‘ Dizi ’ Mevzubahis Arşivi

Better Off Ted

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Dünyanın çapına kocaman bir “A” diyelim. Keşif halkası denen bi kavram var aynı zamanda. Bu keşif halkası dediğimiz şey birisinden duyarak, ya da yazılı/görsel basında dikkatimizi cezbederek hayatımıza müdahil olan her güzel şeyi kapsıyor. He derseniz ki ben gördüğüm boktan şeylerden de kendime tecrübe katıyorum, benim keşfettiğim bok muadili şeyleri de kendi hesabınıza katabilirsiniz. Okuldaki arkadaşlarımıza ya da 2 blok ötedeki apartmandaki komşu kızımıza, veyahut doğuda zorunlu görev yapan kardeşimize daha önceden haberi olmadığı bir film, kitap ya da müzik, anlayacağınız buna benzer şeyler önerip şaşı bak şaşır kıvamına getirdiğimizde, onun gözünde büyük ihtimalle bu önerdiğimiz eserin kaşifi konumuna düşüyoruz.

İşte bu noktada keşif halkası kavramı devreye giriyor ve diyor ki, “Bre deyyus, bre .mın evladı, söyle bakayım bana hele, bu keşfettim diye götünü tavana kaldıran filmi dünyada ilk sen mi gördün?” Kem küm diye diye kendi önünde diz çöküp kendini yumruklamaya başlarsın alimallah. Yeteri kadar mantığın olduğunun farkına varsan, keşif zincirinin başlangıcının olmadığını, yazının başında dünyanın nitelendirdiğimiz çapı “A” ise, keşif halkasının bunun üstüne örülmüş olan bir örgü yumağı, devasa bir örgü yumağı olduğunu bilip çapının da “Sonsuz A” olduğunu söyleyebilirsiniz.

Şöyle bişey vardır ama, mühim olan kendi bünyenin bu sonsuz halkanın hangi kısmında konumlanmış olduğu. Yani sonsuz halka çok küçük dokulu mikrofiber halkacıklardan başlayıp, evrilerek koskoca çığ konumuna gelirken şayet sen ilk zamanlarında bu zincire kenetlenmiş bi parça olduysan, kendini teorik olarak bu eserin kaşifi olarak kabul edip, başlangıç referans noktası olarak mikrofiber anını alırsın. Bu beğendiğin diziyi ya da filmi kimsenin tanımıyor oluşu seni onun misyoneri yapmıştır adeta.

3 aşağı 5 yukarı hikayelerimiz buna benzer. Ben de Deli Profesör olarak kendimi sizlerle az veya daha az bilinenleri paylaşmaya adadığımdan ötürü bir yandan cahil kalmanızı isterim belli konularda, en azından benim bildiğim ve kendimi uzmanı sandığım bazı şeylerde adeta mal gibi boş boş bakmanız keyfime keyif katıp emosyonal halimi şişirecektir. Sırf bu sebepten ötürü tee ne zaman izlemeye başladığım “Better Off Ted”in popüler olmamasını, en azından Türkiye’de, çünkü öbür türlü yayından kalkar, bi yandan da virgül öncesinde dediğim gibi yayında kalmasını istedim. Aradan geçen 5 küsür ay içinde bakıyorum ki dizi halen Türkiye’deki popülerliği konusunda bir adım ilerleyememiş konumda. Biraz da arkada bulunan referansın ve patlama noktasının önemi var tabi ki. Bakınız, skindirik FlashForward dizisi bile yok Lost’tu ekibiydi zarttırı zutturu derken 2 günde patladı dünyada.

Popülerlik ölçümünü neye göre yapabiliriz mesela? Herşeyden evvel gider ilk olarak Ekşi’ye bakarım. Bi dizinin hakkında yazılanlar Ay/Yazı oranında 15-20 civarına ulaşmışsa o dizi yeterli kıvamına ulaşmıştır, kulaktan kulağa ilerlemek için yolu açılmıştır. Bunun haricinde Divx Planet’teki altyazı indirme sayısının da bölüm başına ortalama 150 olduğunu görünce ben, sonra aman efendim bana anlatacak bişeyler çıktı diyerek sevinirken, yata kalka, geze toza bir de bakmışım ki aylar yıllar geçmişken, sonra girip de tekrar bakıp gözlerimi ovuşturunca zaten popüler olmadığı için temennimin tuttuğunu görüp sevindim.

Bi kere herşeyden önce artık dizilerde filmlerde mantık arama devrimiz bitti, 10 yıl öncesinin olaylarıydı onlar. Oturup Yalan Rüzgar’larında aile ağacını, seceresini çıkaracam diye bunalımdan kendini o ağaca ilmekleyen çok adam gördüm. A Takımı dizisinde iki tane teneke parçasından Armageddon Gun yapan ekibe kızan adamlar şimdiki dizileri görse götleri tavana vurur. Tüm dünyayı 2 dakika 17 saniye bayıltan cihaz yapmışlar yorrağım ne tenekesinden bahsediyorsun sen?

Aslına bakarsanız Better Off Ted de mantıktan kısmen nasibini almış değil. Yani bi nevi bi tarafı kırmızı, bi tarafı mor elma gibi. Ama gördüğünüz üzere bir tarafı abuk olduğu zaman geneline bakınca elmayı genel olarak ucube nitelendirmesine tabi tutuyoruz. Elimizde Veridian Dynamics adında bir şirket var. Bu şirketin sığır üretimi haricinde teknolojik her konuda bütün icatları üretebilecek kudreti olduğu pilot bölümünden itibaren gözümüze sokuluyor. Dizinin başında 190 derece sıcaklığa dayanan mouse istenildiğinde “Eğer bilgisayar mouseuysa işimiz sadece 5-10 dakika daha çabuk biter” türünden bir cümle sarfedilmesi de gözümüzde 2009 yılında teknolojinin uçmuş olduğu başka bir paralel evren izlenimi yaratma derdinde. Çelik gibi dayanıklı ama lastik gibi zıplayabilen bir metal, ya da balkabaklarının silah olarak kullanılması türünden bize lüzumsuz görünen ama bu şirketin üzerinde uğraştığı pek çok şeyin açıklaması var. Parayla ısmarlama teknoloji üretmelerinden dolayı müşterilerinin ne istediklerini sorgulamak elbette onlara düşmez, 8 bacaklı tavuk isteyen olsa bile etik metik sızlanmayı kenara bırakıp “Eyvallah Katya Bacı” diyeceksin. He işin etiği var dersen, paranın da etiği var, madem işin ısmarlama teknoloji üretmek, o zaman paşa paşa.

Böylesine güçlü ve hayal edilemeyecek derecede teknolojilere sahip şirketin arkasında da şirketin kendisi gibi, son derece dominant ve dominantlığının, güçlülüğünün yanında oluk oluk akıp da taşa taşa giden ırmaklarcasına seksi imajı bulunan Veronica yatıyor. Dediğim dedik, son derece tavizsiz ve kendi haricinde kimsenin dediklerini sallamayan biri. Belki de bu sebepten dolayı şirket bu denli gereksiz, çoğunlukla mantıksız icatları gıkını çıkarmadan ve yadırgamadan üretebiliyor. Tokayla arkadan topuz yapılmış sarışın saçları, üzerindeki erkeksi takım elbiseleri ve insanları küçümseyen tavırları bile onun zeki seksi imajını zedeleyemiyor. Gerçi ben güçlü kadınlardan hoşlanıyorum, gözüme bu denli seksi gözükmesi bu yüzden de olabilir.

Veronica kimseyi sallamıyor demiştim, sözümün arkasındayım, ama bir kişinin haricinde. Onu da kendi sallama kapasitesinin %50′sinde sallıyor ki kendisi için bir rekordur. Şirketin üst kademeden yöneticisi ve dizinin adındaki kelime oyununa mahal veren kişi, Ted. Ted aslında Veronica’nın zıttı kutupta. Şirketin gülen, çalışanlarla diyalog kuran ve onlarla arkadaş olmaya çalışan yüzü. Mesela Veronica yeni bir icat yapılmasını sadece ister. Ted ise icattan üretim aşamasına kadar bu işlerin peşinde ciddi anlamda koşan kişidir. Veronica’daki yüksek testesteronun yanında onun kız arkadaşı gibi kalır bi nevi. Karısından ayrılıp kızıyla yalnız yaşamasından ötürü aşk hayatına azami dikkat göstermeye çalışsa da Veronica’nın karşı koyulamaz cazibesine kapılır yer yer. Pasif duruma düşmedikten sonra hiç problem değil tabi. Ne demiş Orhan Veli Baba, “Güzel kadınları severim, işçi kadınları da severim, güzel işçi kadınları daha çok severim.”

İsimleri tek tek inceleyerek gidiyoruz ama Phil ve Lem ikilisi için ortak bir inceleme olacak. Zira ikisi yek vücut gibi ya da sevgiliymişçesine neredeyse her sahnede birlikte görünen, şirketin neredeyse bütün icatlarını üreten bilim adamlarıdır. Düşünün hani bazen bir erkek arkadaşınızla çok fazla gezip tozduğunuzu, günlerinizin aylarınızın birlikte geçtiğini farkettiğinizde aslında erkek erkeğe sevgili olduğunuzu farkedip rahatsız olursunuz, işte bu ikilinin çizdiği imaj da tam bu şekilde. Bu anlattığım durum gay ilişkisinden tabi çok farklı, sadece erkek arkadaşınızla sevgili olduğunuzu sanma durumundan bahsediyorum. 2-3 saat haber vermeden bir yere kaybolduktan sonra afra tafrayla karşılaşma durumu, karşı tarafın yediğine içtiğine karışma ve buna benzer pek çok durum bu adeta yapışık bilim adamlarının ilişkisini açıklıyor. Ki, Phil evli olmasına rağmen büyük ihtimalle zenci arkadaşı Lem ile daha fazla zaman geçiriyordur. Arkada çalışan koskoca bir şirket imajı verilmiş olsa da bahsi geçen bütün icatların ardında bu ikilinin çalıştığını görüyoruz. Dizinin ana karakterleri olarak böyle olması da çok doğal tabii. Bunun yanında tamamlayıcı olarak ara sıra yalandan 1-2 yan oyuncu da bişeyler yapıyormuş gibi gözüküyor. Bu arada prensip olarak belki evet sığır üretmezler, ama güzel bir kas yapısına sahip leziz sığırsız et dahi üretebiliyorlar. Zamanla bazı bölümlerde aralarındaki ilişkilerde sallantı olduğu zaman göreceksiniz, icatlarda da problemler çıkmaya başlıyor, şirket kaosa sürükleniyor. Buna rağmen ağızlarıyla kuş tutsalar dahi şirketin patroniçesi Veronica’ya yaranamıyorlar ve yaranamayacaklarını da biliyorlar. Tabii yer yer Phil yine bi umutla Veronica’yı -evli olmasına rağmen- koynuna alabileceğinin hayallerini kuruyor. Ama elindeki tek şey seksi olmayan karısı ve Lem. “Kendisine neden seksi bi hatun üretmiyor?” diyebilirsiniz. Bilim etiğine olan takıntısından ötürü bilimi insanlık faydası haricinde kendi çıkarına kullanmayı reddettiğinden desem?

Bir dizide ofis hayatı olur da işin içinde yer yer aşk paslaşmaları olma mı guzum? Aha işte Linda karakteri de o kısımdan ekleme kenetleniyor ve dizinin ana karakteri Ted’in aşık olmamak için kısmen uzağında durduğu hatun pozisyonuna geliyor. Dizinin neredeyse ilk bölümünden itibaren aralarında kıvılcımdan da öte şimşek çakışması olmasına rağmen, yukarıda da bahsettiğim üzere Ted karısından yakın zamanda boşanmış bir adam ve çok değer verdiği kızı olmasından ötürü, Linda’yla birşeyler yaşaması durumunda bunun uzun süreli olacağını biliyor ve açıkcası kızının başına herhangi bir cici anne gelsin istemiyor. Veronica’yla vuruşmaya geldiğinde masa üstünde şipşak yapıp da Linda’nın poposunu gördükçe suratından terler boşalması bu yüzdendir. Yoksa Veronica gibi bir karakteri masada bağırtan adam Linda’nın yedi ceddini kanırtır, o da ayrı. Linda kendisini Ted’e ayartmak için sevgili yaptım ayaklarına dahi girse de Ted’in çüküne ve kalbine vurduğu kelepçeyi bi türlü çözemiyor.

Konusunda bahsettiğim gibi durmadan yeni icatlar üreten bir şirketin içinde geçen bir dizi bu. Ama esas odaklandığı şey bilimden, teknolojiden önce bu icatların kendi üzerlerindeki etkileri ve şirket içi sosyal ilişkiler. Aslında her bölüm, güven, patronlar, arkadaşlık, inovasyon gibi barizce üzerine bastırılmış ayrı temalar üzerine kuruluyor ve dizinin her açılış jeneriğinde reklam tarzı bir motivasyon filmiyle bu temayı vurgulayan komik bir intro yapılıyor. Bilim etiği diye Phil’in telaşlanması boşuna değil. Yeri geldiğinde üretilen icatları kendi kişisel hırsları nedeniyle kullananların başları büyük oranda derde giriyor. Testi bitmeden saç çıkarıcısını babasına götürmek isteyen Ted’in losyonu yanlışlıkla masasına döktükten sonra masanın her yerinin kıllanması, Lem’in sevdiği kızdan rakibini uzak tutmak için sonar kusturucuyu üzerine doğrulturken yanlışlıkla kızı kusturması gibi. Absürd durumlar günlük insan ilişkileriyle birleşince çok da insanı zorlamayan, 20 dakikalık güzel bir durum komedisi çıkıyor ortaya. Linda’dan uzak durmak için yalandan profesyonel olmaya çalışan Ted’in Linda’nın poposuna baktığında gördüğü aşağıdaki resimdeki yazı ise aslında dizinin temasının 1/4′ünün açıklayıcısı niteliğinde. Herkes sussun, Linda’nın götü konuşsun. Konuş vantrolog göt.

Kız kabak gibi götü dikmiş bekliyo, Ted daha hala profesyonel takılacam derdinde. Ne diyim sana Ted?

Yazı bittiğinde “Paul Gilbert – Rusty Old Boat” çalıyordu.

Lupin the Third (1971 – 1980)

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Şu MTV‘nin anime gecelerine adapte olamamama (bu ne lan?) acayip üzülüyorum, öyle böyle değil. Hatunların ayrı bi güzel, ifadelerin ayrı bi derin, maceraların ayrı bi coşkulu yaşandığı bu japon çizgi filmleri dünyada çılgınlık halini almış durumda. İnsanların animelere karşı apayrı bi el pençe divan duruşları var. Ara sıra izlediğim oluyor ama sürekliliğini getiremedim. İşte arşivciliğin en kötü yanı da bu. “Nasıl olsa elimde vardır”, “Takar playera izlerim bi ara” şeklinde söylemlerden sonra unutulan anime ne TV’de, ne de playerda izlenebiliyor. Yalan oluyor genelde.

Yalanım olmasın, bundan tahminimce 4-5 ay önce TV’de Lupin the Third isimli animeye denk geldim. Heh, bildiğiniz Arsen Lüpin soyunun 3. jenerasyonu. Arsen Lüpin’i biliyosunuzdur herhalde, bilmezseniz kafanıza odunu gömerim vallaha. Dünyanın en meşhur hırsızıdır kendisi. 3. Lupin de en az onun kadar başarılı ve komik bir hırsız. Hikayenin genelini kaplayan da Lupin ve kankalarının birlikte dünyanın envai bölgelerini rahat rahat söğüşlemesi. Kankalar da en az Lupin kadar evlere şenlik diyebilirim : Gözlerini kırk yılda bir görme fırsatını yakaladığımız gangster bozuntusu bir tipe sahip ve silah konusunda Lupin’den aşağı kalmayan Jigen, sürekli samuray elbiseleriyle dolaşan safkan Japon, 1. dereceden katana ustası Goemon. Bu iki kankadan benim her zaman ilgimi kılıçla yarattığı mucizeler ve üstün tekniğiyle Goemon çekmiştir.

Söz konusu anime olduğunda, o güzel eşşek kadar iri gözlü, koskoca göğüslü çekici hatunları görmemeyi aklından bile geçiremez insan. Esas oğlanımızın abasını yaktığı bir Fujiko gerçeği var. Hatunu da öyle bi çizmişler ki, ben bile gerçek alemden bi insan olarak hasta oldum. Bi kadında fiziksel olarak aranılan bütün özellikleri taşıyor desem yalan olmaz. Ses tonu da zaten ayrı bi iç gıcıklayıcı. Fujiko için ne nötral, ne de taraflı demek pek doğru olmaz. Paraya en az Lupin kadar düşkün olduğu için mangır neredeyse oraya yuvarlanan türden biri. Bu yüzden kimi bölümlerde Lupin’le aynı cephede çarpışırken, kimi bölümde de dünyanın en değerli elmasını elde etmek için Lupin’e karşı akıl oyunları oynuyor.

Siz Tüurklery ne diyoğğ? Heh, evet bu ülkenin polisi vardır. Tabi ki, polis her ülkede standarttır. Bu adamlar bu kadar işi elini kolunu sallaya sallaya yapmıyor. Öyle olsa herkes hırsızlık yapardı. Hikayemizin sonuncu başrol oyuncusu da Lupin’in peşinden şehir şehir, ülke ülke koşan Dedektif Zenigata. Hırsız polis ilişkisinde duygusallığa yer yok diye kim demiş? Her ne kadar Zenigata Lupin’i sürekli kovalasa da bir süre sonra onu hayatının eğlencesi olarak görüyor ve aralarında ufaktan bir arkadaşlık bağı ve aşırı memati durumlarda birbirlerini kollama vaziyeti oluşuyor. Tabi bu duygular ekstrem durumlarda ortaya çıkıyor. Zenigata, Lupin bütün dünyayı soyup soğana çevirmesine rağmen onui öldürmeye çalışmıyor. Derdi sadece zarar vermeden tutuklamak. Ama bir yandan da Lupin’i yakaladığında hayatının eğlencesinin biteceğini düşündüğünden yakalamaya korkuyor. Böyle de cins bi polis. Zaten Lupin’i öldürmeye çalışan adam kontenjanı bol. Bi de bu dedektife gerek yok. Koskoca mafyaların aralarına sızıp hırsızlık yaptıklarından bıçağın ucundan Semih’in son dakika golü gibi dönüyorlar genelde.

Lupin’in neredeyse hiçbir konuda zaafı yoksa, güzel hatunizade Fujiko haricinde. İşte onu görünce tekleyen, ne yapacağını şaşıran türden bir hırsız. Bu yüzden de ikisinin karşı cephelerde bulunduğu zamanlarda Lupin’i zaafından yakalayan Fujiko onu her seferinde alaşağı ediyor. Dünya malı dünyada kalır derler, ne de güzel derler. İster Lupin çalsın, ister Fujiko, o para yüzde 90 ihtimalle bölüm sonunda hayır etmiyor ve bi şekilde gidiyor. İyi ki de gidiyor. Hırsızımız paranın dibine vurup zengin olsaydı, işi bıraksaydı, dizi için bu kadar bölümü çekilir miydi?

Lupin the Third, Snek‘te gün içinde 2-3 gösterimle oynuyor. Ayrıca uzun metraj da isterseniz, bir Hayao Miyazaki klasiği Rupan sansei: Kariosutoro no shiro da var. He gurban bi de resmi site olarak www.lupinofficial.com var.

Yazı bittiğinde “Manic Street Preachers – Underdog” çalıyordu.

Simpsons 1. Sezon İzlenimleri

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Nerdeyse Simpsons dizisiyle yaşıtım.Sadece son bi kaç sezona yetişebildim o yüzden.Hep kafamda bütün sezonlarını indirip,hepsini izleyip,tren garında “Yedim bitirdim ulan ben bu diziyiii!” diye bağırma arzusu vardı.(Haykırdığın ortamın atmosfer de önemli tabii)
Her zaman methettiğim şu torrent dünyasına girdikten sonra Simpsonmış,Family Guy’mış baktım çatır çutur iniyor.Her ne kadar Türk Telekom’un verdiği bağlantı kalitesini sevmesek de işimi benim bayağı görüyo yani.Bu gidişle bütün sezonları bitirecem.Bütün sezonlar da yaklaşık 50 gb‘a tekabül ediyo Divx olarak.O yüzden tek parça yerine sezon sezon indiriyorum :D
1. sezon gerçekten çok garip geldi bana.Tabi yeni yeni oturan bi dizi,normaldir.Bazı tipler şimdikine göre değişik,bazı tipler kayık.Ayyaş Barney‘nin saçlar da sapsarı,adam gözükmüyo resmen.Moe desen onun da saçlarla tip garip.Jenerik de neredeyse aynı,sadece bi kaç plan farklılığı var,o kadar.Bunun gibi ufak farklılıklar var sadece,yani iskelet yine aynı.Ama beni Homer harbiden dumurların dipsiz kuyularına uğrattı.Bizim şimdiki Simpsons’ta tanıdığımız o sorumsuz,aptal adam değil.(Gerçi oburluğunu hiç bozmamış.)Sorumluluk sahibi,evlatlarıyla ilgilenen,hatta yanlış bişeyler yaptığında ağlayan mızmız bir baba.(İlk 3 bölüm sadece ağladı adam ya.)Biraz daha ileri gidip ailedeki en normal adamın Homer olduğunu söyleyebilirim.Marge bile daha manyak.Bi bölümde Homer’ı aldatıyor hatta.
Bu sezonda ailenin köpek üyesi Santa’s Little Helper‘ın nasıl aileye katıldığını öğreniyoruz.Hem de ilk bölümde.Bi de Palyaço Krusty’nin makyajsız suratını görmek ayrı bi bomba.Homer’ın saçlı versiyonu adeta :D
Başlarda ne kadar normal biri olsa da Homer,Groening dizinin böyle gitmeyeceğini anlamış olsa gerek (doğru tesbit) sezonun sonlarına doğru Homer’ı sapıttırmaya başlatıyor.Sonlara doğru o sinyali aldım.Bakalım 2. sezonda nasıl bi kıvamda olacak Homer.Bi de sanırım dizinin ilk önemli göndermesi Full Metal Jacket filmine ;)