‘ Dergi ’ Mevzubahis Arşivi

Pazarlamanın 22 Kuralı

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Pazarlamanın 22 KuralıKimsenin bana “Politikayı tanımlar mısın?” diye bi istekte bulunacağını sanmıyorum, ama öyle bi adam olsaydı eminim dünyanın en zıt kutuplarında düşünceye sahip olsak dahi sesimizi 0,2 desibel dahi arttırmadan sakince konuşurduk. Birbirimizi zerre dinlemediğimiz son derece ateşli konulardan biri. Paris Hilton‘un “That’s Hot” diyip salak salak sırıtabileceği türden ateşli bi konu. “Halkı pazarlamanın sanatıdır.” derdim. Dünya çapında bunun aksini yapan, halka mal olan liderler de var, fakat genel üzerine kafa patlatttığımızda halka mal olduğunu sandırtarak halkı pazarlayan insanlar diyebiliriz. Benim için şu ülkedeki riyakarların pezevenkten pek de bi farkı yoktur. Pezevengin pazarladığı kitle daha özele inmiştir sadece. Politikacılarsa genel olarak pazarlar.

Koskoca dünyada sadece 2 çeşit mi pazarlama dehası kafa vardır? Sistemliler politikacı, sistemsizler pezevenk mi oluyor Allah aşkına? Peki bu iki meslek kolundaki insanların başarısının sırrı nedir? Pazarcı kafasıyla 2-3 elma sattıktan sonra bu işi kavradığını düşünen zihni kapalı insanlardan farklı yanları vardır. Pazarlamanın da tıpkı Fizik gibi kuralları olduğunu bilirler. İçlerinden geldiği gibi, kendi zevklerine göre değil, insanların algısına göre çalışırlar. Çünkü, pazarlama algıların savaşıdır. Pazarlamanın kuralları yıllar içinde, ihtiyaçlara göre değişebilir elbette. Fakat her zaman takip edilecek bir strateji sistemi vardır.

Kuralların değişmesinin de değişmez yegane sebebi vardır. İnsanlar çoğu ürün tecrübesinin heves mi, yoksa trend mi olduğunu bilemezler. Şöyle odanıza ufaktan bir göz atın. Etraftaki çoğu objeyle en son 3-4 ay önce ilgilendiğinizi farkedebilirsiniz. Tabi Feng Shui türü düzen olayına girip, ne var ne yok çöpe atmadıysanız. Sitemi okuyan çoğu insanın blogcu olduğunu farzederek (Ki bu da çok büyük bi hata, okurların sadece blogcu olduğunu düşünerek salt onların isteğine hitap etmek, sizi yanlış kitleye yönlendirir.) örneğimi blog dünyası üzerine yoğunlaştırabilirim. Bloglar geleceğin pazarlama araçları haline gelmeye başladı. Fakat Friendfeed, Twitter gibi ortamlarda takip ettiğim çoğu muhabbetten gördüğüm kadarıyla çoğu blogcunun kafasında blogculuk trendten ziyade heves. Öyle adamlar var yani, blog yazdığı için kendini dünyadaki en farklı insanmış gibi hissediyor, blog aşağı, blog yukarı, başka da bi kelamı yok. Herhangi bi kavramla tanıştığın andan itibaren temcit pilavı gibi onu tekrarlar durursan, hem kavrama zarar verirsin, hem de onu kendinde ve etrafında bi heves haline sokarsın. İşte tüketicinin zihnindeki pazarlama algısı da tam bundan ibaret. Bir ürünü sürekli “En iyisini biz yapıyoruz” diyerek sunduğun zaman belli bir vakit dahilinde satışların tavan yapar, ama akabinde  ürünle birlikte yüksek beklenti sahibi olmuş insanlar bu ürünün tanıtımındaki beyanın doğruluk payının zayıf olduğunu düşünür ve ürünü üreten firma elinde patlamış yüzbinlerce ürünüyle ortada kalır.

Düşünün ki “Pornocudan, az kullanılmış, kız gibi araba” diye ilan veriyorsunuz. Kim inanır buna allasen sevgili okur? Pazarlama her daim ürününü övmek değildir ki. Tüketici kendisine yaklaşanın samimi olmasını ister sadece, o kadar. Pornocu arabasını satabilir, ama en azından şöyle demelidir: “Pornocudan, malumunuz kız gibi bi araba çıkmaz, ama emin olun ki içinde sevişmedim, yani beti bereketi yerinde.” Bazen elinizdeki ürünün, ya da vasfınızın kötülüğünü kabullenmek işlerin daha yolunda olmasını sağlamak için önemli bir etkendir. Eğer elinizde zayıf bi özelliğiniz varsa, rakibiniz ortaya çıkmadan önce kendiniz farkına varıp bunu bu şekilde bir cümleyle avantaja çevirmelisiniz, yoksa siz ürününüzü pembe vaatlerle övdüğünüz bir anda rakibinizin ufak bir sözüyle satışlarınız taban yapabilir ve satış diliminizden önemli bir pay gelmemek üzere çalınabilir.

Bu bahsettiğim satırların en önemli ortak yanı, bir ürünü halka mal etmek için elinizde bir slogan, güzel bir markanın olması gerektiği gerçeğidir. Kolay okunuşa ve ürünün amacıyla alakalı bir isme sahip olan bir mamulü zekice bir sloganla bezemek son derece önemlidir. Kuralları önemsemeyen insanlar, şans eseri bu kuralı uygulamış olsalar dahi, ikinci aşamada tökezlerler. Ürünün hedef kitlesini dünyada yaşayan bütün insanlar üzerine kurarlar. Tabi ki böyle birşey olmaz. Başladığınız gibi batarsınız. Çocuk bahçesine dönmüş mekanlarıyla, palyaço maskotuyla McDonalds’ın asıl kitlesi veletler gördüğünüz üzere. Sizce Burger King de aynı yönteme başvursa fast food sektöründe ayakta kalabilir miydi? Hiç sanmıyorum. Burger King’in içerisinde ortalıkta manyaklar gibi koşuşan çocuklar göremezsiniz, çünkü onlar McDonalds palyaçonun himayesindedir.

Hitap edeceğin kitleyi spesifik kılmak çok önemlidir. E-ticaretin emekleme yıllarında, Gittigidiyor‘un kuruluş zamanlarında bir sitenin içinde ne ararsan satılması çok cazip geliyordu. Fakat, yıllar geçtikçe ve siteler çoğaldıkça, bu inşaat amelesi mantığını halk mezara gömmeye başladı. “Ne ararsan bulabilirsin” konsepti Gittigidiyor’a aitti ve e-ticaret pazarı onun yanında en fazla bir site daha taşıyabilirdi. Haliyle ne bulsa satmaya kalkan bütün siteler son zamanlarda patır patır dökülüp, kepenk indirmeye başladı. Çünkü insanlar biliyordu ki, her ürünü satan bir site belli bir ürüne odaklanmadığı için, o ürünü gerçek fiyatından daha pahalıya satar, ya da o ürün üzerine yeterli hizmeti sunamaz. İnsanlar çok meşgul olmasa da sürekli bi işle meşgul oluyormuş gibi görünüp, zaman yetmezliğinden dem vurmayı, isyan etmeyi pek bi severler. Bu yüzden bi siteden ürün alacakları vakit, 2 saat o kategoriyi aramak istemezler. O yüzden bundan 5-10 yıl önce temeli atılan “her şey burada” konseptlerinin temelleri bir bir çöküyor ve “Sadece Ofis Mobilyası“, “Sadece Solak Yemek Malzemeleri“, “Sadece Tuvalet Temizlik Malzemesi” gibi spesifik konseptler sağlam temeller üzerinde yükseliyor. Dikkat ettiyseniz “Sadece mobilya”, ya da “Sadece solak malzemesi” demiyorum. Günümüzün pazarlamasında bu denli genel konsept kurmak bile son derece tehlike ihtiva eder. Sadece tek bir alana yoğunlaşmak ve onun üzerine adınızı duyurmak, ama ilk duyurmak sizi inanılmaz başarılı kılacaktır.

Özel bir konuda ilk olarak bilinmek, duyulmak çok önemlidir. Bir tüketici kafasına o özel başlık altında ilk olarak hangi madde girerse onu kafasında asla ikinci kategoriye indirmez. İnsan algısı böyledir çünkü, ilk duyduğu şey, devrimci ve en iyisidir. Dünyada nereye giderseniz gidin, Pepsi kıçını ne kadar yırtarsa yırtsın bu payeyi Coca Cola’nın elinden alamaz. Pepsi dünyadaki en lezzetli aromaya sahip olsa dahi birşey farketmez. Pepsi, “Pepsi Jenerasyonu” kampanyasıyla ardında gençleri toparlasa dahi Coca Cola birincidir. Çünkü o ilktir. İlk üretilen koladır demiyorum ama, ilk duyulan koladır. Zaten önemli olan da budur.

Al Ries ve Jack Trout, Pazarlamanın 22 Kuralı isimli kitaplarında aklıma kıyas yapılamayacak derecede bu ve benzeri mühim düşünceler soktu. Bazı insan tipleri vardır, her okuduğu kitabın etkisine girer. Bu insanlar genelde karakteri oturmamış hıyarlar ve her okuduğuna inanan denyolardan oluşur. Halbuki bi kitabın etkisine girmek, o kitapta anlatılan gibi yaşamak değildir asıl olay. Bir kitap bunun için yazılmaz en azından. Mühim olan bir kitaptan bilgi kefene ne kattığındır. Ya da o kitabın beynindeki bileşenleri farklı dozlarda tepkimeye sokup yeni düşünceleri ortaya çıkarmasıdır. Bu kitap hayatımı değiştirmedi, fakat ileride ticarete meraklı bir insan olarak izleyebileceğim yöntemleri kafamda daha net oluşturmam için mükemmel bir yol gösterici oldu. Konuyu pazarlama ve girişimcilik üzerinden anlatıyorlar. Fakat anlattıkları başlıklar o denli önemli ki, hayatımın her alanında pek çok problemde ön plana çıkmam için yardımcı olacak. Ben böyle kitabı alır, başımın tacı yaparım arkadaş.

Anlattıklarıyla içinde hiçbir zaman çelişmeyen, zafere ulaşmanın bir değil, zıtlıklarla dolu birden fazla yolu olduğunu kafana vurarak değil, beynini okşayarak anlatan bir kitap bu. Bu tür konularda ahkam kesen insanların kitaplarının kapakları olsun, içeriği olsun bi şekilde çelişir. Ama kapak dahi bunu doğrular nitelikte. Son derece sade. “Pazarlamanın 22 Kuralı” diyor. Kitabı gördüğünde, okuduğun zaman sana neler verebileceğini tahmin edebiliyorsun. Her zaman karmaşık, allı pullu isimlerin başarılı olamayacağının en güzel örneği. Seyirciyi adeta tetikleyecek, kitabın içindeki yazılanlara saygı duruşu niteliğinde de bir sloganı var: “Rakiplerim inşallah bu kitabı okumaz diyeceksiniz.” Gerçekten de önemli fikirleri at nalı takmışlığından ötürü çöp değeri dahi kazanamayan insanlar var ve emin olun kitabı okuduktan sonra bu önermeyi sonuna kadar kabul edeceksiniz. Ama, gün gelir de, benim alanımda bana rakip çıkmaya kalkarsanız façanızı alırım. Şurada büyük bi güzellik yapmışım, hıyanet etmeye kalkmayın.

Yazı bittiğinde “Zdob si Zdub – Nenea Gorbaciov/Hora Cosmica” çalıyordu.

Oyungezer Goyunsever

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Kara haber,veyahut kötü eleştiri tez yayılır derler.Geçenlerde Oyungezer‘in geç çıkmasıyla ilgili bi iki veryansın etmiştim (Aha şurda).Etmemle beraber Oyungezer editörü Mehmet Kentel‘i ensemde buldum.”Uğraşıyoruz,didiniyoruz,yine sizin gibi haytaların ağzına laf oluyoruz.” tarzında bi yorum yazmıştı.Aslında haklı.Bu dergicilik işinin içine girmeden,nasıl yürüdüğünü bilmeden yorum yürütmek de ayrı bi hanzoluk (bkz. Hattori Hanzo).Yeni çıkmış,koskoca bağımsız bi dergi.Elimize bu kadar mükemmel içerikle geçtiği için o kadarcık gecikmeyi teferruat olarak sayabiliriz diye düşünüyorum.Eh be Mehmet Abi,o başlıktan önce dergiyi övmüştüm de,sen sadece eleştiriyi yakaladın,mahçup ettin beni.

Kendisi son olarak da yoruma eklediği notta “Nisan sayısını kaçırmak istemeyebilirsin.” diyordu.Ben de Nisan’da daha güzel bi içerik vardır diye düşündüm.2 saat sonra kafama dank etti.Dergiye bi resim göndermiştim.Okuyan bilir,hani şu Gezenti köşesi var ya.Farklı farklı şekillerde Oyungezer’i kaç türlü okuyabiliriz?n’in n’li kombinasyonunu aldıktan sonra… sonsuz hareket çıkıyor haliyle.Ama 4 sayıdır,doğru dürüst bişey göremedim.Gitar notası yerine Oyungezer okuma,Oyungezer’i havaya fırlatıp okuma…Biraz kolay gibi geldi bunlar.Ben de aldım elime döşeme aletini,koltuk döşerken Oyungezer okudum.İsmi itibariyle de çok sıradışı bi meslektir döşemecilik.Toplum içinde yeni çıktığınız bi insana döşemeciyim deseniz,hatun size “Hangi anlamda?” diye sormaya korkar.Bu çalışmayı 2 açıdan da yorumlanabilecek bir şekilde düşündürmek istedim.Yani anlayın ki,diğer anlamda bile Oyungezer okunabilir.Denemekte fayda var.

Yazı bittiğinde “Children 18:3 – LCM” çalıyordu.

Ayın Tavsiyesi : Oyungezer

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Geçen kardeşimle Aydın Doğan‘a bir ayda ne kadar para verdiğimizi hesaplamaya çalıştık.Saymaya başladık : D-Smart,1 adet evde,1 adet dükkanda Smile ADSL aboneliği,internet mağazacılığı için Hemalhemsat,bazen Hürriyet,her ay CHIP dergisi,benzin alırken Petrol Ofisi ve daha farkında olmadan kullandığımız bir yığın Aydın Doğan zamazingosu.Aslında daha fazla bulmuştuk ama buraya oturup yazmaya gelince iş uçup gidiveriyor bazı şeyler.Neyse önemli olan Aydın Doğan’ın artık hayatımızda ne kadar yer kaplıyor olduğu.E,tabi iktidarla anlaşan bi adam olunca arsalar,ticaret mekanları,ihaleler de onun cebe gidiyor.Zaten ülkeyi parça parça bi elin yabancıları,bir de Aydın Doğan alıyor.Sonunda ülkenin bir kesimi özerk Aydın Doğan Cumhuriyeti,diğer kesimiyse bağımsız Tartaristan olacak.Hadi hayırlısı.

Aydın Doğan’ın özellikle medyada ve ticaret alanında tekelleşme hareketleri süredursun,buna karşı çıkabilen ve önünde durup bağımsız işler çıkarabilen insanlar da var.Yakın zamanda buna çok güzel bir örnek yaşandı.Level ve Chip Vogel‘in kanatlarının altından alınıp (Vogel,Almanca’da guş demek,bildiğiniz guş),Aydın Doğan’a verildi.Kimileri bağımsız yeni bir dergi yapmaktan korktular.Misal,CHIP dergisindekiler yerinden hiç kımıldamadı,adeta yenilgiyi kabul etti.Level’da ise o andan itibaren ayrılık rüzgarları esmeye başladı.Sonuçta Aydın Doğan gibi bir kan emicinin altında çalışmak hoş bişey değil.Level dergisini ayakta tutan,belkemiği olan,Sinan Akkol,Serpil Ulutürk,Tuğbek Ölek,Jesuskane,Mehmet Kentel Level’daki son sayılarında Kendi bloglarının adreslerini yayınladılar ve dergiden ayrıldılar.Blog aracılığı ile dergilerinin bir şekilde reklamını yaparak ilk ay 7000 satışa ulaştı ve bu satış oranı her ay gittikçe artıyor.Level’dakilerin ise tam anlamıyla paçası tutuştu.Aydın Doğan babalarının servetine güvenen Level ekibi eskiden yılda 1 tam sürüm oyun verirken şimdi her ay tam sürüm oyun verir oldu.Bu aralar Oyungezer iyice zorlamış olacak ki 2 tane tam sürüm oyun veriyorlar.

Ama gerçek okurun aradığı şey bu değil,bunu bilmeleri lazım.Dergicilik dediğimiz olayın ruhunda serbestlik olmalıdır.Eski Vogel zamanındaki Level gibi,insanların istediği zaman yazıp,ofise istediği zaman geldiği şekilde.Hele hele oyun yazarı insanları koskoca iş binalarına gömerseniz,güçlerini daha da kesersiniz.Ne mutludur ki bize,bu cesur insanlar toplanıp Oyungezer ile bağımsız işlerini sürdürmeye karar verdi.Şahsen ben derginin ilk sayısında güzel bir içerik beklemiyordum ama beni resmen mosmor ettiler.Derginin içeriği Level gibi yıllardır oturmuş bir dergiden bile daha güzeldi,keza tasarımı da.

Dergide en sevdiğim bölümleri sorarsanız,oyunların ön incelemesinin yapıldığı 360 drc,bazı oyunların yerden yere vurulduğu Oyunezer,Göktuğ Babanın hayat maceralarını aktardığı NEM ve yazarların kendi köşelerini yazdığı dört köşenin olduğunu söyleyebilirim.Derginin fiyatı 5.95 YTL.”Hahaha napacam lan ben 5 kuruşla 6 lira yapsalarmış bari” diyorsanız,dergi sizi de düşünmüş olacak ki 5 kuruşla yapabilecek 5 şey adı altında güzelcene de bi köşeleri var.Alın bu dergiyi sevin,destek olun.Oyunla alakanız olmasa dahi böyle özel bir işe destek olmanız lazım,Aydın Doğan gibi bir medya canavarının ellerine kozları vermemek için.

Ayın Tavsiyesi : Sinema Dergisi

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Bi yerde bi adam demişti.Bilmiyorum,belki de eskilerin lafıdır.”Yerde gazete kağıdı görsen bile oku.”Gerçekten çok doğru.Şu beyni paslandırmamak,canlı tutmak,sürekli geliştirmek için illa ki bişeyler okumak gerekiyor.Okuduğumuz kitaplardaki,dergilerdeki,gazetelerdeki (maalesef gazeteleri önerirken 1786 kere düşünüyorum.Ülkemizde çıplak kadın resimlerini basmayı gazetecilik sanan kuruluşlar olduğunu düşünürsek 1786nın az bile olduğunu kabul edebiliriz.Bu yüzden farz edelim ki Radikal gibi kaliteli bir gazete) yazıları,görüşleri okuyup kendimize özel,has bir düşüncemiz olmalı.Herkesin dediğine “he” diyen bi öküz olmak,kendi görüşleri olmayan bir hıyar olmak.Çoğu insan maalesef böyle,ama bu çoğu insanın yüzde 90′ı bunu kabul etmez,etmekle de kalmaz,her konuda bilgili olduğunu sanırlar.Ne üzerine konuşursanız konuşun,o kişinin o konu üzerine k.çından sallayacağı bir yığın uyduruktan cümle mutlaka vardır.
Her ne kadar yazarken konuyu dağıtmak istemesem de,kızdığım insanlar maalesef bitmiyor.Bir de ülkemizde okur gibi gözüken,ama dergileri sadece verdikleri skindirik hediyeler için alanlar var.Benim bildiğim dergi dediğimiz olay alınır,okunur.Yanında bir eki,bir kitap hediyesi varsa o da alınır okunur.Ama son zamanlarda ülkede bir sinema dergisi furyası almış başını gidiyor.Yok şunun DVDyi veriyomuş da,yok bunun DVDyi veriyomuş da.DVD veriyor ama içi bomboş.Fazla isim vermeye gerek yok çoğu derginin politikası bundan ibaret.
Bunların arasında hepsi bir yana,”Sinema Dergisi” bir yana.Merkez derginin yaklaşık 15 yıldır çıkardığı bir dergiden bahsediyorum.Her ne kadar ben son 2 yıldır alıyor olsam da,derginin geçirdiği 15 yılın ne kadar büyük bir tecrübe yarattığı,derginin içeriğinden anlaşılıyor.Bu dergi hiçbir zaman promosyoncular için çıkmıyor.Bu dergiyi beleşçiler,hediyeciler almıyor.Diğer dergiler reklam yaparken bu dergi reklam da yapmıyor.Ama bu dergi kendine has ve özel bir dergi.İşte 15 yıldır bu dergiyi ayakta tutan yegane güç bu.
Derginin son 1 yıldır üzerinden çalıştığı eski yazıları kitaplaştırıp okuyuculara sunarak arşiv oluşturma projesi var.İlk olarak Kült Filmler 1 kitabıyla başlayan bu proje,daha sonra Kült Filmler 2 ve Bir Senaryo Yazmak kitaplarıyla devam etti.3 kitap da birbirinden güzeldi ve film konusunda ufkumu bayağı geliştirdiğini söyleyebilirim.Bu ay dergimiz projesine kaldığı yerden devam ediyor ve Günümüzün Klasikleri 1 kitabıyla yine bize selam yolluyor.Bu kitap Kutlukhan Kutlu’nun Sinema dergisinde yazdığı günümüzün klasikleri üzerine yazıların bir toplaması.İçinde Seven,Matrix,Crouching Tiger Hidden Dragon,American Beauty,Fight Club gibi yakın zamanda çekilen modern klasiklerin ayrıntılı incelemeleri yer alıyor.
Bunun haricinde dergide 2007 genel film değerlendirmesi,Tim Burton dosya konusu ve doğal olarak geniş bir Sweeney Todd incelemesi ilk göze çarpanlar.
Eğer dergiye hala başlamadıysanız,ya da diğer abidik gubidik sinema dergilerinden birini alıyorsanız.Bu ay bu dergiye başlamanızı öneririm.En azından bir deneyin.Göreceksiniz aradaki farkı.Ha unutmadan gelecek ay da Günümüzün Klasikleri serisinin 2. kitabının verileceğini de söylemeliyim.