‘ Kişisel ’ Mevzubahis Arşivi

Hell Yeah, I’m Back !

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Hell Yeah I'm Back!İlham İrem, “Ayrılıkların da sonu var“, Bob Dylan “Ölüm Dünyanın sonu değil“, Barış Manço ise “Koy g.tüne rahvan gitsin” demiş. Kendimi hayatın kötücül güçlerine alıştırıp, kötüyü kötü, iyiyi olduğu gibi iyi kabul etme vurdum duymazlığımın zirve noktasıdır şarkıları referans noktası almak. İyi zamanlarda “She is a bitch alright, she is f*ckin bitch alright” isimli muntazam disko şarkısını kucak dansı eşliğinde söylemesi iyi oluyor olmasına da, ilk başlarda, 6-7 yaşında bir çocuk kafasında, bütün insanların iyi kalpli ve dürüst olduğunu sanırken, birileri iyi niyetinizi suistimal ettiğinde pek de mümkün değil sevgili okurlar. Breh breh breh, şöyle bi Azeri lehçesinde ürekten gelen “Sevgili okurlar” hitabını kullanmayalı epey olmuş.

Böyle uzun bir melankoli halinden sonra geri dönünce aklıma magazin dünyasında bolca duyduğumuz “Düşmanlarımı üzmek için döndüm” sözü geldi aklıma. Denyoluğun dik alası. Kimse kimsenin umrunda değil, yani şu anlamda değil; beni mesela severek okuyan okurlar benim döndüğümü görünce sevinir de, beni sevmeyenin zaten daşhağında değil. Böyle triplere giren adamlar da çok görüyorum hani. Kimle yarışıyorsun a tavuk suyuna çorba yaptığım? Oturup paşa paşa burada hayatını mı anlatırsın, takıntılarını mı anlatırsın, bunlar seni tatmin etmek içindir. Yok şu huzursuz olsun, bunun k.çından terler aksın mantığıyla, bir “Cümle alem görsün” kafasında iş yaparsan olacağın şey daşak oğlanından ötesi değildir.

Resmi olarak bırakma yazısını 1 ay önce yazmış olsam da, esasında kafa 2-3 ay öncelerinden gidikliğe meyilliydi. İnsanoğlu böyle lan sevgili okur. Rahat, sağlıklı, huzurlu bi yaşam batıyor. Öyle bi türün son varlıklarıyız ki, başkalarının dertlerini görünce “Niye benim derdim yok” diyeceğiz neredeyse. Acının özentiliği mi olur lan? Derbederlik moda olmuş yemin ederim. Dün Acun’un programa baktım da biraz, 50 cent geldi ya hani, abi o nası bi tiptir ya? Herifi al polise götür, sorgusuz sualsiz 20 yıl hapis yatırırlar tipsizlikten. Ekrana 5 saniyeden fazla bakamadım, kadere lanet ettim, Adriana Lima yerine bu balta sapını gördüğüm için. Böyle bi tipin olduktan sonra dünya malın olsa ne yazar, kaç yazar? Yani böyle bi tiple dünya kadar malın olacağına fındık kadar damın olsun daha iyi. Heh, acının özentiliği diyordum. Bu rap müzik, blues gibi acının bi yanında tutmuş, ezilenleri, yani zencileri ayağa kaldırmış bi müzik ya, ulan resmen bu herifi dinleyen seyirci kitlesine şöyle bi baktım, hani kimse yanlış anlamasın, yani nerede keko tip var, herifler şapkayı takıp, yan çevirmiş. Ayran tahteravalli ilişkisini siz kurun. Tahteravalli. Bu da ne garip bi isimmiş yahu. İtalyan konsolos ismi gibi bişey lan. İnsan için İtalyan konsolosunun üstüne binip aşağı yukarı sallanır mı? Çocuklarımızı niye sallandırtıyorsunuz böyle bişeyde?

1 ay yazmayınca resmen dilim şişmiş, zihnimin dili şişmiş tabi. Artık argo, fikir, zikir ne varsa saydırıyorum, bi dahakisinde biraz daha durulurum gibime geliyor. Zaten şu yazı yazmadığım süre boyunca, özellikle belli bi kaç kişinin beyninin etini yedim. Manyak adamım, her şeyi bişeye benzetmem lazım illa ki, kendi kendime benzettim mi olmuyor, eğlenceme birileri dahil olacak ya, akşamdan bi tutuyorum muhabbete, gece yatana kadar. Tabi orada konuşulan muhabbetler yine beynimin belli bölgesinde parça parça datalandığı için muhtemelen yazımın içinde esintilerini göreceksiniz. Siz farketmeseniz de konuştuğum kişiler “Aaa, biz bunu MSN’de konuşmuştuk” diyebilir, doğaldır. Madem komik, madem garip, 500 kişi duysun nedir yani?

Son bi kaç yazıda blog yazma konusunda kendimde rejenerasyon yaratmıştım. Onca senedir tuvalete elimde ya gazete ya dergiyle girerim. Güzel oluyor yani ortamın ambiyansı. Sığır gibi fayans saymaktan iyidir. Madem tuvalette her aktivite daha bi verimli oluyor, bazen tuvaletimi yaparken okuyayım, bazen de yazayım dedim. Yeni bi blog yazma ritüeli ürettim fikrimce. Yapan illa vardır ama kendini ifşa etmiyordur. O değil de üzerinize afiyet cırcır olmuşum bi yandan da sevgili okur. O konsantrasyon haline ulaşmak için şort don ne varsa indirdim, klozete oturdum aynen tuvalet modunda yazıyorum. Ama bu cırcırlık durumundan mütevellit, bağırsaklar hiç durmuyor. At, eşşek gibi patır patır s.çıyorum yani yazarken bi yandan. Yazı 15-20 dakika daha uzarsa, su kaybından gidebilirim, o derece. Dini vecibelerimiz yüzünden sağ ayakla girdiğim tuvalete (- “Bunca yıldır yanlış ayakla girmişsin beynamaz herif.” demiş Çilekli Süt, bkz. yorum-3), yine aynı vecibelerden ötürü su sokmuyorum yani. Evde o kadar oda var, yiyeceğini içeceğini git orda hallet kardeşim. Milletin s.çtığı, seviştiği yerde niye yemek yiyecem diye uğraşırsın? Ayrıca bu mevzuya karşı olduğum gibi mutfakta, yemek yediğimiz yerde de bu tür cinsel aktivitelerin olmasına karşıyım. Sapla samanı karıştırmayın.

Guns ‘N Roses, 15 yıldır çıktı, çıkacak diye milleti kabız ettiği albümü çıkarmış, piyasalara geri dönmüş de, ben niye bekleyeyim tenhalarda menhalarda? Şöyle albüme bakıyorum da gerçi, siz 15 yıl ne b.k yediniz sorusunu soruyorum kendi kendime. Hani bu Axl Rose zibidisinin numarası olsa arayıp ciddi ciddi konuşmam bile bu rezalet albümü gördükten sonra. Anca ahizeye üfletip daşhağımı serinletirim. Bi de sağınızda solunuzda Guns ‘N Roses=Axl Rose diyen denyolar varsa onların numarayı da verin, tek tek aynı diyaloğu kuracam. Her ne olursa olsun, 15 yıl düz duvara tırmanan millet hayvan gibi abandı albüme haliyle. Satış listelerinde 1 numaraya vurdu albüm. Resmen arabesk olmuş. Derbeder bir ergen gencin aşk isyanları gibi. Türkiye Amerika’nın 15 yıl gerisinden geldiği için bu dandik duygu sömürüleri Türkiye’de moda olabilir de, elin gavuruna nasıl yedirdiniz, vallaha hayret.

Siteyi görünüm olarak, neredeyse birebir aynı görüyor olsanız da, şu son 15 günde resmen hoşaf oldum. Ailenizin Kılıçdaroğlu’su Beyn‘in Twitter üzerinden bana WordPress’e geçiş konusunda hosting ve yardım olarak sınırsız teklifleri olduğunu söylemesiyle başladı yenilik. En son terkediş yazımda da Zümrüdüanka kuşu gibi küllerimden doğacam diye büyük söz etmiştim. Düşün artık, tükürdüğümü yalamamak için yenilenme yolları arıyordum. Çıkarır masaya vurur, yine de bi yenilik yaparım. Hani uyuşturucu işlerinde bi alıcı olur, bi de aracı olur ya, Barış, beni Doctus.org forumunun ve Doctus.net hostinginin sahibi Tansu Bey ile tanıştırdı. Tansu Bey demem Barış’a komik geliyor, fekat kendisine Tansu Abi desem bu sefer kendimi 7 yaşındaki, şeker-para dilenen bastıbacaklar gibi hissedecem. Tansu Bey sağolsun, blogumu ve stilimi beğenmiş, (Belki de, sevineyim diye öyle demiştir) Wordress’e geçebileceğimi ve hostunda yer vereceğini söyledi tabi. Açık büfe bulup da yiyip yemeyeceği her şeyi tabağına koyan ensesi kalın bi müşteri gibi hissettim o an. Blogger yasağı iştahımı kaçırdığından beri böyle bi olayı düşünürken fırsat ayağıma geldi. Tabi kafamda yığınla tereddüt vardı. Sonuçta ben WordPress olayından anlamıyorum. “Sen bavulunu, bohçanı topla da gel” dedi. Taze gelin gibi nazlandım.

Ben temamdan memnun olduğum için ilk olarak temayı yine eskisine benzetmeye çalışmakla uğraştık. Bilemediğim çok nokta oldu, hepsinde de Tansu Bey neredeyse 7/24 destek verdi. Temada bazen onun bilemediği noktalar oldu. Mesela yorum kısmında avatar olayını falan ayarlayamamıştık. Sağolsun orada da Alişko (Abi o kalıpla sana Alişko demeye dilim varmıyor) el attı. Tepeye random post olayını koymaya çalıştığımda temanın şaftı kayıyordu. Hemen Adanalı Hüseyin Mert babaya söyledim, ilk altıpaklarını alnımın çatına dayadı, sonra hallederiz yiğenim diyip çatır çutur kod yazdı. Bi de “En çakma wordpressçi yazar bu kodu” diyerekten havasını bastı, ama sözde ironi olmalı diye düşünüyorum (Öyle mi abi?) Barış da Viyana cemaat evlerine içkiyi sokan yasa tasarısıyla uğraşırken, bir yandan da elden geldiğince destek olmaya çalıştı. Şimdilik yaban ellerde diye pek rahatsız etmedim, ama gelince sabrını bayağı ölçecem bu site olayında. Yalnız Tansu Bey ne adammış arkadaş. Sinirlerini aldırmış gibi, çelik de değil, platinden sinirler. Hem hostingi beleşe alıyorum, hemi de adama öyle ekstrem sorular soruyorum ki, bi kere bile “Bi s.ktir git arkadaş, işim gücüm var kuruyorsan kur, yapamıyorsan defol” demedi. Bilgisayar konusunda 2-3 gıdım bilgisi olan bazı lavukları bilirsiniz, hemen artizlik yapmaya, yağ yakmaya başlar. Vallahi temasından, hostuna, yazı ayarından, permalink ayarına kadar günlerce yardım etti bana.

Hayatımda pek garip şey olmaz. Sıradan şeyleri yaşarım. Ama sıradan şeyleri yaşarken de bu şekilde aşırılık zirvede oluyor. Yani böyle bi hosting sahibini yerkürede günlerce arasam bulamazmışım. Kendi başıma yapsam 2050′de bitirebileceğim şeyleri 15-20 günde hallettik. Bazen bu düzenleme işleri sırasında antin kuntin isteklerimden dolayı aynı antin kuntinlikte sorunlar çıktı ki, sırf bu sorunlar yüzünden sonsuza kadar siteyi açmaya çalışacakmışım gibi hissettim. Bi yandan bu bilgisayar olaylarını öğrenmek istemiyorum açıkcası. İnsanın sosyal hayatından çok şey alıp götürüyor. En verimli çağımda, gezip tozacağım yıllarda, ne işim var kardeşim php mhp ile? Ama blog yazmanın lezzeti apayrı bişey, Allah için. Çoğu insana değişmiyorum diyorum, bakın ne kadar mühim benim için oradan anlayın. Fekat 3-4 yılı Pazar günleri Bizimkiler ve Parlement Sinema kulübüyle y.rak gibi geçen bi insan olarak, yeterin gayrı, gezecem tozacam diyorum.

Kafamın bozuk olduğu anlarda gezdim tozdum, lıkır lıkır içki içtim de toparladım. Gerçeklerin perdesini aralayan parnak gibi aynı lan. İçiyorsun, her şey daha bi somutlaşıyor, daha bi gerçekçi hal alıyor. Duygularını, insanların ruhlarındakini daha gerçekçi hissediyorsun. İşte bunu hissettiğin zaman da iyiyi ve kötüyü olduğu gibi kabul ettiğin için ayna gibi oluyorsun şerefsizim. Bu sefer kusacak dozaja çıkarmadım ama içtiğin zaman yer yer kusacan arkadaş, çekinmeyecen. Deliroloji dininin inancına göre içtikçe kustuğunda, bi yandan da ruhundaki kötülükleri kusarsın yere. Onun bi de üstüne işedin mi, o bi daha geri gelmez. Kötü alışkanlık simsarı gibi görmeyin beni. Zati öyle görüyor olsanız, bu siteyi ilk açtığınızda bırakır giderdiniz. Sadece abuk sabuk konuşan bi manyak olarak düşünün.

En başta Tansu Günay olmak üzere, siteyi eski ruhunu kaybetmeden yeniden inşa etme aşamamda emeği geçen Barış Ünver, Hüseyin Mert ve Ali Bahşişoğlu‘na çok teşekkür ederim. Bana yazmam için bi amacım olduğunu göstertip siteyi daha da panik halinde bitirmemi sağlayan siz okurlara da çok teşekkür ederim. Ayrıca “Siteyi düzenlemem lazım bugün, okula gelemeyecem, raporu da vermemiz gerekiyordu ama hiç kimseye verdirtmesen de yarın hep birlikte versek, mağdur olmasam” dediğimde gemileri yakıp kendi raporunu vermeyen ve üstüne üstlük başkalarının raporunu vermesini engelleyen Gizem Öztürk‘ü de boğazından ısırırım. İçimdeki gariban Bilo’yu öldürdünüz. Ahanda Namıssız Bilo.

Yazı bittiğinde “Galactic Cowboys – The Record Ends” çalıyordu.

Anekdot Silsilasyonu : Part VIII

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

* Biraz daha bilgisayar başında dursam fıttıracağım anlardan birinde ani bir kararla Çeşme’ye gitmiştik günübirlik. Plaj eğlencesi, şezlongu, güneşi ayrı bi güzeldir. Ama mevzu tuvalet konsuna gelince evdeki s.çma rahatlığı olmuyor tabi. Gelenlerin kedi gibi kumu kazıp içine s.çmayacaklarını bildikleri için de 1 lira yapmışlar tuvaleti Allahsız değnekçi tipli götlü göbekli işletmeciler. Gıcıklık bu ya, bira içsem bu kadar üst üste gelmez çişim. Plaj dopdolu, tuvalete işemeye gidiyorum, 1 işiyorum, 2 işiyorum, 3, tuvalette bi kişilik kuyruk bile yok. Denize girenlerin ara sıra çömelip, domalıp, insanlardan kaçtıklarını görünce farkettim. Büyük küçük farketmiyor, yumurta kapıya dayandığında dahi denize sıçıyorlar. Teşbihte hata olmaz bilirsiniz, resmen palamutları suya bırakıyorlar. Böyle pis heriflere mavi bayrak mı dayanır, o da kahverengi olmuştur. Gerçi o bayrağın direğini tuvaleti 1 lira yapan bu işletmecilere mi yoksa bu denizin içine sıçanlara mı soksam bilemedim.

* Bir insanın Full Metal Jacket‘ı izlediği günün ertesinde askerlik kağıdı gelir mi? Gelirse o adam altına patır patır eder mi?

* Devlet tarafından kafeslendikten sonra, derbeder aç bilaç bırakılan bozkurtun hikayesi, “Âtıl Kurt”

* Ömrüm boyunca zihnimde “Beşamel Sos” kelimesi yankılandı, durdu. Zihnimin bana çağrıştırdığı kadarıyla yetindim. Hiç internete girip de ne olduğuna bakmadım, hala da bakmıyorum. İsminde acayip bi tatlılık, bi bal damlama durumu var, hani karamel gibi lezzetli, o renkte bi sosu çağrıştırıyor bana. Umarım öyledir.

* Halk Bank sanırım gelişim bütçesindeki bütün parasını “Yenilendi, yenileniyor” reklamlarına ayırdı. Ödenekten kalan son 10 YTL ile de maskot yaptırmışlar gibi duruyor. Bilen bilir, bir dikdörtgenin üstüne 2 göz, 1 de ağız çizilmiş sadece. Maskotunuzu s.keyim demeden edemedim, afedersiniz.

* Çocukluk sanrıları sanırttırmaya başladı yine. Bi an güzergaha güzelgah, Eşrefpaşa’ya Eşşekpaşa dediğimi hatırladım. “Eşşekpaşa Güzelgahı”nda akıcı bir trafik var bu sabah.

* Ulan film fragmanları da az devrelerimi yakmadı zamanında. Filmi anlatan adam “Böyle muhteşem efektler görmediniz” diyince ben “Etekler” anladığım için baldır bacak dolu olduğunu nasıl bu kadar rahatça ve fütursuzca söylüyorlar diye düşünüyordum.

* Ne zaman otobüse binsem gözüm, altında “Acil durumlarda cama vurunuz” yazan çekice ilişir. “Keşke bi fırsatını bulsam da şu çekiçle camları döksem, ne kadar etkili acep?” diye hayallere kapılırım.

* Sakin insanların rahatlama yöntemleri hep varsayım üstüne kuruludur, cidden. Ne taş, ne talaş hesabı. Karşıdan karşıya geçerken çoğu vakit benim geldiğim tarafa doğru kendi açısına göre karşıya geçen yayalardan birini gözüme kestiririm. O an mesela şişe varsa elimde şişe, şemsiye varsa şemsiye de müdahil olur hayalime. Hayalimde ilk olarak elimdeki objeyi karşıdan geçenin suratına fırlatır, sonra da Allah ne verdiyse dalaklarına saydırırım. Psikolojik rahatsızlık mı bilmiyorum ama cidden ferahlattığı aşikar.

* Dolmuşta en önde oturduğum zamanlarda inmeme 2 durak kalmışken, davarın biri el kaldırıp biniverir. Yer derdinde değilim tabi ki. Benim sorunum, dolmuşa binen hanzoların 2 adım atıp dolmuşçuya elden para vermek yerine omzuma ellerini değdirip para uzattırmaları. Öyle böyle değil, birisi dolmuşta sırf bunu yapmasın diye dergi merrgi okuyorum ç*k kadar yerde, öyle durumlarda 1. dereceden hanzo değillerse kendileri veriyorlar. Ama dergim olmadığı zaman 2 durak kala sırf bana birisi “Şurdan bi kişi lütfen” diyip para uzatıp/uzattırmasın diye aceleyle iniyorum. Ondan sonra beyhude 2 durak yürü babam yürü. Buradan Tüm Türkiye’ye sesleniyorum, benim dolmuştan inmeme 2 durak kalmışken dolmuşa binmeyin, binecekseniz de paranızı kendiniz uzatın. Bi gün birinizi çok pis tersleyecem, hadi hayırlısı.

* Benjamin Toshack‘a zamanında insanlar Bünyamin Taşak diye lakap takmış mıydı, yoksa ben yeni bişey mi keşfettim? Kardeşime sordum, o da hatırlamıyor böyle bişey. Adamın adını her duyduğumda bu çağrışımı alıyorum halbüse.

* Millete imza konusunda çok özeniyorum lan. Herhangi bi resmi belge önlerine geldiğinde şak diye imza atıyorlar. Benim hiç imzam olmadı ki. Rastgele karalıyorum. Hiç de bi Allah’ın günü oturup defter üstünde imza çalışması yapmadım. Arkadaşlarına imza bile üreten var. Ama benim normal el yazım zaten imza gibi, bu konuda beceriksizliğim belki de ondandır.

* Dübürist – Dübür uzmanı

* Üniversitede okuduğum Fizik bölümü yüzünden alternatif-direkt akım demeyip, gözünün yaşına bakmayıp AC/DC‘den (grup olan hani – herkes bilmeyebilir) nefret edecem lan. İnsan hangi bölümü okursa onunla ilgili herşeye kıllanıyo sanırım. Yeni albümlerini Fizik çalışırken dinledim bi de, overdose oldu. Gerçi onların isim cinselliğe göndermeydi (Alternatif-direkt akım, anlarsınız ya) Evet, evet böyle düşünürsem onları mezara gönderene kadar bile dinlerim ki, bu 200 yıla tekabül eder. Ben ölürüm, onlar yaşar.

* İsimleri hafızada tutma konusunda gerçekten ciddi problemlerim var. Bir insanın yanında 1 ay dursam bile sormam, o derece. Unuturum yani. Şu an bi yığın adamla tanıştım ama sorsanız g.tümden uydururum isimlerini. Geçenlerde bi anda kızın biri Dünya Sineması’nın Ustaları isimli kitabı okuduğumu görünce o vesileyle tanıştı. İsmini de söylemişti ama nasıl olduysa Merve diye işlemişim belleğe. Gerçi isim konusunda zayıf olan belleğim için kızlar Merve ve Tuğçe, erkeklerse Alp oluyor. Başka bi gün yeniden denk geldiğimizde numarasını vermek istedi. Cep telefonu da kullanmam açıkcası, zor bela çıkardım telefonu. Numarayı yazdım. “Merve’ydi değil mi?” dedim. “Ay aşkolsun, adım Zeynep” diye buyurdu kendisi. Buyrun size şenlik. Çam üstüne çam. Bana isminizi ezberletmeye çalışmayın kardeşim. Sawyer patentli lakap sistemi daha uygun bana. Unutmamak için “Bundan sonra senin ismin Su olsun.” dedim.

* Leman, K ve bilimum haftalık yayınların tuvalet, otobüs yolculuğu gibi ortamlarda sayfasının açıldığı zaman elde tutmasının ne kadar zorlaştığını bilen bilir. Dergiyi illa ki katlamak gerekir ki bu yolculuk sırasında yandakinin suratına dirsek atmamıza, tuvalette s.çma konsantrasyonumuzun bozulmasına sebep olur ve dergiyi ıslak yere koymamız icap eder. Bu yüzden böyle durumlarda hazzın kesilmemesi için bu tür dergilerin spiralli yapılmasını talep ediyorum. Katlamadan, dirsek atmadan cidden güzel yolculuklar olacaktır.

* Biraz önce teknolojinin nimetlerinden faydalanarak MSN’den Safinaz Büfe’ye maxi karışık siparişi geçtim. Yarım saat sonra parlak, bıyığı terlememiş bi oğlan geldi sandviçi vermek için. Belli ki acemi. İki tane sandviç 7 lira tutuyor. 10 lirayı çıkarıp verdim, işte elemanın acemilik noktası da burada patlak verdi. İçi sırf 1 liralarla dolu freebagini o kadar yokladı ve çıkara çıkara 2 lira çıkardı. O anki tipi görmeniz lazımdı, rol de yapamıyor. Sanıyor ki üstü kalsın diyecem. “Hulusi Kentmen jenerasyonu benden bi kaç önceki jenerasyon anam babam” dedim içimden. Garip ve bu çakallığı yeni yeni denemeye başladığı her halinden belli olan surat ifadesiyle “Bi saniye, şuradan 1 lira daha verecektim.” dedi, parayı istemeye istemeye verdi ve giderken t.şakları k.çına kaçmış bi insan abandonezisyonuyla çıktı gitti.

Yazı bittiğinde tabi ki “AC/DC – Spoilin’ For a Fight” çalıyordu, g.tüm de trampet çalıyordu.

Anekdot Silsilasyonu : Part VII

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

* Porno sektöründe yönetmen olsam ve gay filmi çekmem gerekseydi, adını “Terli T.şşaklar” koyardım şüphesiz.

* Çişimi yaparken klozette o güzel koku saçan ernetlerden takılıysa kesinlikle üstüne işerim.

* Kahvaltıda önüme çay koyulmazsa rahatsız olurum, ama koyulduğunda da içmem. Sadece sindirimim üzerinde psikolojik besin kayganlaştırma etkisi yapar. Annem de bıkmadan usanmadan her sabah çayımı koyar, sonra lavabodan döker.

* Ne yalan söyliyim, bazen etek tıraşı olduğum bıçakla surat tıraşı oluyorum. Yokluk değil ama üşengeçlik adamı bitirir.

* Ter parçaları mouseumun üstünde katılaşıp iğrenç bi hal aldığı zaman huzursuz oluyorum. Elim o katılaşmış ter parçalarına değdikçe tedirgin oluyorum. Bi peçeteyle siliyorum silmesine de, yarım saat sonra yine terler katılaşıyor. Sürekli uğraşamam ki.

* Can’t Touch This şarkısını dinleyip de coşmayan bi insan var mıdır bilmiyorum. Hele ki kardeşimde daha ağır bi şekilde tezahür ediyor bu coşku. En son dinlediğinde Mc Hammer gibi yatağın üstüne fırlayıp, artistik hareketler yaptığını sanarak hoplayıp zıplamıştı. Sonra birden yatağın suntası kırıldı tabi. O gün bugündür de onun yanında çalmam bu şarkıyı.

* Tuvalette dergiyi eline alıp rahatça s.çarken başkasının da tuvaleti gelir, kapının önünde dönüp durur ya, öyle durumlarda “Bzortcıghjktorrr, zooort, zaaan” diye osuruyorum, çekip gidiyor. Tuvalette yaşanan, tuvalette kalır ne de olsa.

* Çok garip lan, kafamda şapkayla dolaştığım zaman sosyal ortamlarda daha rahat oluyorum. Çıkarınca dımdızlak kalmış gibi hissediyorum sanırım.

* Ağır sanayide ustaya “Dubel ver de çakayım.” yerine “Dübür ver de çakayım.” derseniz ne olur?

* Etrafımda amma çok “Kapatıyoruz!” yazıp batan geminin malları psikolojisiyle milleti düdüklemeye çalışan mağaza görmeye başladım. Bi de özellikle bunu yaşını başını almış hacılar, hocalar yapıyor ki aklım hafsalam almıyor.

* Ben bankada yarım saat sıra beklerken benden sonra gelip elindeki Gold, Platinium vb. kredi kartını cırtlattıktan sonra benden önce işlemini bitiren deyyuslara uyuz olurdum. Sırf bu denyoların yaşadığı zevki yaşayıp, millete aynı huzursuzluğu vermek için pederin Gold kredi kartıyla bomboş Atm’den işlem yapmadan içeriye geçtim. Kartı cırtlatıp numarayı aldım. Direkt sıra geldi zaten. Apayrı bi hazzı varmış vallaha, o kadar küfür yesen de o zevke fazlasıyla değiyor. Hatta işin zevki milleti sinir etmek zati.

* Manyağın biri geçen bütün sokağa imsakiye dağıttı. Manyak dememin sebebi de, verdiği imsakiyenin geçen yılın oruç vakitlerini veriyor oluşundandır.

* Binboa votkasının logosunu sağda solda bakkalda çakkalda, bilimum tekel bayide gördükçe zihnimde Ali Rıza Binboğa‘nın suratı canlanıyor. Toprağım diye buna tahammül etmek zorunda mıyım lan?

* Hani k.çı açık uyumuşsun derler ya kabusvari durumlarda, ben geçenlerde ruhumun kapılarını pencerelerini açık unutmuş olmalıyım ki kabusumda Recep Bülbülses manyağını gördüm. Sonradan inme bi şekil ailemize dahil olan bu manyak, türkü söylemek yerine tekme tokat dalıyordu bana. Ulan terler içinde kaldım be.

* Dost başa, fetişist ayağa bakar.

* Yüksek Sakatat

* Hamamda kıllı, göbekli bi amcamızın yaptığı *pnesel kesenin akabinde bünyede rehavet ve ferahlık görülme anında peştemalle dinlenme kısmına çıktığımızda o elimize verilen gazoz acayip lezzetli gelir. Acaba o gazoz harbiden çok mu lezzetli, yoksa en kötüsünü koyuyorlar da içimiz aşırı yandığı için mi güzel geliyor? Çünkü normal zamanda içtiğim hiçbir gazozda o tadı alamıyorum.

Yazı bittiğinde balkonda “kafamı” dinliyordum.

Out of Service

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Tahmin ettiğim kadarıyla bi müddet daha yokum. Burada yokum da, olmadığıma değecek, yazdıkça insanları güldürecek anı niteliğinde tatil maceraları yaşıyor, tatil mecralarına kapılıyor muyum? Hayır. Peki bilgisayar başına oturup şu gavur encüğü sıcağında bişeyler yazsam daha mı iyi olurdu? Sanmam, belki de beynin çok değişik çalıştığı bu safhada bestsellara girebilecek satırlar çıkardı. Lakin sürekli sürpriz yumurta çıkma ihtimali var hayatta zati, bekleyemem ki. O elliyle gitsin, ben yetişirim.

“Vay nasını” diyorum kendime bu aralar. Günübirlik yazan dağ gibi bebe eridi gitti. Sıcakların bu denli iştah kaçıracağını tahmin etmezdim. Hadi onu geçtim, artık yazdıklarımı bile beğenmez oldum. Uyku düzenini tutturamadım. Olduramadım, ettiremedim, falan da fıstık. Zıçan Adam‘ın fırtınadan önceki sessizliği kıvamındayım. Gözler “voink voink” diye dönüyor. Bi yandan da “Neredeyim ben adamı Tunç“la benzeşmeler ya da örtüşmeler yaşamaktayım. “Benzeşmeler ya da örtüşmeler” demek de ayrı bi tabirleştirim hareketiymiş. Rock & Roll’aRock and or roll” demek gibi sanki. Manyaklık aşamasına ulaşmadan bi önceki leveldayım sanırım. Kendini sorgulayıp duruyorsun ya, aha ondan. İnşallah bu kısımı zayiatsız atlatırım da Nietzsche gibi yarılmam ortadan. Esasında Diyojen gibi, bi varilin içinde bi lokma, bi hırka şeklinde yaşayacak kıvamda deliliğe de razıyım. Onu bunu bilmem de şu teknoloji çok yoruyo adamı be. Düşünüyorum bazen bi daktilo alıp, pipomu tüttürken yazacağımı çizeceğimi onunla halledeyim, sonra sokakta dağıtayım bildiri gibi. Bi de şişe camından gözlük takıp, geniş pota sakal yaptım mıydı tamamdır. Neyse ağalar, paşalar, ayrılmak isteyen ama söyleyemeyen karılar gibi oldu söylemim.

-Zamana ihtiyacım var Aleksandır.
-Dur daha sen taze gelinsin Şirella, eskiteyim hele bilhassa kabul etmezsen zorla müdahil olurum ona göre, evet yaparım bunu.

Anekdot Silsilasyonu : Part VI

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

*Sırtımda “Şans kılı” olarak hitap ettiğim upuzun beyaz tek bir kıl var. O kılı kim görse ya da kime göstersem hep koparmak istiyorlar. B.k var sanki. Hatta bundan 1 sene önce biri teşebbüs etmekle kalmayıp koparmış, ardından da “Bana koparayım diye gösterdin sanmıştım” demişti.

*Bi de kıl diyince, benim miskinliğimin sebebi bu upuzun kılın bütün enerjimi çekmesi olabilir mi?

*Erkeklere memati beddua: Tuvalette bir daha dergi okuyamazsın inşallah.

*Digiturk ve uyduya görüntü, normal antenlere göre 2 saniye geç geliyor. Euro 2008′de Türkiye daha ataktayken normal antenli hayvanın biri “Gooooooool” diye bağırıyor. Valla alacağım zevk yarıya indi bu yüzden.

*Aklıma şu işlek yerlerdeki mağazaların çaldığı tekno müzikler geldi bi an. Hiç hoşnut olmadığım, hatta nefret ettiğim bi tür olmasına karşın müziğin alanına girdiğim an yürüyüş ritmim müziğinkiyle senkronize oluyor. Ne kadar nefret etsem de yürüyüşümü normal haline döndüremiyorum. Bi de adam kendini defilede yürüyen manken gibi hissediyor öyle .pne gibi yürüyünce.

*Babaannem neredeyse her sene görür beni. Ama çevresine karşı o kadar duyarsız ki her gördüğünde “İlkokulu bitirdin mi, sınıfı geçtin mi?” diye soruyor. Vallahi pes.

*Çöp atmaya giderken , atacağım kutudan çöpçü çöp topluyorsa çok mahçup oluyorum. Kutunun içine fırlatıp atsam saygısızlık gibi olacak. Adamın eline çöp poşedini verip “Al abi lazım olanı seç, kalanı atarsın” desem apayrı garip bi durum.

*Nolur artık büyük mobilya, halı firmaları, bilimum dijital pezevenklik siteleri ve daha sayamadığım bi yığın sektör, Elisha Cuthbert’in o çok meşhur krem rengi elbiseli yerde yatan şirin resmini kullanmasın. Düşünüyorum da, Elisha sırf o resminin peşini takip edip telif almaya kalksa, para kazanmak için bi daha ölene kadar k.çını yerinden oynatmaya gerek kalmaz.

*Geçenlerde cepte beş para yokken tabanvayla sanayinin içinden geçiyordum. Gözüm bi araba paspasına takıldı. Paketinde çok büyük bir Formula Ferrari’si resmi vardı. “Ulan ne alaka?” dedim, sonra gözümde fantezisi canlandı: Raikkonen yarıştan önce Formula arabasının paspasını çıkarıyor, arabanın kenarına bir iki kere vuruyor tozları dökülsün diye.

*Aynı gün kardeşimin de cebinde son parası vardı, anca boyozla poğaçaya yetecek kadar. “2 peynirli poğaça, 2 boyoz” dedi kardeşim. Bi de bunun patateslileri var, onu da sevmeyiz. Kadın “Patatesli de çıkabilir, peynirli de” diyip bize verdi, sürpriz yumurta misali. Bir de salakça gülüyor utanmadan. Kadın hangisinin içinde ne olduğunu bilmiyor. Nitekim kardeşime patatesli çıktı. Oldu olacak heyecan yaratmak amacıyla ikisinin içine s.çın, birinin içine de Cumhuriyet altını koyun. Ne çıkarsa bahtına.

*Ama sonraki gün aynı yerden tekrar geçtik. Bu sefer amaç çıkan patateslinin intikamını almaktı. Biz orada laf sokmak için beklerken nimet ayağımıza geldi. Çok sinameki olduğu her halinde belli olan adam “İki tane peynirli poğaça” dedi. Akabinde kardeşim “Bunlar peynirliyle patatesliyi ayırt edemiyorlar, rastgele ne çıakrsa veriyorlar” deyince suratını ekşiterek poğaçayı almadan kaçtı. Siz bi de poğaçaları seçemeyen salağın yüzündeki o yenilginin verdiği çekememezliği taşıyan ifadeyi görmeliydiniz.

*Tom Petty – Mary Jane’s Last Dance şarkısını dinledikten sonra, Red Hot Chili Peppers’ın Dani California’yı onlardan çaldığını keşfettim. Gözümdeki o özgün imajları acayip derecede sarsıldı.

*O değil de doğum günümü 10 yıl boyunca 7 Temmuz sandım. Gerçi ben yine ucuz kurtuldum, bizimkiler 20 yıldır 7 Temmuz sanıyor.

*Bundan bi sene önce bankaya, babamın kredi kartı faturasını ödemek için gitmiştim. Orada tam işlem yaptırırken, dışarıdan polis telsizinden bir ses “35 bilmemne zart zurt” plakalı aracın çekilmesini istedi. Sahibi de heyecanlı bi adamdı anladığım kadarıyla. 3 saniyeye kadar çekmemesi durumunda polislerin havaya uçuracağını sandı sanırım. Koştura koştura tam kapıdan çıktığını sanarken, yaklaşık 10 km/sn.’lik hızla bankanın tertemiz olan, orda durduğu hiç belli olmayan camına çarptı. Yok lan ne çarpması, yapıştı resmen. Burnu kırıldı tabi haliyle. Camın üzerinde biraz kan ve vücudunun muhtelif yerlerinden izler kaldı. Looney Tunes çizgi filmlerindeki cama yapışma durumlarının aynısı oldu. Adam için acıklı olabilir lakin salaklığına gülmemek elde değil. Eminim o da o günü ara sıra düşünüp, kahkahalara boğuluyordur.

Yazı bittiğinde “Kraan – Kraan Arabia” çalıyordu.