‘ Replikler ’ Mevzubahis Arşivi

Repliktör : Goodfellas – Tommy DeVito

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

İzleyeli oldukça uzun zaman oldu, ve bu yüzden film hakkında pek çok şeyi bölük pörçük hatırlıyorum. Zaten her film zihnin dehlizlerinde bekletilir, bir süre sonra tazelenmeyince çıkarılması daha zor olan arşiv bölümüne taşınılır. Lakin Goodfellas, hikayelerini anlattığı adamlar sebebiyle beynime oldukça isyankar davranmıştı. Çoğu şey arşive taşınsa da filmin hakkında, Joe Pesci‘nin o fevri hareketleri asla gitmedi o kısma.

Henry Hill‘in gerçek hayat hikayesinden uyarlanan bu film, ana planda olması gerektiği üzere onu tutmaya çalışsa da Joe Pesci, Tommy DeVito rolüyle pek çok sekansta rol çalarak filmin tek Oscar’ını aldı. Onu bu şekilde Oscar’a götüren sebep şüphesiz üstün ve tatlı-sert oyunuydu. Mafyanın hiçbir şeye gülmeyen ağır abileri vardır, bilirsiniz. Tabi ki aslında bilmezsiniz ama film dünyasının bize kaktırdığı genel geçer mafya tipi budur. Aynı zamanda bu adamlar çok konuşmayı ve espri yapmayı da sevmezler. Yer yer güzel replikleri patlatırlar bittabi. Ama Kurtlar Vadisi’ndeki Google’dan “Güzel sözler” aramasıyla indirilmiş türdeki gülünç sözlerden değil. Daha önceden yazılmamış türden şeyler.

İşte Joe Pesci’nin oynadığı rolün riski ve seyir zevki de tam burada yatıyor. Ete kemiğe büründürdüğü Tommy DeVito karakteri tam anlamıyla çenesi düşük bir mafya elemanı. Olur olmaz her şey üzerine fütursuzca laflar edebiliyor, sonucunu düşünmeden. İnce ses tonu ve geyik anlatım tarzı sebebiyle de çevresindeki insanların (Tabi sadece mafya elemanlarının) oldukça güldüğü bir adam. Ama aslında DeVito çoğu zaman bi hikaye anlattığında, bunu insanlar gülsün diye anlatan bir adam değil. Bu sebeple de çoğu insanın dilinden anlamıyor. Espri yaptığında hiç gülmeyen o geleneksel Amerikan stand-upçıları gibi tıpkı. O şov adamlarına sürekli gülüyorsanız, bu adam konuşurken de sürekli somurtmanız lazım. Bu sefer de DeVito’nun akli dengesi bozuk bir karakter olduğunu düşünerek “Niye gülmüyorsun?” ya da Joker edasıyla “Why so serious?” diyip ağzınızı yırttığını görebiliriz. Kısacası bu tarz bir adamdan uzak durmak en güzel çözüm.

Birazdan aşağıda okuyacağınız sahne filmin en meşhur ve Joe Pesci’nin ortalığı dağıttığı (Dağıtmadığı sahne var mı ki?) sahnelerinden biri, hem esprisel (Kendisine göre komik değil tabi), hem de kafa göz anlamında. Yanına aldıkları çaylakla barda 3-5 kelam eden iyi ahbaplar, muhabbetin ilerlemesiyle birlikte yerini en iyi ahbap olan bizim Deli DeVito’ya bırakıyor. Anlattığı hikaye oldukça komik olmasına karşın, yanındaki çaylağın “Komiksin dostum” sözüyle birlikte yarı ağzını arar, yarı öldürecek şekilde çaylak Henry’ye sataşıyor. Tabi sonra bunun bir nevi polis zorlamasında ötme deneyi olduğundan bahsediyor. Repliklerini okurken gözümde bu denli iyi canlanan başka bir sahne hatırlamıyorum. Öyle ki, şu an karşıma Joe Pesci çıksa elim ayağıma dolanır, ne yapacağımı şaşırırım. Seversem öldürürler, sevmezsem öldüm tragedyası var ya, işte bu adam böyle birşey. (- Şey mi? – Yok abi öyle demek istememiştim, böyle bi efsane diyecektim)


Tommy: Secasus’taki banka işinde çok komik birşey oldu. Çimlerin üzerinde yatıyordum. Adam “Ne yapıyorsun?” dedi. “Dinleniyorum.” dedim. “Burada mı? Burası park değil, plaj da değil.” “Dinleniyorum!” dedim. Merkeze götürüp soru sormaya başladı. Bilirsiniz, şundan bundan. “Bize ne söyleyeceksin?” “Her zamanki gibi…Hiçbir şey” dedim. “Niye konuşayım?” Salaklar! “Hayır, bugün bana birşey söyleyeceksin” dedi. “İyi o halde söyleyeyim. Git ananı becer.” dedim… Sen dosyamı gördün Anthony, suratımı dağıttılar. Kendime gelince bir de kimi göreyim karşımda? Yine o serseri. “Şimdi bana ne söyleyeceksin?” dedi. Ben de dedim ki “Sen burada ne arıyorsun? Sana, git de ananı becer dememiş miydim?” dedim. Altına edecekti. Bam, güm, bam! Adi herifler! Bir kereliğine iri yarı biri olmak isterdim.
Henry: Çok komiksin… Gerçekten çok komiksin.
Tommy: Çok komiksin de ne demek?
Henry: Anlarsın ya, komik… Hikaye… Komik adamsın.
Tommy: Yani konuşma tarzım mı? Nedir?
Henry: Hiç canım bilirsin işte, komiksin. Yani hikayeyi anlatışın…
Tommy: Nasıl komik? Komik olan ne?
Anthony: Tommy, yanlış anladın.
Tommy: Bekle, bekle Anthony. O kocaman adam. Ne söylediğini bilir. Nasıl komik?
Henry: Bilirsin, yani… Komik adamsın.
Tommy: Şu işi açıklığa kavuşturalım. Belki de kafam basmıyordur. Nasıl komik oluyorum. Palyaço gibi miyim? Seni eğlendiriyor muyum? Seni güldürüyor muyum? Seni eğlendirmek için mi buradayım? Komikle ne demek istiyorsun? Nasıl komik oluyorum?
Henry: Bilirsin, hikayeyi anlatışın…
Tommy: Hayır, bilmiyorum. Sen söyledin. Ben ne bileyim? Komiksin diyen sendin. Nasıl oluyor da komik oluyorum? Benim nerem bu kadar komikmiş? Komik olan şey ne, söylesene!
Henry: (Birden gülmeye başlayarak) Hadi oradan Tommy.
Tommy: Aşağılık herif! Neredeyse kafalıyordum! Neredeyse. Kekeleyip durdu salak. Frankie, titriyor muydu? Bazen senin hakkında endişeleniyorum Henry. Sorgulamada ötebilrsin. (Herkes gülmektedir. Tommy’nin arkasında barın işletmecisi Sonny belirir.)
Tommy: Senin derdin ne yahu? Ben de enselendim sandım. Akbabalar gibi ensemde! Ne istiyorsun?
Sonny: Garson çocuk sana hesabı vermeye korkmuş. Şununla ilgilenir misin?
Tommy: > Sorun değil. Benim hesaba yazsınlar.
Sonny: Ben de bu konuda konuşmak istiyordum. Sadece bu değil ki, bana 7.000 papel borçlusun. 7.000 dolar, az para değil. Saygısızlık etmek istemem ama…
Tommy: Saygısızlık etmek istememen çok iyi Sonny. Dostlarımın önünde beni küçük düşürüyorsun. Sanki batakçıyım. (Sonny’yi kravatından yakalar.) Sonny sen salağın tekisin. Şimdiye kadar burada kaç para harcadığımızı…
Sonny: Böyle yapma…
Tommy: Ne demek istiyorsun böyle yapma diyerek! (Sonny’nin kafasına bir şişeyi geçirir ve tekmeleyip kovar. Herkes kahkahalarla gülmektedir.) Şu salağa inanabiliyor musunuz? Bunun komik olduğunu mu düşünüyorsunuz? Sen neye bakıyorsun be? Gerizekalı herif! Hesabı getirmek istemiyor musun? (Garsona da birşeyler fırlatır.) Şu salağa inanabiliyor musunuz? Bu işleri hesapta senin yapman gerekiyor.
Henry: Çok komik adamsın.
Tommy: Buraya kadar Henry! (Gülerek silahını çıkarır ve Henry’ye tutar.) Hâlâ gülmek istiyor musunuz? Bu herif çocuğunu vaftiz etmemi istedi. 7.000 dolarını aldım.
Henry: Gerçekten çok komiksin.
Tommy: Buraya kadar, buraya kadar!


Yazı bittiğinde “W.A.S.P. – Fistful of Diamonds” çalıyodu.

Repliktör : Apocalypse Now – Surf

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Bu aralar yazma olayını biraz daha boş vitese taktım. Sakın ola ki gelen yaz aylarının gevşetmiş olduğu büzzük yaylarından kaynaklanan bir durum olduğunu sanmayın. Yaz aşkı mı? Hahha keşke olay o olsaydı. Her neyse burası dert mekanı ya da ağlama duvarı değil. Biz de Yahudi değiliz. Zaten Yahudi olsaydık pek çoğumuz blog işinde para olmadığı için yazmazdık. Ama ne yalan söyliyim, Hanukka’ları güzeldir, değer yani. Zaten hepinizi kupa zamanı görecem. İsviçre’de takımlar futbolun dibine vururken, buralarda inler cinler top oynayacak.

Bugün repliktör bölümümüzde sinema tarihine çok büyük yön vermiş, savaş filmlerine apayrı bir boyut kazandırmış mükemmel bir filmin, Apocalypse Now (Kıyamet)‘ın repliklerini paylaşmak istiyorum. Joseph Conrad‘ın Heart of Darkness isimli kitabından Francis Ford Coppola tarafından beyaz perdeye aktarılan bu şaheser, gerçekten adını hak eden bir filmdi. Amerikan ordusunun emir-komuta zincirinden çıkıp, bölge yerlileri ve yanındaki bazı askerlerle kendi uygarlığını oluşturup, kendi savaşını veren Albay Kurtz (Marlon Brando) ve onu bulup yok etmek için yola koyulan Yüzbaşı Willard‘ın hikayesiydi. Albay Kurtz’e ulaşmaya çalışırken yanındaki asker arkadaşlarıyla pek çok macera içinde bulunan Willard’ın yer yer Albay Kurtz hakkında kendi iç çatışmalarına tanık oluyoruz film boyunca. Filmin açılış sahnesinin ise kolaylıkla sinema tarihinin en iyi açılış sahnelerinden biri olduğunu söyleyebilirim.

Bu filme “Kıyamet” denilmesi gerçekten boşuna değil. Filmi çekerken Coppola’nın setinin başına neredeyse gelmeyen kalmamış. Bütün eşyaların parçalanmasına, yanmasına kadar pek çok musibetle karşılaşan efsane yönetmen, artık pes etme noktasına gelmiş, hatta intihara bile kalkışmış. Bu yüzden filmde Coppola’nın da halet-i ruhiyesi ile karışmış melankoliyi yer yer hissedebiliyoruz. Filmin 153 dakikalık orjinal versiyonu ve sonradan çıkarılmış 202 dakikalık ekstra uzun Redux versiyonu mevcut. Yalnız uzun versiyonda Amerikan Fransız ilişkilerinin ve muhabbetlerinin olması gerekenden fazla uzatılması sebebiyle sinema uzmanları tarafından pek de önerilmeyen versiyon. Ama bana sorarsanız, ben izledim gayet de memnun kaldım.

Aşağıdaki plan ise askerlerimizin Albay Kilgore isimli kaçıkla tanıştıktan sonraki savaş planı. Bu denli büyük savaşların herkesin beyninde çatlak açtığının en canlı kanıtı olan Albay, savaşın ve bombalamanın tam ortasında askerlerine sörf yapmayı emrediyor. Filme katıldığı andan, çıkana kadar Willard’dan mükemmel bir şekilde rol çalıyor ve bir nebze de olsa şaşkınlık içinde yüzümüzde tebessüm ettirmeyi başarıyor. Lights,camera,action!


Binbaşı : Burası hala çok tehlikeli efendim.Belki de başka bir yerde sörf yapmalısınız.
Albay Kilgore: Sen sörf hakkında ne bilirsin ki binbaşı? Sen kahrolası New Jersey’densin.Buraya gelin, buraya gelin! Üstünü değiş.
Asker: Şimdi mi efendim?
Albay Kilgore: Burada nasıl sörf yapılır görmek istiyorum, git üstünü değiş gel.
Diğer asker: Orası hala tehlikeli efendim.
Albay Kilgore: Sörf yapmak istiyor musun asker?
Asker: Evet, efendim.
Albay Kilgore: Bu iyi işte evlat.Çünkü ya sörf yapacaksın ya da savaşacaksın.Bu yeterince açık mı? Şimdi gitmeye başlayın. Ben sizi korurum. (Lance’i işaret ederek) Lance için de bir tahta getirin.
Lance: Bot gelene kadar burada bir b.k yapamayız.
Albay Kilgore: Lance, bahse girerim oraya gitmek için sabırsızlanıyorsun.
Lance: Ne?
Albay Kilgore: Bak nasıl iki taraflarından kırılıyorlar. Bir adam sağdan biri soldan, aynı anda. Ne düşünüyorsun?
Lance: Gelgit olana kadar beklemeliyiz.
Albay Kilgore: Buraya gel, bak, bak.
(Lance ve tüm askerler düşen bombadan korunmak için yere atlar, Kilgore ise kıpırdamamıştır bile; ayaktadır ve bağırır)
Albay Kilgore: Gelgit altı saatten önce gelmez! Burada altı saat beklemek mi istiyorsun? (Megafon ile sörf yapanlara seslenir) Tamam arkadaşlar, saklanmayı kesin. Haydi. Gidelim!
Yüzbaşı Willard: Rock & Roll için biraz riskli olduğunu düşünmüyor musun?
Albay Kilgore: Eğer bu sahilin sörf için güvenli olduğunu söylüyorsam o zaman sörf için güvenli bir sahildir! Bu yerde sörf yapmaktan korkmuyorum. (Ayağa kalkıp üzerini çıkartır) Ben bu kahrolası yerde sörf yapacağım. Ver şu telsizi asker. Güvercin 4, burası Duke 6. Şu ağaç hattının bombalanmasını istiyorum.
T
elsizden gelen ses:
Büyük Duke 6 anlaşıldı, bekleyin.
Albay Kilgore: Onları taş devrine yolla evlat!
(Bir asker yanında yaralı bir bebeği olan Vietnamlı kadın ile Kilgore’a doğru gelir)
Albay Kilgore: Tamam, bırak şunla ilgileneyim. İndir şu silahını!
(Kilgore, bebeği kucağına alır ve Jimmy’yi çağırır, bu esnada telsizle ulaştığı uçaktan bombalamayı yapacak uçaklara bağlantı kurulur)
- Şahin 1-2
- Güvercin 1-3. Ormanlık bölgeye napalm istiyorlar, yapabilir misiniz?
- Anlaşıldı 1-3, hallederiz. Hedef nedir?
- Ağaçlar arasından gelen atışı bastırmamız gerekiyor.
- Anlaşıldı. Gidiyoruz.
- Güzel. Elinizde ne varsa atın.
Albay Kilgore: (Bebeği askere uzatır) Bunu benim helikopterimle hastaneye götür. Hayır, hayır, hayır. Onunla gitmelisin. Haydi! Yürüyün! Yürüyün! Çıkın buradan! Benim çocuklara söyle tahtamı getirsinler.
(Telsizden ses duyulur): Büyük Duke 6, burası Güvercin 1-3. Jetler dalışa hazır. Yaklaşık 30 saniyelik zamanınız var. Adamlarını geri çek ve siper alın. Patlama büyük olacak.
Albay Kilgore: Endişelenme. Bu bölgeyi hemen temizleriz evlat sen endişelenme. Ona şu şortlardan verin. Bunlar Hava Kuvvetleri’nden, ben ve benim çocuklardan bir hediye olsun.
(Sörf yapanları göstererek) Seni bununla orada görmek istiyorum.
(Napalm bombaları atılmaya başlar. Kilgore, Willard’a seslenir)
Albay Kilgore: Kokuyu alıyor musun? Kokuyu alıyor musun?
Yüzbaşı Willard: Ne?
Albay Kilgore: Napalm, evlat. Dünyada başka hiçbir şey böyle kokmaz. Sabahları Napalm’ın kokusuna bayılırım. Biliyor musun bir keresinde bir tepeyi 12 saat boyunca bombalamıştık. Her şey sona erdiğinde oraya yürüdüm. Bir tane bile pis kokan ceset bulamadık. Fakat koku, bilirsin. Şu benzin kokusu. Tüm tepede kokuyordu, zafer gibi. Bir gün, bu savaş sona erecek.

Repliktör : Reservoir Dogs

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Mimbazlığa bir gün ara vermişken,en azından benim buralarda yağmurlu başlayan bu güzel Pazar gününde bi klasiğin içine atlamak istedim.Bu aralar -şayet TV izliyorsanız- reklamlarda Madonna‘nın yine yarı cıpcıbır şekilde raks ettiğini görüyorsunuzdur.Artık etler pörsümüş olacak ki,çoğu yeri elbiseyle kapatmışlar.Hey gidi hey,eski Madonna neydi,ekranda bi sevişmediği kalıyordu.Bundan yaklaşık 3 sene önce izlediğim,mükemmel başyapıt Rezervuar Köpekleri‘nden sonra ne zaman Madonna’yı görsem hakkında pek hayırlı şeyler düşünmez oldum.Zira bu mükemmel diyaloglarla bezeli film,başlangıcındaki kahvaltı sohbetiyle en büyük çuvaldızı Madonna’ya batırıyordu.Bir ünlünün bundan daha da rezil kepaze edilebileceğini sanmıyorum.Ama diyaloglar o kadar mantıklı ve komik geliyor ki,Madonna bile Tarantino‘ya edecek laf bulamamıştır eminim.Böyle iflah olmaz bir sinema aşığıyla laf dalaşına girmek,bir ünlünün bulaşması gereken son iş olmalıdır diye düşünüyorum.Şimdilik sadece şu replikleri okumanızı istiyorum.Filmin incelemesi başka bir zaman.Soframızdaki muhabbetin ana teması “Neden Like a Virgin?“.

“Like A Virgin”in konusunu size söyleyeyim:
Şarkı kocaman ç.kü olan bir herifle düzüşen bir kızı anlatıyor.
Bütün şarkı büyük ç.kler hakkında bir mecaz.
Hayır, değil.
Sadece birkaç kere düzülmüş,çok hassas bir kızı anlatıyor.
Sonra günün birinde çok duyarlı biriyle karşılaşıyor..
Has.ktir… Saçmalıklarını git turistlere anlat.
Hikaye duyarlı bir erkekle karşılaşan sevimli bir kızın hikayesi değil.
Bunu “True Blue” konu alıyor.Kimse aksini söyleyemez.
“True Blue” hangisi? – Madonna’nın süper çıkış yapan şarkılarından biri.
Ben bile “True Blue”nun en azından adını biliyorum,hiç pop müziği dinlemediğim halde.
Bak keriz… hiç duymadım demedik heralde..Sadece hangisiydi diye sordum.
Madonna’nın dünyadaki en büyük hayranı olmadığım için özür dilerim.
Madonna’dan nefret ederim.
İlk parçalarını severim,”Lucky Star”, “Borderline”…
Ama “Papa, Don’t Preach” dönemine girdiğinden beri dinleyemez oldum.
Bırakın şimdi bunları.Ne diyeceğimi unutturacaksınız bana.
Bir şey anlatıyordum.Neydi?
Tabi ya,Toby şu Çinli kızdı.
Soyadı neydi? – O elindeki ne?
Eski bir adres defterim. Asırlardır giymediğim bir ceketimin cebinde buldum.
Toby.. Kahrolasıca soyadı neydi? – Neyden bahsediyordum ben?
“True Blue”nun duyarlı bir–
erkek bulan bir kız hakkında…
Fakat “Like A Virgin”in büyük ç.kler hakkında bir mecaz olduğunu söylüyordun.
“Like A Virgin”in konusunu anlatayım size.
Şarkı adeta bir düzüşme makinesi olan bir .mcık hakkında.
Yani sabah, akşam, gece gündüz düzüşüyor…
Bir ç.k daha, bir ç.k daha, bir ç.k daha bir daha, bir daha, bir daha, bir ç.k daha!
Kaç tane ç.k oldu? – Bir hayli.
Bir gün şu John Holmes tiplerinden biriyle karşılaşıyor.
Herif resmen “Kaçış” filmindeki Charles Bronson gibi.
Durmadan tüneller açıyor.
Ve kadın çok uzun zamandır hissetmediği bir şeyi hissediyor: Acı, büyük bir acı.
Chew? Toby Chew? Yo!
Canı yanıyor. Çok acı çekiyor.
Ve bu hayret verici.Düşünsenize, çoktan laçka olmuş bir kuku, daha önce binlerce kez düzüşmüş olmasına rağmen.
Fakat adamımız becerdiğinde, gerçekten acıtıyor.
Tıpkı ilk defada olduğu gibi
Anlıyor musunuz?Acıyı ilk defa hatırlatıyor…
bir düzüşme makinesine bakireliği anımsatıyor.
Bu yüzden parçanın adı “Like A Virgin.”

Dipçik not : Like a Virgin = Bakire gibi
Yazı bittiğinde “Lynyrd Skynyrd – Sweet Home Alabama” çalıyordu.

Repliktör : From Dusk Till Dawn

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Bugün günlerden ne?……..Umut mu?Yok lan ben replik gününden bahsetmeye çalışıyordum.Hani mükemmel filmlerin olmazsa olmazı,onları unutulmaz yapan yegane metinler vardır ya,aha o.

Bugün sizlerle bugüne kadar uzanan Tarantino-Rodriguez kankalığını “iki film birden” projesine kadar götüren önemli bir filmin repliklerini paylaşmak istiyorum.Evet,afişten de gördüğünüz üzere filmin adı : From Dusk Till Dawn.Tarantino’nun hem yazıp hem oynadığı,Rodriguez’inse yönettiği,günümüzde ender bulunan istismar filmlerinden.Bu iki yönetmenin de zaten B filmlerine ne kadar meraklı olduğunu pek çoğumuz bilmekteyiz (bkz. Grindhouse)

Bu filmi izleyen pek çok kişi anlam veremeyebilir,ya da saçma bulabilir.Ama eğer sıkı bir B filmi hayranıysanız bu filmi izlediğinizde muhtemelen çok eğlenmişsinizdir.Neyse filmi zaten başka bir ara inceleyeceğim.Şu an sadece replikleri sunuyorum huzurunuza.

Diyalog 1 :

-Afedersiniz…
-Ne?
-Bizi nereye götürüyorsunuz?
-Meksika’ya.
-Meksika’da ne var?
-Meksikalılar.


Diyalog 2 :

-Kanını tamamen içmeyeceğim.Kölem olacaksın.Çünkü değersiz bir varlık olduğunu düşünüyorum.Sokak köpeklerinin kanıyla besleniyoruz.Benim ayakçım olacaksın.Benim emrimde ayakkabılarımın tabanındaki köpek pisliğini yalayacaksın.Köpeğim olacağına göre yeni adın da Spud olacak.Köleliğe hoşgeldin Spud!
-Hayır sağol,zaten karım var!


Diyalog 3 :

-Seth,iyi misin?
-Harikayım Kate!Dünya benim istiridyem.Tabii biraz önce kardeşim vampire dönüştüğü için göğsüne tahta bir kazık sapladığım gerçeğini saymazsak.Üstelik ben vampirlere inanmam.Bu şanssız olay haricinde her şey mükemmel!


Diyalog 4:

-Şimdi hepimiz karşı karşıya olduğumuz şeyin vampirler olduğu konusunda hemfikir miyiz?Ya sen rahip?
-Vampirlere inanmam ama gördüklerime inanırım.


Diyalog 5:

-Hep Tanrı k.çımı öpebilir diyordum.Ama yarım saat önce hayat şarkımı değiştirdim.Çünkü dışarıdan içeriye girmeye çalışan her neyse doğrudan cehennemden gelmiş olduklarını biliyorum.Ve eğer bir cehennem varsa ve o aşağılıklar oradan gelebiliyorsa o zaman bir cennet de olmalı Jacob.Cennet olmalı.Sen hangisisin?İnancı olmayan bir rahip mi, yoksa Tanrı’ya hizmet eden cimri adi herifin teki mi?

Yazı bittiğinde “Suicidal Tendencies – You Can’t Bring Me Down” çalıyordu.

Klasik Sahne : Seven

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Bir sinefilin sinema hayatında olmazsa olmaz bir kuralı vardır : Filmi izle ve önemli replikleri ezberle.Filmleri güzel yapan,genelde içindeki “dışın dışın” sesleriyle adam öldüren silah sesleri değil,vurucu konuşmalardır.Geçen bi diyaloğa şahit olmuştum film satan bi dükkanda :

Müşteri:Abi bu American Gangster nasıl bişey,iyi mi?
Satıcı:Yok be hocam bi numara yok onda,sadece konuşuyolar,bi atraksiyon matraksiyon yok,aldığına değmez.

Hey gidi hey be bakın siz şu işe.Koskoca efsane yönetmen Ridley Scott‘ın Top 250′ye girmiş,ustaca diyaloglarla bezeli filmini al,2 dakikada madara et.Zaten bunu her zaman demişimdir.Daha da aksini düşündürecek bir tane kişi göremedim : Nedendir anlamam,film satıcıları hep filmlerden anlamayan insanlardan oluşur.Filmi izlemeyi bırakın,çoğu film satıcısı filmlerin adlarını bile bilmez.Bazıları da bildiğini sanıp kartona yazar.Geçen gördüm,adam elindeki filmleri kartona yazmış kapının önüne koymuş.El yazısı o kadar berbat ki,hiçbirşey anlaşılmıyor.Onu da geçtim.Bi adam Rocky Balboa‘yı “Rakı Balboa” diye yazar mı Allahaşkına.Hadi sokaktaki teyze,sokaktaki amca ilgilenmiyordur,yazamaz.Ama sen bi film satıcısısın be kardeşim,işin bu.Bi filmin adını yazamayıp,hakkında en ufak bişey bile bilmiyosan ne işin var orda değil mi ama?Türkiye’deki bazı insanlar böyle.Her işi kolay sanırlar.Her işi yapabileceklerini sanırlar.Bu insanlar türedikçe işte böyle manzaralar oluşuyor.

Evet,replik diyordum.Bi film satıcısı zaten filmden anlamadığı için replikle de uğraşmaz.Ama ben burada gerçek sinefiller için arada sırada filmlerin özel sahnelerinden,güzel,düşündürücü diyaloglar sunacağım size.
Bugün sunacağım diyalog,David Fincher‘ın 1995 tarihli filmi Seven‘dan.Son derece kasvetli bir şehrin ortasında 2 polis memuru.Ve onları şapşallaştıran,kendini ahlak bekçisi sanan bir adam.Adından da anlayacağınız gibi 7 ölümcül günah üzerinden yola çıkan bu filmde seri katil John Doe (Kevin Spacey), dedektif Somerset (Morgan Freeman) ve Mills (Brad Pitt) arasında filmin sonlarına doğru geçen o düşündürücü diyaloğu sizinle paylaşmak istiyorum.

Mills : Kafamda canlandırmaya çalışıyorum da,belki yardımcı olabilirsin.Bir insan deliyse,senin olduğun gibi,deli olduğunu biliyorsun değil mi?Bir şey okurken,pisliğine otuzbir çekerken durup kendine bakarak, “Hey,ne kadar çılgınım,gerçekten öyleyim” diyor musun?
Doe : Bana deli demeniz sizi rahatlatıyor.
Mills : Çok rahatlatıyor.
Doe : Anlamanızı beklemiyorum.Ama bu benim tercihim değil.Ben seçildim.
Somerset : Her neyse.İnancından şüphe etmiyorum.Ama bir çelişkiyi göz ardı ediyorsun.
Doe : Neden bahsediyorsun?
Somerset : Sorduğuna sevindim.Eğer yüksek bir güç tarafından seçildin ve yapmaya zorlandıysan,niye bu kadar zevk aldığını merak ediyorum.Onlara işkence yaparken zevk aldın.Bu kendini Tanrı’ya adamaya uymuyor değil mi?
Mills : John?
Doe : Dedektif Mills’in benimle penceresiz bir odada baş başa kaldığında alacağından daha fazla zevk duymadım.Doğru değil mi?Ceza görmeden beni dövmen ne kadar hoşuna giderdi değil mi?
Mills : Beni incitiyorsun.Asla yapmazdım.
Doe : Sadece sonuçlarına katlanamadığın için yapmazdın.Gözlerinden okunuyor.İşini yapan birinin zevk almasında kötü birşey yok.Her suçu,suçluya yöneltmedeki kişisel zevkimi inkar edemem.
Mills : Bir dakika dur.Bütün yaptığının masum insanları öldürmek olduğunu sanıyordum.
Doe : Masum mu?Dalga mı geçiyorsun?Şişmanlıktan ayakta bile duramayan iğrenç bir insan.Arkadaşlarına gösterip eğlenebileceğin türden birisi.Yemekte karşılaşırsan yemeğini bitiremeyeceğin birisi.Avukata bakalım.Bana bunun için bir teşekkür borçlusunuz.Bütün hayatını aldığı her nefeste yalan söyleyip katiller ve tecavüzcüleri dışarıda tutmak için para kazanmaya adamış birisi.
Mills : Katilller?
Doe : Bir kadın.
Mills : Katiller,senin gibi mi?
Doe (Sesini daha da yükselterek) : Bir kadın!Dış güzelliği olmaksızın yaşamaya devam edemeyecek kadar içi çirkin bir kadın mı?Bir uyuşturucu satıcısı.Gerçekte bir oğlancı.Hastalık saçan .rospuyu da unutmayın.Sadece boktan bir dünyada onlara masum deyip yoluna devam edersin.Ama mesele bu.Her sokak köşesinde,her evde ölümcül bir günah var.Ve biz görmezlikten geliyoruz.Görmezden geliyoruz,çünkü kanıksadık.Havadan sudan şeyler gibi.Sabah,öğle ve akşam görmezden geliyoruz.Artık öyle olmayacak.Emsal olacağım.Yaptığım şey sonsuza kadar unutulmayacak…Bilinecek…Hatırlanacak.
Mills (Alaycı bir şekilde) : Evet.Büyüklük hayalleri.
Doe : Bana teşekkür etmelisin.
Mills : Neden John?
Doe : Çünkü bundan sonra meşhur olacaksın.Unutma dedektif,burada olmamın tek nedeni ben istediğim için.
Mills : Hayır.Eninde sonunda yakalanacaktın.
Doe : Gerçekten mi?Bunu nasıl yapıyordunuz?Vaktinizi nasıl geçiriyordunuz?Yoksa benimle oynuyor muydunuz?Tuzağınızı kurana kadar 5 “masum” insanın ölmesini bekleyerek mi?Bana karşı kullanabileceğiniz tek geçerli kanıt yanınıza gelip teslim olmamdı.
Mills : John.Sakin ol.Evini bulduğumuzu hatırlıyorum.
Doe : Bu doğru.Ben de suratını dağıttığımı hatırlıyorum.(Öne doğru yaklaşarak) Yaşıyorsun,çünkü seni öldürmedim.
Mills : Tamam.Yerine otur.
Doe : Hayatını bağışladım.
Mills : Yerine otur.
Doe
: Bundan sonraki hayatında,veya bağışladığım hayatında mı demeliyim,aynaya her baktığında bunu hatırlayacaksın.
Mills : Yerine otur lanet pislik!Lanet çeneni kapa!Sen mesih falan değilsin.Sen sadece haftanın filmisin.En çok,boktan bir tişörtsün.
Doe : Bu insanlara acımamı bekleme.Onlar için Sodom ve Gomora’da ölen binlerce kişiden daha fazla üzülmedim.
Somerset : Bir şekilde Tanrı’nın işini yaptığını mı söylüyorsun John?
Doe : Tanrı Esrarengiz şekillerde çalışır.

Yazı bittiğinde “Pink Floyd – Dogs” çalıyordu.