Arşiv: Aralık, 2008

Emir Hot – Sevdah Metal (2008)

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

emir_hot_sevdah_metalÜzerime giydiğim kahverengi pötürcüklerden oluşan ceketimi sanki arkasında bir frak ya da smokin kuyruğu varmışçasına, ellerimle, piyanoya oturmadan önce frak ya da smokin kuyruğunun üstüne oturmak istemeyen kilolu bir piyano virtüözü gibi havaya fırlatıp da oturdum klozete. Eşşek kadar adam oldum, arkasında kuyruğu olanın smokin değil frak olduğunu daha yeni öğrendim. Mühimiyeti olmayan bir mühimmat dahi olsa, gereksiz bilgilerin ışığında ruhu yıkanan bi insan olarak bilmeliydim. Bu durumda penguenlere, “Smokin giyiyor” diyen halkımızı da doğrusunun frak olduğunu sanarak esefle kınıyorum. Hatta çok yakında tüm seçkin kitabevlerinde “Penguenler Frak Giyer” isimli 32 kısım tekmili birden dahil eserime yüzünüzü sürebilirsiniz.

Madem ki piyano virtüözü gibi başladık, müzik konusuna bi yerden tutup müdahil olmak gerek. Öbür türlü konu ortadan öyle bi yarılıyor ki, Grand Canyon yanında Danette kutucuğu gibi kalıyor.

Balkan müziği, haftasonumun başrol oynayan yegane müzik türüdür. Bi nevi esas kızımdır haftasonlarımda. Kadın okurlar için esas erkek ve şayet gay okurlarımız varsa da esas gay müzik türleri olabilir onların. Haftaiçinin insan beynini paralize eden, sekteye uğratan o hızının üstüne, Cumartesi-Pazar günleri terapi gibi gelir. Tabi kimi eşşek sıpaları daha hızlı yaşamayı sever. Ama benim ruhumda dingin ve sessiz bir dinlence daha ağır basar. Torrent aracılığıyla ya da last.fm‘e balkan müzik etiketini girerek Allah ne verdiyse abanırım.

Sadece müzik de değil, benzer toplumlar olduğumuzdan ötürü olsa gerek, insanlarını, icra ettikleri her türlü sanatı severim. Belli karakteristikleri var. Mesela şarkılarını dinlediğinizde, çoğu zaman bir kır düğününün içinde deliler gibi dans ediyor hissine kapılırsınız. O kıpraşmayı, titreşmeyi oturduğunuz sandalyeden, tabandan kafanıza kadar yayar. Güzel bi düğünün içinde damat olmak gibi değil ama, öyle olsa ferahlıktan çok histeri hissi yaratırdı. Sap masasında oturup elin baltalarıyla geyik yapmak gibi de değil. Herkesin yek vücut olduğu bi düğün ortamı, anlayın işte. Filmlerinde de aynı hissiyata ulaşırsınız. Yine aynı, yeşil pastel ağırlıklı bir sinemasal anlayış olur. Yaratılan bu hissiyatı da neredeyse her şarkılarının içinde keman geçmesine bağlıyorum. Öyle bi hissi var yani. Romanları düşünün. Para pul olmasa da ellerine kemanı aldıklarında coşarlar. Bizim roman kültürümüzün biraz daha üst tabakası diyebiliriz.

Bi de şayet Balkanlarda müzik veyahut sinema konusunda başarılı işler varsa, bilin ki bunun arkasında ismi Emir olan biri vardır. Ağız birliği yapılmış gibi lan. Düşünüyorum da acaba başarılı olanlar assolist gibi Emir olarak sahne ismi mi kullanıyor, yoksa Balkanların isim sözlüklerinde Emir’den başka bi isim mi yok? Bence büyük ihtimalle ismi Emir olanlar daha girişken oluyor, ya da 2-3 tane Emir var, sürekli onlar yeni sanat ürünleri üretiyorlar. Emir Kusturica’ya bu konuda gerçekten hayranım. Çok maharetli adam vesselam. Çektiği filmlerin muntazamlığı yetmiyormuş gibi, bi de üstüne Emir Kusturica & No Smoking Orchestra isimli grubu vardır, ki Unza Unza Time albümü bu konuda şüphesiz en iyilerindendir. Hatırlarsınız, yakın zamanda yukarıdaki bütün formülleri tek bir sahnede uyguladığı bir reklamı yayınlanmıştı Türkiye’de. Unutmak mümkün değil, gördüğümde hayran olmuştum.

Tanrının sevdiği emir kullarından biri de Balkan metalinin babalarından Emir Hot‘tır. İsimde bi gariplik, bi Avrupailik var gibi değil mi sevgili okurlar? Aha şu anda dediğime geldiniz işte. Hani Emir ismi, müzikteki başarısından sonra eklenmiş bi rütbe gibi. Doğduğu andan beri bütün amacı Emir olmakmış ve buna da ulaşmış gibi bi hali var. Aynı zamanda son derece de devrimci bir müzik yapısı var. Bu yerel müziğin çıkabildiği en yüksek mertebe rock iken, Emir babamız alıp bunu metal kalıplarının içine çok başarılı bir şekilde entegre etmiş ve türün adını da “sevdah metal” olarak taçlandırmış. Ben ki, “gay bar saadeti” isimli müzik türleri bile görüp şaşırmamışken sevdah metal benim adeta g.tümün tavana vurmasını sağladı. Lunaparklarda şu çekiçle vurulduğunda tavana fırlayan daşımsı bişey var ya, aha o şekilde g.tüm tavandaki çana vurdu. Sevdah isminin altında derin bir yaşama biçimi yatıyor esasında. “Acılı yaşanımla barış içinde yaşadığın zaman, kendini bırakarak tam da bu anın tadını yaşamana izin veren hoş bir iç acısı.” olarak açıklıyorlar. Yürekleri acıyla dolup taşsa da, hayata güzel gözle bakarak anı yaşadıklarında hayatın rayına gireceklerini düşünüyorlar. Neredeyse birebir benim düşüncemle örtüşen bir anlayış. İnsanın yaşama amacını tamamlayan bir hayat görüşü adeta.

Emir Hot’ın ilk solo albümü de tahmin edileceği üzere bu görüşün üzerinde yoğunlaşıyor. Sorunlar olsa da, hayatın sorunları üzerine mızmızlanmayı bırakıp gökyüzüne bakmayı tercih ediyor. Şarkılar genel olarak ufak keder havasında girse de, genelde çıktığı son nokta eğlence oluyor. Kır düğünü ukdesi hiç bitmiyor. Ki, albümün 5. şarkısı olan Sevdah Metal Rhapsody bu konuda zirve noktası oluyor. Bir şarkı düşünün ki, dinlediğiniz sırada hem kafa sallama, hem de deliler gibi göbek atma hissiyatı uyandırıyor. Ya da o kadar umarsızlaşıyorsunuz ki, ikisini aynı anda yapmaya başlıyorsunuz. Heavy metal, rock ‘n roll, sevdah felsefesi, hayat ışığı hepsi bir anda 12 dakikalık bir şarkının içinde birikiyor. İlk dinleyişim doğum günüme denk gelir, adeta büyülenmiştim. İnsan bazı vakitler daha ilginç şeyler dinleyemeyeceği umutsuzluğuna kapılıyor çünkü. Mesela internette albüm indirme sitelerine girip baktığımda, albüm kapaklarında 4 tane dizilip öylesine poz vermiş denyo görüyorum. İstisnaları dahi olsa rock piyasasının 80%’ini oluşturan bu yaratıcı olmayan kapaklı albümlerin içeriğinden de bişey beklemediğimden indirmiyorum. İşte bu hair metal denyolarının umutsuzluğa soktuğu anda böyle güzide şarkıların önüme çıkması bana müziği daha çok eşeleme hissi veriyor.

Bi yandan kelle olduğumdan mıdır bilmem, ilk dinlediğimden şarkı 2 dakikada bitmiş gibi gelmişti bana. Şarkı hiç tekrar etmiyor ve içinde defalarca kompozisyon değiştiriyor. Bu da olayı rutinlikten alıp, sizi elinizdeki birayla zirve noktasına taşımaya yetiyor. O günden sonra da defalarca dinledim. Her şarkının aroması kulağımda bitti de, Sevdah Metal Rhapsody’nin bitmedi. Kır düğünündeyken, yanımda orman girişi görüp de farklı maceralara atlayıp, farklı mekanlar keşfediyormuşum gibi hissettim. Akabinde gelen şarkılarla apayrı güzel yollara daldım.

Bu albümün bana güzel gelmesinin sebebi, birbirimize haddinden fazla benzeyen kültür ve insan yapımız, farklılık arayışım olabilir. Yani demem şudur ki, bir Alman’a dinlettiğimizde aynı şeyleri ifade etmeyebilir. Ya da bu albümdeki hissiyatı anlayamayacak kadar sığ ve sığır olabilir. Sonuçta sığırlık sığlıktan gelen bi olgudur. Tabi bu sadece bir varsayım. Çok da merak etmem böyle şeyleri. Yani otobüse oturup da yanıma bir teyze ya da amca oturduğunda mp3 çalarımın sesini en sona getirip “Dinlediğimi bi farketse, biraz tınısını anlasa o da çok sevecek, eminim” diyerek gümbür gümbür gümbürdetmem. Herkesin ayrı bi müzik anlayışı, dinlediklerinden aldığı apayrı mesajlar var. O şarkı onda beni gırtlaklama isteği uyandırabilir pekala.

Albümün kapağında içinde odaklanacağımız 3 nokta var. Çocuk, azrail ve giriş kapısı. Çocuk, saf ruhuyla ilerisini merak ediyor, şeytana belki de ruhunu satarcasına, ölesiye. Azrail bu sefer öldürmekten ziyade, yardım amaçlı orada durur gibi. Bu da balkan insanının şen şakraklığından ve ölümü düşünmeyen, inanmayan insanlar olmasıyla alakalı. Yolun devamı gözüküyor yani. Ama ilerideki dünya da sepya tonlar içeriyor. Biraz eski bi numara olsa bile, kapının devamının ya da öncesinin gerçek/pastel renk tonunda olması apayrı bi hava katabilirdi. E, kapının ağzında bekleme yapmayın, buyrun sizi cesur yeni dünyaya doğru alayım.

MUHTEVİYAT: 1. Forspil (Intro), 2. Devils in Disguise, 3. World Set on Fire, 4. Skies and Oceans, 5. Sevdah Metal Rhapsody, 6. Stand and Fight, 7. Endless Pain, 8. Hora Martisorului (Instrumental), 9. Land of Dark, 10. You

Download – Emir Hot – Sevdah Metal Rhapsody

Yazı bittiğinde “The Velvet Underground – Who Loves the Sun” çalıyordu.

Hell Yeah, I’m Back !

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Hell Yeah I'm Back!İlham İrem, “Ayrılıkların da sonu var“, Bob Dylan “Ölüm Dünyanın sonu değil“, Barış Manço ise “Koy g.tüne rahvan gitsin” demiş. Kendimi hayatın kötücül güçlerine alıştırıp, kötüyü kötü, iyiyi olduğu gibi iyi kabul etme vurdum duymazlığımın zirve noktasıdır şarkıları referans noktası almak. İyi zamanlarda “She is a bitch alright, she is f*ckin bitch alright” isimli muntazam disko şarkısını kucak dansı eşliğinde söylemesi iyi oluyor olmasına da, ilk başlarda, 6-7 yaşında bir çocuk kafasında, bütün insanların iyi kalpli ve dürüst olduğunu sanırken, birileri iyi niyetinizi suistimal ettiğinde pek de mümkün değil sevgili okurlar. Breh breh breh, şöyle bi Azeri lehçesinde ürekten gelen “Sevgili okurlar” hitabını kullanmayalı epey olmuş.

Böyle uzun bir melankoli halinden sonra geri dönünce aklıma magazin dünyasında bolca duyduğumuz “Düşmanlarımı üzmek için döndüm” sözü geldi aklıma. Denyoluğun dik alası. Kimse kimsenin umrunda değil, yani şu anlamda değil; beni mesela severek okuyan okurlar benim döndüğümü görünce sevinir de, beni sevmeyenin zaten daşhağında değil. Böyle triplere giren adamlar da çok görüyorum hani. Kimle yarışıyorsun a tavuk suyuna çorba yaptığım? Oturup paşa paşa burada hayatını mı anlatırsın, takıntılarını mı anlatırsın, bunlar seni tatmin etmek içindir. Yok şu huzursuz olsun, bunun k.çından terler aksın mantığıyla, bir “Cümle alem görsün” kafasında iş yaparsan olacağın şey daşak oğlanından ötesi değildir.

Resmi olarak bırakma yazısını 1 ay önce yazmış olsam da, esasında kafa 2-3 ay öncelerinden gidikliğe meyilliydi. İnsanoğlu böyle lan sevgili okur. Rahat, sağlıklı, huzurlu bi yaşam batıyor. Öyle bi türün son varlıklarıyız ki, başkalarının dertlerini görünce “Niye benim derdim yok” diyeceğiz neredeyse. Acının özentiliği mi olur lan? Derbederlik moda olmuş yemin ederim. Dün Acun’un programa baktım da biraz, 50 cent geldi ya hani, abi o nası bi tiptir ya? Herifi al polise götür, sorgusuz sualsiz 20 yıl hapis yatırırlar tipsizlikten. Ekrana 5 saniyeden fazla bakamadım, kadere lanet ettim, Adriana Lima yerine bu balta sapını gördüğüm için. Böyle bi tipin olduktan sonra dünya malın olsa ne yazar, kaç yazar? Yani böyle bi tiple dünya kadar malın olacağına fındık kadar damın olsun daha iyi. Heh, acının özentiliği diyordum. Bu rap müzik, blues gibi acının bi yanında tutmuş, ezilenleri, yani zencileri ayağa kaldırmış bi müzik ya, ulan resmen bu herifi dinleyen seyirci kitlesine şöyle bi baktım, hani kimse yanlış anlamasın, yani nerede keko tip var, herifler şapkayı takıp, yan çevirmiş. Ayran tahteravalli ilişkisini siz kurun. Tahteravalli. Bu da ne garip bi isimmiş yahu. İtalyan konsolos ismi gibi bişey lan. İnsan için İtalyan konsolosunun üstüne binip aşağı yukarı sallanır mı? Çocuklarımızı niye sallandırtıyorsunuz böyle bişeyde?

1 ay yazmayınca resmen dilim şişmiş, zihnimin dili şişmiş tabi. Artık argo, fikir, zikir ne varsa saydırıyorum, bi dahakisinde biraz daha durulurum gibime geliyor. Zaten şu yazı yazmadığım süre boyunca, özellikle belli bi kaç kişinin beyninin etini yedim. Manyak adamım, her şeyi bişeye benzetmem lazım illa ki, kendi kendime benzettim mi olmuyor, eğlenceme birileri dahil olacak ya, akşamdan bi tutuyorum muhabbete, gece yatana kadar. Tabi orada konuşulan muhabbetler yine beynimin belli bölgesinde parça parça datalandığı için muhtemelen yazımın içinde esintilerini göreceksiniz. Siz farketmeseniz de konuştuğum kişiler “Aaa, biz bunu MSN’de konuşmuştuk” diyebilir, doğaldır. Madem komik, madem garip, 500 kişi duysun nedir yani?

Son bi kaç yazıda blog yazma konusunda kendimde rejenerasyon yaratmıştım. Onca senedir tuvalete elimde ya gazete ya dergiyle girerim. Güzel oluyor yani ortamın ambiyansı. Sığır gibi fayans saymaktan iyidir. Madem tuvalette her aktivite daha bi verimli oluyor, bazen tuvaletimi yaparken okuyayım, bazen de yazayım dedim. Yeni bi blog yazma ritüeli ürettim fikrimce. Yapan illa vardır ama kendini ifşa etmiyordur. O değil de üzerinize afiyet cırcır olmuşum bi yandan da sevgili okur. O konsantrasyon haline ulaşmak için şort don ne varsa indirdim, klozete oturdum aynen tuvalet modunda yazıyorum. Ama bu cırcırlık durumundan mütevellit, bağırsaklar hiç durmuyor. At, eşşek gibi patır patır s.çıyorum yani yazarken bi yandan. Yazı 15-20 dakika daha uzarsa, su kaybından gidebilirim, o derece. Dini vecibelerimiz yüzünden sağ ayakla girdiğim tuvalete (- “Bunca yıldır yanlış ayakla girmişsin beynamaz herif.” demiş Çilekli Süt, bkz. yorum-3), yine aynı vecibelerden ötürü su sokmuyorum yani. Evde o kadar oda var, yiyeceğini içeceğini git orda hallet kardeşim. Milletin s.çtığı, seviştiği yerde niye yemek yiyecem diye uğraşırsın? Ayrıca bu mevzuya karşı olduğum gibi mutfakta, yemek yediğimiz yerde de bu tür cinsel aktivitelerin olmasına karşıyım. Sapla samanı karıştırmayın.

Guns ‘N Roses, 15 yıldır çıktı, çıkacak diye milleti kabız ettiği albümü çıkarmış, piyasalara geri dönmüş de, ben niye bekleyeyim tenhalarda menhalarda? Şöyle albüme bakıyorum da gerçi, siz 15 yıl ne b.k yediniz sorusunu soruyorum kendi kendime. Hani bu Axl Rose zibidisinin numarası olsa arayıp ciddi ciddi konuşmam bile bu rezalet albümü gördükten sonra. Anca ahizeye üfletip daşhağımı serinletirim. Bi de sağınızda solunuzda Guns ‘N Roses=Axl Rose diyen denyolar varsa onların numarayı da verin, tek tek aynı diyaloğu kuracam. Her ne olursa olsun, 15 yıl düz duvara tırmanan millet hayvan gibi abandı albüme haliyle. Satış listelerinde 1 numaraya vurdu albüm. Resmen arabesk olmuş. Derbeder bir ergen gencin aşk isyanları gibi. Türkiye Amerika’nın 15 yıl gerisinden geldiği için bu dandik duygu sömürüleri Türkiye’de moda olabilir de, elin gavuruna nasıl yedirdiniz, vallaha hayret.

Siteyi görünüm olarak, neredeyse birebir aynı görüyor olsanız da, şu son 15 günde resmen hoşaf oldum. Ailenizin Kılıçdaroğlu’su Beyn‘in Twitter üzerinden bana WordPress’e geçiş konusunda hosting ve yardım olarak sınırsız teklifleri olduğunu söylemesiyle başladı yenilik. En son terkediş yazımda da Zümrüdüanka kuşu gibi küllerimden doğacam diye büyük söz etmiştim. Düşün artık, tükürdüğümü yalamamak için yenilenme yolları arıyordum. Çıkarır masaya vurur, yine de bi yenilik yaparım. Hani uyuşturucu işlerinde bi alıcı olur, bi de aracı olur ya, Barış, beni Doctus.org forumunun ve Doctus.net hostinginin sahibi Tansu Bey ile tanıştırdı. Tansu Bey demem Barış’a komik geliyor, fekat kendisine Tansu Abi desem bu sefer kendimi 7 yaşındaki, şeker-para dilenen bastıbacaklar gibi hissedecem. Tansu Bey sağolsun, blogumu ve stilimi beğenmiş, (Belki de, sevineyim diye öyle demiştir) Wordress’e geçebileceğimi ve hostunda yer vereceğini söyledi tabi. Açık büfe bulup da yiyip yemeyeceği her şeyi tabağına koyan ensesi kalın bi müşteri gibi hissettim o an. Blogger yasağı iştahımı kaçırdığından beri böyle bi olayı düşünürken fırsat ayağıma geldi. Tabi kafamda yığınla tereddüt vardı. Sonuçta ben WordPress olayından anlamıyorum. “Sen bavulunu, bohçanı topla da gel” dedi. Taze gelin gibi nazlandım.

Ben temamdan memnun olduğum için ilk olarak temayı yine eskisine benzetmeye çalışmakla uğraştık. Bilemediğim çok nokta oldu, hepsinde de Tansu Bey neredeyse 7/24 destek verdi. Temada bazen onun bilemediği noktalar oldu. Mesela yorum kısmında avatar olayını falan ayarlayamamıştık. Sağolsun orada da Alişko (Abi o kalıpla sana Alişko demeye dilim varmıyor) el attı. Tepeye random post olayını koymaya çalıştığımda temanın şaftı kayıyordu. Hemen Adanalı Hüseyin Mert babaya söyledim, ilk altıpaklarını alnımın çatına dayadı, sonra hallederiz yiğenim diyip çatır çutur kod yazdı. Bi de “En çakma wordpressçi yazar bu kodu” diyerekten havasını bastı, ama sözde ironi olmalı diye düşünüyorum (Öyle mi abi?) Barış da Viyana cemaat evlerine içkiyi sokan yasa tasarısıyla uğraşırken, bir yandan da elden geldiğince destek olmaya çalıştı. Şimdilik yaban ellerde diye pek rahatsız etmedim, ama gelince sabrını bayağı ölçecem bu site olayında. Yalnız Tansu Bey ne adammış arkadaş. Sinirlerini aldırmış gibi, çelik de değil, platinden sinirler. Hem hostingi beleşe alıyorum, hemi de adama öyle ekstrem sorular soruyorum ki, bi kere bile “Bi s.ktir git arkadaş, işim gücüm var kuruyorsan kur, yapamıyorsan defol” demedi. Bilgisayar konusunda 2-3 gıdım bilgisi olan bazı lavukları bilirsiniz, hemen artizlik yapmaya, yağ yakmaya başlar. Vallahi temasından, hostuna, yazı ayarından, permalink ayarına kadar günlerce yardım etti bana.

Hayatımda pek garip şey olmaz. Sıradan şeyleri yaşarım. Ama sıradan şeyleri yaşarken de bu şekilde aşırılık zirvede oluyor. Yani böyle bi hosting sahibini yerkürede günlerce arasam bulamazmışım. Kendi başıma yapsam 2050′de bitirebileceğim şeyleri 15-20 günde hallettik. Bazen bu düzenleme işleri sırasında antin kuntin isteklerimden dolayı aynı antin kuntinlikte sorunlar çıktı ki, sırf bu sorunlar yüzünden sonsuza kadar siteyi açmaya çalışacakmışım gibi hissettim. Bi yandan bu bilgisayar olaylarını öğrenmek istemiyorum açıkcası. İnsanın sosyal hayatından çok şey alıp götürüyor. En verimli çağımda, gezip tozacağım yıllarda, ne işim var kardeşim php mhp ile? Ama blog yazmanın lezzeti apayrı bişey, Allah için. Çoğu insana değişmiyorum diyorum, bakın ne kadar mühim benim için oradan anlayın. Fekat 3-4 yılı Pazar günleri Bizimkiler ve Parlement Sinema kulübüyle y.rak gibi geçen bi insan olarak, yeterin gayrı, gezecem tozacam diyorum.

Kafamın bozuk olduğu anlarda gezdim tozdum, lıkır lıkır içki içtim de toparladım. Gerçeklerin perdesini aralayan parnak gibi aynı lan. İçiyorsun, her şey daha bi somutlaşıyor, daha bi gerçekçi hal alıyor. Duygularını, insanların ruhlarındakini daha gerçekçi hissediyorsun. İşte bunu hissettiğin zaman da iyiyi ve kötüyü olduğu gibi kabul ettiğin için ayna gibi oluyorsun şerefsizim. Bu sefer kusacak dozaja çıkarmadım ama içtiğin zaman yer yer kusacan arkadaş, çekinmeyecen. Deliroloji dininin inancına göre içtikçe kustuğunda, bi yandan da ruhundaki kötülükleri kusarsın yere. Onun bi de üstüne işedin mi, o bi daha geri gelmez. Kötü alışkanlık simsarı gibi görmeyin beni. Zati öyle görüyor olsanız, bu siteyi ilk açtığınızda bırakır giderdiniz. Sadece abuk sabuk konuşan bi manyak olarak düşünün.

En başta Tansu Günay olmak üzere, siteyi eski ruhunu kaybetmeden yeniden inşa etme aşamamda emeği geçen Barış Ünver, Hüseyin Mert ve Ali Bahşişoğlu‘na çok teşekkür ederim. Bana yazmam için bi amacım olduğunu göstertip siteyi daha da panik halinde bitirmemi sağlayan siz okurlara da çok teşekkür ederim. Ayrıca “Siteyi düzenlemem lazım bugün, okula gelemeyecem, raporu da vermemiz gerekiyordu ama hiç kimseye verdirtmesen de yarın hep birlikte versek, mağdur olmasam” dediğimde gemileri yakıp kendi raporunu vermeyen ve üstüne üstlük başkalarının raporunu vermesini engelleyen Gizem Öztürk‘ü de boğazından ısırırım. İçimdeki gariban Bilo’yu öldürdünüz. Ahanda Namıssız Bilo.

Yazı bittiğinde “Galactic Cowboys – The Record Ends” çalıyordu.