Arşiv: Şubat, 2008

Kopçam İlik İlik

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Kopçamı ilikle” dedi Rosetta,Antonius’a bir fettan kadın hafifliğinde.”Hay hay” dedi Antonius,kopçayı hafifçe ve küçük bir çocuğun naifliğinde ilikledi.”Hoş bir sütyenmiş,bunun bir üst modelinde beta versiyon sorunları sürmekte.” dedi Antonius.”Evet bende o model de var,size üzerimde göstereyim” dedi Rosetta cinsel bir ilişkiye davet çıkarırcasına.
Ne öyle o cebinizde tuttuğunuz” diye sordu Antonius’a Rosetta.”Sütyenin Service Pack 1 yaması var,onu tutuyorum,isterseniz yükleyebilirim.” diye bir öneride bulundu Antonius.
Ortamın ateşi artmıştı.Camı ve perdeleri açtı Rosetta.”Artık benimsin!” diye haykırdı,sütyene.Antonius,cebinde elinde tuttuğu şeyi çıkardı,şöyle bir baktı.”Bu bayağı yer kaplıyor anlaşılan.” dedi Rosetta.”Tüh yanlış diski getirmişim.” “Benimle sevişir misin?” dedi Antonius.
Rosetta’nın başından beri beklediği istek başına gelmişti.Kesin bir eminlikle,”Hayır” dedi Rosetta.”Zaten latife yapmıştım.” dedi Antonius.”Elimle yaparım,sizinle yapmam.” ve ardından ekledi : “Otele gidelim mi?

NE DEDİLER
-”Etkilendim,ağzım dilim tutuldu” -New York Times
-”Sürükleyici,aşk ve ihtiras dolu” -Empire
-”Yönetmen,yaradılanı yaradandan ötürü seven bir çalışma çıkarmış” -Con Stivırt
-”Uzun yıllar unutulamayacak bir kurgu ve sütyen” -Cek Bilek

Yazı bittiğinde “Jethro Tull – Thick as a Brick” çalıyordu.

Deli Profesör Pazarlama : Göbek Pamuğu

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

İnsan vurulgan ve kırılgan bi yaratıktır.Her vurulganlığın sonunda şayet vurulan kızın abisi varsa bir kırılganlık da doğabilir.Allah ne verdiyse yediğiniz yumruklar yüzünden kafanız gözünüz,veyahut en ufağından örnek vermek gerekirse,burnunuz kanayabilir.
İşte böyle acil durumlarda pamukla burnun köküne kadar tampon yapıp kanamayı durdurmak çok önemlidir.
Sıradan bakkaldan,marketten aldığınız bir pamukla da kanamayı durdurmanız olası.Ama Microsoft’un da dediği gibi “Orjinalinin yerini hiçbirşey tutamaz.
Bakkalların,marketlerin sattıkları pamuklar,sulandırılmış pamuklardır.Malzemesi saf değildir.Ama size sunmuş olduğum,kardeşimin kıllı göbeğinden imal ettiğim göbek pamukları kesinlikle %100 saftır.Göbek pamuğunu oluşturmak için olması gereken ortam sıcaklığı deliğin derinliğinden dolayı tarım bakanlığının önerdiği ısıyla aynıdır.Mamullerimiz 1. sınıftır.Adana Çukurova’da yetişen pamuklarla kıyaslamamız gerekirse,o malın bu pamuğun yanında 2. sınıf olduğunu söyleyebilirim.Fazla da açıklamaya gerek yok zaten.Deneyip gördüğünüzde,kanamanın duruş süresinin azaldığını farkettiğinizde bir daha başka pamuk kullanamayacaksınız.Pamuğu ürettiğimiz göbek deliği günde yaklaşık 100 gram pamuk üretebilme kapasitesine sahiptir.Yani anlayacağınız,özel bir sipariş olduğunda bunu karşılayabilecek güce sahibiz.
Eğer ürünümüzü şimdi sipariş ederseniz yanında bir adet de “Göbekli’s Limited Editiongöbek pamuğu setini ürünümüzle birlikte ücretsiz olarak satın alabilirsiniz.Ürünün fiyatına gelince,her zaman dediğim gibi gönlünüzden ne koparsa aşağıdaki PayPal tuşuna basıp satın almanız yeterlidir.Ürünü satın aldıktan sonra adresinizi de belirtiniz.Sizi temin ederim,bu kalitede bir ürün piyasada yok.Aldığınızda kesinlikle pişman olmayacaksınız.Bir nesili burnu kanamadan görmek beni de gerçekten mutlu edecek.Deli Profesör Pazarlama iyi günler diler.

Şehrin Ortasında Deliliğe Doğru : Taxi Driver (1976)

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

“Yalnızlık,hayatım boyunca nereye gitsem peşimi bırakmadı.Barda,arabada,kaldırımda,dükkanda.Her yerde.Kaçış yok.Ben Allah’ın yalnızıyım.”

Martin Scorsese‘nin 1976 yılında çektiği mükemmel başyapıt “Taxi Driver“‘daki Travis Bickle isimli karakteri ve bu filmin insanlara hissettirdiğini anlamak için mükemmel bir cümle.Hayatımda çok az kara film beni karanlığa sürüklemiştir.Çoğu karanlığın yanından teğet bile geçemezken,bu film beni resmen kara bir deliğin içine attı.Öyle ki bu filmi izledikten sonra yaklaşık 2 ay gibi bir süre boyunca kendimi onun gibi b.ktan ve yalnız hissettim.İşte bu sinemadır.
Martin Scorsese ve Robert De Niro‘nun pek çok filmde birlikteliği oldu.Birlikte yaptıkları her filmde mükemmel oyunculuk ve yönetmenlik sonucu muhteşem filmler çıkaran bu ikilinin bana göre en mükemmel filmidir Taxi Driver.
Travis Bickle (Robert De Niro) bir Vietnam gazisidir.Ve her Vietnam gazisi gibi o da yaşadıklarından dolayı contayı sıyırmıştır.Bu yaşadıkları onda uykusuzluk problemi yaratmıştır bir yandan da.Aynı zamanda savaştan çıkmış olmanın verdiği büyük bir hayata adapte olma sorunu vardır kendisinde.Sıkıntısını gidermek için geceleri “2 film birden” tarzında sinemalara gider.Televizyon seyreder.Bir arayış içinde olan kahramanımız daha sonra gece taksiciliği yapmaya karar verir ve Wizard’ın (Peter Boyle) yanında taksiciliğe başlar.Yaptığı iş sırasında türlü türlü cinslerle karşılaşır,bunun yanında bir de kadına aşık olur.Kullandığı diyaloglarla onu etkilese de,bir kadını ne tür sinemaya götüreceğini bilemediğinden (evet porno sinemasına götürüyor) kadından (Betsy – Cybill Shepherd) postayı yer.
İşte bu kahramanımız açısından tam bir dönüm noktasıdır.Yaşadığı anlaşılamama onun içindeki boşluğu doldurmuştur.Ama yanlış yönde.Artık kahramanımız bir anti kahraman olma yoluna girer.Bol miktarda silah alır,kafasını kazıtır ve Taksini sürerken gördüğü pisliklere karşı meydan okur.Başkan adayını ülkeyi pazarlayan bir nevi pezevenk gibi görür,öldürmek ister.
Sonra küçük bir fahişe olan Iris’le (Jodie Foster) tanıştığında farkeder ki asıl haklaması gereken kişi halkı pazarlayan kişi değil,küçücük kızları bu yaşında insanlara satan kişidir.Silahlarını alır ve Sport’un (Harvey Keitel) işlettiği genelevi basar.İşte filmin bu noktasında tansiyonumuz tavan yapar.Tam anlamıyla bir zirve noktasıdır.Silahlar patlar,kanlar akar.
Biraz önce saydığım üzere filmin mükemmel bir kadrosu var.Özellikle Harvey Keitel ve Jodie Foster rollerinin hakkını mükemmel bir şekilde vermekteler.Bu filmin benim için ifadesi gerçekten çok büyük.Robert De Niro’nun ne kadar büyük bir oyuncu olduğunu bir daha anlıyorum bu filmi izledikten sonra.Müziklere gelince Bernard Herrmann’ın yer yer filmdeki atmosferi kuvvetlendiren,depresifleştiren müziği bir harika.Film boyunca nerdeyse sadece o melodinin çalınmasına rağmen hiç bir zaman aynı tadı vermiyor.Kullanıldığı her sahnede ayrı bir lezzeti var.Taksinin içinden gösterilen dış ortam ise adeta pastel bir boyama gibi.Pastel renklerin gri tonları ağır basmakta.Mükemmel bir kara film deneyimi yaşamaya hazırsanız bu filmi kesinlikle izlemelisiniz.

Yazı bittiğinde “Baby Animals – Working for the Enemy” çalıyordu.

Run Man Unlimited

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Şu Pazar günlerinden nefret ediyorum.O kadar ediyorum ki,haftanın bütün günlerinin baş harflerinin büyük olmasını isteyip,Pazar gününün baş harfinin küçük olmasını isteyecek kadar cüretkarım.
Kaç kişi benim kadar düşünüyodur bilmiyorum ama bu pazar günü bana acayip bi huzursuzluk veriyor.Hani okula gidiyor olsam,yarın okul açılacak diye biraz huzursuz olabilirim.Ama öyle bi durum da yok.Pazar günü hava güneşli de olsa,yağmurlu da olsa,kapalı da olsa benim için aynı.Tamamiyle boktan bi gün.Herşeyin sonu acı verir ya,belki de ondandır.Ömrün sonu gibi,boşa akıp giden senelerin sonu gibi.Haftanın son günü Pazar.Bi sonu gelmişlik hissi veriyor insana.Çoğu insan Pazartesi’nden nefret eder.Halbuki Pazartesi,sıkıntılı geçen bir gecenin başlangıcı gibidir.Taze bir başlangıç,yeni umutlar.Yapılacak yeni şeyler.Yeni döllenmiş bi yumurta gibidir Pazartesi günü.Mucizelerin eşiğinde tutar bizi.
Neyse Pazar günü diye de kabuğa kapanmak olmaz.Bugün size çok sevdiğim bi başucu oyunumdan bahsedeceğim.Bu oyunu sürekli Flash belleğimin içinde taşırım.Sıkıldıkça,daraldıkça,böyle b.ktan Pazar günlerinin kasvetlerinde kaldıkça açar oynarım bu oyunu.Oyun hem çok az yer kaplıyor,hem de benim için çok eğlenceli.Aslında pek bişey yok bu oyunda,bu da basit mantıklı ama başarılı oyunlardan sadece birisi.Run Man Unlimited‘da eve,sevgilisinin yanına gidip mala vurmak için koşturan bi yıldızın bir tabakhaneye b.k yetiştirme hikayesine tanık oluyoruz.Adamım kilo kilo padişah macunlarını devirmiş olacak ki yerinde duramıyor.Sindiriminin baş safhalarında ağırdan ağırda koşarken,macunun kana karışmasıyla iyice gazı köklüyor.Ee,ince iş bunlar azizim.
Maceramız sırasında macunu yemiş yıldızımız durmadığından dikkatli olmak zorundayız.Önümüze çıkan kolonlardan eğilerek ya da zıplayarak uzaklaşmak yegane görevimiz.Zaten başka bi görevimizin olduğu da söylenemez.Ama her bi kolonu geçtiğimizde “Oh yea!”,”Yes”,”OK” gibi yıldızımızın tepesinde beliren tepkiler komiğime gidiyor benim.Yıldızın tip zaten ayrı bi komedi.Bunun haricinde paraşütle atlama,uçurumdan yuvarlanma gibi başka aktivitelerimiz de oluyor.Ama koşan adamımızın bilmediği bişey var : Eve hiç ulaşamayacak.Çünkü adından da anlayacağımız gibi bu macera “Unlimited“.Vah garibim,seni şu macunlar,beni de Pazar günleri öldürecek.Hepinize “Run Forest Run” diyor ve saygılarımı sunuyorum.

Run Man Unlimited – İndir

Yazı bittiğinde “Sentenced – The River” çalıyordu.

Mim – Part One : Bana Göre Mimlemek

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Ben bu blog olayına girmeden önce mimlemek eylemini biliyordum,ama anlamı başkaydı.Normal hayatta hareketini beğenmediğin,dallama,fikirsiz bi adam varsa onu mimliyorsun;yani sevmediğin herifler listesine koyuyorsun.Yani bi nevi Kill Bill‘deki gelinimize yamuk yapan insanların oluşturduğu Death List.Ama onlar mimlenmekle kalmıyorlar,orası ayrı :D
Bu blog dünyasına ilk girdiğimde baktım bloglara,millet birbirine “Seni mimledim al bakalım”,”Mimlendin hayırlı olsun,nıahahaa” tarzında şeyler diyordu.Allah Allah dedim,herkes birbirine kıl mı oluyor?Hani nerde “We are the World,we are the children” felsefemiz,nerde dostluk?Sonra 1-2 mim olayını irdeleyip derinlere indikten sonra anladım ki blog dünyasında tam zıttı anlamında kullanılıyormuş.Recep Hilmi hocam da benim yaşadığımı yaşamıştır muhtemelen.Mim,bi nevi blog dünyasının Amerikan futbolu.Topu aldığında hızlı koşup bi ilerideki adama veremezsen ezilir kalırsın,cücüğün çıkar.Sağolsun Google Boy,bana pas gönderdi,ben de kaptım bakalım kaç yard taşıyabilecem ezilmeden?
Aramızdan çoğumuzun camiye gitmişliği vardır.Bayramda olsun,Cuma’da olsun.Kimi sürekli gider,kimisi bi iki kere gider sarmaz.Ama dikkat ettiyseniz orda da müminler bu şekilde,mimleme bazında çalışırlar.Farketmişsinizdir,namaz sırasında bi mümin yalandan bi öksürük gönderir,”öhö öhö“.Sonra pası kapan bi başka mümin öksürür,sonra bi başkası,sonra bi başkası.Müminler harbiden öksürüğü geldiğinden öksürmez.Bu sadece aralarında gizli bi namaz geleneği kanımca.İşte camide ilk olarak öksürüğü başlatan mümine “Firestarter Mümin” adını veriyoruz.Mimleyenler arasında da olayı ilk başlatan da aynı şekilde “Firestarter Mimin“dir.Çoğu kişi bilmez bunu.
İşte bana göre mimlemek böyle güzel bi bayrak savaşı ve kafanda konu sıkıntısı olduğu zamana da ilaç gibi gelecek bi olay.Koyun gibi alışmışım sanırım.Kompozisyondaki gibi önüme konu gelince daha verimli olabiliyorum.Ve son olarak topu Zumburtenk,Bekir Cem,Buz Cevheri ve Recep Hilmi‘ye paslıyorum.Ben görevimi yaptım,verenin bi yüzü,almayanın iki yüzü kara.Hadi bakalım kolay gele.

Mim bittiğinde “Beck – Everybody’s Gotta Learn Sometimes” çalıyordu.