‘ Mim ’ Mevzubahis Arşivi

Mim Part IX : İki Klip Birden

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Mal sahibi, mim sahibi, hani bunun ilk sahibi : Ekubio

Takvimime şöyle bi bakıyorum, Eylül’ün 10′unda resmi mim mevsimine girmişiz. En az pastırma yazı ve samırsak kenyası kadar önemli bir tarih. Baktığım takvimin sakın geek takvimi gibi içi bir takım bilgisayar zırvalıklarıyla dolu kağıt topağı olduğunu sanmayın. Zati (Sungur) benim Türkiye Gazetesi takvimi harici takvim okuduğum, görülmemiştir. İhlas takvimi olarak da geçerdi bu takvim sanırım. Yeni takvim kısımlarıyla cemaati blogosfere kaynaştırmayı, irtica hareketlerini internet alemine Blog Action Day gibi organize olarak taşımayı düşünen bu takvim beni tutkuyla bağladı kendine. Tuvalet kapısının önüne asılmış bu güzide takvim, giriş ve çıkışta her daim dikkatimi çeker ve belki de yaprağının koparılabilir olduğunu unutturup beni tuvaleti bastırmış bi şekilde üzerindeki yazıları ayakta okumaya zorlar. Önemli günler arasında, o günün yaprağında mim başlangıç ve bitiş günlerini görebildiğimiz gibi, haftada birlik Cumartesi gününe denk gelen yaprakta da irticai faaliyetler üzerine Cübbeli Ahmet Hoca‘nın başlattığı mim dalgalarını görüyoruz. Sezona gerçekten güzel bir giriş yapmış açıkcası. Konu “Uyurken şeytan dürttüğü, ya da rüyanızda iş tutuştuğunuzu görüp, gerçel hayatta kamyon devirdiğiniz vakit banyoya sağ ayağınızla duhul eylediğinizde sadece boydan boya yıkandığınızda Allah katında temizlenmiş olur musunuz, yoksa illa ki yıkandıktan sonra üzerine her hareketin 3 kere tekrar edildiği gusül abdesti mi elzemdir? Bilemiyorum sevgili müminler, blogunuzda şunu da irdeleyebilirsiniz. Yalapşap yıkanıp, bir hışımla çıksak abdest yüzde kaç oranında kabul görebilir? Mimbazlar olarak da pası sevgili Fethullah ve Tayyip’e gönderiyorum.” Blogcuların parmaklarını/zihinlerini açması açısından pratik bir konu sunmuş olsa da bölücü hareket mimi çok yakında eylemlerine koyulacaktır.

Benim de içinde bulunmuş olduğum, kafir, putperest blogosfer kısmı da “Dinlinin hakkından imansız gelir” düsturunu radikal şeriatçılara kanıtlamak için bir kez daha eş zamanlı olarak mim mevsimini açmış. Açmış diyorum, çünkü ben organizasyon olaylarına elimi sürmem. Biri mim gömerse, ben de gömertir atarım tabii. Lakin geçen sene bir günde 4 mim gelmesiyle contayı sıyırmanın eşiğinden dönmüştüm. Garip bi meret, geldi mi dörder beşer geliyor. Halbuki Cübbeli Ahmet Hoca gibi daha organize olabilirsek daha başarılı olacağımıza inanıyorum. Bakınız, sevgili Tayyip son zamanlarda bizim camiadaki Blogger’ları toplamak için yeni bi numaraya başlamış. Kıllı börtlü erkek blogcuların, kendi amaçlarına en zıt düşen insanlar olduğunu bildiği için bi aralar Facebook’ta fenomen haline gelen “Ekşi sözlük yazarları bir biraya g.t verir” grubundan ve mantığından esinlenmiş olacak ki, damarımızda şol cennetin ırmakları gibi akan fenomen blogcu ruhundan yararlanıyor ve en bitirim 150 blogcu olan bizlerin adreslerimizi vermemiz durumunda gusül abdestini bütünleyen etek tıraşı için tıraş bıçağı seti göndereceğini söylüyor. Siyasi hareketlerine karşı isyanın en kuvvetli şekilde bloglardan başladığını ve bizlerden kurtulunca sorunları bertaraf edeceğini biliyor çünkü. Ey kıllı fenomen blogcular, sakın adresinizi 3. parti iktidarlara vermeyiniz. Bu, sevgili Tayyip’in blogcuların adreslerini öğrenip kafa göz indirme ve imhasına dayanan bir projedir. Deli deliyi görünce elbet zopasını saklar, lakin aramızda akl-ı selim blogcular varsa derhal “report phishing” tuşuna basmalarını rica ediyorum. Fakat ben “Stick Proof“um. Yani deli olduğum için zopa geçirmezim.

Kendi açımdan sezonun ilk siftah miminin konusu “En Başarılı Klip Arşivini Oluşturmak“. Çorbaya elbette tuz atacğımdır. Lakin bu tür yemekler, pişme sırasında tuzun guatra karşı iyi gelen iyotik özelliklerini yok ettiğinden ötürü, tuzumu çorbayı sofrada gördükten sonra üzerine eklemeyi uygun gördüm. Evet, biraz fazlacasına tuzlu olmuş gibi, o yüzden sulandırmakta fayda görüyorum. Zaten çorba dediğimiz şey sulak ortamlarda yetişen, yüzde 95′i sulak bir organizma değil midir? Şayet üniversite evindeyseniz çorbaların yüzde birini de arkadaşları içmesin diye içine tüküren en pislik herifin tükmüğü oluşturur. Hatta daha intikamcı üniversite arkadaşlarınız varsa evde “Madem bana yar olmadı, sana da yar etmem uleeen” diyip “Ya Allah narasıyla tükmükleştirilen yüzde 5′lik balgam solüsyonu oluşturur.

Mim konseptimizde ufak bi oynama yaparak evvel zamanların yegane anlayışı 2 film birden konsepti üzerine kurdum. O zamana yetişenler ya da bu zamanlarda Tepecik türü sokakta şeyinizi sıvazlayarak dolaşsanız insanların umrunda olmayan mekanlardan geçiş yapanlar/gönüllü gidenler bilirler. Günümüzde bu tür sinemalarda abazan ve bol sıvazlak seyirciler eşliğinde sadece zaman aşımına uğramış porno filmler oynasa da evvel zamanda bunun daha bi alt ve daha basit kolları olan istismar/B filmleri oynardı. Düşük bütçesi ve konusuzluğuyla seyircisine ne görsellik, ne de hikaye sunan bu filmler esasında sadece seyirciyi psikopatlaştırmaya yarıyordu. Zira filmlerin büyük bir çoğunluğunu kanın gövdeyi götürdüğü, cesur sahnelerden oluşa
n vampir, zombi filmleri ve özellikle kadınlara garezleri olan erkeklerin onları paramparça ettiği hayvani içgüdü coşturucusu filmler oluşturuyordu. Pekala klip aleminde de böyle bi konsept yakalayabilirim diye düşündüm ve aklıma gelen iki klibi şu an sunmaktan hiç de çekinmiyorum sevgili okurlar. “Nedir bu karılara gareziniz kardeşim?” diyerek üzerime Panter Emel’i sarmamanız amacıyla kadın istismarının arka planda kaldığı klipler bunlar.

1-) Agony Bag – Rabies is a Killer :

1976‘da kurulan, ucuz makyajlarıyla Kiss taklidi bile olamayan ve giyim kuşamlarıyla adeta travesti güruhunu andıran bu gerizekalı grup, beyin seviyelerinin orantısına göre şaşılacak derecede mükemmel bir albüm olan Feelmazumba‘yı yaptı sanırım aynı tarihte. Lakin beyin kıvrımlarının bütün güçlerini harcamış olacaklar ki, sadece tek albüm yaptıklarıyla kaldılar. İbrahim Tatlıses’in bir şarkıda 1 milyon kere “Tek Tek” deme stilini bu gruptan aldığını, Rabies is a Killer şarkısını dinleyip, veyahut az yukarıdaki klibini izlediğinizde kolaylıkla anlayabiliyorsunuz. Aynı zamanda grubun tek klibi olan bu B filmi tarzındaki klip, travesti-ucube solistimizin kameraya bakarak neredeyse on yüz bin milyon baloncuk kere “Rabies is a killa is a killa is a killa yes is a killa” demesinden oluşuyor. Solo zamanlarında maymun gibi direklerin üstünde barfiks çekiyor olsa da solo bitince ayaklarını yere basmayı biliyor. Bu herifler her ne kadar başlı başlına kadın/erkek istismarı/ziyanı olsa da asıl finali klibin sonunda sahneye giren, biri balık etli, diğeri sıska 2 kadının üstünü soyunca görüyoruz. Özellikle ayarlandığını tahmin ettiğim bu kısımda, birinin ufak, diğerininse koca memeli olması paranormal bir şekilde simetri manyaklığı tetikliyor bende. Bilmiyorum, seyircide yaratmak istedikleri rahatsızlık bu olsa gerek. 1970′lerde neredeyse bütün insanların cıpcıbır, anadan üryan dolaştığını düşünürsek çıplak iki meme pek de rahatsızlık vermez. Ama simetriyi bozabilirler gördüğünüz gibi. Şarkı güzel ama klip bir b.ka benzemiyor. Ama B klibi stilini yansıttığı için başarılı kabul ediyoruz.

2-) Cradle of Filth – Burn in the Burial Gown :

Bu pislik grubu metalle alakanız varsa zaten biliyorsunuz. Düşünün ki, Kayseri Kalesi’ni belgesel çekiminde kullanmak için bir adet Bizans Bayrağı asan yönetmenin bile “Yankee Go Home” sersenişleriyle çakma milliyetçiler tarafından şutlandığını düşünürsek, bu eşşek sıpalarını Kayseri Kalesi’nin duvarına dayayıp, bağladığımız takdirde kızılcık sopaları ve meşe odunları gibi geniş bir portföyle ağızları/gözleri dağıtılacaktır, daha sonra da organize bir dilenci örgütünün eline verilerek sahte kelle kağıdıyla sakat sakat dilendirilecektir. Tabi ki yine sadaka yerine yumruk yiyecekleri aşikar. Zaten dilenci de bu yüzden dilendirecektir. Beterin beteri varmış diyip, illallah çeken insanlar, eski oldschool ve normal tipli dilencilerimize daha çok bahşiş verecektir. Double Vision veya Duble Görüş olarak hitap edebileceğimiz bu seyirliği boktan video gününü tamamlamak için adeta biçilmiş kaftan mevzubahis klibimiz. Ucube festivali gibi ne idüğü belirsiz bi mekana doğru yola koyulmuş götlü göbekli bi köle kafilesi görüyoruz. Kafeste de görüntünün bitrate kalitesinin düşüklüğünden dolayı süt gibi mi yoksa pestil gibi mi olduğunu anlayamadığım bi hatun var. Grubun elemanı elinde kırbaçla şuursuzca nereye denk gelirse vuruyor. Emir-komuta zincirinin en süt kısmındaki bi manyak olarak önüne gelen herkesin köle ya da senden alt bi rütbe olduğunu bilmek insanda histerik kırbaç vurma manyaklığını doğuruyor olsa gerek. Ara sahnelerde ellerinde elektrik topuna benzer 220 volt şebekesinden kaçak çekildiği belli olan enerji yumaklarını evirip çeviren manyaklar görüyoruz. Yalnız bu efekt çalışmasını “Dünyayı Kurtaran Adam”daki ışınlanma efektlerini yapan adam yapmış gibime geldi. Elektrik topları bütçe düşüklüğünden makarayı çizip de oluşturulmuş gibi sanki. Daha sonra ucube festivaline gidiliyor ve bu vampir tipli kan emici manyak, sahneden bi hatunu çağırıyor boynundaki haçı yakarak “Hadi gel bu gece günah denizinde yüzelim” bakışı atıyor. Tabi hatun dünden razı. Adam lökkadanak boyundan yapışıyor ve kan gölüne dönüyor ortalık. Daha sonra elinde elektrik topu çeviren manyaklar tekrar peyda oluyor ortalıkta. Güç birleştirir gibi bi naneler yapıyorlar ama zaten hiç bir anlamı yok. Klip manasız ve b.ktan ama istismar filmi standardında. Bu yüzden başarılı. Yok lan ne başarılısı, iki klip de berbatlıkta başa baş yarışır.

Selam olsun Bolu Beyi’ne, selam olsun dolu beyine : Kupa K1z1, Ters Meditasyon

Yazı bittiğinde “Deep Switch – Silver Bullet” çalıyordu.

Malımı Al,Mülkümü Al

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Mal sahibi mülk sahibi : Bloggerdal
Hani bunun ilk sahibi : Nurum

Can Yücel’in beyanından sonra sevgili Nurum etkilenip,malını mülkünü açığa çıkarmış.Üstüne yetmiyormuş gibi mim yapmış.Bu da yetmiyormuş gibi bi de bana gelmiş.Ben de ilk anda aklıma neler geldiyse yazdım.Aslında Can babamızın o beyanının üstüne bişey yazmak olmazdı.Biz bunu yapınca resmen ağanın pokunun üstüne pok yapmışız gibime geldi.Ama yaptık bi kere.Buyrun.

*2 adet,biri siyah,biri venge rengi klasik gitar.İkisini de satıp,üstüne bişeyler ekleyip elektro almayı düşünüyorum.
*HP Compaq ve Casper Nirvana olmak üzere 2 laptop.2 adet de Desktop PC koyduk mu 4 tane bilgisayar eder.
*Çevire çevire rekor kıracağım diye her yerimi ağrıtmama,hatta bazı yerlerimin yırtılmasına sebep olan Neon Powerball.
*Bi tane Sony Ericsson’un çoook eski modellerden,J230i.Teknolojiyi seviyorum ama telefonda hala işin b.kunun çıkarılmaması gerektiğini düşünenlerdenim.
*1 adet Toshiba 4 GB flash bellek,bi de emektarı 1 GB Sandisk var unutmamak lazım tabii.
*1 adet Canon Powershot A450 foturaf makinesi.Çok profesyonel bişey değil (Profesyonel değil) ama idare ediyoruz.
*1 adet Çin Malı,doğru dürüst format açamayan mp4 player.
*Ersen ve Dadaşlar olarak adlandırdığım Venus Fly Trap namına sahip etobur bitki grubu.
*1 kovboy,1 eşek zigen köylü,1 GS amigo,1 Valentino Rossi,1 zibidi,1 de Nike şapkası.
*Her gece kardeşimle battaniye seçiminde kullandığımız bir adet metal zar.
*Koskoca,2000 küsür filmden oluşan bir Divx film arşivi.
*Ve bu filmleri izlemek için kullandığımız USB okuyuculu Philips DVP5160.
*1 Tane 55 ekran,üfürükten tüplü bi televizyon.
*Hazal isimli bir Havva kızından yürüttüğüm Iron Maiden desenli cüzdan.Cüzdan taşımayı hiç sevmem ama Iron Maiden sayesinde bi şekilde alıştım.
*Bol miktarda sinema afişi.
*Güzel bi bilardo eldiveni,2 tane de parmak kısmı açık eldiven.
*Bir adet bitirilip duvara asılmış 1000′lik,bir adet de yapımına başlanmamış 2000′lik puzzle.
*Sinema,Level,Chip,Oyungezer,Level,Penguen,Leman dergilerinin arşivi.Neden Uykusuz yok derseniz onu anlatmam çok uzun sürer.
*Yaptığım testler sonucu hatunların gözünde köpek gezdiren bir erkekten bile daha çekici duran T-Equalizer.
*Birebir orjinal boyutunda ama bilenmemiş,şayet bilemiş olsaydım şu ana kadar çok canlar yakmama sebebiyet verecek bir samuray kılıcı.
*1 Litre akü suyu.
*Almanca bildiğime kanıt olarak bir adet ZDP Diploması.İlerde işime yarar mı bilmiyorum.
*Bolca ÖSS kaygısı.
*Yer yer deniz kokusu.
*Kafamın içinde dönen milyonlarca düşünce.
*Sevmediğim insanlara laf soktuğumda aldığım haz,sevmediğim insanlar bana laf soktuğunda beynime dolan kanlar.
*Devlet otobüslerinde balık istifi yapacam diye,nefes alacak yer bile bırakmayan şöförlere duyduğum nefret.
*Arka taraf tıka basa dolu olmasına rağmen,”Arka taraf bomboş” diye bağırıp kaktıra kaktıra yolcuları tıkıştırmaya çalışan diğer yolculara duyduğum kin.
*Her geçen gün artan sinema aşkım.
*Sinemayla doğru orantılı büyüyen müzik aşkım.
*Yeni bişey alırken ilk paketini açtığımda yaşadığım heyecan.
*Banyo yaparken söylediğim şarkılar.
*Otobüste güzel bi hatunizade gördüğümde hissettiğim duygular.
*Çikolata yemeden önce pakedini açarken ağzımdan saçılan salgılar ve yerken yaşadığım orgazm duygusu.
*Eğlencesine ağzıma ne gelirse küfrederken yaşadığım ferahlık.
*Kardeşimle tuttuğum güreşler.
*Yıllardır taşıdığum deniz yıldızı.

Selam olsun Bolu Beyine,selam olsun dolu beyine : Dilekss

Yazı bittiğinde : “Riverside Artifical Smile” çalıyordu.

Mim : Kardeşine Yolla Kampanyası

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Pınar Beyaz reklamındaki Beyn’den daha cevval,daha atakan Beyn‘imiz sevgili Barış Ünver‘den aldım bu mimi.Orjinalliği ve iyi niyeti açısından hoşuma giden bir mim oldu.Blog alemi olarak ara sıra da olsa böyle sosyal hareketlerde bulunup,kendi çapımızda bir şeyler yapmaya çalışmamız gerçekten takdire şayan bir hareket.Özellikle bu mimi başlatan www.anneleringunlugu.com adresine ayrıca teşekkür ederim.

Ciddi bir konu olduğundan fazla da uzatmak istemiyorum,mümkün olan en kısa ve anlamlı şekilde açıklamak en mantıklısı.Doğudaki,yokluk içinde yaşayan,yeni bir elbisesi olduğu zaman bile yüzü gülen bu insanlara ufak bir yardımda bulunmamız isteniyor.Hepinizin elinde yeni gibi duran,ama üstünüze küçük geldiği için giyemediğiniz giysileriniz vardır.Ya da çocukken sayfasını bile kırışmasın diye çevirmeye kıyamadığınız kitaplarınız.Evde bunları stoklamanın lüzumu yok.Ya da toruna torlağa bırakırım diye düşünmenin.En güzeli hem odayı kurcalayıp,işinize yaramayan eşyaları ayıklayıp temizleyeceksiniz,hem de bunlardan gerçekten temiz ve defosu olmayanları çocuklara göndereceksiniz ve boşa gitmemiş olacak.

Nursel Hanım Aras Kargo ile anlaşmış.Eşyalarınızı hazırlayıp,paketledikten sonra “Gönderen : Nursel Aktaş Şişli/İstanbul ve altına www.anneleringunlugu.com (Kardeşine Yolla Kampanyası) yazmanız gerekiyor.Anlaşmadan dolayı normal fiyatın altında bir fiyatla göndereceklerdir eşyalarınızı.Alıcı kısmına da Ardahan Valiliği yazmanız yeterlidir.

Umarım hepiniz duyarlılığınızı bu özel kampanyada gösterir,evdeki zulalarınızı esirgemezsiniz.Ben de bu mimi kabakmeltemi , pitekantropus , damacana ve nominal‘e gönderiyorum.Bunun haricinde bu kampanyayı okuyup,fikrini beğenen arkadaşların da aynı duyarlılığı göstermesini isterim şahsen.

Mim Part VIII : Mutluluk

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

2 günde 4 mim gelir mi arkadaş?Geliyor işte.Vallaha kendimi “Al lan şunu yaz,aha bunu yazmazsan çaktın olum bu dersten.Noldu lan yazamadın mı yoksa?Boruuuuuu.” diyen olağan bi öğretmenin kompozisyon dersinde gibi hissettim.Böyle olunca ne yazacağım gelmiyor sanki aklıma.DilekssBana mutluluğun 360 derece panoramasını yapar mısın?” demiş.Resmi bile yapılamadı,bizden panoraması bekleniyor,olmaz ki ama.Resime giden ufak birkaç parçayı sunabilirsem görev benim için bitmiş demektir.Bu işler göbek pamuğu satmaya benzeseydi keşke.

Mutluluk çok bireysel bir olgu.Herkese göre değişebilir bir kavram olduğundan kendime tezahür eden kısmından bahsedeceğim biraz.Benim açımdan mutluluk çok anlık şeylerden ibarettir.Uzun vadede pek bişeye sevindiğimi sanmıyorum,zaten öylesini de görmedim.Mesela benim için dün gece en önemli şey,ayaklarımı,kıçımı açıkta bırakmayacak bi battaniye olmasıydı.Evde herkesin kıçını sokacak battaniyesi varken benim yoktu.Döndüm döndüm durdum gece boyu.Halbuki bizim ailede bir Allah’ın kulu 2 kuruş yediğinden içtiğinden arttırıp battaniye alsa bunlarla uğraşmayacaktım.Gerçi o zaman mutluluğa ulaşmak için elimde de bir sebep olmayabilirdi (Mutluluk sebebine bak be ne mütevazi adamım ama.Olsun,ben Garfield kadar uyuşuk bi insanım.Benim için battaniye zaruri bi ihtiyaçtır.).

Pek çok yeniyetmede olduğu gibi bende de mutluluğu içkiden arama dönemi oldu ufaktan.İnsan Metallica gibi zibidilerin yaptığı Frantic tadında kliplere özeniyo tabi.Gerçi orda asıl anlatmak istediği bunun boktan bi döngü olduğu,ama gençlik her kazığı kendine göre yontuyor.Her gece ayrı bi kadın,her gece rakı,viski,mutluluğun en önemli kaynakları gibi gözükse de,sadece dertlerimizi bir süreliğine ertelemekten öteye gitmeyen hobilerdir.Aşktan meşkten bahsetmeyecem,zira aşktan hala hazzetmem.Belli bi dönemde bi tiksinme yaşadım,o gün bugündür aşk üzerine hiç bir düşüncem oluşmadı.Bana sorsanız aşk da dertleri başka güne ertelemekten başka bişey değildir yani.Evlendiğiniz gün,rafa kaldırılan dertler,kadından cırmık,adamdan yumruk olarak mevzubahis kişilere geri döner.Olmadı her akşam kavga.İstersen kadın ruhunu okumuş içmiş kazanova ol,adamı bitirir evlilik.Mutluluğu bu boş işlerde aramamak lazım.

Belki yeni aldığım bi oyun,ya da yeni aldığım dijital bi alet.Hepsi bi süreliğine veriyor mutluluğu.Belli bi aroması var anlayacağınız.Akabinde hepsi bitiyor.Çok geçici ve değişken bişey,bu yüzden de ne resmi ne de panoraması çizilebilecektir.”Ailemle bi odada oturur,kestane çizerim,daha büyük mutluluk mu var bee?” der pek çoğumuz da.Yapmayın efenim,bi ömür (gerçek anlamında) kestane çizerek geçer mi?Bu mu sevindirir seni yani?Gerçi kanaatkar davranmak lazım,bir gün ailemizden çok sevdiğimiz insanlar yok olduğu zaman keşke bi soba başında toplanabilsek de diyebiliriz.Ama dediğim üzere ne olursa olsun,konu aile bile olsa her kavram üzerinde mutluluk en fazla 1 hafta sürüyor.Bir de Edgar Allan Poe’nun yaklaşımıyla irdeleyelim bakalım.


THE HAPPIEST DAY – THE HAPPIEST HOUR

En mutlu gün – en mutlu saat
Kurumuş körelmiş yüreğimin bildiği,
En büyük umutları gücün ve gururun
Hissettiğim, geçip gitti.

Güç mü dedim? Evet öyle düşünmüştüm
Ama yazık! çoktan yitip gitti hepsi
Gençliğimin hayalleri -
Ama boşver şimdi.

Ya gurur, ne yapacağım senle şimdi?
Sakin ol ruhum!
Belki bir diğer baş devralır
Üzerime döktüğün zehri.

En mutlu gün – en mutlu saat
Gözlerimin gördüğü göreceği,
En parlak ışıltısı gücün ve gururun
Hissettiğim:

Ama o zamanlar çektiğim acıyla
Gücün ve gururun umudunu verselerdi,
Yaşamazdım o parlak saati tekrar.

Çünkü onun kanatlarındaydı kara alaşım
Ve çırptıkça – bir öz dökülüyordu
Öldürmeye yeterli
Onu bilen bir ruhu.

Selam olsun Bolu Beyi’ne,selam olsun dolu beyine : y4lcin , şafakotur , ekubio

Mim bittiğinde “Slonovski Bal – Darijeva igra” çalıyordu.

Mim Part VII : Kitaplarım

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Yazın da kendini iyiden iyiye göstermesiyle birlikte,bahar girişinde toprağa atılan mimler,olgunlaşıp elimize düşmeye başladı.Kitaplar ile ilgili düşüncelerimizi aktarmamızı isteyen bu mim ilk olarak Volkan Yılmaz tarafından başlatıldı.İkinci durak olarak Volkan Alabaz‘a uğrayan mim,oradan da beni bir ziyaret etmeyi elzem görmüş.pek sevindim.İki Volkan arasından gelen mime atladım,dileğimi tuttum,böyle mimler pek kerametlidir derler,hadi hayırlısı.Double V Power diye buna demeyeyim de neye diyeyim sevgili okurlar?

Kitap aşkında,ilk okuduğunuz kitabın önemi kesinlikle büyüktür.O ilk deneyiminiz büyük ihtimalle hayatınızın geri kalanında kitaplara bakışınızı etkileyecek bir deneyim olur.Okuldaki öğretmenlerin “Alın bunu okuyun,şunu okuyun” zorlamasıyla olacak iş değil bi kere.İnsanların belli kitapları okumaya zorlanması sebebiyle,lisede okuyan insanların bile kitap okumadığı bi toplum haline geldik.Benim kitap okumam hiç zorlama bi hadise değildi.Dayımla bir gün çıktık.Bana 3 tane kitap aldı.Pal Sokağı Çocukları,Denizler Altında 20000 Fersah ve Küçük Prens.Tabi ki her çocukta olduğu gibi bende de Küçük Prens’in yeri apayrı.30 yaşına da gelsek,50 yaşında da gelsek,her okuduğumuzda farklı tatlar alacağımız bi kitaptı.Tabi böyle bi kitapla okuma kariyerine başlayan bi insanın kitaplardan ve bişeyleri okumaktan uzak kalabileceğini sanmıyorum.Ben bu konuda şanslıydım.Her şeye “Rhhhhhhhhhhnnnnnnnööööööööarrrrrggggggghhhhhhhh” diye yanıt veren bi Chewbacca tadında yaratık olmadım nihayetinde.

2000li yıllara girdik,teknolojilere adapte olduk,hatta içinde boğulduk diye bazıları sanıyor ki,kitapları da bilgisayardan,pdf üzerinden okumaya başlayacağız.Bu görüşe katiyen katılmıyorum.Gelecekte değişmeyecek 3-5 tane alışkanlık varsa,onlardan biri de kitabı eline alıp,dokunarak okumaktır.İlla ki o kitabı insanın hissetmesi,o kağıt kokusunu içine çekmesi gerekiyor.Allah sizi inandırsın,severek okuduğum dergileri internette pdf formatında okuyamıyorum.O istek gelmiyor yani.İnternet pek çok şeyi karmaşıklaştırabilir,ama pek çok şeyi de basite indirgediği aşikar.Düşünsenize tuvalette klozetin üstünde okuduğunuz kitabın,derginin tadını masaüstünüzde bilgisayarınızda okuduğunuz b.ktan pdf verebilir mi?Bana günlerdir çıkmasını beklediğim bi kitabı internet üzerinden beleşe sunsunlar,vallahi okumam.Parası neyse alırım.

Okuduğum güzel kitaplardan da birkaç tane saymam gerekirse,Amerika’nın ormanda 1 milyon muhalif gücünde muzır adamı Michael Moore‘un Aptal Beyaz Adamlar ve Hey Ahbap,Memleketim Nerede?,Edgar Allan Poe‘nun Şiirler kitabı,Vedat Özdemiroğlu‘nun Selam Dünyalı,Ben Türküm,Susanna Tamaro‘nun Aklı Bir Karış Havada‘sı gibi isimleri sayabilirim.Bu aralar da Stephen King‘in Karanlık Öyküler kitabını okuyorum.Bir de Almanca’mı unutmamak için Madame Bovary‘nin Almanca versiyonunu okuyorum.

Selam olsun Bolu Beyi’ne,selam olsun dolu beyine : Beyn , nominal , biyonikkedi , pudra

Mim bittiğinde “Frank Zappa – Dirty Love” çalıyordu.