruz ki.

* Eğer içinizde biraz gereksiz ahlaki frenleme sistemi, ya da  alternatif olarak dış dünyanızda odanızı paylaştığınız biri varsa muhtemelen her geldiği anda yerli yersiz osuramıyorsunuz. Böyle durumlarda bir bahaneyle yorgan içine girilir ve bağırsakta ne kadar kokuşmuşluk varsa zangır zangır yorganın gözenekleriyle buluşturulur. Ama böyle doğal bi eylemi tatbik ederken dalgınlıktan yaptığınız eylemi unutabilirsiniz. O an çiş bastırır. Gidip hacetimi gidereceğim diye ani bi hareketle yorganı açıp içinden çıkarsınız. Daha gaz taze tabi, gözenekler emmemiş, filtrelememiş. Gaz molekülleri dağınık takılmayı sever, haliyle ne var ne yok odanın atmosferine dağılır. Çişten dönüşte oda arkadaşınız tarafından kafanıza inmek üzere güzel bi zopa sizi bekliyordur.

* Arkadaş ortamında sağa sola durduk yerde geyiğine hakaret savurduğum çok olur. Sit-comlardaki gibi zeka pırıltısı yansıtan kıvrak espriler yapma gibi bi derdim yok. Bu da öyle anlardan birinde çıktı. T.şşak pütürü. Her konuda çıkıntılık yapan birine dedim sanırım. Anlamını da iyi karşıladı. Herkes duysun herkes bilsin, literatüre kazısınlar. Alternatif bir anlam bulmaya çalışanlar belirtebilir tabii.

* Markette rutin bi şekilde sadece bi ekmek almak için takılırken, herhangi bir eşantiyon tattırmalık kısma denk gelince günüme kutsal bi ışık inmiş gibi oluyor. Başka şeylerle ilgileniyormuş gibi yaparak, oradaki tattırıcı beni görüp “Ürünümüzü denemek ister misiniz?” desin diye aheste aheste yürüyorum. Nitekim çağırıp tattırıyor da. O tattırma anı içinde 2 şansın var. Birincisi, ürünü beğenmiş olmana rağmen, cebinde paran olmamasından ötürü beğenmiyormuş gibi b.k atmak. İkincisi de “Mm bu acayip lezzetliymiş” dersin. Bunu dediğinde tattırıcı tekrar devreye girer, “Efendim bu ürünü yeni piyasaya sürdüğümüz için özel kampanyamız var, bi alana bi tane daha veriyoruz.” Onca diyaloğun üstüne beklentide olan tattırıcıya nasıl kalkıp “Ehem, öhö param yok ki benim.” derim. Yıkım lan bu. Teselli olmaz ama üzülmesin diye “Bi dahaki geldiğimde kesin alıcam” diyorum.

* Can’a vereceğine bana versin.

* 30 saniye içinde bu mesaj kendini ihya edecektir.

* Ömrümü bisküvilerin ardında eksperi olacak kadar harcadım diyebilirim. Carmen Electra hanım kızımızın 2-3 dakikada bir seksi düşündüğünü iddia etmesi gibi, günün her anında sevdiğim insanlardan bile daha fazla düşünürüm bisküvi ve çikolatayı. Ama bu genelde sevdiğinle paylaştığın bi aktivitedir. Her ne kadar sevgilinin son Rondo’su yenmez dese de, dost, eş, canan ile birlikte yenir. Genelde bir bisküvi 2 ya da 3 kardeş üzerinde eşit paylaştırılır. Peki niye bisküvi firmaları ağız birliği yapmışçasına bir paketin içine 11, 13 gibi asal sayılarda bisküvi koyup, kardeşi, sevgiliyi birbirine düşürürler? 12 tane koysana kardeşim, hem 2, hem 3, hemi de 4′e bölünsün. Acaba amaçları madalyonu tamamlamak gibi bir paket daha alıp 26, 22 gibi bölünebilir bi sayıya mı ulaştırtmaktır? Ayrı ayrı paketten yedikten sonra paylaşmanın tadı nerede kaldı?

* Canın bedenden birden çıktığı gibi, vakti geldi mi aniden boxerın sağ ya da sol bacak kısmından tenasül organı çıkıverir, bi anda dış ortamla arasındaki tek yüzey pantolonun kumaşı olur. Böyle anlarda çaresiz duhul organı her adımda pantolonun kumaşına sürttükçe açıkcası acır ve yanar, erkek olana sormak lazım. Hele ki kot gibi taşlanan türden sertliğe meyilli bi pantolonsa, denize fileli şortla girmişten beter aşındırır. Ani çıkışları engellemek için testesteronları aldıracak değiliz ya, pantolon üretenler böyle ani çıkışları da düşünüp, pamuk oranını daha yüksek tutan pantolonlar üretsin ki, yol ortasında birden sürtünmeyi engelleyip, olduğu yere döndürmek için topallaya topallaya yürümeyelim.

* Alaturka yemek kültürümüze tasarruf dolu bir meteliksizlik bakışı: Az kuru, az pilav.

* Anlatılmaz yalanır.

* Mekke’de şeytan taşlaması sırasında bilinçsiz taşlamayla telef olmayın. Unutmayın, şeytan değil, bilinçsiz taşlama öldürür: “Yeni Taşlayanlar İçin Şeytan“. 24 saat içinde alırsanız “Kabe: Dön Baba Dönelim” görüntülü eğitim setine de ücretsiz sahip olacaksınız.

* Ailede kalıtsal olarak şemsiye parçalama bağlılığı olduğunu düşünmekteyim. Öyle ki, ani bastıran bi yağmur anında fırsatçı lavukların birinden 2-3 liraya aldığım şemsiyem en ufak rüzgarda un ufak ters döndüğünde dayanamadım, yere vurarak parçalamaya çalıştım. En ufak rüzgarda dağılmaya meyilli şemsiyezade, bu vuruşlarım karşısında adeta La Resistance adını verdiğimiz kuvvette bir direniş gösterdi. Demek ki kıllığı banaymış. Hakkını verdim ama. Kalıtsal parçalama bağımlılığının farkınaysa, 2 gün sonra da kardeşimin, babamın yıllardır kullandığı, pazar şemsiyesiymişçesine geniş o yağmursavarı yağmurda açamadığı için sinirden paramparça edip getirdiğinde vardım.

* Buraların mevsimler ılıman olsa da havaya güvenip cırıl cılbak gezince bünye cortluyor hafiften. Ufak ufak öksürmeler insanın içini gıdıklıyor, kaşıyamasan da güzel bi his yaratıyor yaratmasına da, tuvalete gidip ayak üstü işemeye gelince durum değişiyor. Geçen sidik torbalarımı boşaltmam esnasında, bi anda gıdıklanma zirve noktası yaptı. Hani ne gelen çişi, ne de hapşırmayı geri gönderebilirsin. İşeme esnasında hapşırma da patladı. Aleti elinde tutarak işemene rağmen kontrol kopup gidiyor tabii. O an 3-4 kişi tutsa anca kontrol altına alabilir. Klozetin içi hariç her yere işedim sağolsun. Bi de öyle bi tazyikle geliyor ki normalde çıkanın 5 katı geliyor bi anda. Tuvalet kağıdıyla üstünkörü sildim yerleri.

* Norveçli balıkçıların elleri nasır içinde kalmış da bu kadar kremlemiyorlar Neutrogena’yla. Benim pederi görün hele. Adam eline krem sürmeye başladıktan sonra saate bakıyorum, 20 dakika o kremi ellerine yediriyor. Elleri bırak, artık ruhuna işleyip, bebek poposu kadar yumuşacık yapıyor. Ben böyle şeylere yine takılmam da kıllığına mıdır nedir başımızda dikilip yarım saat onu yediriyor haşur huşur. Elden garip bi sürtünme sesi çıkıyor.

* Benim için sakal sıvazlamak, bıyık burmak pek bi anlam teşkil etmiyor. Varsa yoksa cücüğümü yiyeceğim. Çeneyi içeri doğru sokup üst dişleri cücüğe cayırt diye geçiriyorum, sonra o vazgeçilmez aromanın tadını çıkarıyorum. Cork cork cork.

* Bu kadınlar adet dönemlerinde kan mı yoksa su mu görüyorlar? Bi tane ped firması da babalar gibi çıkıp, reklamlarında, dayanıklılık testlerinde şu pedin üstüne kan döksün. Bi tuvalet kağıdı firması da reklamlarını kuğu tüyleriyle, bulutlarla, para testleriyle dolduracağına g.tündeki b.ku silen yetişkin bi insan göstersin. Yapın abicim bunları, tüketici gerçekleri görmek istiyor.

* Eskiden, kredi kartının Türkiye’de ilk zamanlarında millet kartı çaat diye çıkarıp dünyaları satın aldığında onlara özenen insanlar vardı. Bu özentiliğin akabinde 70 milyonun kart sahibi olması pek de gecikmedi. Herkesin cebinde olup, kişiyi özel yapma durumu yok olunca insanlar başka türlü bi ödeme biçimine özenmeye başladılar. Bir kağıt vereceksin, onunla ürünü alacaksın ama sonra senden bunun parasını almayacaklar. Ticket tabii yaa. Ailemde hiç amir memur olmadı, haliyle Ticket’ım da. Ara sıra arkadaşlarla yemeğe gittiğimde içime çok oturur. Ben cüzdandan para çıkarıyorum, o babasının Ticket’larını toparlamış, çatır çutur geçiriyor. Olmaz.

Yazı bittiğinde “Jeff Martin – World is Calling“le dünyaya isyanım henüz yeni başlamıştı.

Anekdot Silsilasyonu : Part VIII

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

* Biraz daha bilgisayar başında dursam fıttıracağım anlardan birinde ani bir kararla Çeşme’ye gitmiştik günübirlik. Plaj eğlencesi, şezlongu, güneşi ayrı bi güzeldir. Ama mevzu tuvalet konsuna gelince evdeki s.çma rahatlığı olmuyor tabi. Gelenlerin kedi gibi kumu kazıp içine s.çmayacaklarını bildikleri için de 1 lira yapmışlar tuvaleti Allahsız değnekçi tipli götlü göbekli işletmeciler. Gıcıklık bu ya, bira içsem bu kadar üst üste gelmez çişim. Plaj dopdolu, tuvalete işemeye gidiyorum, 1 işiyorum, 2 işiyorum, 3, tuvalette bi kişilik kuyruk bile yok. Denize girenlerin ara sıra çömelip, domalıp, insanlardan kaçtıklarını görünce farkettim. Büyük küçük farketmiyor, yumurta kapıya dayandığında dahi denize sıçıyorlar. Teşbihte hata olmaz bilirsiniz, resmen palamutları suya bırakıyorlar. Böyle pis heriflere mavi bayrak mı dayanır, o da kahverengi olmuştur. Gerçi o bayrağın direğini tuvaleti 1 lira yapan bu işletmecilere mi yoksa bu denizin içine sıçanlara mı soksam bilemedim.

* Bir insanın Full Metal Jacket‘ı izlediği günün ertesinde askerlik kağıdı gelir mi? Gelirse o adam altına patır patır eder mi?

* Devlet tarafından kafeslendikten sonra, derbeder aç bilaç bırakılan bozkurtun hikayesi, “Âtıl Kurt”

* Ömrüm boyunca zihnimde “Beşamel Sos” kelimesi yankılandı, durdu. Zihnimin bana çağrıştırdığı kadarıyla yetindim. Hiç internete girip de ne olduğuna bakmadım, hala da bakmıyorum. İsminde acayip bi tatlılık, bi bal damlama durumu var, hani karamel gibi lezzetli, o renkte bi sosu çağrıştırıyor bana. Umarım öyledir.

* Halk Bank sanırım gelişim bütçesindeki bütün parasını “Yenilendi, yenileniyor” reklamlarına ayırdı. Ödenekten kalan son 10 YTL ile de maskot yaptırmışlar gibi duruyor. Bilen bilir, bir dikdörtgenin üstüne 2 göz, 1 de ağız çizilmiş sadece. Maskotunuzu s.keyim demeden edemedim, afedersiniz.

* Çocukluk sanrıları sanırttırmaya başladı yine. Bi an güzergaha güzelgah, Eşrefpaşa’ya Eşşekpaşa dediğimi hatırladım. “Eşşekpaşa Güzelgahı”nda akıcı bir trafik var bu sabah.

* Ulan film fragmanları da az devrelerimi yakmadı zamanında. Filmi anlatan adam “Böyle muhteşem efektler görmediniz” diyince ben “Etekler” anladığım için baldır bacak dolu olduğunu nasıl bu kadar rahatça ve fütursuzca söylüyorlar diye düşünüyordum.

* Ne zaman otobüse binsem gözüm, altında “Acil durumlarda cama vurunuz” yazan çekice ilişir. “Keşke bi fırsatını bulsam da şu çekiçle camları döksem, ne kadar etkili acep?” diye hayallere kapılırım.

* Sakin insanların rahatlama yöntemleri hep varsayım üstüne kuruludur, cidden. Ne taş, ne talaş hesabı. Karşıdan karşıya geçerken çoğu vakit benim geldiğim tarafa doğru kendi açısına göre karşıya geçen yayalardan birini gözüme kestiririm. O an mesela şişe varsa elimde şişe, şemsiye varsa şemsiye de müdahil olur hayalime. Hayalimde ilk olarak elimdeki objeyi karşıdan geçenin suratına fırlatır, sonra da Allah ne verdiyse dalaklarına saydırırım. Psikolojik rahatsızlık mı bilmiyorum ama cidden ferahlattığı aşikar.

* Dolmuşta en önde oturduğum zamanlarda inmeme 2 durak kalmışken, davarın biri el kaldırıp biniverir. Yer derdinde değilim tabi ki. Benim sorunum, dolmuşa binen hanzoların 2 adım atıp dolmuşçuya elden para vermek yerine omzuma ellerini değdirip para uzattırmaları. Öyle böyle değil, birisi dolmuşta sırf bunu yapmasın diye dergi merrgi okuyorum ç*k kadar yerde, öyle durumlarda 1. dereceden hanzo değillerse kendileri veriyorlar. Ama dergim olmadığı zaman 2 durak kala sırf bana birisi “Şurdan bi kişi lütfen” diyip para uzatıp/uzattırmasın diye aceleyle iniyorum. Ondan sonra beyhude 2 durak yürü babam yürü. Buradan Tüm Türkiye’ye sesleniyorum, benim dolmuştan inmeme 2 durak kalmışken dolmuşa binmeyin, binecekseniz de paranızı kendiniz uzatın. Bi gün birinizi çok pis tersleyecem, hadi hayırlısı.

* Benjamin Toshack‘a zamanında insanlar Bünyamin Taşak diye lakap takmış mıydı, yoksa ben yeni bişey mi keşfettim? Kardeşime sordum, o da hatırlamıyor böyle bişey. Adamın adını her duyduğumda bu çağrışımı alıyorum halbüse.

* Millete imza konusunda çok özeniyorum lan. Herhangi bi resmi belge önlerine geldiğinde şak diye imza atıyorlar. Benim hiç imzam olmadı ki. Rastgele karalıyorum. Hiç de bi Allah’ın günü oturup defter üstünde imza çalışması yapmadım. Arkadaşlarına imza bile üreten var. Ama benim normal el yazım zaten imza gibi, bu konuda beceriksizliğim belki de ondandır.

* Dübürist – Dübür uzmanı

* Üniversitede okuduğum Fizik bölümü yüzünden alternatif-direkt akım demeyip, gözünün yaşına bakmayıp AC/DC‘den (grup olan hani – herkes bilmeyebilir) nefret edecem lan. İnsan hangi bölümü okursa onunla ilgili herşeye kıllanıyo sanırım. Yeni albümlerini Fizik çalışırken dinledim bi de, overdose oldu. Gerçi onların isim cinselliğe göndermeydi (Alternatif-direkt akım, anlarsınız ya) Evet, evet böyle düşünürsem onları mezara gönderene kadar bile dinlerim ki, bu 200 yıla tekabül eder. Ben ölürüm, onlar yaşar.

* İsimleri hafızada tutma konusunda gerçekten ciddi problemlerim var. Bir insanın yanında 1 ay dursam bile sormam, o derece. Unuturum yani. Şu an bi yığın adamla tanıştım ama sorsanız g.tümden uydururum isimlerini. Geçenlerde bi anda kızın biri Dünya Sineması’nın Ustaları isimli kitabı okuduğumu görünce o vesileyle tanıştı. İsmini de söylemişti ama nasıl olduysa Merve diye işlemişim belleğe. Gerçi isim konusunda zayıf olan belleğim için kızlar Merve ve Tuğçe, erkeklerse Alp oluyor. Başka bi gün yeniden denk geldiğimizde numarasını vermek istedi. Cep telefonu da kullanmam açıkcası, zor bela çıkardım telefonu. Numarayı yazdım. “Merve’ydi değil mi?” dedim. “Ay aşkolsun, adım Zeynep” diye buyurdu kendisi. Buyrun size şenlik. Çam üstüne çam. Bana isminizi ezberletmeye çalışmayın kardeşim. Sawyer patentli lakap sistemi daha uygun bana. Unutmamak için “Bundan sonra senin ismin Su olsun.” dedim.

* Leman, K ve bilimum haftalık yayınların tuvalet, otobüs yolculuğu gibi ortamlarda sayfasının açıldığı zaman elde tutmasının ne kadar zorlaştığını bilen bilir. Dergiyi illa ki katlamak gerekir ki bu yolculuk sırasında yandakinin suratına dirsek atmamıza, tuvalette s.çma konsantrasyonumuzun bozulmasına sebep olur ve dergiyi ıslak yere koymamız icap eder. Bu yüzden böyle durumlarda hazzın kesilmemesi için bu tür dergilerin spiralli yapılmasını talep ediyorum. Katlamadan, dirsek atmadan cidden güzel yolculuklar olacaktır.

* Biraz önce teknolojinin nimetlerinden faydalanarak MSN’den Safinaz Büfe’ye maxi karışık siparişi geçtim. Yarım saat sonra parlak, bıyığı terlememiş bi oğlan geldi sandviçi vermek için. Belli ki acemi. İki tane sandviç 7 lira tutuyor. 10 lirayı çıkarıp verdim, işte elemanın acemilik noktası da burada patlak verdi. İçi sırf 1 liralarla dolu freebagini o kadar yokladı ve çıkara çıkara 2 lira çıkardı. O anki tipi görmeniz lazımdı, rol de yapamıyor. Sanıyor ki üstü kalsın diyecem. “Hulusi Kentmen jenerasyonu benden bi kaç önceki jenerasyon anam babam” dedim içimden. Garip ve bu çakallığı yeni yeni denemeye başladığı her halinden belli olan surat ifadesiyle “Bi saniye, şuradan 1 lira daha verecektim.” dedi, parayı istemeye istemeye verdi ve giderken t.şakları k.çına kaçmış bi insan abandonezisyonuyla çıktı gitti.

Yazı bittiğinde tabi ki “AC/DC – Spoilin’ For a Fight” çalıyordu, g.tüm de trampet çalıyordu.

Anekdot Silsilasyonu : Part VII

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

* Porno sektöründe yönetmen olsam ve gay filmi çekmem gerekseydi, adını “Terli T.şşaklar” koyardım şüphesiz.

* Çişimi yaparken klozette o güzel koku saçan ernetlerden takılıysa kesinlikle üstüne işerim.

* Kahvaltıda önüme çay koyulmazsa rahatsız olurum, ama koyulduğunda da içmem. Sadece sindirimim üzerinde psikolojik besin kayganlaştırma etkisi yapar. Annem de bıkmadan usanmadan her sabah çayımı koyar, sonra lavabodan döker.

* Ne yalan söyliyim, bazen etek tıraşı olduğum bıçakla surat tıraşı oluyorum. Yokluk değil ama üşengeçlik adamı bitirir.

* Ter parçaları mouseumun üstünde katılaşıp iğrenç bi hal aldığı zaman huzursuz oluyorum. Elim o katılaşmış ter parçalarına değdikçe tedirgin oluyorum. Bi peçeteyle siliyorum silmesine de, yarım saat sonra yine terler katılaşıyor. Sürekli uğraşamam ki.

* Can’t Touch This şarkısını dinleyip de coşmayan bi insan var mıdır bilmiyorum. Hele ki kardeşimde daha ağır bi şekilde tezahür ediyor bu coşku. En son dinlediğinde Mc Hammer gibi yatağın üstüne fırlayıp, artistik hareketler yaptığını sanarak hoplayıp zıplamıştı. Sonra birden yatağın suntası kırıldı tabi. O gün bugündür de onun yanında çalmam bu şarkıyı.

* Tuvalette dergiyi eline alıp rahatça s.çarken başkasının da tuvaleti gelir, kapının önünde dönüp durur ya, öyle durumlarda “Bzortcıghjktorrr, zooort, zaaan” diye osuruyorum, çekip gidiyor. Tuvalette yaşanan, tuvalette kalır ne de olsa.

* Çok garip lan, kafamda şapkayla dolaştığım zaman sosyal ortamlarda daha rahat oluyorum. Çıkarınca dımdızlak kalmış gibi hissediyorum sanırım.

* Ağır sanayide ustaya “Dubel ver de çakayım.” yerine “Dübür ver de çakayım.” derseniz ne olur?

* Etrafımda amma çok “Kapatıyoruz!” yazıp batan geminin malları psikolojisiyle milleti düdüklemeye çalışan mağaza görmeye başladım. Bi de özellikle bunu yaşını başını almış hacılar, hocalar yapıyor ki aklım hafsalam almıyor.

* Ben bankada yarım saat sıra beklerken benden sonra gelip elindeki Gold, Platinium vb. kredi kartını cırtlattıktan sonra benden önce işlemini bitiren deyyuslara uyuz olurdum. Sırf bu denyoların yaşadığı zevki yaşayıp, millete aynı huzursuzluğu vermek için pederin Gold kredi kartıyla bomboş Atm’den işlem yapmadan içeriye geçtim. Kartı cırtlatıp numarayı aldım. Direkt sıra geldi zaten. Apayrı bi hazzı varmış vallaha, o kadar küfür yesen de o zevke fazlasıyla değiyor. Hatta işin zevki milleti sinir etmek zati.

* Manyağın biri geçen bütün sokağa imsakiye dağıttı. Manyak dememin sebebi de, verdiği imsakiyenin geçen yılın oruç vakitlerini veriyor oluşundandır.

* Binboa votkasının logosunu sağda solda bakkalda çakkalda, bilimum tekel bayide gördükçe zihnimde Ali Rıza Binboğa‘nın suratı canlanıyor. Toprağım diye buna tahammül etmek zorunda mıyım lan?

* Hani k.çı açık uyumuşsun derler ya kabusvari durumlarda, ben geçenlerde ruhumun kapılarını pencerelerini açık unutmuş olmalıyım ki kabusumda Recep Bülbülses manyağını gördüm. Sonradan inme bi şekil ailemize dahil olan bu manyak, türkü söylemek yerine tekme tokat dalıyordu bana. Ulan terler içinde kaldım be.

* Dost başa, fetişist ayağa bakar.

* Yüksek Sakatat

* Hamamda kıllı, göbekli bi amcamızın yaptığı *pnesel kesenin akabinde bünyede rehavet ve ferahlık görülme anında peştemalle dinlenme kısmına çıktığımızda o elimize verilen gazoz acayip lezzetli gelir. Acaba o gazoz harbiden çok mu lezzetli, yoksa en kötüsünü koyuyorlar da içimiz aşırı yandığı için mi güzel geliyor? Çünkü normal zamanda içtiğim hiçbir gazozda o tadı alamıyorum.

Yazı bittiğinde balkonda “kafamı” dinliyordum.