‘ Motor Sporlari ’ Mevzubahis Arşivi

Bridgestone F1 Experience ile Paddock Club Deneyimi

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Bridgestone Experience - İstanbul Park - Paddock ClubHisterik, bi anda partiküllerine ayrılıp da bulunduğu yerden vücudumuzdaki 7-8 çıkış deliğine (Output? – Oha) fırlayıp tahliye olmaya çalışan kontrolsüz heyecan tornadosunun içindeyken duyguları anlatarak belli etmek zaten mümkün olmuyor da önceden becerebildiğin yöntemle, kendi kendine, barnaklarınla klavye tuşuna basarak heyecanı yalıtılmış kelimeler bile doğuramıyorsun. Heyecanlı bazı deneyimler, kazançlar, sevinçler düşünün. Mesela, aldığınız boyozun çıtırlığının, yağının tam kararında olduğu anlar gibi nadir anlar. Boyozda mükemmeliyeti yakalamak gerçekten zordur. Duştan önce yerde hiç kıl yokken, duştan çıktığınızda bi anda bütün banyo kıl yumağına döner mesela. Su deryasının içinde yuvarlanan bu kıl birikintilerinin bi kereliğine yerde oluşmadığını görüp banyodan çıkmak gibi. Tabii yere hiç kıl dökmüyor olmanızın açıklaması ya önceden geçirdiğiniz kemoterapi yüzünden vücudunuzda kıl kalmaması, ya da kadın olmanızdan dolayı bütün vücudunuzu ağda bandıyla yek parça yapmanız olabilir. Benim dediğimin sadece umulmadık derecede kıllı versiyondayken yaşanan bi mucize gibi düşünülmesi lazım.

İşte böyle anlarda zihninizden binlerce düşünce akar geçer. Blog tutanların bu konuda bi takıntısı vardır. Havada uçuşan binlerce kelimeyi, fikri, bi ağla kelebek yakalar gibi tıkıştırıp, kavanozda tutmayı düşünürlerOluşacak her kelime kombinasyonu için farklı ruh haline bürünmek gerekiyor çünkü. Bi yandan da sevinçli anınızda o anın ferahlığını yaşamak için beklersiniz. Sonrasında adrenalin ve serotonin azalmasıyla harekete geçmek normal mantık çerçevesinde daha verimli olacaktır ama heyecanınız 22 cc hormon değişimiyle birlikte geri çekilmeye başladığında bu sefer aklınıza gelenler de med cezir sonrası gibi geri geri akar. İstersen fikirleri depola ama o ruh haline ulaşamazsın. Kaçtı mı kaçar o, geri gelmez, yani aynı formda geri gelmez.

Formula 1 müessesesinden blogumda pek bahsetmesem de Twitter‘da yarış sonraları belli anlarda dellendiğimi görüp, üzerime deli elbisesi takıp ehilleştirmeye çalışanların çıktığı anlar olmuştur. Bunlardan birisi Massa’nın elinden alınan şampiyonluktu. Tamam, Massa’yı tutmuyor olabilirim, ama nedir, adam son derece efendi, Briatore gibi sağa sola laf sallayıp insanların sinirini bozmayan, işin magazininden uzak bi adam. Bu yüzden benim gibi milyonlarca, ya da yüzbinlerce kişinin takdirini alıyor ki milyon olması bu yüzden daha olası. Hamilton gibi bi denyonun, Massa’nın elinden son virajda şampiyonluğu alması bana çok koydu. İyisiyle kötüsüyle Federasyona, samimiyetsiz yarışçılara laf edip, belli bi kaliteye sahip olanları alkışlayarak yılları geçiriyoruz ekran başında.

Yıllar boyu bu deneyimleri içeriden yaşamanın planlarını yaptıysam da illa bişeyler çıktı. Bişeyleri ertelemek için bahane bulmak zor değil. Ben de öyle bi anlatıyorum ki sanki Formula 1′de yarışacakmışım gibi geldi yalnız. Tabi sadece İstanbul Park’ta bir seyirci olarak izleyeceğim. Ama www.carluvr.com‘da üstad Yalçın Pembecioğlu‘nun Bridgestone aracılığıyla düzenlediği yarışma sayesinde bir seyircinin yaşayabileceği en üst seviyeden bir F1 deneyimi olacak bu. Yarışamıyorsan, içine girebildiğin en iyi şekilde gir ama değil mi? Bi insanın hayatında en önemli yer tutan amaçlarından biri Formula 1 izlemek olmaz tabi ki. Cüzi fiyata satılan binlerce bilet bulmak mümkün. Ama insan gitmek istediğinde ortamı yeni doğmuş bi bebek gibi ıncığına cıncığına kadar kurcuklamak istiyor. İşte bu hayalin gerçek olma aşaması da yarışmada kazandığım Paddock Club biletiyle başlıyor. Paddock Club, bir seyirciye Formula 1′i en iyi şekilde izlettiren/yaşatan özellikleriyle, böyle bi deneyim olduğu öğrenildiği anda hayatta yaşanılması gereken bi hedef haline geliyor. Tabi bir F1 fanatiği olarak bu benim ideallerimden biriydi sadece. Yoksa biliyorum ki hiç alakası olmayanlar için “Bir futbol topunun peşinde koşan 22 aptal” geyiği gibi, Formula 1 de “Bir yolun etrafında deli gibi dönüp duran arabalar silsilesi” örneğinden öteye gitmez. Bu sene yapılan ve seneye yapılacak ufak değişikliklerle birlikte yarış taktiksel yönünde biraz uzaklaşsa da her yarışta adeta bir takım stratejisti gibi yakıt, lastik, ağırlık, aerodinami hesabı yaptığımızı bir biz biliriz, bir de Serhan Acar bilir sanırım. (Okay Karacan diyecek değilim herhalde, onun F1′den haberi yok.) Yarışmayı Bridgestone ve Yalçın Pembecioğlu sayesinde kazandım. Fakat samimi bi yorumumu da buraya tarafsızlık açısından eklemek isterim. Formula 1′de hem Bridgestone, hem de Michelin’in lastik tedarikçisi olduğu zamanlar yarışlar daha bi rekabete dayalıydı. Bi yandan pilotlar, arabalar arasındaki puanları ölçerken, onların da hangi yarışta hangi lastik setlerine önem verdiğini, nasıl randıman verdiğini incelerdik. Moto GP’de bu hala önemli bi unsur.

Formula 1′in teknik detayından çıkıp, Paddock Area’nın detaylarına inmek lazım bi yandan da. Sonuçta bu “Ben kazandım oluuum, siz bilgisayar başında oturun, ben tribünde olacam naaaber” türünde bi yazıdan önce benim için bana bu ödülü (Hediye diyemem, zira gerçekten bi insanın ölmeden yapması gereken şeylerden biri, tabi benim listeme göre. Yoksa size komik gelebilir böyle bişeyin üstünde çok durmam.) verenlere minnet yazımdır. Bu yazıda müteşekkir olduğum kişilerin böyle bişeye tabi ki ihtiyaçları yok, ama bi yandan hala devam eden bu yarışmanın içine aranızdan hevesli birkaç F1 fanını katabilir, en azından minnet duygumu bu şekilde bir nebze göstermiş olurum. Paddock Area, yalnızca yarış ekiplerinin, basının, görevlilerin ve parayı bastırıp bu ayrıcalığı kazanan şanslı kalantor, g.tlü göbekli seyircilerin girebileceği bir alan. Takımların pit stop alanları, garajları, tırları bu alanın içinde bulunur. Soframıza sunulan ekmeğin arka planı, hamur yoğrulma kısmı diyebiliriz bi yandan. Sağda solda yarışçılar, takım direktörleri dolaşır bi yandan. Siz de benim gibi Briatore’nin mahalle karıları gibi cak cak sağa sola dedikodu/laf yetiştirmesine kızıyorsanız, ya da onunla iki lafın belini kırmak istiyorsanız burada dikilip gözlerinizin yaşlı bi adam ve yanında güzel bi hatun araması gerekiyor. Yarış tulumu içinde çenesi düşük, kimi görse konuşup havadan sudan bahseden Mark Webber var mesela görme ihtimalimizin yüksek olduğu elemanlar arasında. İlla Räikkönen‘le iş pişirecem diyorsanız, ben de kupa aldığında bile sevinmeyip, ilgi göstermeyen bi adamı nası yanınıza çekeceksiniz diye sorarım. Bunun haricinde yeşil kartla girilen bölgemizde güzel bir açık büfedeki mutlu öğünümüzden sonra yarışı izleyecek lokasyon alternatiflerimiz var. Koskoca haşmetli Paddock Area haliyle, bahçası var bağı var, terası balkonu var. Oraya kadar gelip de yarışı içeriden izleyecek kadar manyaksanız televizyon da var içeride. Açık büfe dedik ya, tıkınmaktan dışarı çıkmayan olur bi bakarsın. Şarabı şişesiyle alıp gazeteye sarıp içenler olsa fena komik olurdu. At yarışı tribünlerindeki gibi kafayı bi yandan çekip, bi yandan yarışanlara sövenler gibi. Ne mutlu ki F1 izleyen insan kitlesi, çimende yarışı takip eden, üzerindeki atlette “Go Alonso!” yazan göbekli abimizden tutun, Paddock Area’da ensesi sıvazlananına kadar kültürlü insanlar. Hani adamların cebine çakmak koy, eline Molotov kokteyli ver, piste atmayı bile düşünmezler.

Bu ve bunun gibi araştırıp da heyecanımı azaltmasını istemediğim pek çok sürprizi yaşayacağımı öğrendiğim an kendimi ufaktan kaybettim. Coşkuyla dolup taşma devinimleri içeren bu an, benim için gerçekten pek çok insanın el üstünde tuttuğu tonlarca duygunun üstündeydi. Elime belki de bir daha asla geçmeyecek bu deneyim bana bi an okulumdaki finalleri hatırlattı, sonra daha hızlı bi şekilde finalleri unutturdu. İki haftalık finalin tam ortasında olacak yarış için programımı ayarladım. Bi anda inanılmaz bi ders çalışma isteği geldi hele ki, herhalde o gazla bütün dersleri şimdiden halledip, yarışa rahat kafayla giderim.

Bu ayrıcalığı, bu yukarıda anlattığım duyguları yaşama şansı Bridgestone Experience yarışması ile sadece 10 kişiye sunuluyor. Ben kazanan 4. kişiydim. Yani geriye 5-6 kişilik kontenjan var. Çıkmaz diyip suya sabuna bulaşmamaktansa şansın limitlerini Formula 1′in hız limitlerini zorladığı gibi kanırttırmak lazım. Yalçın Bey soruları http://www.carluvr.com/index.php/category/bridgestone-f1-e-xperience/ adresi altında soruyor ve kazanmak için -genelde- ilk yanıtlayan kişi olmanız önemli değil. Kendisinin hayatında önemli bi yeri olan rakam vardır örneğin, “Doğru yanıtlayan 6. kişi” diyip soruverir. Bu durumda biraz ballı olmak gerekiyor. İlk yanıtlayan kişi olma yükümlülüğü düşük olsa da http://twitter.com/bridgestone_f1 adresinden anlık olarak takip edip, soruları gördüğünüz en kısa süre içinde şakkadanak yanıtlamak lazım. Ben öyle yaptım oldu, nedir yani ben sayborg değilim bişey değilim, siz de değilsiniz. Demek ki, hayatımızda gördüğümüz bazı şansları, benim kaşımın üstünde gözüm var deyip itelememek gerekiyor. Ama öyle adamlar var, F1 hakkında “Araba yarışı”ndan öteye gidememiş bilgi kapasitesiyle sorf gidip ortam göreyim mantığıyla bu bileti kazanmak ister, belki de şansına kazanır, sevgili böyle adamlar, lütfen kendi ilgi alanınızı kapsayan konulardaki yarışmalara girin de burada şu Paddock Club bileti için ruhunu şeytana satacak derecede Formula 1 hastası insanların hakkını engellemeyin. Derim ben. Yarışın.

Kısaca Paddock Club deneyimi size şunları sunuyor (Ben Bridgestone’un yalancısıyım, siteden kopyalıyorum bu kısmı):

* Sweatshirt, şapka, boyun ipi, VIP pass ve günün programını içeren bir ‘hospitality package’
* Belli bir noktadan İstanbul Park’a transfer
* Bridgestone Suiti’nde karşılanma ve güzel bir kahvaltı
* Pit lane walk
* Garaj ziyaretleri
* Paddock Alanı turu ve tüm takımların ‘motorhome’larını ziyaret ederek, pilotları görme ve fotoğraf çektirme imkanı
* Bridgestone Motorhome ziyareti
* Bridgestone Suiti’nde, premium bir öğle yemeği
* Diğer sponsor firmaların ve takımların suitlerini ziyaret
* Tüm gün açık büfe ve bar
* Sıralama turlarını klimalı ortamda, plazma TV’den veya suitin önündeki tribünlerden izleme
* Vending zone ve Bridgestone Standı’nı ziyaret ve alışveriş imkanı
* İstanbul Park’tan belirli bir noktaya transfer

Yazı bittiğinde “Glenn Hughes – Soul Mover” çalıyordu.

Superleague Formula ve Galatasaray

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Şaka maka, daha iki gün evvel Formula‘nın yeni sezona giriyoruz diye seviniyordum. “Hamilton mı, Raikkonen mi, Alonso mu?” diyordu dergi kapağı. İlk 8 yarış aynı bu arabaların start-finish düzlüğünden geçişleri gibi hızlı geçti ve sonuç itibariyle de hiçbiri 1. değil şu an. Raikkonen diğerlerine göre en şanslısı ama Alonso gibi usta bi pilot için gerçekten zor bi sene. 2 sene üst üste şampiyon otomobili çıkaran Renault, bu traktör gibi tıngır mıngır ağır çekimde giden dandik R-28‘i nasıl yapmış anlayabilmiş değilim. Yani benim bildiğim eski arabanın üstüne bişeyler eklenir. Bu adamlar her sene en baştan yapıyor. Tabi benim gibi bi y.rak kafalıya burdan konuşması kolay. Ne hesaplar dönüyor anlamadan konuşuyorum. Ama Formula liginin en istikrarlı takımı Alonso’suz bi sene geçirince bu kadar mı çöker kardeşim? Alonso dediğin adam şimdi geldi diye senle bi ömür kalmayacak ki. Hadi şimdi arabayı gelecek seneye takımla hazırladığı için mecburen durur. Lakin ondan sonrasının garantisi yok işte. Kan kırmızı Ferrari‘nin cazibesine kim dayanabilir? Briatore‘dir, yaşı kemale ermiş, kendini Formula’ya verir diyorsun, 70 yaşındaki adam daş gibin karıların peşinden koşuyor, kalp krizi geçiriyor ondan sonra. Be mübarek, ben bile görsem kalbim dayanmaz, senin kalbin nası dayansın Heidi Klum ve akabinde gelenlere?

Motor sporlarına girmişken, en az Formula kadar eğlenceli diğer kol Moto GP‘ye de şöyle bi yaklaşık sezon ortası bakışı yapmam lazım. A-Style isimli konumda, “Rossi sanırım şampiyonluğa doydu ve bundan sonra Moto GP’de pek bi halt yiyemeyecek korkarım ki” demişim. G.t oldum ve g.t olduğuma hiç bu kadar sevindiğimi hatırlamıyorum. Adamın içinde hiç sönmeyecek bi meşale varmış meğerse. Sezonun ilk yarışından sonra bwin’de 1′e 12 alan Rossi, şu an en düşük oranları alan kişi. Neredeyse kendini hiç kasmadan podyuma çıkıyor ve bu kadar başarıya rağmen hala kırılacak bi yığın rekor olduğunu gösteriyor bizlere. Göstermekle kalmıyor, podyumda ödül veren hatunların üstüne şampanya patlatıyor ve pist dışında da rekorlarını geliştiriyor (bkz. en çok hatunun üstüne şampanya patlatan adam)

Motor sporları manyakları, bazılarının “dolap beygiri gibi deli deli dönen araçlar” şeklinde tabir ettiği bu araçları, 500 tur atsalar dahi izlemekten sıkılmaz. Çünkü işin teknik kısmını bilirler. Bu yüzden de yeni bir organizasyona imza atılıyor: Superleague Formula. Valla düşünenin ve bulanın hatunsa ağzını öpecem. Ne de güzel düşünmüş. Dünyanın en kaliteli takımlarından bir kısmının (AC Milan, Anderlecht, Borussia Dortmund, Corinthians, FC Basel, Flamengo, PSV Eindhoven, Rangers, Sevilla, Porto, Olympiacos) kendi araba dizaynlarıyla yarışacağı bu son derece heyecanlı organizasyonda, tahmin edeceğiniz üzere Türkiye’nin efsanesi, ilklerin kulübü Galatasaray da yarışıyor. Bu haber beni tam anlamıyla iki kat manyağa çevirdi, sevinçten. Dünyanın en büyük kulüplerinin pistlerdeki taktik savaşlarına tanık olmak nabzımı bundan bi yıl önce iki katına çıkarmıştı ve şimdi Ağustos’a neredeyse 1 ay kaldı ve neler olacak, çok meraklıyım.

Bütün kulüplerin arabasına tarafsız gözle bakmaya çalıştım, tabi sadece dizaynlarına. Motor kapağını açıp bakacak halim yok. Zaten açsam da bi b.k anlayacağımı sanmıyorum. Ama tasarım olarak, en çok bizim arabanınkisi hoşuma gitti. Normalde elin tavuğu ele kaz gözükür bilirsiniz. Ama bu araba, kullandığı renkleri ve çizgileriyle tam anlamıyla pistlerde görmek isteyeceğim türden. Bir de Flickr’da albüm oluşturmuşlar, oraya bakıyordum da, Jason Tahinci‘yi gördüm. Hani şu babası Mümtaz sayesinde GP2‘de kendine yer bulan, ama motor sporları adına zerre yeteneği olmayan adam. Petrol Ofisi takımında elin Pantano‘suna bel bağlamıştık bu denyonun yüzünden. Zaten Pantano da PO takımının başına gelebilecek en kaliteli pilottu. Öyle bi pilotu nasıl yakaladılar takıma diye hayret etmiştim bayağı bayağı. Gerçi elimizde fazla durmadı, çakallar hemen kaptı. Jason apayrı bi olay zaten. Yarışı kazasız bitirdiğinde ülkede haber oluyordu. Nesi gurur vericiyse. Ne kazandıysa Pantano’yla kazandı bu takım.

Petrol Ofisi takımının içine s.çan Jason Tahinci, evet sevgili okurlar Galatasaray’ın Formula arabasının içinde duruyordu. Her zamanki o sinir bozucu sırıtışıyla hem de. “Ulan belki de öylesine oturtmuşlardır” dedim. Lakin her baktığım 3 fotonun birinden, okul gezisinde her fotonun içine giren fırlama çocuklar gibi bu lavuk fırlıyordu. Böyle büyük bi organizasyona, böyle bi beceriksizi getirmek hangi sivri zekalının işi bilmiyorum ama Mümtaz yaptı yine yapacağını. Sivri zekalılar bitmiyo ki. Ayrı bi sivri zekalı da Jason’la arabanın seviştiği resimlerden birinin altına “Local Turkish Hero” yazmış. “Yerel Türk Kahramanı” da ne demek lan? Belli bi sokağın kahramanı herhalde. Cevval hocamın bahsettiği, daha hiç teknoloji görmemiş bi kabile var ya, onun Türkiye şubesi varsa anca orda yerel bi Türk kahramanı olabilir bu tırışkalıkla.

Neyse artık, ipler çekildi bi kere. Galatasaray’ın böyle bi organizasyonda iyi sonuçlar yakalamasını en az şu sıcakta hepinizin denize girip, deve güreşi yapmak istediğiniz kadar istiyorum. Ama dediğim gibi bu Tahin Pekmez’le biraz zor olacak gibi gözüküyor. Neyse ki, motor sporları pek öngörüyü s.klemeyen türden bi spor. Ne derseniz tersi çıkıyor. Adam resmi Formula dergisinde 100 sayfa analiz yapıyor “Şunun rüzgar tüneli testleri, bunun kış antrenmanı, öbürünün arka kanat parçacığı” diye. Ama bi bakıyorsun liderliği beklemediğin bi adam üstleniyor. Bu yüzden tüm kalbimle Ağustos’taki yarış sezonunu ve Galatasaray’ın podyumunu heyecanla bekliyorum.

e="font-weight:bold;">Ek-1 : Herşeyi g.te yumurta dayandığında hallettiğimiz gibi yayın haklarında da aynı çözüm yöntemini uyguladık. Yarışa 3 gün kaldı ve yayın hakkının Show TV’ye ait olduğu yeni belli oldu.

Yazı bittiğinde “The Cowsills – The Rain, The Park & Other Things” çalıyordu.