‘ Edebiyat ’ Mevzubahis Arşivi

Sinemadan Çıkmış İnsan

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Gerek oyunculardan,gerekse yönetmenlerden sinema üstüne pek çok söz,pek çok yorum duymuşsunuzdur.Bazıları öyle bir şekilde lanse eder ki “Evet lan!Benim sinemam bu!” dedirtir size.Bazıları sadece saçmalar,peşi sıra anlamsız cümleler dizgisi kurar.Bu bir film içindeki sinema yorumu da olabilir.Genelde saçmalayanlar doğal seleksiyon yolu ile elenir.Gişeden beş parasız ayrılır ve bir daha o doğru dürüst ne olduğunu anlamadığı “sinema”yı anlatma teşebbüsünde bulunamaz.Kolay bir iş değildir “sinema”yı tanımlamak.Bu yüzden kimse de kimseden sinemayı anlatmasını istemez.Bizim yönetmenlerden ve oyunculardan beklediğimiz şey sadece saniyede bize 25 kere yalan söylemeleridir.Sinemanın dışında başka bir dünyaya götürebilme gücü varsa kabul.Anlayacağınız,her yönetmenin kafasında bir sinema tanımı vardır,ama onu film çekme haricinde bir şekilde tanımlamaya çalışırsa bazen saçma olabilir.Mesela David Lynch.Bu dengesiz,arıza adama “Sinema nedir?” diye sorduğunuzda hiçbir zaman aynı yanıtı alamayacağınıza eminim.Çünkü gelgitlerle dolu bir adam.İlk sorduğunuzda “Beynimdeki karmaşık dünyaların anlamsız veya anlamlı dışavurumu” diyebilir.Sonra tekrar sorduğunuzda “Ne olduğunu ben de bilmiyorum,çekiyorum ve insanlar anlam veremedikleri şeyleri seviyor” diyebilir.Aslında her dediğinden de vardır biraz sinema içinde.

Bütün yönetmenler sinema kavramını eşeleyedursun,ben size Yusuf Atılgan‘ın sinema üzerine döktürdüğü birkaç satırı yazacağım.Sinema dergisi “Sinemadan Çıkmış İnsan” bölümünde yaklaşık 1 yıl boyunca bu cümleleri yayınlamıştır.Her okuduğumda içimde daha büyük anlamlar uyandırdı bu cümleler.Özellikle sinemaya karşı olan aşkımı kat kat arttırdığına şüphe yok.Dünyanın en büyük yönetmenlerinden bile duyamadığım kalitede ve kusursuzlukta cümlelerdi bunlar.Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam isimli kitabından alıntılanmış bu mükemmel kısmı sizinle de paylaşmak istiyorum.

…İki saat sonra kalabalığın içinde,sinemadan bir dar sokağa çıkan sanki başka birisiydi.Düşünüyordu : Çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği,kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor. “Sinemadan çıkmış insan”.Gördüğü film ona birşeyler yapmış.Salt çıkarını düşünen kişi değil.İnsanlarla barışık.Onun büyük işler yapacağı umulur.Ama beş-on dakikada ölüyor.Sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu ; asık yüzleri,kayıtsızlıkları,sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar,eritiyorlar.Bunları kurtarmanın yolunu biliyorum.Kocaman sinemalar yapmalı…Bir gün,dünyada yaşayanların tümünü sokmalı bunlara.İyi bir film görsünler.Sokağa hep birden çıksınlar.
Yusuf ATILGAN
-Aylak Adam-

Yazı bittiğinde “Yes – Close to the Edge” çalıyordu.Bu arada baktım da,ilk defa bir renk kullandım yazımın içinde.Nerdeyse 150. yazı oldu,daha yeni renk kullanmışım.Vay anasını be,cidden şaşırdım.

Sonuçta Güzel Lan İşte

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Gözüne baktım,
Gülüyorlardı bana baka baka.
Az önce anlatım bozukluğu yaptım
Türkçeyi bildiğimi sana sana.
Neyse işte güzeldi gözlerin.

Dipçik not : Bu şiir,2-3 kelimeyi bile bir araya getirememesine rağmen,yüzüne bakmaya doyamayacağımız ve doyamayacağınız hatunları götüren para babası kekolarımıza bizzat tarafımdan ithaf edilmiştir.(aka title – Tribute to Kekos) Şiirin derinliğine ulaşabilmeniz için bir timsah edasında kilo kilo taş yutmanız gerekebilir,yemek sonrası tok karına yutulması önerilir.Beklenmeyen bir durum oluşursa doktorunuza başvurun,çekinmeyin.O kadar sigorta primini boşuna mı ödüyorsunuz kardeşim,mecburen bakacak.Ayrıyeten şiirde bahsi geçen kişi Cyclops değildir.

Yazı bittiğinde “Frank Zappa – The Torture Never Stops” çalıyordu.

Mim Part VIII : Mutluluk

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

2 günde 4 mim gelir mi arkadaş?Geliyor işte.Vallaha kendimi “Al lan şunu yaz,aha bunu yazmazsan çaktın olum bu dersten.Noldu lan yazamadın mı yoksa?Boruuuuuu.” diyen olağan bi öğretmenin kompozisyon dersinde gibi hissettim.Böyle olunca ne yazacağım gelmiyor sanki aklıma.DilekssBana mutluluğun 360 derece panoramasını yapar mısın?” demiş.Resmi bile yapılamadı,bizden panoraması bekleniyor,olmaz ki ama.Resime giden ufak birkaç parçayı sunabilirsem görev benim için bitmiş demektir.Bu işler göbek pamuğu satmaya benzeseydi keşke.

Mutluluk çok bireysel bir olgu.Herkese göre değişebilir bir kavram olduğundan kendime tezahür eden kısmından bahsedeceğim biraz.Benim açımdan mutluluk çok anlık şeylerden ibarettir.Uzun vadede pek bişeye sevindiğimi sanmıyorum,zaten öylesini de görmedim.Mesela benim için dün gece en önemli şey,ayaklarımı,kıçımı açıkta bırakmayacak bi battaniye olmasıydı.Evde herkesin kıçını sokacak battaniyesi varken benim yoktu.Döndüm döndüm durdum gece boyu.Halbuki bizim ailede bir Allah’ın kulu 2 kuruş yediğinden içtiğinden arttırıp battaniye alsa bunlarla uğraşmayacaktım.Gerçi o zaman mutluluğa ulaşmak için elimde de bir sebep olmayabilirdi (Mutluluk sebebine bak be ne mütevazi adamım ama.Olsun,ben Garfield kadar uyuşuk bi insanım.Benim için battaniye zaruri bi ihtiyaçtır.).

Pek çok yeniyetmede olduğu gibi bende de mutluluğu içkiden arama dönemi oldu ufaktan.İnsan Metallica gibi zibidilerin yaptığı Frantic tadında kliplere özeniyo tabi.Gerçi orda asıl anlatmak istediği bunun boktan bi döngü olduğu,ama gençlik her kazığı kendine göre yontuyor.Her gece ayrı bi kadın,her gece rakı,viski,mutluluğun en önemli kaynakları gibi gözükse de,sadece dertlerimizi bir süreliğine ertelemekten öteye gitmeyen hobilerdir.Aşktan meşkten bahsetmeyecem,zira aşktan hala hazzetmem.Belli bi dönemde bi tiksinme yaşadım,o gün bugündür aşk üzerine hiç bir düşüncem oluşmadı.Bana sorsanız aşk da dertleri başka güne ertelemekten başka bişey değildir yani.Evlendiğiniz gün,rafa kaldırılan dertler,kadından cırmık,adamdan yumruk olarak mevzubahis kişilere geri döner.Olmadı her akşam kavga.İstersen kadın ruhunu okumuş içmiş kazanova ol,adamı bitirir evlilik.Mutluluğu bu boş işlerde aramamak lazım.

Belki yeni aldığım bi oyun,ya da yeni aldığım dijital bi alet.Hepsi bi süreliğine veriyor mutluluğu.Belli bi aroması var anlayacağınız.Akabinde hepsi bitiyor.Çok geçici ve değişken bişey,bu yüzden de ne resmi ne de panoraması çizilebilecektir.”Ailemle bi odada oturur,kestane çizerim,daha büyük mutluluk mu var bee?” der pek çoğumuz da.Yapmayın efenim,bi ömür (gerçek anlamında) kestane çizerek geçer mi?Bu mu sevindirir seni yani?Gerçi kanaatkar davranmak lazım,bir gün ailemizden çok sevdiğimiz insanlar yok olduğu zaman keşke bi soba başında toplanabilsek de diyebiliriz.Ama dediğim üzere ne olursa olsun,konu aile bile olsa her kavram üzerinde mutluluk en fazla 1 hafta sürüyor.Bir de Edgar Allan Poe’nun yaklaşımıyla irdeleyelim bakalım.


THE HAPPIEST DAY – THE HAPPIEST HOUR

En mutlu gün – en mutlu saat
Kurumuş körelmiş yüreğimin bildiği,
En büyük umutları gücün ve gururun
Hissettiğim, geçip gitti.

Güç mü dedim? Evet öyle düşünmüştüm
Ama yazık! çoktan yitip gitti hepsi
Gençliğimin hayalleri -
Ama boşver şimdi.

Ya gurur, ne yapacağım senle şimdi?
Sakin ol ruhum!
Belki bir diğer baş devralır
Üzerime döktüğün zehri.

En mutlu gün – en mutlu saat
Gözlerimin gördüğü göreceği,
En parlak ışıltısı gücün ve gururun
Hissettiğim:

Ama o zamanlar çektiğim acıyla
Gücün ve gururun umudunu verselerdi,
Yaşamazdım o parlak saati tekrar.

Çünkü onun kanatlarındaydı kara alaşım
Ve çırptıkça – bir öz dökülüyordu
Öldürmeye yeterli
Onu bilen bir ruhu.

Selam olsun Bolu Beyi’ne,selam olsun dolu beyine : y4lcin , şafakotur , ekubio

Mim bittiğinde “Slonovski Bal – Darijeva igra” çalıyordu.

Edgar Allan Poe – The Raven

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Bu güzel Cumartesi gününde,Vista Service Pack 1′i yüklediğim şu anda bir çaresizlik hissettim.İnternete girememenin verdiği bir çaresizlik.Zira Service Pack resmen köklenmişçesine internetin en yüksek süratini sömürerek iniyordu hard diskime.Neyse ki tünelin ucundaki ışığa az kaldı.Bu çaresizliğin ortasında biçare ışık ararken,birden Edgar Allan Poe geldi aklıma,ve onun dünya edebiyatına armağan ettiği en büyük eserlerden birisi olan “The Raven“.”Koskoca blog açmışım,bu şiir üstüne bi iki kelam edip yayınlamadan olmaz.” dedim.

1809′da doğan bu şairane ruhlu insan dünya edebiyatına yazım ve tür olarak pek çok etki yapmıştır.Dehşet,korku ve çaresizlik gibi kavramlara şiirlerinde çok rastlarız.Pek çok şaire ve yazara yazacakları metinlerde yol gösterecek olsa da ömrü maddi sıkıntılarla dolu geçmiştir.Raven’da da onu kederlere gark eden,aşkı Lenore’dan bolca bahsetmiştir.Eşi Lenore öldükten 2 yıl sonra da kendisi 40 yaşında hayata veda etmiştir.Ve mezar taşında “Dedi Kuzgun : Hiçbir zaman.” yazar.

Raven’ın sadece Türkçe metnini yayınlamayı düşündüm ama orjinal metnin lezzetini vermiyor.Orjinali neredeyse çevirisinden 5 kat daha kuvvetli his veriyor.Bu yüzden 2 metni birden koydum.İlk Türkçesini okuyup anladıktan sonra orjinal yazımını okur ve farkı anlarsınız.Son olarak da,her ne kadar her yazının sonunda “Devamını Oku” tuşu olsa da,tıkladığınızda pek devamı olduğunu görmemişsinizdir.Şiir uzun olduğu için o şekilde koyma gereğini hissettim.Bu sefer tıklayabilirsiniz.

THE RAVEN

Once upon a midnight dreary, while I pondered, weak and weary,
Over many a quaint and curious volume of forgotten lore–
While I nodded, nearly napping, suddenly there came a tapping,
As of some one gently rapping, rapping at my chamber door.
“‘Tis some visiter,” I muttered, “tapping at my chamber door–
Only this and nothing more.”

Ah, distinctly I remember it was in the bleak December,
And each separate dying ember wrought its ghost upon the floor.
Eagerly I wished the morrow;–vainly I had sought to borrow
From my books surcease of sorrow–sorrow for the lost Lenore–
For the rare and radiant maiden whom the angels name Lenore–
Nameless here for evermore.

And the silken sad uncertain rustling of each purple curtain
Thrilled me–filled me with fantastic terrors never felt before;
So that now, to still the beating of my heart, I stood repeating
“‘Tis some visiter entreating entrance at my chamber door–
Some late visiter entreating entrance at my chamber door;
This it is and nothing more.”

Presently my soul grew stronger; hesitating then no longer,
“Sir,” said I, “or Madam, truly your forgiveness I implore;
But the fact is I was napping, and so gently you came rapping,
And so faintly you came tapping, tapping at my chamber door,
That I scarce was sure I heard you”–here I opened wide the door–
Darkness there and nothing more.

Deep into that darkness peering, long I stood there wondering, fearing,
Doubting, dreaming dreams no mortals ever dared to dream before;
But the silence was unbroken, and the stillness gave no token,
And the only word there spoken was the whispered word, “Lenore?”
This I whispered, and an echo murmured back the word, “Lenore!”–
Merely this and nothing more.

Back into the chamber turning, all my sour within me burning,
Soon again I heard a tapping something louder than before.
“Surely,” said I, “surely that is something at my window lattice;
Let me see, then, what thereat is and this mystery explore–
Let my heart be still a moment and this mystery explore;–
‘Tis the wind and nothing more.

Open here I flung the shutter, when, with many a flirt and flutter,
In there stepped a stately Raven of the saintly days of yore.
Not the least obeisance made he; not a minute stopped or stayed he,
But, with mien of lord or lady, perched above my chamber door–
Perched upon a bust of Pallas just above my chamber door–
Perched, and sat, and nothing more.

Then the ebony bird beguiling my sad fancy into smiling,
By the grave and stern decorum of the countenance it wore,
“Though thy crest be shorn and shaven, thou,” I said, “art sure no craven,
Ghastly grim and ancient Raven wandering from the Nightly shore–
Tell me what thy lordly name is on the Night’s Plutonian shore!”
Quoth the Raven, “Nevermore.”

Much I marvelled this ungainly fowl to hear discourse so plainly,
Though its answer little meaning–little relevancy bore;
For we cannot help agreeing that no living human being
Ever yet was blessed with seeing bird above his chamber door–
Bird or beast upon the sculptured bust above his chamber door,
With such name as “Nevermore.”

But the Raven, sitting lonely on that placid bust, spoke only
That one word, as if its soul in that one word he did outpour
Nothing farther then he uttered; not a feather then he fluttered–
Till I scarcely more than muttered: “Other friends have flown before–
On the morrow he will leave me, as my Hopes have flown before.”
Then the bird said “Nevermore.”

Startled at the stillness broken by reply so aptly spoken,
“Doubtless,” said I, “what it utters is its only stock and store,
Caught from some unhappy master whom unmerciful Disaster
Followed fast and followed faster till his songs one burden bore–
Till the dirges of his Hope that melancholy burden bore
Of ‘Never–nevermore.’”

But the Raven still beguiling all my sad soul into smiling,
Straight I wheeled a cushioned seat in front of bird and bust and door;
Then, upon the velvet sinking, I betook myself to linking
Fancy unto fancy, thinking what this ominous bird of yore–
What this grim, ungainly, ghastly, gaunt, and ominous bird of yore
Meant in croaking “Nevermore.”

This I sat engaged in guessing, but no syllable expressing
To the fowl whose fiery eyes now burned into my bosom’s core;
This and more I sat divining, with my head at ease reclining
On the cushion’s velvet lining that the lamp-light gloated o’er,
But whose velvet violet lining with the lamp-light gloating o’er
She shall press, ah, nevermore!

Then, methought, the air grew denser, perfumed from an unseen censer
Swung by Seraphim whose foot-falls tinkled on the tufted floor.
“Wretch,” I cried, “thy God hath lent thee–by these angels he hath sent thee
Respite–respite and nepenthe from thy memories of Lenore!
Quaff, oh quaff this kind nepenthe and forget this lost Lenore!”
Quoth the Raven, “Nevermore.”

“Prophet!” said I, “thi
ng of evil!–prophet still, if bird or devil!–
Whether Tempter sent, or whether tempest tossed thee here ashore,
Desolate, yet all undaunted, on this desert land enchanted–
On this home by Horror haunted–tell me truly, I implore–
Is there–is there balm in Gilead?–tell me–tell me, I implore!”
Quoth the Raven, “Nevermore.”

“Prophet!” said I, “thing of evil!–prophet still, if bird or devil!
By that Heaven that bends above us–by that God we both adore–
Tell this soul with sorrow laden if, within the distant Aidenn,
It shall clasp a sainted maiden whom the angels name Lenore–
Clasp a rare and radiant maiden whom the angels name Lenore.”
Quoth the Raven, “Nevermore.”

“Be that our sign of parting, bird or fiend!” I shrieked, upstarting–
“Get thee back into the tempest and the Night’s Plutonian shore!
Leave no black plume as a token of that lie thy soul has spoken!
Leave my loneliness unbroken!–quit the bust above my door!
Take thy beak from out my heart, and take thy form from off my door!”
Quoth the Raven, “Nevermore.”

And the Raven, never flitting, still is sitting, still is sitting
On the pallid bust of Pallas just above my chamber door;
And his eyes have all the seeming of a demon’s that is dreaming
And the lamp-light o’er him streaming throws his shadows on the floor;
And my soul from out that shadow that lies floating on the floor
Shall be lifted–nevermore!

KUZGUN

Bir vakitler bir gece yarısı sıkkın, kafa yoruyorken, yorgun argın,
Unutulmuş eski ilimlerin garip ve acayip kitap ciltleri üzerine ben-
Kestiriyordum, tam dalacağım esnada, ani bir tıkırtı geldi öteden,
Odamın kapısını kibarca birisi vuruyor, vuruyordu sanki tak tak.
‘Bu’, diye söylendim, ‘odamın kapısını tıklatılıp duran bir konuk,
Sadece bu, başka bir şey yok.’

Anımsıyorum ah çok kesin, bir Aralık ayındaydık, rüzgârlı, hazin,
Ölen her bir köz parçası dövüp işliyordu yer döşemesine ruhunu.
Sabahı diledim arzuyla; Ben boşu boşuna ödünç bir avuntuyu
Arıyordum acı dindirici kitaplarımda, acısı için Lenore’ un, o yitik,
O meleklerin Lenore dedikleri kızın, o eşsizin, ışıyanın ışık ışık,
O burada adı anılmayanın artık.

Ve titretiyor, erguvani perdelerin ipeksi, kederli, belirsiz hışırtısı
Öylesine dolduruyordu ki içimi hiç duyulmamış tuhaf korkularla
Nihayet kalp çarpıntımı bastırmak için tekrarladım kalkıp ayağa
‘Bu, odamın kapısında içeri geçmeye yalvaran biri, bir konuk
Bu, oda kapımdan gireyim diye yalvaran geç kalmış bir konuk
Budur ancak, başka bir şey yok.’

Çok geçmeden topladım cesaretimi, uzatmadan tereddütümü
‘Bayım ya da Madam, içtenliğimle bağışlamanızı ediyorum rica,
Şöyle bir şey oldu fakat, uyukluyordum ben, sizse öyle kibarca
Gelip çaldınız oda kapımı, öyle belli belirsiz tıklattınız ki tık tık,
Tam emin değilim sizi işittiğimden.’- dediğimde açtım kapıyı
ardına dek: -
Bir şey yoktu, karanlık vardı dışarıda bir tek.

O karanlığın derinliğine dikkatle bakarak, orda durdum, merak,
Korku, kuşku duyarak, daha önce hiç bir faninin cüret edemediği düşler kurarak uzun süre.
Bozulmadı sessizlik lakin, karanlık vermedi bana bir emare,
Ve fısıldaşılan ‘Lenore! ‘ sözcüğüydü, orada tek söylenen sözcük,
Fısıldadığım ‘Lenore! ‘, bir yankıyla mırıltılı geri dönen sözcük,
Başka bir şey değil buydu ancak.

Odama geri döndüğümde ben, ruhum tutuşmuştu tamamen,
Çok geçmeden öncekinden daha yüksek bir tıkırtı işittim tekrar.
‘Eminim’, dedim, ‘pencere kafesinde eminim hayret bir şey var;
O halde, şu esrarı araştırmam, neymiş orada ki görmem gerek-
Bir araştırayım şu esrarı, kalbim bir anlık sakin olman gerek:-
Rüzgâr bu daha başkası yok.’

Panjuru hızla açınca, girdi o an, oradan içeriye çırpına uça,
Çok eskideki kutsal günlerden gelme haşmetli bir Kuzgun;
Göstermeksizin en ufak bir saygı, bir azcık dur durak olsun,
Lort veya leydi edasıyla tünedi oda kapımın üstüne konarak-
Tünedi oda kapımın tam üstündeki Pallas büstüne konarak-
Tünedi, oturdu, hepsi bu dahası yok.

Takındığı ifadenin haşin ve ciddi adabı bu abanoz kuşun,
Kederli hayallerimi gülümsemeye çevirdi sonra hemen,
‘Korkak değilsin sen’ dedim, ‘kırpık, tıraşlı tepeliğine rağmen
Söyle bana, senin lorda yaraşır ismin nedir Gece’nin Plutonik
Kıyısında, Gece’nin kıyısından gelen, korkunç, amansız ve antik
Kuzgun! ‘ Dedi ki, ‘Asla Olmayacak.’

Açıkça duymaktan böyle düzgün konuşmasını bu çirkin kuşun
Hayrete düştüm, anlamı, alakası zayıf olsa da cevabının;
Kabul edelim ki henüz ihsan edilmemiştir odasında kapının
Üzerinde bir kuş görmek yaşayan bir insana şimdiye dek-
Oda kapısı üstündeki yontu büstte, adı Asla Olmayacak
Gibisinden bir kuş ya da hayvan görmek.

Fakat o yumuşak büstün üstünde bir başına oturdu, söyledi sade
O bir tek sözcüğü, sanki o bir tek sözcükle dökercesine içini.
Daha ne bir tüyünü oynattı Kuzgun, ne de bir şey söyledi yeni,
Ta ki ben ‘Diğer dostlar önceden uçtular’ diye mırıldanana dek,
‘ Uçup giden umutlarım gibi önceden, o beni yarın edecek terk.’
O zaman kuş dedi ki ‘Asla olmayacak.’

Yerinde verilmiş bu cevapla bozulmuş dinginlikte irkilmiş,
‘Kuşkusuz’ dedim, ‘sarf ettiği laflar peşindeki merhametsiz yıkım
Tarafından izi sürülmüş mutsuz bir üstattan kaptığı tek birikim,
Öyle ki, izi şarkıları tek nakarat olana dek sürülmüş gittikçe çabuk
İzi umutlarına ağıt olana dek sürülmüş o bir tek melankolik
Nakarat, ‘Asla’, diyen ‘asla olmayacak.’ ‘

Fakat hala sevk ediyordu üzgün ruhumu gülümsemeye kuzgun,
Bir iskemleyi dosdoğru kuşun büstün ve kapının önüne çektim;
Sonra kadife mindere çöktüm, kendimi düşü düşe eklemeye bıraktım
Bu uğursuz geçmiş zaman kuşunun ne olduğunu düşünerek,
Ve bu katı kaba korkunç kuru geçmiş zaman kuşunun ne demek
İstediğini, ‘Asla olmayacak’ diye gaklayarak.

Bunu sezinlemeye çalışarak oturdum, tek hece söylemeden durdum
Ateş gibi gözleri şimdi göğsümün içinde yanmakta olan kuşa,
Bunu ve dahasını düşünerek oturdum, başım dayalı rahatça,
Seyrettiği kadifeye, lamba ışığının şeytanca zevklenerek,
Lamba ışığının zevkle seyrettiği mor kadifeye yaslanamayacak
Fakat o, ah bu asla olmayacak.

Derken, sanki hava ağırlaştı çöktü, görünmez bir buhurdandan esanslar koktu
Sallanan, adımları tüy kaplı zeminde çıngırdayan Meleklerce sola sağa.
‘Zavallı’ dedim kendime, ‘Tanrın sana ödünç verdi, gönderdi bu Seraphimlerle sana,
Soluklan, rahatlan ve Lenore’un anılarının acısından arın artık,
İç, kana kana iç, bu acılardan arındırıcı iksiri ve unut o yitik
Lenore’u. Kuzgun dedi ki ‘Asla olmayacak’.

‘Kötücül şey! ‘ dedim, ‘Kâhin! Kuş da olsan iblis de yine de kâhinsin!
Yoldan Çıkarıcı göndermişse de, fırtına fırlatılmışsa da seni bu yakaya,
Yapayalnız ama yine de gözü pek, büyülenmiş bu çöllük ülkeye,
Dehşet uğrağı bu evin üstüne, var mı, yalvarırım, söyle bana neyse gerçek,
Şifalı bitkisel bir merhem Gilead’da, yalvarırım, söyle bana apaçık.
Kuzgun dedi ki
‘Asla olmayacak’.

‘Kötücül şey! ‘ dedim, ‘Kâhin! Kuş da olsan iblis de yine de kâhinsin!
Üstümüzde uzanan cennetin, ikimizin de tapındığı tanrının adına
Söyle, bu gamlı ruh uzak Aden’de sarılabilecek mi o genç kadına
Meleklerin Lenore dedikleri o azizeyi sarabilecek mi kucaklayarak,
Meleklerin Lenore diye çağırdıkları o ışıyan, o eşi benzeri yok
Kadını. Kuzgun dedi ki ‘Asla olmayacak’.

‘Kuş ya da iblis! ‘ diye haykırdım, ‘Ayrılığımızın işareti olsun o söz,
Katıl ona, o fırtına ile Gece’nin Plutonik kıyısına geri dön,
Git söylediğin yalanın izi gibi kara bir tüy bile bırakmadan,
Yalnızlığımı bozmadan git! Kapımın üstündeki büstten kalk!
Gaganı kalbimden çıkart, suretini kapımdan çek! ‘
Kuzgun dedi ki ‘Asla olmayacak’.

Ve Kuzgun uçmadan hiç bir yana, hala oturuyor, oturuyor hala,
Oda kapımın hemen üstündeki solgun büstünde Pallas’ın;
Ve gözleri tamı tamına benziyor gözlerine düş kuran bir iblisin,
Ve lamba ışığı zemine vuruyor gölgesini onun üzerinden akarak,
Ve ruhum zeminde dalgalanarak uzanan bu gölgesinden onun
Hiç sıyrılamayacak, asla olmayacak.

ÖLDÜREN DESİBEL

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Niye çiçek atmaz bu bombardıman uçakları?
Aslında atarlar,evet

Ölüm çelenkleri dağıtan kanatlı şeytanlar

Cenaze marşları motor sesleri


Deli Profesör