Arşiv: Şubat, 2008

Stewie Griffin : Untold Story

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

89 yılında hayatımızı şenlendirmeye başlayan Simpsons dizisi,bize bir çekirdek ailenin asırlar bile geçse komediye çok yatkın malzemeler içerdiğinden dolayı asla esprilerin bitmeyeceğini kanıtladı,kanıtlıyor da.Yıllar geçti,koskoca 20 yıl geçti,ama sevimlilik muskası Maggie bile bi gram büyümedi.Hiçbirimizin umrunda da olmadı zaten bu.Bu aile böyle gayet iyiydi.

Sonra Family Guy çıktı.Family Guy’daki aile,Simpsons ailesinden bile daha manyaktı,daha farklıydı.Simpsons’taki Maggie‘nin zekasıyla,1 yaşındaki Stewie‘nin zekasını kıyaslarsanız bunu farkedebilirsiniz.Ya da Simpsons ailesinin aptal köpeği Santa’s Little Helper‘la,tekila manyağı köpek Brian‘ı da kıyaslayabilirsiniz.İşte bu iki şaşırtıcı karakter Family Guy’ı Simpsons’tan daha öte bir yere koydu ve asla kendisine taklit muamelesi yapılmasına izin vermedi.

Bildiğiniz üzere Simpsons daha çok aile yaşamındaki şeylere eleştiri getirirken,Family Guy daha çok televizyon dünyasındaki saçmalıklara dokunduruyor.Dizinin 1999 yılından beri 6 sezonu yapıldı ve hala devam ediyor.
Ben özellikle bu ekipte dublaj sanatçısı Seth MacFarlene‘ye harbiden heyret ediyorum.Adam dizide 5 kişinin (Stewie Griffin,Peter Griffin,Brian Griffin,Glen Quagmire,Tom Tucker) dublajını yapıyor ve sesler birbirinden o kadar farklı ki,bunları nasıl başardığına şaşırıyorsunuz.Anlaşılan dizi ekibi bütün dublaj parasını bu adama gömüyor.Adam Terminatör gibi.Dublatör.

Anlaşılan ekip Simpsons ekibi gibi film yapmak için 20 yıl beklememiş.4. sezona tekabül eden (3 de olabilir) 2005 senesinde esas oğlanımız,pisko çocuk Stewie’yi merkez alan bir film yapmışlar.Dizi olarak 25 dakika izlediğimiz şeyi 1,5 saat izlemenin tadı bi ayrı güzel.Bu zevki geçen Temmuz Simpsons Movie ve bu sene Bender’s Big Score‘da yaşamıştık.Ha bi de South Park‘ın film vardı,unutulmaz.Ekipler görüldüğü gibi diziyi film yapma işinin sırrını çözmüş durumda.Hiçbir şekilde görünüm olarak,ya da başka türlü bişeyler eklememek gerekiyor seyircinin yadırgamaması için.Asıl önemli olan dizinin o çizgisinden çıkmadan uzun metraj yapabilmek.Ve bu gördüğüm 4 film itibariyle hepsi başarılı bir şekilde yapılmış.Ama bana göre en güzeli Bender’s Big Score olmuştu.

Filmin ana konusu Stewie’nin bir gün ekranda kendisine acayip benzeyen bir tipi görmesi üzerine onu bulmak için Brian’la yola koyulması.Yine yüksek dozda mizah ve göndermeler mevcut.Sanırım en beğendiğim Stewie’yle yapılan Saddam göndermesiydi.Orada yarılmıştım.Bu nasıl olsa film diye ekip ensest ilişkilerden,gay ilişkilere kadar hepsiyle dalga geçmiş,argoyu da arttırmış.Sinemanın da en iyi yanı bu zaten,serbestliğinizi arttırıyor.

Bildiğim kadarıyla bu film sadece DVD olarak çıktı.Benim elimde 2 Family Guy filmi daha var ama nedir ne değildir,bilmiyorum.En meşhur olanı bu.Onların Türkçe altyazısını da bulamadım.Bi ara izleyeceğim.Onlar da bunun gibi bişeyse buradan yazarım büyük ihtimalle.Size Peter Griffin’in filmden bir repliğiyle veda etmek istiyorum : “İyi, burada artık çalışmadığıma göre, size neyin gerçekten tepemin tasını attırdığını söyleyeyim : Siz, Amerika.S.ktirin gidin!” Bazen filmlerin eleştiri çizgilerini anlatmak için tek cümle yetebiliyor.

Stewie Griffin : Untold Story torrent
Yazı bittiğinde “The Smiths – Girlfriend in Coma” çalıyordu.

40 Yıllık Katran Olur Mu Şeker?

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Şu hayatımda,bu yaşıma gelene kadar pek çok şey değişti.Tipim değişti,hareketlerim değişti,düşüncelerim değişti,kavramlara bakış açım değişti.Buna benzer ufak tefek,birleşince büyük fark yapan pek çok şey değişti.Ama hiçbir zaman mizah anlayışımdan,hayatın komikliğini karşılayışımdan,komikliğimden,güler yüzümden bir şey kaybetmedim.Üzüldüğümde en fazla 2 gün üzüldüm.Hep OldBoy’daki Dae-Su babanın dediği sözü düstur edindim kendime : “Gülersen dünya da seninle güler,ağlarsan yalnız başına ağlarsın.”

Bugün bu geyik tarzımın sadece bir kısmını yansıttığım,Level ve Chip dergilerinde yayınlanan maillerimi göstermek istedim.Hani bazıları sevinir ya, “Oleeeey dergide yazım çıktı” diye.Sonra bakarsın dergiye hiç garip bişey yok,aynen şöyle : “Merhaba cart dergisi,hepinizi çok seviyorum.Süpersiniz.Çalışmalarınızda başarılar.” Böyle bi maili herkes yayınlatabilir elbet,şaşılacak birşey yok.Mühim olan daha garip şeyleri yayınlatabilmektir.Level geyik bi dergi olabilir ama onların da geyikliğinin bir sınırı var,bu sınırı aştıysan başarılısındır.Chip’i zaten bilirsiniz geyiğe mahal verdiği pek görülmemiştir.Ama ben belki de derginin tarihindeki en geyik okuyucu mektubunu yayınlatmışımdır sanırım.


Tıklarsanız büyürler

Dergilerin de okuyucularına kalplerini,iç dünyalarını açması ayrı bir sebebiyet veriyor aslında geyikvari durumlara.Artık o kadar tanıdığınızı düşünüyorsunuz ki adamları,enseye tokat g.te parmak olduğunuzu sanıyorsunuz.Dergicilik zaten gönül işi.Eğer bir dergi okuruna mesafeli durursa o derginin başarılı olması zordur.Yazar bir yandan kendi hayatını paylaşmalıdır okuruyla bana kalırsa.Level’dan ayrılan,Level’ın belkemiği olarak gördüğümüz yazarlar Oyungezer diye bir dergi çıkardığında,gözümüzü bile kırpmadan güvenerek almamızın en büyük sebebi bu olsa gerek.

Bu arada eğer Burcu burayı okuyorsa saygılarımı iletiyorum kendisine,az arızalılık yapmadım :D

Yazı bittiğinde “Sentenced – Killing Me,Killing You” çalıyordu.

Alerji Testi Olabilmek İçin Geçilmesi Gereken 825 Aşama

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Yaklaşık 2-3 yıl önce sadece İlkbahar-Yaz zamanlarında polenlere uyuz oluyordum.O etrafa yayılan çiçeklerin yasak aşk meyveleri burnuma kaçtıkça hapşurmaktan iflahım kesilir olmuştu.10 hapşurmalık-20 hapşurmalık kombo serilerini tek nefeste yapar olmuştum.Son 1,5 yıldır da bu iğrenç alerjinin yanına bir de güneş,toz,sigara dumanı alerjisi eklendi.Bunlardan herhangi birine maruz kalınca gözüm yanar,kızarır,kaşınır olmuştu.Tabi Mick Jagger gibi mosmor bir keş gözaltı yapıyordu bu alerji.

Yani anlayacağınız ilgilenmedikçe,geciktikçe daha da büyüyor bu meret.Vücutta kendini geliştire geliştire yeni yeni alerji çeşitleri türetiyor.Hele babamdaki alerji daha da ileri bi seviye.
Bugün size,alerji sahibi olan insanlara alerji testi olabilmeniz için,alerji çeşidinizi öğrenebilmeniz için yapmanız gereken 825 şeyi anlatacağım.Tabi bu deneyim İzmir sınırları içine dahildir.Ama Türkiye’nin diğer yerlerinde 600 aşamayla yapılacağını düşünmüyorum,hele hele İstanbul’da.

İlk aşama olarak araştırmaya koyuluyoruz.sağımızda solumuzda her yerde afişlerde,eşşek kadar puntolarla “Alerjinize dikkat edin,alerjinizi öğrenin,geç kalmayın!” türünden şeyler yazsa da,etrafta alerji testi yapan hiçbir hastane olmadığını farkediyoruz.Tabi bu anlattığım olay SSK’lı bir insan için.600 lirayı trink bastırdıktan sonra Özel bir yerde muayene olabilirsiniz tabi ki.

Bu testin sadece İzmir’in en sakat yerlerinden biri olan Tepecik‘te (aka title Şoparland) yapıldığını öğrenmemizle 2. aşamaya geçmiş bulunuyoruz.Bu aşamada hastaneye Perşembe günü gidiyoruz.Türkiye’deki bütün hastaneler gibi çok düzensiz.Ama yine de işleri biraz toparlamışlar.Eskiden daha berbat bir haldeydi.Alerji polikliniği arıyoruz ama görünürde hiç bir yerde yok.hani Lost’ta ormanın en ücra köşesinden ambar çıkar ya,bu da onun gibi,Polikliniği resmen gizlemişler,insanlar bulamasın diye.Hastaneden bağımsızlığını ilan etmiş gibi bi poliklinik.Albay Kurtz’ten bile daha özgür bi poliklinik (Bu arada bu poliklinik ne b.ktan bir kelimedir hey Allah’ım) .Güçbela kapıyı bulduktan sonra bakıyoruz ki kapalı.Ordaki sıva yapan bi elemana soruyoruz,ne ayak bu diye.Adam burasının sadece Pazartesi-Salı çalıştığını söylüyor.Bizde haliyle paşa paşa koyuluyoruz eve doğru.

Bu sefer Salı günü hastaneye doğru yola koyuluyoruz.Dolmuşun içinde babam öldürücü soruyu soruyor : “Sağlık karnesi yanında mı?” İyi de sağlık karnesi zaten bende değildi ki sendeydi,bana niye sorarsın?Allah’tan şu tedavi olayını şimdi kimliğe taşıdılar da o eşşek kadar şeyle uğraşmayacaz.Yine eve koyuluyoruz.
Aradan bir sene geçer.Saçlara sakallara kırlar düşmüştür.Ama o alerji testinin bir gün yapılacağı umuduyla hastaneye yine gidilir.Evet,aynı angutluk aradan geçen zaman aşımı yüzünden tekrarlanmıştır.Yine Perşembe günü gidilmiştir hastaneye.Ve tekrar eve dönülür.Ömürden ömür geçer,ama savaş bitmez.Söylemeyi unuttum,bu arada 2 günde sadece 50 hastaya bakılıyor,bu da cabası.

Sonraki Salı yine gelinir hastaneye,bu sefer ilk 25′e girmek için erken de gelinmiştir.(-tir ek modundan çık)Ohannesburger be kardeşim.Hep televizyonlarda 4000 kişilik hastane kuyrukları görürdüm inanmazdım.Amma hasta varmış.Günde kaç insan hastalanıyor böyle?Kuruk taaa Fizan’a gidiyor mübarek.İnsanlar iyice hastalık hastası olmuş anlaşılan,canı sıkıldıkça doktora gidiyorlar.En kral sistemi bile getirsen bu kadar hastalık hastası manyakların oluşturduğu izdihamı azaltmak namümkün.

700. aşamayı da geçtikten sonra ucu ucuna alerji polikliniği fişini alıyoruz.Tenhadaki ambara (pardon polikliniğe) gidiyoruz.Ama yeni bişey daha öğreniyoruz.Buranın doktor kafasına göre açarmış burayı her daim.Bazen 8,bazen 8:30,bazense 9′da açarmış.Zaten burda bunu da duyunca doktorun ne kadar lakayıt olduğunu anlıyoruz.Hastaları 8:45′ta almaya başlıyor doktor.Giren, 2 dakika sonra çıkıyor.Ben de günde 25 kişi olunca insanlar yarım saat uğraşıyor sanmıştım.Doktor öyle ehlikeyf ki gelene tahlil yazıyo,gönderiyor.Sıra bana geliyor.Saat daha 10.Adamın ağzından yanındakini şu soru çıkıyor : “Daha ne kadar hasta kaldı?”

El insaf be adam.Sen burda devletin maaşını alarak geçimini sağlayan bi adamsın.İşini saat 10′da bitirip daşhak kebabı yapmayı mı düşünüyorsun acaba?Zaten elinde bi yandan telefon,biriyle mesajlaşıp duruyor.Benim elimde hazır tahliller vardı.Doktora verdim.Adam : “Senin bişeyin yok,sana cart ilacını yazıyorum” dedi,şutladı.Sanırsam saat 10:30da da bütün işlerini bitirip akşama kadar yatmıştır poliklinikte.

Görüldüğü gibi 800 aşama da geçseniz,900 aşama da geçseniz,işler o bilgilendirme afişlerindeki gibi değil.Hep derler ya ele bişeyler döküyor,çiziyorlar,alerjini tespit ediyorlar.Yalan efenim,külliyen yalan.O sadece işin fantezisi.Hiç bi doktor uğraşmıyor bu işlerle.Herkes daşhak kebabı peşinde.Böyle doktorlara yevmiyeyi bırak,saatlik bile versen haksızlık olur.İnsanlar düzensizliğin,düzeninde yok olup gidiyor.Herkes kolay yoldan para kazanma peşinde.İdealist doktor mu?O da ne?Bir de,o alerji uyarı afişlerini hazırlayanları bulursam tez zamanda o afişleri ağızlarına tıkacam,haberleri olsun.Böyle işgüzarlar yüzünden sinirden kaşıntım tuttu bi de.İyileştirmelerinden de geçtim,daha da hasta eder bunlar adamı.

Yazı bittiğinde “Mötley Crüe – Enslave” çalıyordu.

Sitenize Gmail tuşuyla canlı konuşma

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Her zaman hepimizin dert yandığı üzere artık internet,saçma bilgiler,pornografi ve aptalca reklamlar yüzünden tam anlamıyla bir bilgi çöplüğüne dönüştü.Sürekli acayip acayip,yeni yeni servisler çıkıyor ama kaçı kullanıcısını düşünüyor?Kaçı rahatlık sunuyor size?

İşte Google bundan birkaç yıl önce insanlara gerekli olan bütün servisleri belirleyip sunma kararı aldı ve onları tek bir çatı altında,Gmail hesabımız altında birleştirdi.Herkes bilir ki bir Googleseverin mabedi her zaman Gmail hesabıdır.Spam filtresi konusunda diğer hiçbir email hesabı eline su dökemez.Ve verilen hizmetler konusunda da tabii.

Geçenlerde Sesebian‘ın keşfettiği bir MSN özelliği vardı.Pasaportumuzla MSN hesabımıza girip,oradan MSN’deki durumumuzu gösteren bir buton alıyorduk ve onu sitemize ekliyorduk.Bununla birlikte sitemize giren ziyaretçiler doğrudan MSN’imiz üzerinden bizimle konuşabiliyordu.Ama MSN’e kıllığımdan olsa gerek,bunu pek tutmadım.

Aslına bakarsanız bu özelliği Gmail’den bekliyordum ilk olarak.Her zaman ilkler Gmail’den çıkardı çünkü.Olsun,Gmail beklediğimiz şutu geç çekmiş olsa da çekti.

Google’dan yine sadelik,basitlik ve güzelliği ön plana çıkarmış bir iş görüyoruz.Butonu sitemize ekledikten sonra gelen kullanıcı butona tıkladığı zaman güzel bir Pop-up penceresi açılıyor ve sizin Gmail Talk kısmınızda da “Tanımadığınız biriyle konuşurken ne konuştuğunuza dikkat edin.” uyarısı beliriyor.Gmail,kullandığım 23
(Bazılarınız hala bu Google aşkına ohannesburger diyorsa,bu mükemmel şirketle
tanışmamış demektir.) diğer servisi üzerine bir daha beni memnun ediyor.Seni çok seviyorum Google,lütfen aşkımız sonsuza kadar sürsün.

Televizyonunu yeni açanlar için adresi bir daha tekrarlıyorum : http://www.google.com/talk/service/badge/New

Gerekirse taşlarla, sopalarla

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Dün bilgisayarı açıp,readerdan bloglarda neler yazıldığını okumaya başladığımda yeni bir konu gördüm.Konu malumunuz,ölen şehitlerimiz için,teröre karşı tepki için bir hafta blog yazmamaktı.Sonra bu konuyu bi kaç saat kafamda sorguladım.

Atatürk’ün kendisinden bile daha fazla güvendiği Türk genci olarak düşündüm.Acaba kaybettiğimizde,zarar gördüğümüzde,düşmanlarımızın sevinmesine sebebiyet verecek bir olay başımıza geldiğinde susmalı mıyız?Bütün gardımızı yere indirip onların amacına ulaşmasını mı sağlamalıyız?
Bazılarımız 1 hafta blog yazmamayı düşünüyor,ama aksine ben yazmak gerektiğini düşünüyorum.Düşünsenize dükkanlar 1 hafta kapansa,gazeteler 1 hafta yazmasa,TVler 1 hafta kapalı olsa kim kazanır?Türkiye’nin kaybedeceği kesin.Bu,insanları bilgilendirmek için kullandığımız platformları kapalı tutarsak sadece bizim insanımız zarar görür.Elin adamı orda savaşı fırsat bilip,yasaları kapağın altından geçirir,ardından askerlerimizin adını ağzına alarak onlara yapmacık bir şiir okur.Devlet zaten çaktırılmadan parça parça satılır.Bunlar belki de bizim bazı şeyleri yeterince sorgulamamızdan,sorgulayamamızdan kaynaklanan bir durum.Askerlerimiz ölüyor diye çok üzülüyoruz,içimiz kan ağlıyor.Ama onlara destek olmak için susmak değil,saldırmak gerek.Ayrıca yazmayanları vatansever olarak niteleyip insanları yazmama zorunluluğuna itmek yanlış bir hareket bence.Eminim ki herkes iyi niyetle tepkisini göstermeye çalışıyor ama bana göre bu yeterli bir tepki gösterme şekli değil.Bizim işimiz burda tam olarak eğlence değil.İnsanlara yeni bilgiler vermek,yeni şeyler öğretmek.Tarladaki bi ottan farklı olmamızı sağlayan şey de budur.
Tüm şehitlerimize rahmet diliyorum ve aşağıya eklediğim,Atatürk’ün 5 Şubat 1933′te Bursa‘da söylediği şu sözleri okumanızı istiyorum.

Şubat 1933′ün ilk günlerinde Bursa Ulucami‘de toplanan 100 kadar irticacı kişi camilerde Türkçe ezan okunmasına karşı bir ayaklanma girişiminde bulunurlar. Ayaklanma kısa sürede bastırılır. Atatürk olayın hemen ardından Bursa’ya gider. Çekirge yolu üzerinde bulunan bir köşkte akşam yemeği yenildiği sırada bir kişi Atatürk’e ayaklanmayla ilgili olarak şöyle diyecek olur: “Bursa gençliği olayı hemen bastıracaktı, fakat zabıtaya ve adliyeye olan güveninden ötürü…“. Atatürk hemen konuşmakta olan kişinin sözünü kesmiş ve günümüzde “Bursa Nutku” diye anılan konuşmayı yapmıştır.


Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, “Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır” demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır. Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, “Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir” diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, “demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek” Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, “ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.” İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!