Det Sjunde Inseglet (1957)

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör


Takva filminde iyiyle kötüyü sorgulamaktan yorulan Muharrem‘in kafayı yemesine ramak kalmışken şu cümleler okunuyordu arka planında : “Yalnızdım./Seni düşündüm./Seni düşündüm./Yalnızım.” Tasavvufu tam anlamıyla anlatabilen yegane cümlelerdir bunlar.Aynı bu sorgulamadan ibarettir hayatımız.Tabi bişeylere inananlardan bahsediyorum.Sadece Tanrı ile sınırlandırmasak da olur.Birine karşı aşk ya da diğer manevi duygular.Sürekli hayatımız boyunca inandığımız kavramları bu şekilde sorgularız.Yanıt aldığımız çok nadir olur,ama yine sorgulamamız bitmez.

Bazıları pek çoğumuz gibi daha yüzeysel takılırken,yönetmenler aleminden geçen yaz kaybettiğimiz bir üstad,Ingmar Bergman,kendi çağını aşırı derecede aşacak şekilde bu sorgulamaları yapıyordu.Anlatım kuvveti o kadar güçlü bir insandı ki,herhangi bir filmini izleyen insanların bişeyleri sorgulaması kaçınılmazdı.Zaten hayatın anlamı da tadı da o zaman çıkmaz mı?”Bu ne?” diye sormak gerekir,senelerce onun ne olduğunu tahmin etmek yerine.

Det Sjunde Inseglet (The Seventh Seal – Yedinci Mühür) yönetmenin sorgulamasının ve soru işaretlerinin tavan yaptığı bir başyapıttır adeta.Kendi sorularını karakterlerin üzerine yükler.Haçlı seferlerinden dönen bir şövalye ve yanındaki seyisi üzerine.Şövalye inanç boşluğu içerisinde ve kafası pek çok soru işaretleriyle dolu.Sordukça sorar,insanların içine düğümler ekler.Yanındaki seyis ise Tanrıdan çoktan vazgeçmiştir.Kendi düşüncesi etrafında yanıtlar şövalyeyi.Dönüş sırasında bir an şövalye bir sahil kenarında Ölüm‘le yüzleşirken bulur kendisini.Ingmar Bergman’ın metaforik anlatımının zirve noktasıdır burası.Şövalyenin de hayata anlam katmasının yeni bir parçası.Ölüm’e bir satranç maçı teklif eder şövalye.Kazanırsa yaşayacak,kaybederse ölecektir.Oyuna başlarlar ve maç arasında çeşitli sorgulamalar ve plan değişimleriyle ilerler film.

Vebanın Tanrının insanlara bir cezası olduğunu düşünen hastalıklı toplulukların birbirlerini zincirlerle dövmesi,salgın kaynağı olarak düşünülen kızın öldürülmesi gibi pek çok çarpıcı sahnesi vardır.Hikayenin diğer tarafına yerleştirdikleri tiyatrocu aile ile bir yandan da metaforunu devam ettirir Bergman.Hepsinin yolları kesişecektir ileride. Film zekice hazırlanmış diyalogları ve insanın beyninde ağrılara sebep olan aşk,din,ölüm ve tanrı üzerine sorgulamalarıyla mükemmel bir seyirlik.O kadar derin bir anlatım yapısı var ki,bazı anlara o kadar çeşitli anlamlar yükleyebilirsiniz ki,bu sebepten dolayı filmi birkaç kere izlemeniz gerekebilir gerçekten anlayabilmek için.Bengt Ekerot,çıkardığı Ölüm karakteriyle beni benden alıyor,yarı mizahi,yarı ciddi tablosuyla.Max Von Sydow ve Gunnar Björnstrand mükemmel bir şövalye ve yardımcısı ikilisi sergileyerek Bergman’ın sorgulamalarının ve cevaplarının hakkını sonuna kadar veriyorlar.

Şimdi mi izlersiniz,yoksa 60 yaşında ölüme yaklaştığınızda mı bilmiyorum ama kesinlikle ölmeden önce izleyip,çok önemli mesajları çıkarmanız gerekiyor.Google Adsense reklamlarında yazdığı gibi “Bi Tanrı Var Mı?” diye yazmakla bitmiyor iş.Gerçekten doğru şeyler üstüne yönelmek gerekiyor.Bergman bunu başardığı için mezarında büyük ihtimalle çok huzurlu bir şekilde uyuyordur.Eğer varsa,diğer tarafta onu şeytanların bile alkışladığına eminim.Gördünüz mü?Artık sinemayı sevmek için bir sebebiniz daha var!

(Niye delirdim sanıyorsunuz?Sorgulamaktan.)

A-Style ve Sıradışı Logosu

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Bu Pazar Moto GP‘yi izlerken,spiker yanındaki motor sporları işi içinde bulunan,adını bilmediğim adama sordu : “Sizce Valentino Rossi,eski dünya şampiyonu mu?” Bu sorunun yanıtını duymaktan gerçekten çok ürktüm.Valentino Rossi beni Moto GP’ye bağlayan kişiydi.Pek çok izleyicisi gibi ben de kendimden çok şey buluyordum onu izlerken.Ve Moto GP’ye kattıkları tartışılmaz.Adam yanıtladı : “Evet,bence eski dünya şampiyonu.Düşünsenize adam defalarca dünya şampiyonu olmuş.Artık bi amacı kalmamış bu alanda.Şu an sadece eğlencesine yarıştığını söyleyebilirim.” Rossi’nin son yarışlarda çıkardığı performans da bu sözleri doğrular nitelikteydi.Öyle bir pilot ki kendisi,bir yarışa 6. veya 7. bile başlasa rahatça 1. sırada bitirebilir,tabi gerçekten yarışırsa.Ama bu sezon böyle yapmıyor.Kolayca,en zor virajlarda bile herkesi teker teker geçip birinciliğe çıktıktan sonra bırakıveriyor yarışı,geri arkalara atıyor kendisini.Motoru Yamaha dandik diye düşünmek istiyorum ama Lorenzo da aynı motoru kullanıyor ve bir çaylak olarak 1. oldu o motorla bu sezon.Rossi henüz genç bir pilot.Moto GP’de yapacakları bitmiş olabilir ama Formula 1‘e geçerse yine o müthiş hırsıyla bize eğlenceli yarışlar yaşatacağına eminim.

Aslında konu bu değildi.Konu,her Moto GP yarışında gördüğüm ilginç bir logo.İlk başlarda naçizane bir logodan farkı yoktu benim için.Sağda solda reklamlardan tutun da,hatunizadelerin üstündeki o güzel elbiselere kadar her yerde bu logoyu görünce merak uyandırdı içimde tabii.Google’a A-Style diye yazdım.Görseller kısmına baktım ilk önce.Logodaki şeklin ne olduğunu anlamam fazla uzun sürmedi.Böyle bi logoyla bi firmayı dünya markası yapmak gerçekten cesaret işi.Giyim kuşam firmasından ziyade,bi porno firmasının logosuna benziyor.Sitelerine girdim,çok güzel ürünleri var,logolarında kullandıkları geyik havayı yaşatır nitelikte ürünler.Yani en azından içinde daş gibin,gaya gibin hatunların olduğu elbiseler güzel geliyor bana.Üstünde “I Love A-Style” yazan bi hatunla neler yapılmaz ki.Sanırım cesaretinden dolayı bu firmayı kendi çapımda en iyi 5 logo listeme sokabilirim.Ben de bi firma kursam buna benzer bi muzırlık yapardım muhtemelen.

Aklıma,“Mod Pimp” yazan kazağı giyen adam geldi bi an.Beterin beteri var,görsün.”I Love A-Style” yazan t-shirtle dolaşsa g.tü zor kurtarırdı.

Yazı bittiğinde “Ahleuchatistas – K-Bit” çalıyordu.

Kultur Shock – FUCC the INS (2001)

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Elimizde öylesine değerli hazineler var ki,bunlardan yararlanamamak,bunları insanlara tanıtamamak deli ediyor beni.Her ne kadar çoğu insanımızın içi boş davuldan farkı olmasa da kültürümüz bu dediğimin zıttı nitelikte.Düşünsenize bu değerli topraklardan ne kavimler,ne kültürler geçmiş göçmüş.Hepsi de gelip giderken bişeyler katmış.Elimizde kaç bin yıllık kültür var,ama elin yabancısına sorsak,Türkiye’yi bile bilmiyor.Amerika gibi 2 günlük bi ülkeyi ise bilmeyen yok ve bildiğiniz üzere küçücük tarihlerini ve ülkelerini öyle şişiriyorlar ki,insanlar bişey var sanıyor.

Keza müzik de öyle.Hadi şimdiki müziklerimize bakmayın.Herkes dejenere oldu.Eline mikrofon alıp şarkı söyleyen “Sanatçı” oldu.Bozulmadan önce ne eserler çıktı ama bu kültürden,bu topraklardan.Yerel yörelerimizden ne tınılar fırladı anonim.Reklamla dolaşmadı ki bunlar insanların evine,kulağına.İnsanlar beğendikçe dilden dile yaydı.Ne kadar köyümüz,kasabamız varsa hepsi bişeyler kattı bu ülkeye,besledi.Ama bu türkülerimizi bile insanlara satamayacak kadar aciz bi toplum olmaktan öteye gidemedik.

Bizim zengin kültürümüzü alıp alıp kullanıyorlar.Çalınmadık yiyeceğimiz kalmadı en basitinden.Eski,kaliteli müziklerimiz desek,yabancı gruplar yeniden şekillendiriyor.Hani yabancı elden de duymak çok güzel,çok sevindirici.Ama şöyle bi Kultur Shock gibi grubumuz yok muydu,bizim elimizden bu ezgileri çıkaracak?Aslında BabaZula gibi bi efsanemiz var Allah için bizim de,ama pek arka çıkamıyoruz gibi geliyor onlara.Hem grubumuzu kendimiz destekleyemiyoruz,elin ülkesine nasıl satalım?(bkz. Hacı Bektaş Veli anma törenleri etkinliklerinde BabaZula’ya yapılan saygısızlık)

Kultur Shock,Srdjan Jevđević (Bosna – Vokal,trampet,darbuka),Mario Butković (Bosna – Gitar,buzuki),Masashi Kobayashi (Japonya – Bass),Val Kiossovski (Bulgaristan – Gitar,vokal),Christopher Stromquist (Amerika – Davul),Matty Noble (Amerika – Violin) isimlerinden oluşan ve görüldüğü üzere içinde bir adet bile Türk içermeyen,etnik-rock,punk,metal grubu.Çeşitli ülkelerin kültürlerini müziklerine yansıtıyorlar,özellikle de Türk müziklerini,hani şu bizim hiç değer vermediğimiz hazineler var ya,onları.Gogol Bordello gibi türlerinin ender örneklerinden.

Albümlerini ilk dinlediğimde gerçekten çok şaşırdım.Kimi şarkılar sırf Türk ezgilerinden oluşurken,kimileri de farklı bir tarzda giriyor ve birden Türk ezgisine yöneliyordu akabinde.Bunun haricinde Roman havası,Balkan kültürü,Yunan müzikleri en çok etkilendikleri türler.Grubun adının Kultur Shock olması boşuna değil.Bu grubu dinlemek,dünya haritasının üzerinde bir ülkeden diğerine atlamak gibi bişey.Resmen kültürler suratınıza çarpıyor.İşin en güzel yanı,kültürler arasında daldan dala atlarken,saat farkından dolayı doğan rahatsızlığı yaşamıyoruz,bu saf,katıksız bir eğlence.

Şu an size tanıttığım albümün adı FUCC The INS ve grubun ilk çalışması.Bu albümün ardından 2004 yılında Kultura Diktatura ve 2006 yılında We Came to Take Your Jobs Away çıkmış.Kultura Diktatura’yı da dinledim,o da gerçekten mükemmel.Şayet bu albümü indirirseniz,kesinlikle beğenip,diğer 2 albümü de indireceğinizi düşünüyorum.Böyle yabancı ezgilerin içinde,kendi kültürümüzü bulmak apayrı bir keyif.Madem biz yapamıyoruz,kültürümüzü iyi değerlendiren bu mükemmel insanlara şapka çıkaralım.

MUHTEVİYAT : 1.Nadjia , 2.Seamtress & the Officers , 3.Montenegro H.C. , 4.Radio Gitana , 5.Haide Yano , 6.Chororo , 7.Mastika , 8.Zora , 9.How to FUCC Songs & Irritate , 10.Backdoor Boyz , 11.FUCC The INS

Rock’N Coke Gümledi

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Bugün posta kutuma baktığımda,beni pek de şaşırtmayan,pek çoğumuz için (ben de dahil) gereksiz bi haber gördüm.Dediğim gibi pek bi önemi yok.Ama Coca Cola gibi dev bir markanın 5 yıllık Rock’N Coke gibi bir festivali ellerine,yüzlerine bulaştırmalarının simgeleriydi bu mail.Her sene şişirdikleri şarkıcılar ve festival,bu sene patlak vermişti.Iggy Pop,Cure,Gogol Bordello gibi birkaç önemli isim dışında sürekli piyasa malı ve konser performansından bihaber grupları getirmelerinin kaçınılmaz bir sonucuydu bu.Her sene çıtayı daha da yukarı taşıdıklarını iddia ediyorlardı.Takip ettiğim kadarıyla her sene daha da basit bi hal almaktan öteye gidemedi Rock’N Coke.Bu sene Testament,Metallica,Judas Priest ve Jethro Tull gibi devlerin İstanbul’a gelmeleri sebebiyle paçaları tutuştu.İnsanların içinde bir yığın gereksiz adam bulunan boş bir festivale gitmek yerine bu büyük isimlerden birini seçip,parasını ona harcayacağını farketmişlerdi.Tamam,Metallica’ya artık dev diyemeyebiliriz,ama arkalarında mükemmel bir diskografi ve geçmiş olduğu da yadsınamaz bir gerçek.Bu halleriyle bile nereden baksak 50000 kişi dizeceklerdir Ali Sami Yen’e.Umarım bu yaz yaşanacak büyük konserler ve gelen efsane gruplar,Coca Cola’ya gelecek seneki festivalinde getirmesi gereken isimler için fikir vermiştir.Iron Maiden bu festivali tavana vurdurabilir.Coca Cola’da bu grubu getirecek güç ve paranın olduğuna inanıyorum.Olmadı,gidip Aziz Yıldırım’dan borç alsınlar.Neyse,Coca Cola ekibinden gelen maili yayınlıyorum :


Sevgili Rock’N Coke dostu,

Coca-Cola tarafından Pozitif organizasyonu ile 2003 yılından beri düzenlenen Rock’N Coke İstanbul Festivali,bir şehir ve bir nesil için hayatın parçası haline geldi.Beş yıl önce yola çıkıldığında,İstanbul’u dünya festivalleri atlası arasına sokmak,yaz aylarında festival kültürünü Türkiye’nin gündemine yerleştirmek ve devamlılığı olan bir festival yaratılması hedeflenmişti.Aradan geçen zaman içinde bu amaca ulaşıldı.Bugün artık İstanbul’da yaz ayları boyunca Türk ve yabancı birçok sanatçı ve grubun katıldığı konserler ve festivaller gerçekleşiyorsa,bunda Rock’N Coke’un da bir payı olduğuna inanıyoruz.

2008 yılına gelindiğinde ise,bu yıl için Rock’N Coke Festivali’ni düzenlememe kararı aldık.

Bugüne kadar Rock’N Coke festivalinde yenilikçi bir yaklaşım izleyerek,çıtayı hep yükseltmeyi hedefledik.2008′de çıta,2007 takvimindekinden daha yukarıda olmalıydı.Ancak,bu yıl,hedeflediğimiz uluslararası sanatçılarının turne programlarının festival takvimine uymaması,bazı sanatçıların ise bölgemiz coğrafyasında turnede olmayışları nedeniyle herkes için çok zor olan bu kararı almak zorunda kaldık.

Bu yıl İstanbul’a ve geçtiğimiz beş senede oluşan Rock’N Coke nesline bekledikleri heyecanı yaşatamayacağımız için büyük üzüntü duyuyoruz.Ancak,festival ateşi içimizde ve bu ateşi hep birlikte büyütmek için şimdiden çalışmalara başladık.Amacımız,2009 yılında Rock’N Coke İstanbul Festivalini daha da geliştirerek,siz müzikseverlerle yeniden buluşturmak.

Gördüğünüz üzere boş cümlelerden oluşan bir özür mektubu.Ülkeye Metallica’nın,Jethro’nun gelmesini sağladıklarını sanan bu organizatör güruhu,kendi festivallerine bu isimlerin yakınından geçen 2. sınıf grupları bile ayarlayamıyorlar.Ne garip değil mi?Şimdi şurdan dünyadaki efsane ve yaşayan grupları sayamaya kalksak,sayıları 2000′i geçer.Bunun içinden 3-5 tane grubu getirememek Coca-Cola gibi dev firma için kesinlikle başarısızlıktır.Keşke bi de niye beceremedik diye bahane üretmek yerine,gerçek sebeplerini söyleselerdi.

“Yazı bittiğinde “Salva – Clara Leaving” çalıyordu.

Forza Bireysel Emeklilik!

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör
Devlet olarak çok güzel yeni bi devire giriyoruz.Artık hayat eskisine göre çok daha kolay olacak.3-5 çocuk yaparız,65 yaşında emekli olur,pembe panjurlu evimizde mutlu mesut yaşarız.Bence devlet bununla ilgili yasa çıkarmalı.En az 3 olmak üzere sonsuza kadar çıkabilmeli insanlar.3 ayda bi mesir macunu desteği.1001 baharatlı padişah macunu da 6 ayda bir verilebilir.Bu yasayı çıkarırken arada da parti kapatmasını engelleyen anayasayı çıkarırlar.Zaten bizim salak ana haber bültenlerimiz nerede saçma konu olursa ona yöneliyor.Böylece Türkiye bi krizden yırtmış olur.Hani cebimdeki 65 Euro’yu düşünmüyorum,bu ülkenin dirliğini düşünüyorum.Daha da napayım değil mi Tayyoş?
Neyse efendim,emeklilikten dem vurmuştuk.Bu emeklilik yaşının 65′e çıkarılması en çok bu bireysel emeklilik zamazingolarını kakalamaya çalışan sülük bankalara yarayacak gibime geliyor.Madem konuyu bankaya getirdik,araya sıkıştırayım.Formula 1‘de arabaların kıçlarından,kanatlarından,rüzgar panellerinden başka yerlerde görmediğimiz,”Bu ne ki lan?” dediğimiz markalar hayatımıza bir bir girmeye başladı.McLaren‘deki Vodafone çok güzel duruyordu,akabinde Telsim’i aldı.Şimdi geyiklerinin boynuzları hayatımıza (Ya da … – boşluğu doldurunuz.) girdi.Renault‘ta da 2 sezondur ING vardı.Aslanlı logosu bütün heybetiyle pistleri sallıyordu.”Ulan ne heybetli bi marka.” dediğimi hatırlıyorum da.Neyse,1 haftadır da onların en değerli Türk varlıklarından birine konduğuna tanık oluyoruz.Oyak Bank,ING oluyormuş,değişiyormuş ama gelenekleri tarzları değişmiyormuş.Sermayesi değişiyo mu acaba abi?Bizim hiç yabancı sermayemiz olmadı abi,bize de uğrayın abi.Ordu yardımlaşma kurumu lan o.Öyle bi heybetli bankaydı ki o Oyak hey gidi hey,mazide kaldı.Laf lafı açıyor,silahlardan da anlamam ama güvenlik görevlisi kapının önünde tüm heybetiyle elinde kalaşnikof büyüklüğünde eşşek kadar bi taramalı tüfekle beklerdi.Ne güzel bi banka geleneğiydi.Acaba ING bu geleneği koruyabilecek mi diye düşünmüyor değilim.

Evet,bireysel emeklilik diyorduk.Malumunuz ben 18 yaşında kıllı,tüylü,parlak olmayan bi oğlanım.Kıllarımla barışığımdır.Telefon çaldı,açtım.”Efendim ben Yapı Kredi Bankasından arıyorum,Adım Cevdet (Cevdet’ini sallıyorum tabi,aklımda kalmadı adı ama bundan sonra öyle anacam adını.) sizi emekli etmek istiyoruz.Elimde çok güzel bireysel emeklilik paketleri var,koleksiyonumu görmek ister misiniz?” dedi.Ben de çekingen adamım,böyle herifleri de reddedemiyorum,adam işini yapmaya çalışıyor sonuçta.”Benim yaşım 18,daha iş hayatına bile girmedim,nedir bu erken emeklilik hayalleri,bu hayallerle bu ülke nasıl kalkınacak kuzum?” dedim.”Amaaan,efendim dert ettiğiniz şeye bakın,asıl emeklilik bu yaşlarda başlar,ben iyisi oraya geleyim koleksiyonu göstereyim.” dedi.Hayır,yok diyemeden adam işi bağladı.Bu da ayrı bi sanat tabi.

Geldi buraya,anlatmaya başladı.”Küçük küçük paralarla,geleceğinizi inşa etmeye ne dersiniz?”.”Oley” derim de,siz ne anasının gözüsünüz be,elimizi versek,kolumuz kalır içinizde.Bi yığın paket anlattı ama hiç birini dinleyemedim.Aklım akşam evde yiyeceğim Büyük Boy Special Pizzadaydı.Akabinde sordu : “Hangi pakedi istersiniz?”.Sanki ben ona alacağımın garantisini vermişim gibi konuşuyor bi de.Ama ben Kayseriliyim kardeşim bu ayakları yemem.Emeklilik ayağı g.t ayağı.Benim mis gibi 65 yaş,fosil grubu emeklilik pakedim var,elin bankasının k.çı kırık maaşına mı kaldım?Banka batar,devlet baki kalır.Yaşasın Tayyip!Viva La Resistance!Referans olarak sevmediğimiz bi lavuğu gösterip,onun da başını ağrıtması için şutladıktan sonra bilgisayarıma geri döndüm.Çalışmadan emekli olmak hiç bi ülkede mümkün değil,ama Türkiye’de imkansız.Umarım büyüdüğümde bi Ali Tezel klonu yaşar da,herkes gibi bilgisiz bi surat ifadesiyle “Emekliliğime kaç gün kaldı?Şu kadar prim ödedim,askerliği çıktım,şurda girdim.” diye sorarım.Kefire bünyeyi vermek lazım.Devleti sömürmeden gitmek istemiyorum.

Yazı bittiğinde “BabaZula -Bahar” çalıyordu.