Arşiv: Ekim, 2008

İlk Tıraşta Aşk – Gillette Fusion Power Phenom

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Dünyadaki terapi niteliği taşıyan ne kadar sakinleştirici eylem varsa neredeyse hepsi erkeklere özgüdür ve buna rağmen sağıma baktığımda 1, soluma baktığımda ise 3 tane baltazar tipli, hapishane kaçkını ve çoğu zaman da tipsizlikten 10 yıl yiyecek denli öfkelilik halinde testesteron adamlar görebiliyorum. Öfkenin sebebini irdelemek gerekirse bu denli çok terapi nitelikli aktivite arasından hepsini yapmak isteyip, çoğunu yapamadıkları için deliriyor olabilirler. Bakınız, mesela kadınların oldukça sınırlıdır, bilemiyorum, belki de onların dünyasına giremediğim için böyle gözüküyor. Sonuçta Mel Gibson‘ın bi filmi vardı (What Women Want), ordaki gibi kadın elbiseleri giyip sonra da suya fön makinesini koyup elektrikle çarpılma suretiyle onların içinden düşündüklerini duyabilme yetisini kazanmayı da hiç istemem. Mel Gibson’ı da görüyorsunuz zaten, o tür rollerden sonra tırlattı, bir daha dönmemek üzere hristiyanlık harici tüm dinleri kötüleyerek bi nevi kendini affettirme amaçlı misyoner filmler çekmeye başladı.

Eğer dikkat ederseniz kadınların en önemli rahatlama kozları ikincil olarak dedikodu ve birincil olarak bulaşık yıkamaktır. Ve tekrar dikkat ederseniz aklı selim erkeklerin bu yöntemleri de terapi listesine kattığını görebilirsiniz. Özellikle bulaşık yıkayan herhangi bi insan evladı, o sırada duyduğu rahatlama bağımlılıklı bu aktivitesini belirli periyotlarla devam ettirir. İnsanlık olarak yalnız başımıza bişeyler yapsak dahi kızların ilgisini çekmek için uzaklara dalıp giden gizemli erkek modelinden kaçınmıyoruz, bulaşık yıkarken bile. Bize kalsa herşey film gibi lan. Hani Yeşilçam filmlerinde olurdu ya, biçki dikiş kursuna gireceğini sanarken kadrolu hayat kadınına dönüşen insanlar. Bir süre bu buğunun içinde “Nasıl olsa paramı kazanıyorum lan.” diyerek oldukça yanlış temaslarda (Diplomatik ilişki sanki ha, yanlış temasmış) bulunan kadın karakterimiz, bir gün bulunduğumuz ortamdan iğrenmenin en klasik yöntemi olan “Ölü köpek düşünüm bazlı hareket“i gerçekleştirir ve ağlaya ağlaya eve koştururdu. Sonra banyo sekansına geçtiğinde kadının ağlaya ağlaya üstüne tasla suyu boca ettiğini ve tövbekar (kendisine göre arınmış, günah çıkartmış) olduğunu görürdük. Buna bi nevi metaforlarla arınma diyebiliriz. İşte bu denli manyaklıklarla büyüyen nesiller, ya da sonradan Yeşilçam manyaklıklarına maruz kalan sonraki jenerasyonlar 2 boy abdestiyle günahlarından arınmaya, bi duvar yanında görmediği adamlara sırlarını anlatarak günah çıkarmaya kalkıştılar.

Bulaşık yıkamak bunlara göre çok daha samimi. Çünkü bir insanın herhangi bi anda evde verdiği ziyafetin ertesi gün ceremesini çekmek üzere istemeye istemeye o bulaşık süngerine gider eli. Normal bulaşıklar dedikodu, yalan söyleme gibi ufak günahları arındırırken, olay tencere tavaya geldiğinde işler kızışır. Artık geri dönülmesi oldukça zor bi günahmışçasına çitiler, çitileriz ve üstündeki kurumuş pislikler çıkmaya başladıkça gerizekalı bi mutluluğa bürünürüz. Lakin bakınız, o tavanın içine gözlerinizi pörtletmek suretiyle baktığınızda ufak çiziklerin oluştuğunu görmeniz oldukça mümkündür. İstediğiniz kadar yaptığınız basit olgulara anlam yükleyin, bi şekilde pürüz çıkar. Sen git “Arka taraf bomboş” diye otobüste seni sıkboğaz eden adamı bıçakla, ondan sonra bi süngerle affol, iyi valla.

Erkeklerin aktiviteleri oldukça fazla olmasına rağmen, bazıları çok çok daha el üstündedir. Tabi bu biz baltalara kalsa “Üşengeçlikten ötürü hiçbiriyle ilgilenme” şeklinde özetlenebilir. Ama vücudunun yüzde 70′i su yerine kıldan oluşan bi yaratık ne yazık ki koyveremez. Biraz haksızlık ettiğimi farkettim esasında. Şayet biz bezginsek bunun tek sebebi vücüdümüzün dört bi yanından pörtleyen kılların enerjimizi emmesidir. Basketçiler enerji kaybetmemek amacıyla bacak, kol, Allah ne verdiyse bütün kılları alır ve gariptir ki herşeyde artistlik yapan ve ataerkil olduğunu sanan hanımköylü toplumumuzda bu oldukça doğal karşılanmaktadır. Lakin bakınız, ben bu biraz önce bahsettiğim sebepten eylemi icra etmeye kalksam “Dağlar seni delik delik deleriiim aman aman” türküsünde de belirtildiği gibi içinden çıkılması güç durumlarda kalırım. Ne mutlu ki toplumumuz en azından belli bölgelerimizin kıllardan arındırılması görüşünde. Göz görmeyince gönül katlanır bittabi. Aşağı lokasyonda estetik bir kaygımız olmadığından ötürü herhangi bir tıraş bıçağıyla haşır huşur kesebiliriz. Lakin gelecekteki amacınız Alessandra Ambrosio gibi bi hatunu tav etmekse bizim eski sokakta bolca gördüğüm, o dönemlerde kabuslarımda prime time oynayan Ramo gibi olmamalısınız. Buradan tüm Türk halkına yemin ediyorum, adamın gözleri hariç her yerini kıl bürümüştü. Göz çevresi demiyorum dikkat ettiyseniz. Göz torbaları bile kıllıydı. Gözünü kıl bürümek eyleminin bu adamda hayata geçmemiş olduğuna bolca şaşırdım bu yüzden de. Ben ki, enerjisi düşük bir insan olmamı bu denli kıllı olmama bağlarken, o adamı sürekli ayakta dolaşırken görüyor ve akabinde dart yemiş düldül gibi şaşırıyordum. Bilemem, belki de adam kendini hayattan izole etmek istediği için adaptasyonla bu denli kıllı bi hale geldi ya da eskiden yakışıklıydı ama Ambrosio gibi birini ayarlayınca saldı kendini.

Bu tıraş olayını her ne kadar terapi olarak düşünsem de 2 aylık bir rutinle uğraştığımı itiraf etmeliyim. Tabi bu süre zarfında da en az ormanda kırk Okan Bayülgen neandartali gücünde olabiliyorum. Yeni programına başlıyor, artık bi şekilde saçı sakalı toplamıştır diye düşünürken bir de ne göreyim. Ben evrimin ileri işleyeceğini sanarken sevgili Okan maymun maskesiyle (Belki de maske değildi kendi kafasıydı) ortada deliler gibi raks etmekteydi. Programının logosu da bi maymundu. E bu adam genel olarak günümüzün erkek modasını belirlemiyor mu? O zaman yeni moda maymunluk ve kıllılık gibi bişey olacak. Ama ben en az Amerika’nın 1 dolarının “In God We Trust” sözleriyle tanrıya güvendiği gibi burnunu her bi halta sokan İsviçre’li bilim adamlarının “Kadınlar yumurta gibi erkekler sever” sözüne güveniyorum. Sonuçta düşünün, bi kadın hoşlandığını yavuklusunun yüzünü hissederek öpemeyip, bir kıl yumağıyla temas ettiğini düşündükten sonra niye onunla çıksın ki? Gider en hasım kedisinin elindeki örgü yumağını alır, onu öper saatlerce.

Tıraş olma periyodumu bu denli uzun tutmamın sebebinden hala bahsedememişim. Evet efendim, ben yaklaşık 14-15 yaşında iken bıyıkları terlemiş bi oğlan olup, yaklaşık 4-5 yıldır tıraş olmama rağmen 20 yaşımda hala suratımı paramparça etmekteyim. İddia ederim ki, Frankenstein’ın yamalı suratı bile benim “Tıraş” isimli harbimden çıktıktan sonraki halimden daha az Türkiye’nin karasal haritasına benzemektedir. İnanmazsınız, geçenlerde tıraş olduğumda suratımın sadece 2 kısmını parçaladım diye koskoca İsa’nın doğumu kabul edilen miladı alıp, bu tarihi taşıdım fütursuzca. Scarface’in neresi yaralı ki lan? Gelsin beni görsün Al Pacino.

Ruhum ve suratım örselendi sevgili okurlar. Gençliğimin baharında suratıma jilet vurmaya korktum. Hatunların yanında Kurabiye Canavarı gibi dolaştım her daim. Her yanlış yöne giden ilişkilerde de hayat muhasebesi yaparken hesapta hep yanlış tıraş bıçağı kullandığım gerçeğini atladım, belki de gerçeklerden kaçtım. Bilirsiniz ki, her Amerikan filminde bir kısımda illa ki Amerika bayrağı gözükür ve o anda bi şekilde uyuyan, yanlış yollara sapmış olan adamlar uykularından uyanır, Amerikan Gerçeği’ni farkederler. İşte benimki de tam anlamıyla böyle bi deneyim oldu. İnsanların hayatına çıkan belli olaylar, belli şeyleri tetiklemek için oluşurmuş ya, meğersem benim blog yazma olayım da aslında uyanışımın başlangıcıymış. “O kadar blog yazdım, bi faidesini göremedim uleyyn.” dediğim anda Gillette uzaklardan ekmeğini tavuğun camdaki buharına banıp o şekilde fanteziler kuran bir fukaraya tavuğu veren işletmeci gibi hayallerimi gerçek eyledi. Bi de bu örnekte geçen buhar banıcısı adamlara genelde yağlarından sabun yapılan homini gırtlak müşterilerin artıkları verilir. Bana ise son derece güzel bir pakette, Gillette’in daha yeni çıkmış titreşimli tıraş bıçağı Fusion Power Phenom ve ona arkadan destek birimi olarak eşlik eden tıraş köpüğüyle jelini göndermişler. İşte o tıraş kutusu bana o anda 2001 : A Space Odyysey‘deki medeniyeti oluşturan siyah blok gibi gözüktü. Hani etrafında maymun adamların kiminin tırsarak, kiminin de mıncıklama isteğiyle döndüğü, insanlığı geliştiren blok. Allah’tan ben mıncıklama isteğiyle tutuyordum kutuyu da medeniyet atladım sayelerinde.

Elime yeni keşfedeceğim türden şeyler geçtiği zaman cidden aşırı heyecan yapıyorum. Elim ayağıma dolanıyor, illa ki kutunun sağını solunu, bi yerlerini keserim yani o arada. Olmadı kolumu bacağımı keserim. Amerikalılar da benimle aynı kaderi paylaşıyor olsa gerek. Bu tür paketleri açarken yaralanan insan sayısı oldukça fazlaymış. Kargonun poşedini çıkardığımda kutunun üstündeki aynaya gözüm ilişti. Uyanış anının en önemli evresiydi aslında. Gillette, beni bakmaktan yıllardır kaçtığım aynayla yüzleştirdi ummadığım bi anda, insanlarla topluca buluşulduğunda neden zorakiymişçesine en son benim öpüldüğümü farkettirdi. Evet, ben miladı yanlış tarihe atamıştım. Bu yüzden Tapu ve Kadastro’ya “Tarihi değiştirecem” şeklinde başvuru yaptım. Onlar da “Manyak mısın be adam, git kiliseye söyle” dediler. Her neyse, herkes kendi ruhundaki aydınlanmanın miladını yaşar. Ben de İstanbul’un Fethi olarak kabul ettiğimiz Yeni Çağ’ı alırım, napayım yani?

Bi de porsuk kılından yapılan fırçayla suratımıza sürdüğümüz diş macunu şeklindeki tıraş kremini surat koruyucu sanırdım. Meğerse bunlar tamamen old school olmuş. Yüksek mühendislik diyoruz burda anasını satayım. Adamlar o kremin üstüne 30 yıl çalışma yaptı, işini kolaylaştıran köpükler çıkardı, sen hala eski püskü şeylerle tıraş olacam diye debelen. İlk başta görmemiş hanzolar gibi elime bi avuç köpüğü boca ettim, ama zaten suratım da oldukça kıllıydı, anca o paklardı hani. Fusion Phenom’un pilini taktım, titreşimini açtım. Bu deneyim cidden tıraş olamazdı. Önceden etimi suratımdan sıyıran bıçakların acısı, bana böyle bişeyin olmayacağını söylüyordu bilinç altımdan. Suratımı yırtmak için kaktırdım, ittirdim, tersten çektim, kıllarım dönsün de suratımın içine kaçsın da sonra zombi olayım diye uğraştım ama olmadı. Osmanlı’nın en sağlam yöntemlerdenmiş. Domuz derisini insanların kafasına geçirir, ıslatırlarmış. O deri uyguladığı baskıyla saç kıllarını beyine doğru ittirir ve insanları zombileştirirmiş. Düşündüm de manyak mıyım ne? Niye böyle bişey istediysem? Ama cidden, bıçağın o masaj mahiyetinde gelen güzel titreşimi haricinde kıl çekildiğini bile farketmiyordum. “Ulan yoksa kör bıçağı verdiler de öylesine mi sürüyorum?” demedim değil. Dedim sevgili okular. Lakin bi baktım ki suratımdaki kıllar kaybolmuş, adeta cillop gibi bi oğlan olmuşum. Bi de tıraş bıçaklarındaki en büyük sorun tıraşın akabinde içinde bi milyon tane kıl kalması ve onların mümkünatsız bi şekilde çıkmamasıdır. Yok arkadaş, bunun içinde kıl zerresi dahi kalmamış. İlla ki çamur atacam ya, üstünde 2 yıl önceki deneyimden kalan soğan zarının atıl bi şekilde durduğu mikroskobumu alıp baktım. 1×100000000000000 zoom oranı yaptım kıl kocaman gözüksün de pire deve olsun diye. Ama olmadı. Bi de tıraş öyle haz verici oldu ki, reklamlardan birindeki adam gibi dayanamayıp kafama jeli döküp bıçakla sıfıra vurmaya kalkıştım. Annem kapıya omuz atıp zorla tuttu beni vallaha. Suratıma tıraş sonrası jeli sürmüştüm bi de o kadar güzel kokuyordu ki, ikimiz de mayıştık, olay tatlıya bağlandı.

Tıraş olmak bu kadar hissiyatsız ve eğlenceli bişeyse ben yıllarca kullandığım bıçaklara tüküreyim sevgili okurlar. Kıllarımın uzayacağı günü sabırla bekler oldum. Hatta suratıma o kıl çıkarıcı biyokimyasallardan takviye edip bu süreci hızlandırmaya başladım. En azından ortamlarda “Günde 2 kere tıraş oluyor ağbiii” diye geyik çevrildiğinde “Senin de Fusion’ın olsun, günde 5 kere olmazsan adam değilim” diye fikir veren aydınlanmış adamlardan olayım. Bu tıraşı ayrı bi meslek grubuna da önerebilirim aslında. İdealist katillere çok iyi gider, cidden. Düşünsenize, sırf psikopat olduğu ve kan görmek istediği için adam öldüren bi katil ve elindeki kör tek bıçaklarla suçsuz insanların canını yakıyor. Tek bıçakların, genel olarak katillerin ana sponsoru olmasının sebebi bu zaten. Gillette Fusion Power Phenom öyle mi ama? Adama uyurken sür, ruhu duymaz. Hatta herkes bu denli acısız bi şekilde hayata veda etmek ister sanırım. Vasiyetimi veriyorum ; Ya The Who isimli güzide grubumuzun dediği gibi yaşlanmadan öleyim, ya da yaşlanıp da kalp krizimin geleceği günü hastalık içinde bekleyeceğime Gillette’in gelişmiş mühendislik harikası tıraş bıçaklarıyla huzur içinde idealist bi katilimiz tarafından acısız ve hissiyatsız bi şekilde öldürüleyim. Ölenlerin mezarlarına kişisel eşyalarını dolduran inanç var bi de. Aranızda öyle bi arıza varsa, “Bir garip öldü diyeler, Gillette Fusion Power Phenom’ı mezarıma koyalar, soğuk suyla yuyalar, ara sıra suratımı tıraşlayalar.” dörtlüğüme kulak vermelerini diliyorum. Ölü de olsak, diğer tarafta güzel hurilerin olup olmayacağının garantisini kim verebilir ki bana?

– END OF PART I –

DIRECTOR’S CUT REVISITED (a.k.a. Tıraş üzerine güzellemenin yeniden derlenip, kesilip, biçilip fetvalaştırılmış hali – Kıl üzerine yazarın son notları)

Tüm zamanlarda yaşamış bütün insanları iki ana kategoride değerlendirmek zorunda bırakılsaydım, aksi taktirde müsait bir uçurumdan beni aşağı ittirmekle mükellef kıl yumağı, izbandut kırması, testosteron ihracatı yapabilme teknolojisini dört gözle bekleyen bu abilere insanları kadın-erkek olarak değil de suratındaki ve bacağındaki kılları kesen insanlar olarak kategorize ederdim. Zira bu yolla tıraş olmanın önemini onlara hatırlatmış olur ve tıraş olmaları halinde onların daha az ürkütücü versiyonlarıyla muhatap olabilme şansına erişebilirdim. Evet kılın bizi daha ürkütücü, daha dindar, daha vurdum duymaz, daha bohem, daha yaşamdan soyutlanmış hale getirmek gibi bir fonksiyonu var. Hayatta kötü olduğunuz ne varsa, sakal diğer insanlar tarafından bu olumsuzluğun aslından daha beter olduğu biçiminde algılanmasına vesile olur.

Evet insanlar kıllı yaratıklardır. Genetik faktörlerin bu kıllılık oranıyla ilişkili olduğunu biliyoruz ve 1 ila 10 rakamlarıyla derecelendirmek gerekirse biz Türkler liste başı olmaya aday bir toplumuz. Peki bu iyi bir şey mi? Hayatım boyunca kıllı olmanın cinsel cazibe olarak algılandığı tek bir döneme şahit oldum. 80 sonrası post-modern Türk sinemasında bunun dışavurumuna şahit olmak mümkün. Çocukluk dönemime denk geliyor olmasına rağmen ben bunu inandırıcı bulmamıştım, doğrusu bulamamıştım. Kız arkadaşı Hülya Avşar’a yeni tanıştığı erkek arkadaşı ile ilk cinsel münasebetinden sonra şöyle soruyordu.. “Nasıl kıllı mı?” sorusu “Evet” olarak yanıtlandıktan sonra cümleten kahkahayı basıyorlar ve bu yolla kıllı olmanın iyi bir şey olduğu bilinçaltımıza işlenmeye çalışılıyordu. İddiaya girerim o filmin yönetmeni bir hayli kıllı bir abimizdi. İşe yarasaydı göğsüne kıl ektiren bir toplum haline gelir miydik? Ne kadar manipülatif bir toplumuz? Hükümsüz sorular… Bunun dışında kıllı olmayı peygamber soyundan gelmek olarak değerlendiren bir zümrenin varlığı söz konusu. Bu acınası tesellinin ortaya çıkma nedenleri malum. Bu maluliyetten mütevellit, kıllı olmanın insan psikolojisi üzerinde ki yan etkileri hakkında fikir sahibi olmak mümkün.

Erkeklerle kadınlar arasında nasıl gündeme geldiğini hayal ederken çok eğlendiğim toplumsal bir sözleşme olduğunu düşünüyorum. İlk insanlar vücutlarındaki kılları kısa zamanda gözlemlemeleri sonucu ikiye ayırdılar: Uzayan ve uzamayan kıllar. Erkekler ve kadınlar bi şekilde uzlaşıp vucutlarında karşı cinsleri rahatsız eden uzayan kılları tıraş etmeleri konusunda anlaşmış olabilirler. İlk yazılı antlaşma bu bile olabilir bence. Acaba hangi kayalığa yazdılar?

Sosyalleşme sevdamızda kadınların erkekler için en önemli faktör ve motivasyon kaynağı olduğu tartışmaya açık bir konu değil. Sosyalleşmek görsel anlamda erkekler için tıraşı ve diş fırçalamayı mecbur kılıyor. Dolayısıyla bu iki sektörde hizmet sunan şirketler eğer erkeklerin periyodik olarak tıraş olmalarını ve dişlerini fırçalamalarını istiyorlarsa bize kız arkadaş ayarlasınlar. Kesin çözüm. Yıllık ciroları tavan yapmazsa ben bu işi bırakırım arkadaş.

– END OF PART II –

Dipçik Not: Bu yazı, banyo ortamında tıraş kültürüne uygun olması amacıyla klozetin önüne bir adet masanın çekilip, üstüne laptop sisteminin kurulmasıyla tuvalet halinde yazılmıştır.

Anekdot Silsilasyonu : Part VIII

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

* Biraz daha bilgisayar başında dursam fıttıracağım anlardan birinde ani bir kararla Çeşme’ye gitmiştik günübirlik. Plaj eğlencesi, şezlongu, güneşi ayrı bi güzeldir. Ama mevzu tuvalet konsuna gelince evdeki s.çma rahatlığı olmuyor tabi. Gelenlerin kedi gibi kumu kazıp içine s.çmayacaklarını bildikleri için de 1 lira yapmışlar tuvaleti Allahsız değnekçi tipli götlü göbekli işletmeciler. Gıcıklık bu ya, bira içsem bu kadar üst üste gelmez çişim. Plaj dopdolu, tuvalete işemeye gidiyorum, 1 işiyorum, 2 işiyorum, 3, tuvalette bi kişilik kuyruk bile yok. Denize girenlerin ara sıra çömelip, domalıp, insanlardan kaçtıklarını görünce farkettim. Büyük küçük farketmiyor, yumurta kapıya dayandığında dahi denize sıçıyorlar. Teşbihte hata olmaz bilirsiniz, resmen palamutları suya bırakıyorlar. Böyle pis heriflere mavi bayrak mı dayanır, o da kahverengi olmuştur. Gerçi o bayrağın direğini tuvaleti 1 lira yapan bu işletmecilere mi yoksa bu denizin içine sıçanlara mı soksam bilemedim.

* Bir insanın Full Metal Jacket‘ı izlediği günün ertesinde askerlik kağıdı gelir mi? Gelirse o adam altına patır patır eder mi?

* Devlet tarafından kafeslendikten sonra, derbeder aç bilaç bırakılan bozkurtun hikayesi, “Âtıl Kurt”

* Ömrüm boyunca zihnimde “Beşamel Sos” kelimesi yankılandı, durdu. Zihnimin bana çağrıştırdığı kadarıyla yetindim. Hiç internete girip de ne olduğuna bakmadım, hala da bakmıyorum. İsminde acayip bi tatlılık, bi bal damlama durumu var, hani karamel gibi lezzetli, o renkte bi sosu çağrıştırıyor bana. Umarım öyledir.

* Halk Bank sanırım gelişim bütçesindeki bütün parasını “Yenilendi, yenileniyor” reklamlarına ayırdı. Ödenekten kalan son 10 YTL ile de maskot yaptırmışlar gibi duruyor. Bilen bilir, bir dikdörtgenin üstüne 2 göz, 1 de ağız çizilmiş sadece. Maskotunuzu s.keyim demeden edemedim, afedersiniz.

* Çocukluk sanrıları sanırttırmaya başladı yine. Bi an güzergaha güzelgah, Eşrefpaşa’ya Eşşekpaşa dediğimi hatırladım. “Eşşekpaşa Güzelgahı”nda akıcı bir trafik var bu sabah.

* Ulan film fragmanları da az devrelerimi yakmadı zamanında. Filmi anlatan adam “Böyle muhteşem efektler görmediniz” diyince ben “Etekler” anladığım için baldır bacak dolu olduğunu nasıl bu kadar rahatça ve fütursuzca söylüyorlar diye düşünüyordum.

* Ne zaman otobüse binsem gözüm, altında “Acil durumlarda cama vurunuz” yazan çekice ilişir. “Keşke bi fırsatını bulsam da şu çekiçle camları döksem, ne kadar etkili acep?” diye hayallere kapılırım.

* Sakin insanların rahatlama yöntemleri hep varsayım üstüne kuruludur, cidden. Ne taş, ne talaş hesabı. Karşıdan karşıya geçerken çoğu vakit benim geldiğim tarafa doğru kendi açısına göre karşıya geçen yayalardan birini gözüme kestiririm. O an mesela şişe varsa elimde şişe, şemsiye varsa şemsiye de müdahil olur hayalime. Hayalimde ilk olarak elimdeki objeyi karşıdan geçenin suratına fırlatır, sonra da Allah ne verdiyse dalaklarına saydırırım. Psikolojik rahatsızlık mı bilmiyorum ama cidden ferahlattığı aşikar.

* Dolmuşta en önde oturduğum zamanlarda inmeme 2 durak kalmışken, davarın biri el kaldırıp biniverir. Yer derdinde değilim tabi ki. Benim sorunum, dolmuşa binen hanzoların 2 adım atıp dolmuşçuya elden para vermek yerine omzuma ellerini değdirip para uzattırmaları. Öyle böyle değil, birisi dolmuşta sırf bunu yapmasın diye dergi merrgi okuyorum ç*k kadar yerde, öyle durumlarda 1. dereceden hanzo değillerse kendileri veriyorlar. Ama dergim olmadığı zaman 2 durak kala sırf bana birisi “Şurdan bi kişi lütfen” diyip para uzatıp/uzattırmasın diye aceleyle iniyorum. Ondan sonra beyhude 2 durak yürü babam yürü. Buradan Tüm Türkiye’ye sesleniyorum, benim dolmuştan inmeme 2 durak kalmışken dolmuşa binmeyin, binecekseniz de paranızı kendiniz uzatın. Bi gün birinizi çok pis tersleyecem, hadi hayırlısı.

* Benjamin Toshack‘a zamanında insanlar Bünyamin Taşak diye lakap takmış mıydı, yoksa ben yeni bişey mi keşfettim? Kardeşime sordum, o da hatırlamıyor böyle bişey. Adamın adını her duyduğumda bu çağrışımı alıyorum halbüse.

* Millete imza konusunda çok özeniyorum lan. Herhangi bi resmi belge önlerine geldiğinde şak diye imza atıyorlar. Benim hiç imzam olmadı ki. Rastgele karalıyorum. Hiç de bi Allah’ın günü oturup defter üstünde imza çalışması yapmadım. Arkadaşlarına imza bile üreten var. Ama benim normal el yazım zaten imza gibi, bu konuda beceriksizliğim belki de ondandır.

* Dübürist – Dübür uzmanı

* Üniversitede okuduğum Fizik bölümü yüzünden alternatif-direkt akım demeyip, gözünün yaşına bakmayıp AC/DC‘den (grup olan hani – herkes bilmeyebilir) nefret edecem lan. İnsan hangi bölümü okursa onunla ilgili herşeye kıllanıyo sanırım. Yeni albümlerini Fizik çalışırken dinledim bi de, overdose oldu. Gerçi onların isim cinselliğe göndermeydi (Alternatif-direkt akım, anlarsınız ya) Evet, evet böyle düşünürsem onları mezara gönderene kadar bile dinlerim ki, bu 200 yıla tekabül eder. Ben ölürüm, onlar yaşar.

* İsimleri hafızada tutma konusunda gerçekten ciddi problemlerim var. Bir insanın yanında 1 ay dursam bile sormam, o derece. Unuturum yani. Şu an bi yığın adamla tanıştım ama sorsanız g.tümden uydururum isimlerini. Geçenlerde bi anda kızın biri Dünya Sineması’nın Ustaları isimli kitabı okuduğumu görünce o vesileyle tanıştı. İsmini de söylemişti ama nasıl olduysa Merve diye işlemişim belleğe. Gerçi isim konusunda zayıf olan belleğim için kızlar Merve ve Tuğçe, erkeklerse Alp oluyor. Başka bi gün yeniden denk geldiğimizde numarasını vermek istedi. Cep telefonu da kullanmam açıkcası, zor bela çıkardım telefonu. Numarayı yazdım. “Merve’ydi değil mi?” dedim. “Ay aşkolsun, adım Zeynep” diye buyurdu kendisi. Buyrun size şenlik. Çam üstüne çam. Bana isminizi ezberletmeye çalışmayın kardeşim. Sawyer patentli lakap sistemi daha uygun bana. Unutmamak için “Bundan sonra senin ismin Su olsun.” dedim.

* Leman, K ve bilimum haftalık yayınların tuvalet, otobüs yolculuğu gibi ortamlarda sayfasının açıldığı zaman elde tutmasının ne kadar zorlaştığını bilen bilir. Dergiyi illa ki katlamak gerekir ki bu yolculuk sırasında yandakinin suratına dirsek atmamıza, tuvalette s.çma konsantrasyonumuzun bozulmasına sebep olur ve dergiyi ıslak yere koymamız icap eder. Bu yüzden böyle durumlarda hazzın kesilmemesi için bu tür dergilerin spiralli yapılmasını talep ediyorum. Katlamadan, dirsek atmadan cidden güzel yolculuklar olacaktır.

* Biraz önce teknolojinin nimetlerinden faydalanarak MSN’den Safinaz Büfe’ye maxi karışık siparişi geçtim. Yarım saat sonra parlak, bıyığı terlememiş bi oğlan geldi sandviçi vermek için. Belli ki acemi. İki tane sandviç 7 lira tutuyor. 10 lirayı çıkarıp verdim, işte elemanın acemilik noktası da burada patlak verdi. İçi sırf 1 liralarla dolu freebagini o kadar yokladı ve çıkara çıkara 2 lira çıkardı. O anki tipi görmeniz lazımdı, rol de yapamıyor. Sanıyor ki üstü kalsın diyecem. “Hulusi Kentmen jenerasyonu benden bi kaç önceki jenerasyon anam babam” dedim içimden. Garip ve bu çakallığı yeni yeni denemeye başladığı her halinden belli olan surat ifadesiyle “Bi saniye, şuradan 1 lira daha verecektim.” dedi, parayı istemeye istemeye verdi ve giderken t.şakları k.çına kaçmış bi insan abandonezisyonuyla çıktı gitti.

Yazı bittiğinde tabi ki “AC/DC – Spoilin’ For a Fight” çalıyordu, g.tüm de trampet çalıyordu.