Homoti : Badi’den Bile Kötü, Üstelik?!

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Türkiye’de gözü sorunlu, buğulu ya da gözünü çizdirip Şahin (K.) Bakışlı olmak isteyenlerin sayısını bilmiyorum. Benim merak ettiğim ve kafamın çengelli iğneyle birleştirilip yekpare yapıldığı sorunsal, Türkiye’de neredeyse hergün yeni bir göz hastanesi açılması ve bu denli fazlalıklarına rağmen göz sorunları ve ekstra hizmet taleplerine yetişememeleri. “Altı üstü göz lan” gibi abuk bir cümleyle işin içinden de çıkabilirim. Ama ne yazık ki göz, boyutunun ufaklığına rağmen vücudumuzdaki en karmaşık ve dolayısıyla en çok arıza çıkaran organlardan biri. Tabii şu an burda oturup da manyak gibi “Bence hayat en kötü gözsüz olurdu, burnumuz en değersiz organ lan bence boşu boşuna yer kaplıyor suratımızda. Allah Baba bazı şeyleri gereksiz koymuş.” gibi saçmalığın daniskası söylemlerde bulunmayacağım. Bilakis bahsettiğim noktaya paşa paşa geldiniz sevgili okurlar.

Sinema yüzde 70 oranında göze hitap eden bir sanat ve bu denli özel doğası gereği bir göz kadar da karmaşık bir mekanizmaya sahip. Her filmin sonunda saygı duyma amaçlı bile beklemeye sabredemediğiniz “Credits” kısmına bir kere o özel mekanizmanızı yorup da bakarsanız, işin mutfağından mükemmel sosun binlerce kişilik ekiplerle çıktığını görebilirsiniz. Bütçe kısıtlılığı sebebiyle çalışan ekip sayısının az olduğu bağımlı/bağımsız filmlerde dahi bu çeşitliliği görebilirsiniz. 10 kişilik bir ekipse bu, her kişiye yaklaşık 3-4 görev düşer, mesela yönetmen-makyöz-çaycı gibi. John Waters‘ı saymıyorum bile. Filmlerini çekmek için güçbela tamamlaması gereken işleri olduğu gibi bunun yanında para kazanmak için kamera sathı haricinde pezevenklik ve bar fedailiği gibi işler de yapıyordu. Lakin dikkat ederseniz bu kadar bıdıbıdı etmeme rağmen sinema sektörünün içinde aktif olarak bulunan bir insanın bu sektördeki her işi becerebileceğini söylemedim. Takdir edersiniz ki bütün alanda beceriye sahip olmak, koskoca bir göz hastanesinde bütün hastalıklara vakıf olmak gibi bişey olurdu. Biraz işlerin nasıl yürüdüğünü biliyorsanız standart bir göz doktorunun sadece glokom ya da sadece katarakt konusunda uzmanlaştığını tahmin edebilirsiniz.

Francis Ford Coppola‘lar, Martin Scorsese‘ler, sahnelerde Marlon Brando ve Robert De Niro gibi mükemmel oyunculuklarla birleşip devleştiğinde kimi insanlar sanıyor ki, bu sadece Marlon ya da Robert babanın işi. Halbuki kesinlikle deli saçması (F.cking bullshit man) bir düşünce. Bu sinema canavarları sahnede arz-ı endam ederken arkada sürekli birileri onlara çeki düzen veriyor, nerede durması gerektiğini söylüyor. Bir Tanrı gibi, filmine, oyuncularına hayat veriyor yönetmen. Dünyanın en iyi oyuncularını alıp kamera önüne koyup, kameranın arkasına da Mustafa Altıoklar gibi bir hıyarı yerleştirdiğiniz zaman göreceksiniz ki bu denli güzel filmografiye sahip mükemmel oyuncular filmde kukla gibi kalacak. Senaryosu ve bunu kameraya yansıtış şekli berbat olan bir yönetmenin çektiği film yüzünden oyunculara suç atamazsınız ki. Gerçi atılır, niye atılmasın. Vallaha sümsüğü bile yapıştırırım suratının ortasına böyle dürrük bi yönetmenle çalışmayı kabul ettikleri için.

Bu iş bi kere eğitim işi değil. Şurdan çıkıp da Marlon Brando “Ben yönetmenlik yapmak istiyorum” dese kimsecikler bişey demez. Bu adama işini yapması için ilk, performansına göre ikinci veyahut tek hakkı verilir. İyi ya da kötü, kadrosunu oluşturur ve çeker. Önemli nokta da burada başlar. Çoğu oyuncu-yönetmen kırması da bu noktaya hakim değildir işte. Seyirci berbat dediği zaman umrunda olmaz, başarısız film serisine devamlılık getirir. Tasını tarağını toplayıp gitmeyi gururuna yediremezler böyle durumda. Sean Penn gibi yönetmenliğe de yeteneğin varsa ne ala. Cannes’a gider, kırmızı halı üstünde kasıla kasıla yürürsün. İnce bir çizgi değil bu, kapkalın bir işaret. Yapamadığında “En azından denemiştim” dediğinde kimse kızmayacaktır sana. Hatta android değil, insan olduğunu bildiklerinden daha da çok takdir ederler. Sean Penn, bilindik kaliteli oyuncuları doldurup da mı güzel bi film yaptı? Hayır, kendi yüreğindeki yetenekle oyuncularına şekil ve güç kattı.

Müjdat Gezen, bir kısım insana gıcık gözüken, bi kısmın da takdir etttiği, ama bütün bunlara rağmen tartışmasız Türkiye’deki en iyi oyunculardan biri. Çoğunuz bilmiyorsunuz bile, çünkü onun sayfasında da makaraya almalık kara bir leke, lakin o da bu sevdaya kapıldı. Yani senaryo yazıp, güzel bir film yönetebileceğini düşündü. Hem de süper bir oyuncu çevresi olması sebebiyle yoğurdun en kaymaklı yanına sahip gibiydi. Perran Kutman, Zeki Alasya gibi oyuncularla ilk olarak Gülümseyen Dünya isimli garabeti çekti. İnsanlar resmen nefret etti. İnsanların nefret ettiğiyle de kalmadı haliyle. Şu an gavurların Türk filmleriyle daşşak geçmek için kurduğu trash film sektörü Turkeywood’un en nadide parçalarından. Geleceğe yatırım yapan, “Bir gün beni anlayacaklar ama yanlış anlayacaklar” diyen Müjdat gezen, çok değil 1-2 yıl sonra belki de senarist-yönetmen-oyuncu mertebesinde Homoti (a.k.a. Homodi) isimli filmiyle nirvanaya ulaştı.

Türk E.T.’si Badi‘yi biliyor ve her daim dalga geçiyorsunuz, belki de daha kötüsünün olamayacağını düşünüyorsunuz. İşte şimdi yanıldınız. Bu film, oyuncuları istediği kadar iyi olsun, yönetmeni dandik olan filmlerin en azından vasat olacağı mevzusunda adeta ibret-i alem konumunda. Peki, “Zamanında hiçbir Allah’ın kulu bu herife dur deyip frenlemedi mi?” diye soracağınızı tahmin ediyorum. O olay da şöyle gelişti; Müjdat Gezen Homoti’yi çektikten sonra saygı duyulacak nadir insanlardan olduğu için ilk olarak Aziz Nesin‘e izletti. Zira onun görüşü Gezen için çok önemliydi. Aziz Nesin filmi izledi ve bittikten sonra Müjdat Gezen sordu: “Abi nasıl buldun filmi?” Aziz Nesin “Ben böyle boktan bişey izlemedim” dedi ve saatlerce katıla katıla güldü. Belki de günümüzde Müjdat Gezen’in tamamen değil de kısmen nefret edilmesini sağlayan bir dönüm noktası ve yerinde bi söz oldu bu onun için. Yoksa berbat filmlerin prensi Ed Wood bile tarihte onun gölgesinde kalacaktı bu konuda. Müjdat Gezen filmi o hayal kırıklığıyla attığını, şu an elinde bir kopyasının dahi olmadığını söylüyor. Bu film piyasaya nasıl yayıldı bilmiyorum ama Müjdat Gezen büyük ihtimalle sabah akşam giydiriyordur ona. Çünkü bu film, onun iyi oyunculuk kariyerinin insanların zihninde bi anda sürmenaja uğratıp, silip atacak türden.

Muhteşem efekt namına ilk şaşkınlığa jenerik kısmında uğradım. Yıllardan 1986 civarı ve bu filmde 3 boyutlu animasyon var. Ama ne animasyon! Ne idüğü belirsiz bir çeşit kare (sanırım) Amiga’yla hazırlanmış ve şekil değiştirerek öylesine dönüyor. Hani şu TRT-4′ün Açıköğretim programlarının fi tarihinden kalmış ve günümüzde hala yayınlanan animasyonları var ya, işte bu dediğimi görseniz onlara taparsınız. Bu efektlere ayrılan bütçe ne kadardır acep, cidden merak ettim.

Film, sahtekar olmaya meyilli gazeteci Ali‘nin (Müjdat Gezen) evinin içindeki heykel, tablo, vhs player, televizyon gibi objeleri Gay Bar isimli şarkının klibi kıvamında yüksek zoom oranıyla göstererek başlıyor. Son derece merak uyandırıcı. Hele resimdeki tasvirleri gördüğüm vakit, “Ulan bayağı bi atraksiyon/efsane var sanırım bunda” dedim. Ali’nin dönen plağı çıkarmasıyla alaturka başlangıç müziği duruyor ve birden daha oynak bi şarkı giriyor (-Ne çalayım Ramazan? -Oynak bişey çal.). Evin yükseğinde kalan bir tepeye konuşlanmış, daha sonra da bolca göreceğiniz güvenlik kamerası açısıyla Ali ATVsine binip (oha artık) trafikte karizmatik sakalıyla yollarda esiyor. Ama çekimi görmelisiniz, hani sünnet-evlilik düğünlerinde konvoy çekimi olur ya, aynı onun gibi. Yaklaşık 2 dakika bu eziyete katlandıktan sonra tabelasında Milliyet yazan binaya giriyor. Altan Erbulak şefi rolünde. Bir sekans için bizim anlayamayacağımız derecede yüksek bi yoğunluk var burda. Hal hatır kısmı bile bir garip. “-Montum nasıl?” “-Mont Gibi!” Bunun haricinde çayı getirip masaya koyan figüranı aklımın almadığı bi şekilde korkutuyorlar ki, işte o zaman filmdeki derinliğe bodoslama atıveriyorum ruhumu.

Ali’de Gora’daki Arif‘e benzer bir gazetecilik anlayışı var. Aklı asparagas haberlerden başka bişeye pek çalışmıyor. Hem de Milliyet gazetesinde? Anında üfürüyor 2 dakikada: “Yeni yazı dizimiz, 2 saatte nasıl pilot olunur? Başlamadan önce hocaya sordum “Abi bunu öğrenmek ne kadar zaman alır?” diye. “Sen zeki birine benziyorsun, 1 yılda öğrenirsin” dedi, ama ben 2 saatte öğrendim.” Altan abimiz bu saçmalıklara doymuş tabi, Ali’den her ne kadar doğru dürüst haberler istese de birkaç palavradan sonra Ali iyice coşup “Ufo çekeceğim” dediğinde “Ne halin varsa gör” diyip savuşturuyor. İşte tam bu kısımda Ali’nin tencere tava kapağını havaya fırlatıp da fotoğrafladığını görünce, Cem Yılmaz’ın bu fikri bu trash kültü filmden aşırdığını düşünüyorum nedense. Belki de daha eski bi numaradır. Sonuçta bu denli yavan bi filmin tencere tava olayını kendi üretmiş olmasını beyin çerçeveme kabul ettiremiyorum.

Olaylar o kadar çabuk oluyor, karakterler birbirine o kadar çabuk ısınıyor ki, filmin hızının yanında Hacı Murat gibi kalakalıyorsunuz. Ama bi yandan da olaylar son derece zorlama. Elinizde bi Ferrari var, ama bunu vurdurarak çalıştırıyorsunuz gibi. Birden uzay aracını gören Ali yanına gidiyor ve film boyunca belki de 800 defa duymaktan kusacağımız o replik dökülüyor plastikten bozma uzaylının ağzından : “Merhaba, Benim adım Homoti” . Sami Bugay’ın hazırlamış olduğu bu kostüm baştan savmalıkta adeta şaheser. Badi gibi paspal E.T. taklidi bile zilyonlarca kez daha özenli hazırlanmış diyebilirim. Homoti’nin elindeki bavulun Alamancı bavulu olarak bilinen eski tip dev yarasa bavullardan bir farkı yok. Sadece uzaydan geldiği belli olsun diye etrafına ışık döşemişler, yanıp yanıp sönüyor. Ali röportaj yapma umuduyla Homoti’yi eve doğru götürürken ayağını bir taşa vuruyor. Taş ufacık, ama dokunuş ve tepki o kadar yapay ki, sonra Homoti’nin de o taşın üstüne basacağını, ama onun sünger gibi ezeceğini ve farkında bile olmayacağını tahmin edebiliyorsunuz. Ve, evet tahminde yanılmadınız.

Bu dandik mahluk ne menem bi gezegende yaşayıp adapte olmuş, hayret ettim. Ali’nin evine girdiğinde üşüyor. Ali de bi battaniye çekip koltuğa oturtuyor. Ama dediğim gibi uzaylı makedi, bırakın hareket etmeyi, nefes almayı bile kısıtlı tutan türden. O yüzden eliyle kaldırıp yatırıyor koltuğun üstüne. Gövdesi atlet gibi duruyor. Sade gövdeden oluşmuş gibi bi hali var. Geliş sebebini de anlatıp seyircileri meraktan kurtarıyor bir yandan. Yıldız Savaşları sebebiyle uzayda husursuz bir ortam oluştuğu ve savaşları sevmediği için dünyaya kaçmış Homoti. Koskoca uzay, işi gücü yok fıldır fıldır bu tırsakiyi arıyor. O yüzden de Ali’den kendini gazetede ifşa etmemesini istiyor nazik dille. Ali, Homoti’nin kendisine 7. gücüyle (!) uçan halıyla gezen Arap röportajı ayarlaması şartıyla kabul ediyor.

Filmde karakterler de oturmamış. Tam dalgalandım da duruldum denilecek bi yapıya sahipler. Biraz önce dediğim sahneden sonra Hatçe (Perran Kutman) çıkıyor mesela. Bakkaldan manavdan alışveriş yapıyor. Bütün esnafa onun şirretliğinden gına gelmiş. “Alacağını al, Allah rızası için bizimle uğraşma” diyorlar kime alışverişe gitse. 2 kuruşluk erzak için milleti canından bezdirmeye üşenmeyen bir kadının çevresindeki komşulara da aynı tutumda olması gerekir, değil mi? Ama bu sefer tam zıttı bi durumda. Herkesle o kadar iyi anlaşıyor ki, h
er eve lazım bile diyebilirsiniz hamaratlığıyla.

1 saat oldu daha hala karakterleri tanıtma ve filme ekleme kısmında Müjdat Baba. Herşey hızlı geçiyor, insanlar hızlıca tanışıyor ama bu 1 saat neyle geçti, ne kadar boş geçti şeklinde dumurasyonlara tabi bi hale geliyorum artık. Sonra gazeteye, Ali’nin yanında stajyer olarak bi hatun geliyor. Ali, ilk sahnede “Ben kadın stajyer istemem” diyor ve bu yüzden stajyerle takışıyorlar. 2. sahnede bir bakıyorsunuz çay bahçesinde bulup sevgili olmuşlar. Aman Allah’ım. Ankaralı Namık’ın “Şimdiki kızlar bi ciklete öptürür” dediği kadar varmış meğerse.

İşte mükemmel aşk üçgeni kuruluyor bi anda. Böyle bi konsepti duymak, görmek istemezdiniz biliyorum, ama uzaylının isminin Homoti olduğundan kıllanmalıydınız. Evet, Homoti bir .pne ve Ali kendisine bu denli iyi davrandığından ona aşık oluyor. Sıkı durun, bu filmde bir değil, iki .pne var. Ekmek Teknesi‘nin respect dolu “Baba“sı Savaş Dinçel, Ali’nin kapı komşusu Haydar isimli bir .pneyi oynuyor. Ömrü boyunca hep ağır abi rollerde takılan süper insan Savaş Dinçel’i, vefat ettikten sonra böyle tırt bir rolde izleyince cidden çok şaşırdım. Ne mutlu ki, beklediğim gibi hepsi birbirine girip aşk dörtgeni, beşgeni oluşturmak namına orgy yapmıyor ve .pne Dinçel sadece keyifli kahve fallarıyla zaman dolduruyor kamerada.

Cinsel tercihler açısından son derece kararsız bi halde görüyoruz Homoti’yi. Bi ara Hatçe’yle uzun süren bi duygusal sekans sırasında Homoti, Hatçe’yle sevişecek de biseksüelliğe adım atacak diye düşündüm resmen. Meğerse tek derdi Ali’yle iş tutmakmış. Bittabi onun sevgilisini de son derece kıskanıyor bu yüzden. Günün birinde Ali ile stajyer sevgilisini yatakta gören Homoti delleniyor ve Ali’nin hatunun çantada ne kadar makyaj malzemesi varsa hepsini suratına boca ediyor. Düşünün ki emo hatunlarından makjaylarından bile daha ağır ve berbat bi makyaj bu. Zaten yüzüne bakılamayacak derecede kötü bir kostümün üstüne bir de makyaj katılınca sinema tarihinin belki de en iğreti sahnesini izliyoruz. Bunun bi üst seviyesi de Ali’yle Homoti’nin sevişmesi olurdu sanırım. Sahi, nasıl sevişirlerdi ki? Müjdat Gezen’i tanıyan varsa sorsun, senaryo aşamasında kesinlikle geçmiştir kafasından.

2 saat boyunca filmi oturup izledikten sonra kafamda sadece film sırasında kullanılan yerli yersiz 3 boyutlu grafikler, Homoti’nin ayna aracılığıyla E.T. ile sohbet etmesi ve beni sinemadan tiksindiren o iğrenç makyajı kalıyor. .pne bi uzaylının naif ve ırzına geçilmeye hazır ruh hali de üstüne sos oluyor. Filmin sonunun mutsuz bitmesinden mütevellit pek mutlu mutlu olmadığımdan ötürü Müjdat Gezen’in Director’s Cut/Redux adında yeni versiyon çıkarıp, Homoti’yle diğer .pne-zenci düşkünü Haydar’ı seviştirip, saadete kavuşturmasını talep ediyorum. Bu filmdeki hissettiğim eksiklik anca bu şekilde dolabilir, zaten öbür türlü Haydar çok gereksiz kalıyor. Bu şekilde bi sinemaya iki .pne yaraşmaz ki.

Filmi internete koyan manyak bunu izlememizin bize vereceği işkence yetmiyormuş gibi üstüne üstlük “Chosen One” mertebesini hak edip hak etmediğimizi test etmek amacıyla download linkini .ccf doyasının içine koymuş. Eğer gerçekten bu filmi izlemeyi hak ettiğinize inanıyorsanız, öncelikle aşağıya koyduğum Cryptload’ı indirmeniz gerekiyor. Akabinde diğer dosyayı da programda açtığınızda program indiragandiye başlayacaktır.

Download – Cryptload Downloader

Download – Homoti

200. yazı olarak blogumla ilgili elde ettiğim tek istatistik, her yazımda bir öncekine göre anlamadığım şekilde daha uzun yazdığım oldu. Gözü ağrıyan, lakin inatla okumak isteyen arkadaşlar var, biliyorum. Bu yüzden göz ağrımasına son derece iyi gelmesi sebebiyle bütün okurlarıma balık yağı öneriyorum. Ayrıca ilgilenen balık firmalarına sesleniyorum, sponsorluk tekliflerinize açığım. Yazı bittiğinde “Dirty Looks – It’s a Bitch” çalıyordu.

Bu yazılar da üsttekini andırıyo gibi

 Yorumunu ekle

5 yorum yapılmış bu güzide postaya

  1. KuPa k1z1 Der ki:

    Tarihinin en uzun yazısı mıydı ne?:)Homoti.Kıçının el çabukluğuyla yapıldığı ve beni krizlere sokan bir yorumla tanıdım homotiyi.Zamanın imkanları şartları bizi birbirimize güldürtecek kadar varmış meğer.Türk sineması acınacak haldeydi.Halada öyle bana kalırsa bakınca bir semum adamınm ağzını bırakıp kıçıyla gülümsemesini sağlatıyor.Ya tam olana kadar piyasa yüzü görmemeli yada filmi yaptıktan sonra.Bizim lise yıllarında okuldan çıkıp zamanımızı öldürdüğümüz yerde sevgili Yasin abimizin klibi gibi boktan olup ancak eve gelen misafirlere izletilip yarılmalı.İİtii ile yakınlığıda beni koparan ayrı bir noktaydı..Bakalım ömrümüz bize daha neler katıcak.

  2. orhan Der ki:

    zamanında göz hakkında bişeyler okumuştum. göz aslında kendi başına bir organ değilmiş. göz ile beyin arasında iletişimi sağlayan sinir-minir firewire kablo filan yokmuş. beynin bir parçasıymış göz. beyin kendini kafatasının içine hapsetmiş. sonra da ortamda ne oluyor bilmek için iki delik açmış işte. beyin göz diyince aklıma kötü adamın sadece beyin ve gözden ibaret kaldığı robocop filminden bir sahne geldi.

  3. Deli Profesör Der ki:

    @kupa k1z1 Aaaah tam bu yazıya başlamışken Nonda çok net bi pozisyonu kaçırdı :D Valla en uzun yazısıydı ama böyle rezalet bişeyi yazana kadar fenalıklar geldi geldi gitti :D Zamanın şartında ziyade, bo bi perdeye baktığında bişeyler görebilmek demek lazım. Sen ki oyunculuktan başka bişey bilmeyen Müjdat Gezen’sin. Bu işleri bilmezken uzaylı filmine, hem de .pne uzaylı filmine ne gerek var değil mi :D

    @orhan Hocam başkası dese “Ulan yine gelmiş bloga, sallıyor bişeyler.” derdim, ama sen cidden düşündüğüm kadarıyla bizi katlayacak seviyede bilgi birikimine sahipsin. Ya da “Bible tells me so” da diyerek sığ sularda yüzebilirdim :D

  4. kubio Der ki:

    sabah sabah beyin kıvrımlarımı ziktin gene…hala bir karmaşa içindeyim doctor :)

  5. kubio Der ki:

    sabah sabah mı ? aaa ne çabuk geçmiş zaman.Her neyse ben bi yellene yellene uyuyım..siz bi elinizi yüzünüzü yıkayın..

Anlat derdini Marko Paşaya