Arşiv: Haziran, 2008

Yoğun İstek Üzerine Yazımın Klonunu Tekrar Yayınlıyorum

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Hep içimde bi özlem var, sanki 50 yıl yaşamış da, görmüş geçirmiş bi adammışım gibi. Ne günümüzün müziklerini, ne de filmlerini beğenirim. Ben bu şekilde yakınırken çoğunuz küfredip, kanal zaplama edasında siteyi değiştirirken, “Benim kafadan veya benim kafadan olmamasına rağmen dinozor hisseden kitle” adını verdiğim azınlık güruh da aynen bana destek veriyor. Her ne kadar bu işi kendimi tatmin amacıyla yürütüyor olsam da, bir süre sonra etrafımda beni okuyan insanlar olduğunu farketmek genel olarak daha fazla güç veriyor, zındık ezme adına. Bunun yanında da arkadaki destekle birlikte sağa sola, kötü olana, sadece bana kötü gözüküp çoğu insana iyi olana sataşması daha bir zevkli oluyor. Her şey birlikte daha güzel. Zındık ezmesi bile yanında sevdiğin bi insanla paylaşınca daha lezzetli oluyor, zındığı ezdikçe ezmek elzem bi hale geliyor.

Her ne kadar dinozorluk rütbesinde bir TV izleyicilik deneyimim olmasa da, bundan 10-12 yıl öncesinin TVsini gayet net hatırlıyorum. Zaten Türkiye’de kaç yıldır TV var ki? Elin gavuruna 50 yıl önce gelen malzeme, bize 100 yıl sonra geliyor. Her neyse, zaten burda Dallas-J.R. muhabbeti çekecek değilim. Bahsetmek istediğim olaylar diziler bittabi, ama şu “yoğun istek üzerine tekrar” dediğimiz lokasyonu sadece.

Pek televizyon izleme durumum yoktu, pazar sabahları yayınlanan çizgi filmler haricinde. Uykunun pek de önemli gelmediği zamanlar tabi. Gam, stres de yok. Uyku nasıl olsa uyunur, uzun sınav dönemlerine maruz kalmıyorsun ki. Hayatın daşhak kebabı, öyle bi dönem. Gerçi çizgi filmleri hala kaçırmam (Aslında hayatım da hala daşhak kebabı). CNBC-e pazar sabahları hala ağzıma layık çizgi filmler yayınlıyor. Sponge Bob’ın çocuklar için olduğunu söylüyorlar. Külliyen yalan efendim. Eşşek kadar adamlar, kendi zekalarındaki büyükler için yapmışlar. Dizide bazen öyle göndermeler geçiyor ki, 20 yaşında bi adam bile anlamasa şaşırmam. Çocuklar Bob’ı izlerken sadece süngerin komik hareketlerine gülüyorlar, başka da bi b.k anlıyorlarsa namerdim. Bana “Benim kuzen var, ööööf çok zeki, 2. sezonun 5. bölümünde Otomatik Portakal göndermesi olduğunu bile anladı.” diye sallamaya kalkmayın. Öyleleri de var tabi, ama kaç kişinin anne babası çocuğunu Otomatik Portakal’la büyütür o ayrı.

Ufaktan geriye, Star’ın yıldızının mavi olduğu zamanlara gidersek, hepinizin aklına geldiği üzere Bir Demet Tiyatro vardı. O zamanlar diziler daha az çekildiği için çekilen şeyler genelde illa ki güzel oluyordu. Pek bi halt izlediğimi söyleyemem ama bu genel bi kanıdır. Aynı konuları ısıtıp ısıtıp 80 tane diziye paylaştırarak yine o dizi sayısıyla doğru orantılı salakları ekranın başına toplayabilirsiniz, nitekim öyle oluyor. Ama Yılmaz Erdoğan‘ın bu işi bambaşkaydı. Bundan 1-2 sene önce sahalara geri dönmüştü, yine güzel bir dizi olma adına. Ama her kanalda 5 tane dizi takip eden salaklaştırılmış insanlarımız için artık çok geçti. Alternatif çok, seçme yetisi veya algı yok. Beslenme şeklimizle aynı eğilime sahip TV hayatımız da. Bi kere de şu batının iyi özelliklerini alsak şaşarım, cidden. Her ülkeden en az 1 tane kötü özellik alıyoruz. Bunların içinde Amerikalılardan aldığımız iğrenç beslenme ve TV alışkanlığı var. Onlarda da ne kadar büyük prodüksiyonlar veya isimler olursa olsun, yaptıkları filmler veya diziler tam s.çmık kıvamında oluyor.

Bir Demet Tiyatro zamanında belki hatırlarsınız, çok nadiren “Kanalımıza Gelen Yoğun İstek Üzerine Bir Daha Yayınlıyoruz” durumu olurdu. Tabi kimsenin gidip telefona abanıp, hatları kilitleyip yoğun talep yarattığı yok. Ama belli aksiliklerden ya da sonraki bölümlerin yetişmemesi yüzünden ara sıra böyle birşey yaparlardı. Tekrarını oynattıkları bölüm de harbiden nefis olurdu. Fıdıl Fıdıl izlerdik.

Şu son 5-6 yıl içinde yeni bi trend çıktı. Yeni bi Amerikan alışkanlığı kazanmıştık. Dizi tekrarı. İşte o an “Yoğun İstek” kavramı sonsuza dek silindi. Her bölüm neredeyse 50 kere tekrar yapar oldu. Sadece bi kanal da yapmıyordu ki aynı şeyi zaplayalım. Hepsi kendi arasında anlaşmış, işi “Ske ske izleyeceksiniz uleyyyn!” durumuna taşımışlar. Çocuklar Duymasın ne faciaydı öyle ya. Başlangıçta severek izlediğim dizinin yaklaşık 15 bölümünü neredeyse 2 yıl boyunca her akşam oynattı TGRT. E kumandanın da ilk 10unda bulunan bi kanal. İstediğin kadar zapla. O dizinin tekrarını günde 5 saniye bile görmek, toplamda bi hafta eder 2 yıl içinde. Bu işin en çok b.kunu TGRT çıkarmıştı gerçekten de. Fox oldu sonra bunlar, tamam dedim iflah olurlar artık, arkaları iyi, öyle bi dizinin seksen tekrarının reklam gelirine tamah etmezler. Dünya çapında Simpsons’ı yayınlayan kanal bu sonuçta. Bir de Futurama macerası var 5 sezonluk, ama o benim gibi dizinin manyakları için pek hayırlı bitmedi.

Güzel dizi yayınlarlar, bir de süreklilik kazandırırlar diye uman ben miyim? Yakın zamanda Bez Bebek isimli bir kitsch başyapıtını avucumuzun içine bırakan Fox, resmen avucumuzun içine bıraktı (s.çtı) Benim sadık yarim tabi ki CNBC-e’dir. İyi güzel de, bu kanal hala karşıma çıkıyor kumandada. Ve her denk geldiğimde inanamıyorum. Bir günde neredeyse 10 saat Bez Bebek yayınlıyorlar abartısız. Günümüzün çocukları tam akıllanıyorlar derken bu çıktı bi de. Aldığım duyumlara göre çok seviyorlarmış bu bebeği. Eyvallah, Evrim Akın’ı ben de severim, hem de çok iyi severim de, bu garabet dizi bu çocukları 10 yıl geriye götürür.

Demek ki, kırk yıllık katranı şeker yapamıyoruz. TGRT ise TGRT. İsim değişiyor ama kadro sabit kalıyor. Gerçi dediğim gibi, Amerikan televizyonculuğu da en az bizim TGRT kadar hanzo. O sebeple bunu onların kadrosu da yapıyorsa hiç şaşmam. O yüzden buradan bütün aileleri uyarıyorum. Koyyim TTNet Aile Koruma Şifresi’ne. Çocuklar için Fox Tv ve türevlerinde, internette kapacaklarından kat be kat fazla salaklık var. Bu yüzden siz TV’nin pornografik kanallarından bile tehlikeli aptallaştırıcı kanallarına şifre koyun. Abartacam ama yeri geldiğinde porno bile daha fazla yaratıcılık katıyor insana, pozisyon çeşitliliği ve fantezi adına (Bakın yine Bir Demet Tiyatro, yine Feriştah)

Yaklaşık 1 hafta yokum. Tabi belli olmaz, 3 olur, 5 olur, 10 olur. Yaşayacağım günlerin gidişatına bağlı. Bi süredir rölantide gidiyordum ama kontak anahtarını çıkarmadan olmayacak anlaşılan :D

Antisilence – Kesme Sesini !

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Şarkıları tek tek incelemek gibi bir huyum yoktur esasında. Çok klişe kaçacak ama bir gül, bahçesinde çok daha güzel durur parçalanmış haline göre. Tabi bu hareketimin esas sebeplerinden biri de her albümü bir kompozisyon olarak görmemdir. Bir albümü başından sonuna kadar doğrudan dinlemediğiniz müddetçe, albümün derdini anlayamazsınız. Ucundan bucağından birşeyler kalır illa ki, ama eksiktir nihayetinde.

Tabii şu vakit niyetim öfke kusum bazlı bir harekette bulunmak olduğu için bütünden parçaya doğru ilerlemeyi düşündüm. Müzikte birisi t.şşaklarını son kuvvetle sıkıyormuşçasına böğrülmesini de sevmem mesela. Şarkıdan birşey anlayamazsınız çünkü. Kendinizi ne kadar melodiye vermeye çalışsanız da nafile olur. İsterse melodik death olsun, pek de farketmez. O şarkının üretim aşamasında insani duygularla üretilmediğini düşünürüm. E zaten boşuna da brütal, yani hayvani demiyorlar.

Arada bu düşünceme de ihanet ettiğim zamanlar oluyor. Mesela Mithotyn diye bi grup var, kabağı yarılırcasına böğürmekte mütemadiyen. Ama dert etmiyorum nedense. Arkadaki melodiye bir şekilde kaptırıyorum kendimi. Gariptir ama Türkiye’de bu denli müzik yapan gruplar bir elin parmağını geçmemesine rağmen böğürtgen Antisilence‘ı da seviyorum. Belki de Türk ezgilerini brutale uyarladıklarından, ama en çok adları gibi sessizliğe karşı öfke kustuklarından.

Kesme sesini diyor adamlar. Bir şekilde kendini yırt ama sümsük sümsük dolaşma. Sesin duyulmuyor mu? Daha fazla bağır öyleyse. “Kimse kimseyi dinleme niyetinde değil nasıl olsa. Sen sesini köklediğinde bile duymak istemeyenler bir kelebeğin kanat çırpışından daha gürültülü duymayacaktır.” deme. Kişisel olarak pek bir b.ka yaramasa da haykırışlarımız, serzenişlerimiz, kitle bütününe ulaştığında kulak deşen bir kurşun sertliğinde desibellere dönüşebilir pekala. Evet, şarkının tek derdi ve grubun tek çıkış noktası bu.

Her ne kadar çoğu insan benim böğürtgen metal diye adlandırdığım bu dalı beğenmediğimi bilse de, bu şarkıyı tek başına, içerdiği yüksek dozajda tepki sebebiyle yayınlamak istiyorum. Kafaya çekiç gibi inecek türden olduğu için. Sözleri ilk birkaç dinlemenizde anlamayabilirsiniz. Bu türe karşı tecrübesi olanlar tabi ki çözecektir, lakin hoşnut olmayanlar,yeni başlayanlar ya da özentilikten dinlemek isteyenlerin hafiften efor sarfetmesi gerekiyor. Aşinalık her şeyde önemli, farkında olmasak da. Tabi pek çoğunuzun o kadar işin gücün içinde bir de kriptograflığa soyunmak istemeyeceğini bildiğimden dolayı şarkı sözlerini de aşağıya iliştiriyorum. Sözler gayet öz ve net (En azından yazınsal açıdan baktığımızda öyle.) Şarkıyı beğendiyseniz albümün de Suffer Hits olduğunu belirteyim, parçanın bütününe ulaşmanız açısından.
Dipçik Not: İmeem nedense biraz geç yükleniyor. 5-10 saniye sabrederseniz, selametinize ulaşabilir, hatta Şirinleri bile görebilirsiniz.

Kesme kesme kesme sesini!
Kesme kesme kesme sesini!

Tepkini göster karşılarına dikil,
Kafanada vursalar kesme sesini,

Sesini yükselt seslerini bastır,
Sesin kısılsada kesme sesini,

Kesme kesme kesme sesini!
Kesme kesme kesme sesini!

Baştakiler cebe indirdi parayı,
Sokaktaki adam aldı yine babayı,

Tepkini göster vatan haini olursun,

İnsanları sömür vatan sever olursun,

Kesme kesme kesme sesini!
Kesme kesme kesme sesini!

Rezil etseler herkese kesme sesini!
Götürseler merkeze kesme sesini!

Sktirseler herkese kesme sesini!

Susma sana sus deselerde!


Yazı bittiğinde “Pixies – Tame” çalıyordu.

Anekdot Silsilasyonu : Part V

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Anekdot silsilasyonları sanırım hayatım boyunca yaparken, ıkınırken, çıkarırken en çok eğlendiğim şeylerden biri. Notların arasında üçer beşer birikiyor bir yandan. Bir önceki yazım gibi sıvazladığım yazıların üstüne ilaç gibi gidiyor mesela. Hem kısa, hem de içi dolu ufacık tefecik görüşler. Bir nevi hayata duruş şekli. Çoğumuzun yaşadığı ama not etmeye üşendiği pek çok tespiti yansıtıp, “Ulan dünya ne kadar küçükmüş bee” dedirtmek de eğlenceli açıkçası. Ama şu nokta garip geliyor bana: Ne zaman yazı yazacak vaktim olmasa, bu yazıları aradan kaktırıp geçerim diye girişiyorum. Lakin sonra geçen zamana baktığımda bir yere not ettiğim yazıları devamlı kağıda baka baka geçirmenin, doğaçlama işler çıkarmaktan daha çok zaman aldığını farkediyorum. Hele hele şu an 300 km. hızla girdiğim rüzgar tüneli içinde bir yere toslamama çabası içindeyken.

* Hayatımda hiçbir zaman şu ultra-süper-hiper marketlerdeki kasiyere sormadan ürünün fiyatını öğrenmemizi sağlayan barkod okuyucuların çalıştığını görmedim. O aletle fiyatı görecem diye kendini heba edip günlerce marketten çıkamayan insanlar var. Yetkilileri göreve çağırıyorum.

* Ne zaman promosyonlu bi üründen bedava çıksa strese giriyorum. Bazen uzak bi marketten aldığımdan çıkıyor, yakınımdaki marketlerden istemeye utanıyorum. “Nerden aldıysan oraya ver.” diyolar. .pneler. Elimde olsa gelir miyim size? Bu sefer o kadar yolu tepip aldığım markete gidiyorum, o ipne de cebinden veriyormuş gibi ters ters bakıyor. Beleş çıkmasın daha iyi kardeşim. Ruh sağlığım bozuluyor Allaaama.

* Alışkanlık olmuş. Çikolata yiyince kabını cebime atıyorum. Böyle böyle birikiyo cepte. 1 hafta sonra yer kalmadığı zaman hepsini birden atıyorum çöpe.

*Artık nolur internet cafe açanlar, ismini özellikle içinde a geçen şekilde yapıp, teknolojiye saygı duruşunda bulunuyorlarmış gibi Tu@na, C@rtel, Z@rt zurt şeklinde kullanmasınlar. Bu kullanımla ilgili kontenjan doldu.

* Şayet bir gün komedi rock oluşumunun içinde bulunursam, The Doors şarkısı “Take it as it Comes”ı “Take it easy baby, take it as it cums” şeklinde coverlayacam. Tam bi çıkış şarkısı, isn’t it?

* Ne safmışım lan. Çocukken trilyonun üstündeki para birimini trilyar sanıyordum. Aslında katrilyona göre fena da değil hani.

* Nerdeyse bütün ev kadınları camı bir de dışarıdan siliyor. Akrobat gibi. Buna rağmen bir tane bile “Camı dışarıdan silerken 8. kattan düştü.” haberi duymuyoruz. Acaba bir günde 8000 tane kadın düştüğünden haber değeri mi taşımıyor? Öyle olsa tersanelerde her gün kazalardan ölen insanların da haber değeri taşımaması gerekirdi. Bu işin altında başka bişey var.

* Su içerken dişlerimi komple kenetleyip, suyu vakumlama şeklinde çekiyorum. Diş boşluklarının arasından “Fuiyy, fuiyyy” şeklinde çıkan sesi seviyorum.

* Kafam kısa devre yapıyor ara sıra. Sizde de oluyordur. Eski tip şofbenlerin ateşinin gözüktüğü orta bi kısım vardır. Gazı söndürünce oradaki ateşe de muhakkak üflerim. Geçen ağzımda bayağı bayağı bi balgam birikmişti. Önce lavaboya tükürüp, sonra şofbene üfleyecektim. Ama şofbene tükürüp lavaboya üfledim. O günden sonra da şofben iflah olmadı, olamadı.

* Telefonda tanımadığım numaraları açmamak gibi bi özelliğim var. Zaten hepi topu 2-3 kişinin numerosunu ezberimde tuttuğum için de pek çok telefon eden kişi açmamamdan ötürü bolca küfrediyordur muhtemelen.

* ATM’leri kullanmayanımız yoktur, ya da yeni çıkan BTM’leri. Orada kuyruğa girdiğinizde kuyruğun çok hızlı eridiğini farkedersiniz. Tam önünüzde son adam kalmıştır, o da saatlerce parasını çekemez bi türlü. Tuşlara rastgele basar, ekran dokunmatikse daha da beterdir durum bizim için. Dokunmatik ekrana dokunmayı bilmedikleri için parmaklarını ekrana sürer de sürerler. Ekranın her yerini parmak izi yaparlar, yine çekemezler parayı. Adı üstünde, dokunmatik ekran. Sürttürmatik değil ki. Niye sürttürüyorsun kardeşim? Küfretmemek elde değil.Bu yüzden nasıl özürlüler için tuvalet ya da asansör varsa, mallara özel de ATM yapılmalı. Ve evet, adı da CTM olsun. (CTM = Cow Teller Machine)

* Gitar çalınan ortamlarda ezik bi şekilde kalmamak adına gitarı eline alıp, birkaç tel bastıktan sonra parmağını yukarıdan aşağı bütün tellerden sırayla geçirip, “Gulyabaninin melodi abi ehehe” diyenlerin gaz odasında acı içinde gebermesini talep ediyorum.

Oğlan Sizin, Kız Bizim Tey Tey

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Kız Babası: Oğlumuz ne iş yapıyordu acaba?
Oğlan Babası: Oğlum diye söylemiyorum ama tombalacıdır. İyi tombala çeker yani. En iyi meziyeti budur. Geriye kalan hiç bi b.ku da doğru dürüst yapamaz.
Oğlan: Aaa, baba lütfen ama alelade bir meslekmişçesine bahsetmesene yaptığım işten. Efendim ben Harvard’da 5 yıl Tombala Mühendisliği üstüne ihtisas yaptım. Siz babamın cahilliğine veriniz, o ilkokuldan terk olduğu için böyle saçmalıyor. Mühendis bile diyemiyor kendisi. Miyendüz diyor. Büyükşehire geleli neredeyse 25 sene olmuş lakin hala miyendüz diye ısrar etmekte kendisi.
Oğlan Babası: Napacağıdım eşşeğin sıpası? Köyden şehire indim diye geleneğimi göreneğimi mi unutacaktım?
Oğlan: Ya bırakhh (çok hiddetli) baba allasenhh yaaah (hırstan tıslıyor). Düğünden önce damadı tıraş ediyoruz geyiğiyle suratına at tezeği sürmek mi kültür? Hadi onu da geçtim, tıraş bıçağı olarak da atın malafatını kullanmanız apayrı bi olay. Senin bu cahil ağzın yüzünden kızı da vermeyecekler bize. Yıllardır solo çalışmalarla takılıyorum. Ama artık gruba eleman eklemenin vakti geldi. Düz duvara tırmanıyorum. Kızı vermezlerse senin çilli tavuğu düdüklerim ona göre. Abazanlıkla müzisyenlik ne kadar da tezatmış. Müzisyensen önce grup çalışmasına başlarsın, akabinde sorunlar olur solo olarak devam edersin. Ama abazanlık konusunda öyle değil. Hayata solo giriyorsun.
Kız Babası: (Kız babası içten hafif bi ya sabır çeker, adeta Hasbinallah Velivelvekin gibi bişeydir) Evladım peki bu işin tekniği nedir acaba? Tombala çekmenin üniversite haricinde ayrı gereklilikleri de olsa gerek. Tabi teknik bir bilgim yok, ama her işte olduğu gibi bunda da olmalı muhakkak.
Oğlan: Dinle baba dinle, dinle de ilgili baba gör. Senin gibi bi babası olan bi adam olarak evleneceğim kıza nasıl “Anama ana diyesin, babama baba diyesin, sen bize gelin gelesin, nerde kaldın kibar gelin? ” diyeyim ben? Hangi büzzükle söyleyeyim bunu baba?
Oğlan Babası: Eeeh, yeter lan dürrük! Sen bu tombalacılığı üniversite okumakla mı becerdiğini sanıyorsun? Yüzyıllardır genimizde dönen tombalacılık yeteneğiyle gelmişsin bana caka satıyorsun. Senin annenle sevişip, seni imal etmeseydik, sen de mecburen başka bi kadının vajinasından çıkmak zorunda kalsaydın -Tabi reenkarnasyon diye bişey varsa- üniversite okumayla bu mesleğin hakkını verebilecek olduğunu mu sanıyordun? Hanım, bu oğlanı biz fazla şımarttık. Dalgayı büyütsün diye tombalacı yaptık, ama gördüğüm kadarıyla imalatta hafif hata yapmışız. Bu denyo tombala çektiğinde dalgası değil, g.tü büyüyor ve kalkıyor.
Oğlan Anası: Beey, çocuğun en güzel gününde denilecek laf mı bu şimdi? Alıştıra alıştıra söyleyeydin. Tombala hayatında kendine olan güveni giderse napar bu çocuk bi ömür? Zaten başka hiçbişeyden de anlamıyo. Vallaha açlıktan nefesi kokar. Çok lükse düşkün bi de keranacı. Emekli maaşının 10 katını versen yine yetmez.
Oğlan: Vaay uyanık köylüye bak, neler de bilirmiş vay vay vay çakal senii. Reenkarnasyon haa? Kahvehanedeki kültür mantarlarından mı öğrendin bu ağızları? Ben oralarda sadece politika üzerine varsayımlar dönüyor sanıyordum.
Oğlan Babası: Ne sandın yarraaaam? Biz de boş adam değiliz tabi.
Oğlan: Neyse efendim, kusurumuza bakmayın bu cahil kekoyu getirmemem lazımdı aslında ama, naparsınız, prosedür böyle. İlla ki ana baba namına bişey getirmek gerekiyor kız isterken. Sorunuzu yanıtlayayım ben. Dediğiniz gibi efendim, tombala tamamen tekniğe dayalı bir sistem. Nerdeyse bütün hareketleri bir formül ve sistem üzerine oturuyor. Hatta şunu belirteyim, herşeyin başı integral. Formula pilotları gibi sürekli rüzgar tüneli çalışmaları yapıyor ve tombala sürtünme katsayılarını en aza indirgeyip, mümkün olan en yüksek verimi almaya çalışıyoruz. Günümüz teknolojisi sayesinde tombalalık dediğimiz bölgeyi çok özel bir nanoteknolojik ürünle çepeçevre sarıyoruz ve bu deneyim tombala devinimlerimizde yüzde 25lere varan enerji tasarrufu sağlıyor. E devir yüksek verim devri. Tombalalıklıklarımız -tombalalığı saran elbiseye bu adı verdik nedense, daha yaratıcı bi isim yokmuş gibi. Sen git Harvard’daki kreatöre dünyanın parasını ver, gitsin ürünün adını tombalalıklık koysun. Olacak iş mi bu allasen efendim? Prezervatife ç.klük demek gibi bişey yani- enerji seviyesine göre derecelere sahip mesela. Tabi C enerji sınıfından daha kötüsünü de kullanmıyoruz.
Kız Babası: Hmm anladım. Peki işinize evi getirmek gibi kötü bir alışkanlığınız yok değil mi? Yani ilgilenmeyecekseniz kızımla hiç vermeyeyim. Aslında sende damızlık gibi bi tip var, tosun gibisin maşşallah, madem muhabbet koyulaştı, söyleyeyim, ben tosun tipli damızlıklara pek güvenmiyorum.
Kız: Ya babaaa yaaa, o benim hayatımın erkekiiii. Onunla çok iyi sevişiyoruz, yani anlaşma bazındaaa. Biz gerçekten çok farklı bi çiftiz, birbirimizi tamamlıyoruz sanki. Bazen çok şaşırıyorum bu tamamlayıcılığa. Mesela yemek konusunda ben yapmayı çok seviyorum, o da yemeyi çok seviyooor. Dünyayı arasam böyle erkek bulamaaam.
Kız Babası: (Sırıtarak) Evet haklısın, şu dünyada kaç tane yemek yemeyi seven erkek var ki?
Oğlan: Valla haklısınız efendim, başlık parası da mı isteseydim acaba diye düşündüm şimdi bi an. Yemek yedikten sonra teşekkür bile ediyorum. Bu da değerime değer katıyor. Gerçi kızınız daha doğru dürüst bi b.k yapamıyor hani, zorla yiyorum. Ama bi şekilde öğrenecektir herhalde. Yoksa bi ömür bu boktan yemeklerle geçmez. Valla annesi teessüf ederim size. Kız gelmiş 30 yaşına, daha yumurta kırmayı bile doğru dürüst beceremiyor. Gerçi size de bakıyorum da sizin de bildiğinizi sanmıyorum. Afedersiniz çok kokoş bi tipiniz var. Hatta hafiften konsomatrisleri andırıyorsunuz. Büyük ihtimalle gece vakitleri barlarda ne idüğü belirsiz erkeklerin masasında otururken doyuruyorsu
nuzdur karnınızı. Artanları da eve paket yaptırıyorsunuzdur.

Kız Anası: Aaaa bey üstüme iyilik sağlık, ne diyor bu dürzü? Kız istemeye geldiklerinde çok mülayimlerdi, fazla coştu bunlar, vallaha bozduracaklar bayramlık ağzımı. Kızı vermekten vazgeçtim vazgeçeceğim yani o derece.
Oğlan: Sktirin gidin lan, verirseniz ekime, vermezseniz skime. Kız ne tercih ederse o olur. Siz anca burda g.tlerinizi koltuğa yapıştırıp prosedür uygulayın. Sanki kurban bayramında dana pazarlığı yapıyoruz. Ki öyle olsa yanımda 6 kişi daha getirirdim. Birimiz kollarına, birimiz dalağına, birimiz kafasına şeklinde paylaşırdık. Ya da kura çekerdik artık kime ne gelirse. Hadi yiyosa vermeyin.
Kız Babası: Biraz ağzın bozuk ama sevdim seni damat. Tam dobra adamsın. Ama bize laf giydirirken hala sorumu yanıtlamadın. İşini eve getiriyor musun dedim. Yok bi alengir değil mi?
Oğlan: Sizi temin ederim ki, hiçbir şekilde öyle bir alışkanlığım yoktur. Ailem bilir. İş yerinde yeteri kadar bilgisayarlarla da çalışma yaptığımız için eve bilgisayar bile koymuyorum. Zaten benim bi günde çektiğim tombalayı siz çekseniz emin olun akşama koltuktan g.tünüzü bile kaldıramazsınız.
Kız Babası: Ee gulüm biz hamladık artık. 1 tombala çeksem 1 ay yetiyo bana. Aslında haklı olabilirsin lan. Ben hanımla da pek yatak olaylarına girmiyorum acaba tatminsizlikten konsomatris olmuş olabilir mi? Çık git lan karı, defol gözüm görmesin seni. Damat da olmasa senin ne b.k yediğini anlayamayacaktım. Sana daha iyi tombala sağlayan birine tombala çek.
Kız Anası: Malının yüzde ellisini alırım ama.
Kız Babası: Yüzde elli mi? Neyse canım, sen takıl yine. Ben biraz fazla köpürdüm aşkım. Sen bana ne bakıyorsun şaka yaptım. Kız evi gergin oluyor tabii.Lan hadi sizde kızı alacaksanız bi alın sktirin gidin. Sizin yüzünüzden aile dağılacak. Gaspet herifler. Evde bereket bırakmadınız.
Oğlan Babası: Peki o zaman kızınızı istiyorum, yani taşmış, salak da olsa iş görür -Lan Kendimi kötü kadın rollerindeki Aliye Rona gibi hissettim, sanki biçki dikiş kursu adı altında sermaye atıyoruz mekana- yani kızınızı oğluma istiyorum esasen. Kendime de uygun görürdüm ama ne bu hain evlat, ne de bu tipsiz karı izin verir.
Kız Babası: Valla alın gidin işte, benden geçti. Kim istiyosa alsın o evlensin. Bunun da annesi gibi eli kolu durmayacak belli. Ama alan kişi eve kelepçelesin, yoksa kaçar kaçar başka erkeklerin koynuna girer bu. Ona göre dikkat edin.
Oğlan Babası: Oh yeah! Peder kızı aldığıma göre şurda bi gerdeğe girebilir miyiz be, nişan hediyesi olsun vallaha. Bugün burdan eli boş dönmeye gelmedim, illa ki skor yapmam lazım. Zaten tombala enstitüsünden de 3 günlük izin almıştım. Anlayacağınız durumlar vahim.
Kız Babası: İyi hadi üste çıkın, ilk odada sevişin. Biz de yan odada sevişiyor olacağız, bişey olursa söylersiniz.
Oğlan Babası: Ben bu tipsiz karıyla sevişmem. Yok mu ekstra bi kızınız?
Kız Babası: Yok.

Yazı bittiğinde “Bratsch – Tekez” çalıyordu.

Broken Flowers Soundtrack

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

(Kurtuluş Savaşı Gazisi tadında tonladığımı hayal edin) Hiç unutmam, yıllardan 2005 idiydi. Hey gidi hey ne yıllardı, siz guçücük veledi zinalar bilmezsiniz, bilemezsiniz. Sinema altın yılını yaşıyordu. Bill Murray adeta ekran önünde yeşil dev Hulk ve ceza mahkemesi gibi devleşiyordu. Her hafta ben diyim 5, siz diyin 10 tane başyapıt diyebileceğimiz filmler çıkıyordu ve hangisine yetişeceğimizi şaşırır olmuştuk.

Her eski jenerasyon bi şekilde yeni gelenlere 30-40 sene ileriden bu palavraları sıkar sanırım. Halbuki 2005′te sinema adına kaç tane b.k oldu? 3-5 tane kayda değer bişey olmuştur tabi ki. Ama farketmez, adettendir, yeni gelini ağlatırlar, yeni jenerasyonu kıskandırırlar. Biz de bi b.k olduğunu sanarak o yıllara doğru bi yüzeriz. Muhabbet ortasında rezil olmamak için, olmadık filmlere “Çok sağlam film ya babaaa” deriz.

Ama ben dedirttirmeyecem. Bir jenerasyonun daha başını yakmak değil niyetim. Zaten yedikleri gelişmiş besinler yüzünden her jenerasyon bir öncekinden daha zeki ve iri yapılı oluyor farkındaysanız. Bundan 200 yıl sonra kızlar Amazon kadınları gibi dev yarasa olursa hiç şaşmam açıkçası.

Soundtrack bölümümüze bir minimalist üstad, Jim Jarmush‘un, minimalist başyapıtı, Broken Flowers‘ın müziklerini gömertmekten adeta onur duyuyorum. 2005 yılının az duyulan, ama pek çok az duyulan film gibi öz filmlerinden. Yani gördüğünüz üzere 2030′da toruna torlağa anlatacağımız güzel 2005 filmleri de var.

Asıl olayımız şu an filmin müzikleri olduğu için hikayeye fazla girmeyeceğim. Kısaca üstünden geçmemiz gerekirse, artık ununu eleyip, eleğini asmış bir Casanova’nın, Don Johnston’ın (Bill Murray) arayışlarla dolu bir hikayesiydi. Minimal dememden anlamış olmalısınız. Murray babamızın her gün skor yaptığı yıllar geçmiş artık. Bir dinginleşme çağının içinde ve döktüklerini toparlama derdinde ölmeden. Onu bu arayışın içine sokan şey de bir gün kapısından içeri atılan ve içinde tokmakladığı kadınlardan birinden 19 yaşında çocuğunun olduğunu yazan bir mektup. Bunun üzerine zihnini yoklayan Don, arkadaşından aldığı güzel müzik cdsiyle birlikte çocuk peydahladığı kadını bulmak için Amerika’nın taşını toprağını eşeliyor.

Don babamız yolculuğu sırasında o müzikleri dinlerken ben de mest oluyordum. “Bu filmin müziklerini hemen bulmam” lazım isteğini ve komutunu en hızlı şekilde bu filmden aldım. Film bana uzaktan uzaktan “Almayanın annesi kötü” zorlaması yapmıyordu lakin ben şarkılara hasta olmuştum. Özellikle filmde bolca çalan Mulatu Astetke ve yanlış hatırlamıyorsam sonunda çalan There is an End şarkıları beni bitirmişti.

Bulmam o vakitler pek de uzun sürmedi ve bu güzide soundtrack’e kavuştum. Şimdi sizin için de güzel bir deneyim zamanı. Filmden önce de dinleseniz, sonra da dinleseniz farketmez. 2 türlü de çok güzel gidecektir. Filmin temasından da farkedeceğiniz üzere şarkılar büyük oranda kafa karışıklığı ve kalpteki eksiklikler üzerine. Tabi aşk diyince Demet Akalın gibi moronların söylediği “Aşkımız bitti,hadi bakalım naşla, görelim ense tıraşını, bu sene yeni aşklar beni bekler, beni naaah bulursun” tadında ve hepsi birbirinin karbon kopyası olan şarkılar değil bunlar. Jim Jarmush’un bütün filmlerine gösterdiği özen aynı şekilde şarkı seçiminde de var. Dolayısıyla albüm de kulak memenize masaj yapıyor adeta. Dinleyin, dinlettirin.Albümden bi örnek dinlemek isterseniz, sol alt köşedeki gri playera tıklamanızın akabinde çalan şarkı sizin için bir örnek teşkil edebilir.

MUHTEVİYAT :
1. “There Is An End” – The Greenhornes with Holly Golightly 3:05
2. “Yegelle Tezeta” – Mulatu Astatke 3:14
3. “Ride Your Donkey” – The Tennors 2:03
4. “I Want You” – Marvin Gaye 3:57
5. “Yekermo Sew” – Mulatu Astatke 4:03
6. “Not If You Were The Last Dandy on Earth” – Brian Jonestown Massacre 2:49
7. “Tell Me Now So I Know” – Holly Golightly 2:02
8. “Gubelye” – Mulatu Astatke 4:35
9. “Dopesmoker” – Sleep 3:57
10. “Reuiem, Op. 48 (Pie Jesu) by Gabriel Faure” – Oford Camerata 3:30
11. “Ethanopium” – Dengue Fever 4:38
12. “Unnatural Habitat” – The Greenhornes 2:08

Yazı bittiğinde “Akineton Retard – 21 Canapes” çalıyordu.