The Station Agent (2003)

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Etrafınızda ne kadar insan vardır, kaç tanesi gerçek dosttur bilemem. Açıkçası benim arkadaşlıklarımın pek çoğu bir şekilde elenme yöntemiyle sonlanmıştır. Çoğu insan beni rahatsız eder ama söyleyemem. Bunu söyleyemediğim için de beni dost olarak görmeye devam ederler. Halbuki ben insanların kendilerinin bazı şeyleri anlamasını dilerim. Arkadaşlık hayatında cıngar çıkaran, huzursuzluk veren türden bi insan olmadığımdan ötürü çoğu ilişkileri yüzümü unutturarak bitirmeye çalışıyorum. 10 – 15 kişinin birden toplandığı gezileri ve arkadaş ortamlarını sevmiyorum, hoşnut olamıyorum. Doğuştan yalnızlığa yatkın biriyim. 2 kişi olsun da, özü olsun diyorum. Tabi ki, bu sadece benim doğrum. Yalnızlığı gerçekten özel bulan biri için gayet makul.

Sinemada olağan üstü insanlar ve hikayeler görmemizin yanında, kendimizi, kendi hikayemizden belli parçalar görmek de acayip heyecanlandırır bizleri. Bu hikayeleri genelde yüksek prodüksiyonlu, karmaşık senaryolu filmlerde görmeyi beklemek yanlış olur. Sinema her türlü bir eğlencedir, ama minimalist sinemada puzzle parçalarının bizi oluşturduğunu görmek apayrıdır.

Minimalist diyince üzerine ufak bir açıklama getirmek istiyorum. Benim de son zamanlarda üzerine aşırı düştüğüm bu sinema kolu, hikaye olarak her zaman sadeliği seçer. Karmaşadan, uzak olduğu kadar bilgelik dolu hikayelerdir. Çıkış noktası olarak mesela bakkaldaki sıradan satış günlerini alabilir. Ama o filmde hiçbir zaman bakkallar ellerine tüfek alıp, mekanlarına saldıran yaratıkları öldürmezler. Sadece gerçek hayatta karşılaşmamız muhtemel konular geçer. Bolca sessizlik ve normalden daha az diyalog birbirini tamamlar. Normal bir Hollywood prodüksiyonunda şehri terkeden bir adam havaalanında koltuğa oturduğunda yanına da bir kadın oturur, sonra bir şekilde kamera bu kadına yönelip, adamla hayatını birleştirir. Adama yanındaki kadınla bir hayat vaad eder. Halbuki düşünün, kim bilir kaç tane karşı cinsin yanına otururuz hayatımızda, ama böyle bir durumun oluşma olasılığı gayet düşüktür. Minimal sinema da bundan fazlasını yapmaz, göz göze gelirlerse sadece bir selamlaşırlar ve herkes kendi yoluna. “Peki bu sinema beklentimizden ötesini vermiyorsa ne işe yarıyor?” diyebilirsiniz. İşte işin ilginç yanı da bu noktada, ustalık da burada. Basit ve sıradan hayatları şiir gibi anlatmak, gerçekten seyirciyi oraya alarak, insanları sömürmeden.

Station Agent da tam bu kalıplara oturan bi film. Hani parmağınızı sabunlayınca yüzük lök diye oturur ya, mevzubahis filmimiz de aynı etkiyi göstermekte. Hikayeye gelirsek, tek arkadaşı olan patronuyla tren maketi yapan bir cücenin, arkadaşı da ölünce ondan kalan miras sebebiyle New Orleans’taki harabe olmuş bir istasyona taşınması. Artık trenlerin çalışmadığı bir istasyon. Ama cücemizin aradığı yalnızlığı ve sessizliği bulması için oldukça uygun.

Evet, yalnız kalmak isteyen bir cüce ve sebepleri tahmin edebileceğiniz gibi. Toplumun cüceleri gulyabani gibi görmesi, insanların görmezlikten gelmesi, çocukların dalga geçmesi ve bunun gibi pek çok durum, onun hayattan pes etmesine sebep vermiş. Tam bir kapalı kutu. İçi öfke dolu, ama bunu kusamıyor. Çünkü kusacak veya derdini anlatacak birileri yok. Anlatacak birine ulaşamıyor, çünkü yıllardır yaşadığı tecrübeler onun insanlardan üsrkmesine sebep olmuş. Konuşmayı sevmiyor, ağzı anca kerpetenle açılacak türden biri. Fin (Peter Dinklage), araba kullanmayı da sevmiyor, tek tutkusu tren. Daha doğrusu tren yayları. Gideceği her yere tabanvay ile gidiyor, yani yürüyerek. Kader bu ya, kahramanımızın kapalı kutusunu açmak ister. Yolun ortasında giderken arabayı Olivia (Patricia Clarkson) kontrolü kaybedip üzerine sürüyor. Bunun bir kere daha tekrar etmesiyle bir şekilde ucundan muhabbet başlıyor, bir de aralarına bomboş bir mekanda Hot Dog satmaya çalışan Joe (Bobby Cannavale) katılıyor. Tanrı belki de bu insanları özellikle gönderiyor, çünkü Fin yaşadıklarından dolayı tanrıyla bile bağlantısını kesmiş.

Film ucundan bucağından bir cücenin psikolojisine giriyormuş gibi gösterse de, asıl amacı zor durumda kaldığımızda ve derdimiz olduğundan bunları paylaşacak bir arkadaşımızın olmasının çok önemli olduğunu anlatmak. Türlü türlü yalnızlıkları olan 3 doğru insanın birbirlerini bulduğunda yalnızlıklarını mükemmel bir şekilde yamaması. Ve gerçekten seni fiziksel özelliklerinden dolayı yargılamayan insanları bulduğunda kendini o insanlara rahatlıkla emanet edeceğini bilmenin verdiği rahatlık.

Hikaye neredeyse sadece bu 3 kişinin arasında geçiyor, tabi Fin’i temeline alarak. Thomas McCarthy‘nin mükemmel yönetimiyle film izlerken, ruhunuzun huzurla banyo yapmasını sağlıyor. Üzerlerinde sürekli yürüdükleri tren yollarını gördükten sonra benim de gecenin bir vakti yürüyesim geldi, evin yanında da aynı şekilde boş bir trenyolu vardı, metro yapımı sebebiyle. Gecenin sessizliğinde iki elim cebimde yürüdüm öylece ve sevgili yönetmene bir daha teşekkür ettim bana böyle mükemmel bir yapım sunduğu için. Tabi süper oyunculukları için diğer 3 kafadara da müteşekkir oldum bu durumda.

Kadim dostum sevgili Harun Aydın‘a da (Soyismini doğru hatırladım inşallah) bana bu filmi zamanında önerdiği için çok teşekkür ediyorum.

Bu yazılar da üsttekini andırıyo gibi

 Yorumunu ekle

18 yorum yapılmış bu güzide postaya

  1. ZehirliÖrümcek Der ki:

    Delicim ne güzel anlattın vala ya! Bende çok yanlızlığı seviyorum. Belkide yanlız yaşamaya alıştık bilmiyorum! İçim bir garip odu sen anlatırken filmi! Her birimizin bir filmi var, öyle değil mi?

  2. Cevval Portakal: Der ki:

    Bu tür filmleri tek başına izlemek çok keyiflidir, Historias Minimas vardır mesela, isminden de anlaşılacağı gibi türün güzide örneklerinden, tavsiye ederim. Ancak dediğim gibi böyle bir filmi birlikte izleyecebileceğiniz kişi sayısı çok azdır. Yalnız izlemeniz gerekir, ibişlik katsayısı az biri bile yeter böyle bir filmi piç etmeye.
    -Eee abi ne oldu şimdi. Film bitti hiçbir şey olmadı ki.
    -Abi işte yaşanılan bölgenin insan hayatını çok etkilemediğini, basit yaşamların yaşayanlara bile çoğunlukl anlamsız geldiğini vurgulamış.
    -Bu mu yani?
    -Lan işte en yüzeysel haliyle bu, iki cümleyle anlatılcak bir şey olsa adamlar 120 dakika film çekmezdi herhalde.
    -Oha! 120 dakika mı oldu, ben de ızdırabımın nedenini düşünüyordum.
    -Lan ne güzel filmdi işte ne bok atıyon, dingil.
    -Ne oldu eser kalmadı o ince sanat adamından, bozdun kendini iki dakkada dingil filan diye.
    -Lan olm bi sigigit, cipsi de filmin ilk 10 dakikasında sömürdün bitirdin zaten.
    Böyle böyle büyüsü bozulur o filmin, tek başınıza izleyin o zaman güzel.

  3. ByDesigner Der ki:

    Çirkinlik herkesde, ama kimisi saklayamaz.

  4. kasımpatı Der ki:

    Adını ”Deli Profesör”koymuşsun ama insan ilişkilerinde son derece mantıklı,saygı dolu ve insani bir tutum içerisindesin.
    Ayrıca karşındaki insanı üzmemek için her türlü çabayı gösterir bir Pof tanıyorum ben :)
    Yazının başındaki düşüncelerin kutlanmaya değer.Bana kalırsa ”Yine de söyle ki kabahatini bilsinler de 40 çeşit tahmin yürütmesinler arkandan,ona göre davransınlar”derim :)
    Yalnızlığı sevmeyen mi var?Dünyaya yalnız geldik,yalnız gideceğiz.Araca müthiş ihtiyaç duyuluyor kafa dinlemeye..
    Filmi de şahane anlatmışsın.En kısa zamanda bulup izlemek lazım..
    Teşekkürler Profcum :D

  5. kasımpatı Der ki:

    Eeh be..!! Bir sürü kelimede eksik harf basmışım.”Pof”değil”Prof”,”Araca”değil ”Arada”….
    Alla hallaaa..Bir tek burada oluyor.Yani Türkçeyi bozup yine başıma dert alacağım durduk yerde :D

  6. BlogveBen Der ki:

    söylediklerine aynen katılıyorum…

  7. mevsimlergibi Der ki:

    Beynim yorulunca ben de severim böyle sakin filmleri seyretmeyi iyi gidiyor bu karışık şehir hayatı, patırtı gürültü hengame arasında.. Bir relax müzik bir de bu tür filmler beni sakinleştirebiliyor..

    Dost elemek hakkında aynı görüşlere sahibiz az olsun öz olsun laf olsun torba dolsunculuktan hiç haz etmem edeni de sevmem insanlar biraz seçici olmalı, 3 günlük dünyada abuk sabuk, riya dolu yüzeysel ilişkiler kurmamalı diye düşünüyorum..

    Sevgiler..

  8. Deli Profesör Der ki:

    @zehirliorumcek Olma mı sevgili örümcek, sadece yönetmen bizim hissettiğimize göre daha lezzetli anlatır. Tıpatıp aynıları bile var :D

    @cevval portakal Çoooook haklısın hocam, Allah o tip öküzlerle Bruş Li filmleri haricinde bişey izletmeyi nasip etmesin. Amin :D

    @bydesigner Tabi canım herkesin bi zaafı var, ama bazılarınınki daha fazla göze batıyor.

    @kasımpatı Beni çok övmüşsün kasımpatıcığım, belki de ben iyi davranıyor gibi gözüküp aslında insanlara içinden sürekli küfreden davarın biriyimdir :D
    Hatalarını sen söylediğin için başkası sana niye öyle yazdın diyemez şu anda, kendini garantiye aldın :D

    @blogveben Valla ne yalan söyliyim ben de katılıyorum :D

    @mevsimlergibi Şu koskoca dünyada illa ki kalıbımıza uyan birileri vardır ama bulana kadar bazı elemelerden geçiliyor, tabi bu olaylar da başlı başına tecrübe ve nerde çokluk orda b.kluk durumu :)

  9. kasımpatı Der ki:

    Çok kızdığı bişilere içinden küfretmemiş biri yoktur.Kendini kötüleme bence böyle..
    Seninle ilgili görüşlerim böyle,değiştirmeye çalışma.Utanma,utanma hadi :D
    Benimle ilgili yanlış bir yargıya kapılmışsın ama.Ben her zaman öyleyim.Bi hatam varsa kabul ederim.Ayrıca özür dilemesini de özrü kabul etmesini de bilirim.
    Totalde son derece objektif biriyimdir.
    Tabi benim seninki gibi kendimden detaylı bahseden blogum olmadığı için yorumlarımdan bu kadar tanıyabiliyorsun beni:D

  10. kubio Der ki:

    Bundan daha kötü bir film olamaz, iddiasına giriyorum.

  11. Deli Profesör Der ki:

    Bu filme bırak kötü diyeni, fena değil diyeni Allah çarpar. Duymamış olayım.

  12. Deli Profesör Der ki:

    @kasımpatı Zaten bi insanın kendi hatalarıyla alay edip başkalarına fırsat bırakmaması kadar eğlenceli bişey yoktur :D Bazıları vardır mesela,birisinin yaptığında bi hata bulayım da düzelteyim şeklinde dedektör kıvamında sinyalleri açarak dolaşır. Herkes senin gibi davranıp eleştirecek hata bırakmasa o insanlar dedektörlerini kullanamadığı için evrim teorisine göre dedektörleri kaybederlerdi :D Geçen girdiğimde blogundaki bütün yazılar gidikti vallaha niye sildin ki? Kendini tanıtmak mı istemiyorsun :D

  13. buzcevheri Der ki:

    Bu filmi duymamıştım ama sanırım benim sevdiğim tarzda.. Bir ara indra gandi yaparım artık.. Saolasın doctor..

  14. kasımpatı Der ki:

    Eheheh..Bütün yazılar ”gidik” falan değil ki Profcum :D
    Demek ki umudu kesmişsin ve epeydir uğramıyorsun benim bloguma..
    Yaw,tam tersi..Sıkıntıdan açtım.Hatta şablonlarla oynarken altına sade beyaz bi blog daha yaptım : )
    İki blogum var.Vaktin olursa buyur gel oku.Artık geri dönmezsin :D
    Yalnız seninki gibi yaratıcı bi blog değil.Acemi işi :D Ben senin gibi arkadaşların sayfalarında staj yapıyorum :D

  15. Deli Profesör Der ki:

    @Yükle hocam yükle katıra, bence kesinlikle seveceğin bi film olacak.

    @kasımpatı Valla 2-3 kere girdim, hep boştu, dediğin gibi ondan sonra senin faaliyetine sadece okur olarak devam edeceğini düşündüm. Açtıysan, akşam bi uğrayayım, ben gelene kadar bloga şöyle zeytinyağlı dolma falan koyarsan tatlı yiyip tatlı okuruz iyi olur :D

  16. kasımpatı Der ki:

    Sabahtan beri öldüm hazırlık yaparken :D Hele o sarmaları ince sarıcam diye anam ağladı :D
    Eee..Koskoca Profesör teşrif edecek bloguma.Öyle boş oturmak olmaz : DD
    Bi de yazılar onun istediği kıvamda olsaydı :(

  17. HrnMcRae Der ki:

    doctor adımı soyadımı doru hatrlyn. izmirde degldm netten yazını okucak fırsatım olmadı. bu yazıyı yazmana cok sevndm. her zamn solym mukemmel yazyn. 3 gun önce gece yatarken aklıma geldn. (yanlış anlama gece hayatımdaki herseyi düşünyrm.) bu adam cok konsmazdı yada daşşak gecerdi nasıl bole yazablyo dye. sen gercek bi yazarsn buna karar verdm.

  18. Deli Profesör Der ki:

    @Hrnmcrae Benim gibi suskun adamlarda da böyle bi potansiyel oluyor demek ki. Konuşmayı sevmesem de yazarken eğleniyorum. Çok teşekkür ederim :D

Anlat derdini Marko Paşaya