‘ Sinema ’ Mevzubahis Arşivi

Ayın Tavsiyesi : Sinema Dergisi

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Bi yerde bi adam demişti.Bilmiyorum,belki de eskilerin lafıdır.”Yerde gazete kağıdı görsen bile oku.”Gerçekten çok doğru.Şu beyni paslandırmamak,canlı tutmak,sürekli geliştirmek için illa ki bişeyler okumak gerekiyor.Okuduğumuz kitaplardaki,dergilerdeki,gazetelerdeki (maalesef gazeteleri önerirken 1786 kere düşünüyorum.Ülkemizde çıplak kadın resimlerini basmayı gazetecilik sanan kuruluşlar olduğunu düşünürsek 1786nın az bile olduğunu kabul edebiliriz.Bu yüzden farz edelim ki Radikal gibi kaliteli bir gazete) yazıları,görüşleri okuyup kendimize özel,has bir düşüncemiz olmalı.Herkesin dediğine “he” diyen bi öküz olmak,kendi görüşleri olmayan bir hıyar olmak.Çoğu insan maalesef böyle,ama bu çoğu insanın yüzde 90′ı bunu kabul etmez,etmekle de kalmaz,her konuda bilgili olduğunu sanırlar.Ne üzerine konuşursanız konuşun,o kişinin o konu üzerine k.çından sallayacağı bir yığın uyduruktan cümle mutlaka vardır.
Her ne kadar yazarken konuyu dağıtmak istemesem de,kızdığım insanlar maalesef bitmiyor.Bir de ülkemizde okur gibi gözüken,ama dergileri sadece verdikleri skindirik hediyeler için alanlar var.Benim bildiğim dergi dediğimiz olay alınır,okunur.Yanında bir eki,bir kitap hediyesi varsa o da alınır okunur.Ama son zamanlarda ülkede bir sinema dergisi furyası almış başını gidiyor.Yok şunun DVDyi veriyomuş da,yok bunun DVDyi veriyomuş da.DVD veriyor ama içi bomboş.Fazla isim vermeye gerek yok çoğu derginin politikası bundan ibaret.
Bunların arasında hepsi bir yana,”Sinema Dergisi” bir yana.Merkez derginin yaklaşık 15 yıldır çıkardığı bir dergiden bahsediyorum.Her ne kadar ben son 2 yıldır alıyor olsam da,derginin geçirdiği 15 yılın ne kadar büyük bir tecrübe yarattığı,derginin içeriğinden anlaşılıyor.Bu dergi hiçbir zaman promosyoncular için çıkmıyor.Bu dergiyi beleşçiler,hediyeciler almıyor.Diğer dergiler reklam yaparken bu dergi reklam da yapmıyor.Ama bu dergi kendine has ve özel bir dergi.İşte 15 yıldır bu dergiyi ayakta tutan yegane güç bu.
Derginin son 1 yıldır üzerinden çalıştığı eski yazıları kitaplaştırıp okuyuculara sunarak arşiv oluşturma projesi var.İlk olarak Kült Filmler 1 kitabıyla başlayan bu proje,daha sonra Kült Filmler 2 ve Bir Senaryo Yazmak kitaplarıyla devam etti.3 kitap da birbirinden güzeldi ve film konusunda ufkumu bayağı geliştirdiğini söyleyebilirim.Bu ay dergimiz projesine kaldığı yerden devam ediyor ve Günümüzün Klasikleri 1 kitabıyla yine bize selam yolluyor.Bu kitap Kutlukhan Kutlu’nun Sinema dergisinde yazdığı günümüzün klasikleri üzerine yazıların bir toplaması.İçinde Seven,Matrix,Crouching Tiger Hidden Dragon,American Beauty,Fight Club gibi yakın zamanda çekilen modern klasiklerin ayrıntılı incelemeleri yer alıyor.
Bunun haricinde dergide 2007 genel film değerlendirmesi,Tim Burton dosya konusu ve doğal olarak geniş bir Sweeney Todd incelemesi ilk göze çarpanlar.
Eğer dergiye hala başlamadıysanız,ya da diğer abidik gubidik sinema dergilerinden birini alıyorsanız.Bu ay bu dergiye başlamanızı öneririm.En azından bir deneyin.Göreceksiniz aradaki farkı.Ha unutmadan gelecek ay da Günümüzün Klasikleri serisinin 2. kitabının verileceğini de söylemeliyim.

12 Angry Men (1957)

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

İçinde yaşadığımız şu hayatta çözmek zorunda olduğumuz problemler o kadar arttı ki,artık bazı sorunların üstesinden gelebilmek için hiç düşünmeden anlık bir karar vermemiz gerekiyor.Sokağın kenarında dilenen dilenciyi suçlu,aylak görüp ona para atmamak ya da onun ne zorluklar altında yaşadığını düşünüp para vermek.Bu anlık bir karar.Oradan geçtiğimiz 5 saniye içerisinde o insanı yargılayıp sonucu çıkarıyoruz.Homurdanıp para atmamaya karar versek bile en azından sonunda ölüm yok.Keşke sorunlar bu denli basit ve çözülebilir olsa.Ama bazı ciddi durumlarda bu şekilde karar vermek her ne kadar zor olsa da yapabilenler oluyor.
Bir jüride olduğunuzu düşünün ve bir çocuğun idam kararı ya da tahliye kararı sizin elinizde.Çoğu insan o çocuğun suçlu olduğuna inanıyor ama hala elinizde veri yok.Sadece hemen kurtulup gitmek için çocuğun ölmesini isteyen 11 jüri.Ve bir de siz.
Bunun baştan kaybedilmiş bir savaş olduğunu düşünebilirsiniz.İşte 12 Angry Men bu denli zor bir konuyu işleyen,çok güçlü bir film.Bir çocuğun idam cezasını alıp ölmesini isteyen 11 jüriye karşı savaş vermek zorunda 8. jüri rolünü Henry Fonda çok yüksek bir oyunculukla oynuyor.En azından bir kişinin bile aksini düşündüğü için çocuğu kurtarma şansı var.Çünkü 12′de 12 tam oyla alınması gereken bir karar var ortada.Ve karakterimiz insanların aklını çelmeye başlıyor.Kendi özel mantığıyla ve konuşma gücüyle insanların beynindekilerin yanlış olduğunu bir bir ortaya çıkarırken müritlerini de arttırıyor ve bize insanlık hakkında büyük bir ders veriyor : Bir insan kötü de olabilir iyi de olabilir.Belki de biri iftira atmıştır.Bunu sonuna kadar irdelemeden bu çocuğu o sehpaya göndermemeliyiz.İnsanlara karşı hüküm giydirirken en azından 3-4 kere düşünmek gerekli.
Film sadece küçük bir karar odasından ve bolca konuşmadan ibaret.Ama ortamın küçüklüğü ve sohbet bolluğu insanı hiç sıkmıyor.12 tipin de birbirinden farklı tipler olması olaya apayrı bir lezzet katıyor.12 jürinin de düşüncelerinin altına inmemizi sağlayan bir film bu.Kimisi maça yetişmek istiyor,kimisinin oğluyla problemleri var,kimisi reklamcı,kimisi hımbılın teki.Herkesin öyle ilginç sorunları var ki acısını orada yargılanan çocuktan çıkarmak istiyorlar.Ama herkesin içinde mantıklı bir adam da vardır.Film boyunca bunlar bir bir dışarı akarken hepimiz mükemmel bir sinema deneyimi içine giriyoruz.
Bana göre sinema tarihinin en mükemmel filmlerinden olan bu filmi mutlaka izlemelisiniz.Gerçekten sinemadan izleyen insanları sarıp sarmalayacak bir film.Bu filmi beğenirseniz Breakfast Club filmini de denemelisiniz.Bu film kadar iyi olamasa bile buna yakın bi tarz.

IMDB Kullanıcı Oyu : 8.8/10 (61,532 oy)
Top 250: #13

Yazı bittiğinde “Devo – Mongoloid” çalıyordu.

2001 : A Space Odyssey (1968)

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Sanırım bu,site açıldığından beri yazdığım 10. film.Ama Stanley Kubrick‘ten yazdığım 3. film.Bi Stanley Kubrick manyaklığı var ama hadi hayırlısı.Zaten ZDP denen Almanca diplomasını alırken de Stanley Kubrick’i ve filmlerini anlatmıştım.Onu bunu bilmem kardeşim,bu adam sinemadan an-lı-yor.
Mevzubahis filmimiz Arthur Clarke‘ın aynı adlı kitabından yapıldı.Hatta unutmam,böyle meşhur filmlerin bi de porno uyarlamaları olur,onu bile izlemiştim (bkz. 2001 : A Big Bust Odyssey) :D Ortada bi gelecek motifi taşıyan koltuk ve tabi ki bi kadın ve bi adam var :D Porno uyarlamanın Kubrick’in filminden daha fazla atraksiyon taşıdığını söyleyebilirim.
Bu filmi fazla sanatsal bulanlar,fazla sıkıcı bulanlar,hatta boş bi teneke olduğunu düşünme gafletinde bulunan denyolar var.Aslında filmin başlangıcı oldukça garip ve ilgi çekici.
Zamanımızdan çok,çok,çok,çoook geriye giderek başlıyoruz filme.Hani şu insanların maymun gibi olduğu,üstlerinde bi ton kılların bulunduğu ve türlerin grup seks yaptığı zaman var ya,aha oraya.İnsanlığın ilk savaşlarından kesitler izliyoruz.Sonra ortaya siyah,eşşek kadar bi beton çıkıyor.Ve akabinde Strauss’un Blue Danube parçasıyla gelecekte,uzun süreli bi manzara izleme sekansına geçiyoruz.Filmde diyalog zaten çok az.Nerdeyse yarım saat bi Allah’ın kulu görünse de ağzından bi kelime çıksa diye bekleyen daltaraklar vardır muhtemelen bu filmi izlerken.(Bu arada dalyarak kelimesi geçmişken bunun hakkında bi açıklama yapmak isterim.Osmanlı döneminde ellerini yağlayıp aylarca mermerlere aralıksız vuran adamlar varmış.Bunların elleri zamanla nasırlaşıp kazık gibi oluyormuş.Ve daha sonra bu adamları savaş sırasında en ön saflara dizerlermiş ki,ellerini kaldırıp atlara bi koyduklarında atlar geberiveriyormuş.İşte bu insanlar,bizim insanlarımız,bizim dalyaraklarımız.) Daha sonra uzay istasyonunun içine giriyoruz ve gerçekten ağzımız açık kalıyor. Bir yönetmen 1968 yılından böyle şeyleri düşünemez,geleceği bu kadar yansıtamaz diyoruz.Uzaylı olmalı bu Kubrick,evet.Mekan tasarımlarından bilgisayarlara kadar herşeyi çok modern tasarlamış.Bu da filmin günümüzdeki değerini kat be kat arttıran bi durumdur,bilen bilir.
2. bölümünde de 2 arkadaşın uzay gemisiyle yaptığı araştırmayı ve HAL adını verdikleri yapay zeka ile kapışmalarını anlatıyor.(Filmi izlerken dikkat edin sonumuz bu durumlara doğru ilerliyor.Yakında yaptığımız bilgisayarlara söz geçiremiyo olacağız.)
Filmle ilgili daha da fazla bişey anlatıp ipucu verip,tadını kaçırmak istemiyorum.Üzerinden yıllar geçmesine rağmen bu filme rakip bi bilimkurgu hala çıkamadı.Star Wars,Star Trek gibi filmleri bu film etkiledi.Hatta yönetmen o kadar gerçekçi bi iş çıkarmıştır ki.Neil Armstrong uzaya çıktığında siyah bi Beton aramıştır filmdeki gibi.”Hey gidi hey,biz eskiden ne kovboy filmi izlerdik bee.Atraksiyon adamıyım uleyn ben!” diyorsanız bu filmi izlerken sıkılırsınız.Çünkü film çok ağır bi tempoda gidiyor.Onun haricinde Ali’ler,Mustafa’lar,Hakkı’lar yiyebilir.Ayrıyeten Ayşe’ler de tadabilir.

Kullanıcı Oyu: 8.4/10 (108,008 oy)
Top 250: #80

Man on the Moon (1999)

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Merhaba sevgili blog kemirgeni insan populasyonları.Bugün yazımı çok berbat bi pozisyonda yazıyorum.Arka planda,TVde annemle babamın çok sevdiği dandik ötesi dizi Binbir Gece oynuyor ve b.ktan ADSL modemimin wireless’ı sorun çıkardığı için kabloya bağlı telefon hattından yazıyorum.Hey Allah’ım sözde Laptop var.Dün bir,bugün iki wireless gitti.Neyse konuyu dağıtmadan asıl olaya dönmekte fayda var.Burayı okuyan insanların %90′ının benim ne yaptığımı merak etmediğine eminim.
Milos Forman
büyük adam vesselam.Son günlerde yapmış olduğu Goya’nın Hayaletleri‘yle biraz cafer s.çtı bez getir konumuna getirse de sonuna kadar arkasındayım.Zamanında bu kadar güzel filmleri çeken bi insanın bu kadar güzel şey arasında hata yapma lüksü olmalı.Düşünsenize en bilinenlerinden One Flew Over the Cuckoo’s Nest, ya da Amadeus.Ya da tabi ki mevzubahis filmimiz “Man on the Moon“.
Milos Forman’ın yönetmenlik başarısını daha başrole koyduğu adamı görünce alkışlamak geliyor içimden.Bu filmde hayatını bahsettiği adamı,Andy Kaufman’ı adım kadar eminim ki Jim Carrey‘den başkası hakkını vererek canlandıramazdı.
Film gerçekten yaşamış,efsane bir şovmen olan Andy Kaufman’ın hikayesini anlatıyor.Şovmen dedik ama sıradan,bildiğiniz şovmenlerden değil.Zaten öyle olsa filmi yapılmazdı.Eh,madem öyle,insanları hayretler içinde bırakan bu sıradışı insan hakkında biraz bahsetmekte fayda var.
Andy Kaufman 1934 yılında doğdu.Şov hayatına barlarda başladı.Daha sonraları basamak basamak yükselerek bazı insanların gözünde tanrılaştı,bazılarının gözünde ise adi bi adamdan başka birşey olamadı.Çünkü Andy Kaufman şovlarında insanları rahatsız edip onların tepkilerini ölçmeyi seven bi adamdı.Örneğin sahneye çıkıp mal gibi dakikalarca hiçbişey söylemeden durabiliyordu.Düşünün arkadaşlarla toplanmışsınız.Doğru dürüst şova gidecem diye seviniyorsunuz.Akabinde böyle bi mal görünce hayalleriniz suya düşebiliyor tabi.
Bunun haricinde göçmen şovmen tiplemesi ve Elvis taklidi acayip beğenilmiştir.Hele ki Mighty Mouse tiplemesi kariyerini yüksek noktalara taşımasının en önemli sebebidir.Ama adam öyle bi adam ki size güldürü yapması için 2 saat beklemeniz gerekiyor.Eğer adamı zorlarsanız gıkı çıkmaz öyle moloz gibi dikilir sahnede.Ki şovunun birinde sahneye çıkıp en sevdiği kitabı baştan sona okumuştur.Tabi bir kaç kişi haricinde sahneyi herkes terk etmiştir.O geriye kalan birkaç kişi de uyku alemlerine gitmiştir.Amatörlük zamanında Tony Clifton diye berbat bi adamın şovunu görmüştür.Bu berbat şovu bile ilgi çekici yaparım deyip ara sıra onun kılığında şovlara çıkmıştır.Ve Andy’nin özelliklerinden en garibi de boş zamanlarında restoranlarda çalışıyor olmasıdır.Hem de 5 kuruş para almadan,sadece hobi için.
Bi ara güreş olaylarına merak sarmıştır.Ama biraz çelimsiz olduğu için kadınlarla güreşmiştir.Hiç acımadan yerlere sermiştir onları.Hatta şampiyonluk kemeri bile yaptırmıştır kendine.Genelde insanlara hep yalan söleyen biriydi Andy Kaufman.Çünkü yalanların ardından sürpriz yapmayı severdi.1980 civarlarında kanser olduğunu söylediğinde ona kimse inanmamıştır.1984 yılında hayatını kaybetmiştir.Tabi bazıları öldüğüne bile inanmadı.İşte inanmayanlar da bu efsane adamın ayda yaşadığını ve birgün dünyaya ger döneceğini düşünüyorlar.
Böyle anlatınca pek ilginç olmamış olabilir.Ama Milos Forman ve Jim Carrey’nin çıkardığı mükemmel iş,Andy Kaufman’ı,ne yapmak istediğini tam olarak anlamamızı sağlıyor.Zaman zaman ona kızıyoruz,çoğu zaman gülüyoruz,ama filmin sonu geldiğinde ağır basan şey hüzün ve insanlarda bıraktığı derin izler oluyor.
Bu garip insan REM grubunu da etkilemiş olacak ki Andy için yazmış oldukları Man on the Moon şarkısı vardır.Zamanında çok dinlemiştim ama anlamını şimdi öğrendim şarkının.
Film,izlediğim yaklaşık 2 saat boyunca beni hiç sıkmadı.Gerçi hoş,böyle bi adamın her dakika ne yapacağını bekleyerek film izlerken pek de uyunulmaz.
Eğer Jim Carrey’nin çıkardığı en usta işi ve oynadığı en mükemmel filmi görmek istiyorsanız,bu filmi mutlaka izlemelisiniz.Kesinlikle hayatınızın bundan sonraki kısmında bu adamın bazı özellikleri bünyenize enjekte olacak.Hani “Two thmubs up!” derler ya,bu film ondan işte…

Sinemanın Babası : Georges Melies

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Evvel zaman içinde,kalbur saman içinde.Tarkovskyler tellal iken,Kubrickler berber iken,bir üstad yaşar imiş.Adı Georges Melies imiş.Sinemanın kitabını bu saydığım diğer isimler daha portakalda vitaminken yazmış kişi imiş bu adam.
Evet efenim,birçoğunuz bilmez ama daha millet sinemanın “S”sini bile bilmezken bu üstad insanların o yıllarda ve hatta şu an bile aklının alamayacağı filmler yaptı.Kamerayı belki Lumiere Kardeşler bulmuş olabilir,ama onların bir mucit olarak kenarda tutmak lazım.Çünkü maalesef o kamerayı gürüldetecek sinemacı ruhları yoktu.Melies zaten çılgın bi adamdı.Bi yandan da sihirbazlık ve tiyatroculuk yapıyordu ki,bu o kamerayı eline geçirdiğinde neler yapabileceğinin bir göstergesiydi.
Sonra bir yerden kamera buldu ve 1896 yılından itibaren film üretimine başladı.Üstad bu konuda son derece başarılıydı,yaptığı filmler insanları ağzı açık bırakıyordu.Filminde oynayan bir kadını,bir sihirle anında ekrandan kaybedebiliyordu.Bir insanı başka bir cisme dönüştürebiliyor,ya da klonluyordu.Maket ya da buna benzer objeleri kullanarak sahnesini oluşturuyordu.
En önemli eseri Jules Verne’n romanından uyarladığı A Voyage Dans La Lune-Ay’a Yolculuktur.Bu filminde Ay’ı ve oradaki ilginç dünyayı çok güzel resmetmiştir usta yönetmen.(-Ay’daki ilginç dünya mı?Güzel bi cümle.Ha ha :D )
Ama sonraları insanlara nedendir ilginç gelmemeye başlamıştır yönetmenin filmleri ve kariyerinde bi düşüş başlamıştır.Bu da tabi yönetmenin çok zoruna gitmiştir.İnsanların böyle bi anda bazı şeyleri silebilmesi de ilginç gerçekten.İnsanlar zamanın komedi filmleri furyasına kapılmıştır.Ve Melies bir gün anlaşılmadığından dolayı filmlerinin hepsini evinin bahçesine yığmış ve yakmıştır.Ne mutlu bize ki bazı filmlerinin kopyaları Avrupa’ya yayıldığından kalan filmleri şu an izleyebiliyoruz.
Bu hikayeden gördüğümüz olay şudur ki,günümüzde olduğu gibi insanlar zamanında da maymun iştahlıymış ve bu yüzden de bi insanın kafayı yemesine,sinemayı bırakmasına sebep olmuşlardır.Herkese öldükten sonra destek.Kör ölür badem gözlü olur,kel ölür sırma saçlı olur hesabı…

Georges Méliès’in yönettiği yüzlerce filmden bazıları:

* The Bewitched Inn / L’Auberge ensorcelée (1896)
* The Vanishing Lady / Escamotage d’une dame chez Robert-Houdin (1896)
* Le Manoir du diable / Le Manoir du diable (1896)
* The Four Troublesome Heads / Un homme de têtes (1898)
* An Up-to-Date Conjuror / Illusioniste fin de siècle (1899)
* Cinderella / Cendrillon (1899)
* The Dreyfus Affair / L’affaire Dreyfus (1899)
* Jeanne d’Arc (1899)
* Fat and Lean Wrestling Match / Nouvelles luttes extravagantes (1900)
* One Man Band / L’homme-orchestre (1900)
* The Two Blind Men / Les Deux aveugles (1900)
* The Man With The Rubber Head / L’homme à la tête de caoutchouc (1901)
* Bluebeard / Barbe-bleu (1901)
* Aya yolculuk / Le Voyage dans la Lune (1902)
* Gulliver / Le Voyage de Gulliver à Lilliput et chez les géants (1902)
* Extraordinary illusions / Illusions funambulesques (1903)
* The Enchanted Well / Le Puits fantastique (1903)
* The Apparation / Le Revenant (1903)
* The Music Lover / Le mélomane (1903)
* The Infernal Boiling Pot / Le chaudron infernal (1903)
* The Infernal Cakewalk / Le cake-walk infernal (1903)
* The Inn Where No Man Rests / L’Auberge du Bon Repos (1903)
* The Mystical Flame / La flamme merveilleuse (1903)
* Kingdom of the Fairies / Le royaume des fées (1903)
* The Monster / Le monstre (1903)
* The Magic Lantern / La lanterne magicue (1903)
* The Ballet Master’s Dream / La rêve du maître de ballet (1903)
* The Damnation of Faust / La damnation de Faust (1903)
* The Living Playing Cards / Les cartes vivantes (1904)
* Imperceptible Transmutations / Le thaumaturge chinois (1904)
* The Terrible Turkish Executioner / Le bourreau Turc (1904)
* Untameable Whiskers / Le roi du maquillage (1904)
* The Impossible Voyage / Le Voyage à travers l’impossible (1904)
* The Scheming Gambler’s Paradise / Le tripot clandestin (1905)
* Hilarious Posters / Les affiches en goguette (1905)
* Palace of the Arabian Knights / Le palais des mille et une nuits (1905)
* Paris to Monte Carlo / Le raid Paris-Monte Carlo en deux heures (1905)
* The Merry Frolics of Satan / Les 400 farces du diable (1906)
* The Mysterious Retort / L’alchimiste Parafaragamus ou La cornue infernale (1906)
* Denizler altında 20,000 fersah / 20,000 Lieues Sous les Mers (1907)
* The Eclipse / L’éclipse du soleil en pleine lune (1907)
* Dream of an Opium Eater / Le rêve d’un fumeur d’opium (1907)
* The Devilish Tenant / Le locataire diabolique (1909)
* The Doctor’s Secret / Hydrothérapie fantastique (1910)
* Conquest of the Pole / À la conquète du pole (1910)
* Les Aventures de baron de Munchhausen / Les hallucinations du Baron de Münchausen (1911)
* The Ranchman’s Debt of Honor (1911 – ABD)
* Conquest of the Pole / La Conquête du pôle (1912)
* The Knight of the Snows / Le Chevalier des neiges (1912)
* Cinderella or The Glass Slipper / Cendrillon ou La pantoufle mystérieuse (1912)
* The Ghost of Sulpher Mountain (1912 -ABD)
* The Prisoner’s Story (1912 – ABD)
* Le Voyage de la famille Bourrichon (1913)
* Cabby’s Nightmare (1914)