Arşiv: Mayıs, 2008

Malımı Al,Mülkümü Al

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Mal sahibi mülk sahibi : Bloggerdal
Hani bunun ilk sahibi : Nurum

Can Yücel’in beyanından sonra sevgili Nurum etkilenip,malını mülkünü açığa çıkarmış.Üstüne yetmiyormuş gibi mim yapmış.Bu da yetmiyormuş gibi bi de bana gelmiş.Ben de ilk anda aklıma neler geldiyse yazdım.Aslında Can babamızın o beyanının üstüne bişey yazmak olmazdı.Biz bunu yapınca resmen ağanın pokunun üstüne pok yapmışız gibime geldi.Ama yaptık bi kere.Buyrun.

*2 adet,biri siyah,biri venge rengi klasik gitar.İkisini de satıp,üstüne bişeyler ekleyip elektro almayı düşünüyorum.
*HP Compaq ve Casper Nirvana olmak üzere 2 laptop.2 adet de Desktop PC koyduk mu 4 tane bilgisayar eder.
*Çevire çevire rekor kıracağım diye her yerimi ağrıtmama,hatta bazı yerlerimin yırtılmasına sebep olan Neon Powerball.
*Bi tane Sony Ericsson’un çoook eski modellerden,J230i.Teknolojiyi seviyorum ama telefonda hala işin b.kunun çıkarılmaması gerektiğini düşünenlerdenim.
*1 adet Toshiba 4 GB flash bellek,bi de emektarı 1 GB Sandisk var unutmamak lazım tabii.
*1 adet Canon Powershot A450 foturaf makinesi.Çok profesyonel bişey değil (Profesyonel değil) ama idare ediyoruz.
*1 adet Çin Malı,doğru dürüst format açamayan mp4 player.
*Ersen ve Dadaşlar olarak adlandırdığım Venus Fly Trap namına sahip etobur bitki grubu.
*1 kovboy,1 eşek zigen köylü,1 GS amigo,1 Valentino Rossi,1 zibidi,1 de Nike şapkası.
*Her gece kardeşimle battaniye seçiminde kullandığımız bir adet metal zar.
*Koskoca,2000 küsür filmden oluşan bir Divx film arşivi.
*Ve bu filmleri izlemek için kullandığımız USB okuyuculu Philips DVP5160.
*1 Tane 55 ekran,üfürükten tüplü bi televizyon.
*Hazal isimli bir Havva kızından yürüttüğüm Iron Maiden desenli cüzdan.Cüzdan taşımayı hiç sevmem ama Iron Maiden sayesinde bi şekilde alıştım.
*Bol miktarda sinema afişi.
*Güzel bi bilardo eldiveni,2 tane de parmak kısmı açık eldiven.
*Bir adet bitirilip duvara asılmış 1000′lik,bir adet de yapımına başlanmamış 2000′lik puzzle.
*Sinema,Level,Chip,Oyungezer,Level,Penguen,Leman dergilerinin arşivi.Neden Uykusuz yok derseniz onu anlatmam çok uzun sürer.
*Yaptığım testler sonucu hatunların gözünde köpek gezdiren bir erkekten bile daha çekici duran T-Equalizer.
*Birebir orjinal boyutunda ama bilenmemiş,şayet bilemiş olsaydım şu ana kadar çok canlar yakmama sebebiyet verecek bir samuray kılıcı.
*1 Litre akü suyu.
*Almanca bildiğime kanıt olarak bir adet ZDP Diploması.İlerde işime yarar mı bilmiyorum.
*Bolca ÖSS kaygısı.
*Yer yer deniz kokusu.
*Kafamın içinde dönen milyonlarca düşünce.
*Sevmediğim insanlara laf soktuğumda aldığım haz,sevmediğim insanlar bana laf soktuğunda beynime dolan kanlar.
*Devlet otobüslerinde balık istifi yapacam diye,nefes alacak yer bile bırakmayan şöförlere duyduğum nefret.
*Arka taraf tıka basa dolu olmasına rağmen,”Arka taraf bomboş” diye bağırıp kaktıra kaktıra yolcuları tıkıştırmaya çalışan diğer yolculara duyduğum kin.
*Her geçen gün artan sinema aşkım.
*Sinemayla doğru orantılı büyüyen müzik aşkım.
*Yeni bişey alırken ilk paketini açtığımda yaşadığım heyecan.
*Banyo yaparken söylediğim şarkılar.
*Otobüste güzel bi hatunizade gördüğümde hissettiğim duygular.
*Çikolata yemeden önce pakedini açarken ağzımdan saçılan salgılar ve yerken yaşadığım orgazm duygusu.
*Eğlencesine ağzıma ne gelirse küfrederken yaşadığım ferahlık.
*Kardeşimle tuttuğum güreşler.
*Yıllardır taşıdığum deniz yıldızı.

Selam olsun Bolu Beyine,selam olsun dolu beyine : Dilekss

Yazı bittiğinde : “Riverside Artifical Smile” çalıyordu.

Sen 3 Kuruşluk Mala 5 Kuruş Vermeyi Çok Seviyorsun

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Uzun uzun zaman önce,develer tellal iken kredi kartı diye bişey yoktu.Şaşırdınız,biliyorum ama gerçekten yoktu.İnsanlar hesabını bildiği için,bu denli tüketim çılgınlığı ve akabinde k.çımıza giren uzun gagalı leylekler yoktu.O vakitler leylekler sadece bacadan Noel Baba misali bebe atmakla meşguldü.İnsanların enflasyonu kendi uğraşlarıyla 3 basamaklı rakamlara vurdurmasının akabinde leyleklere bebe taşımasından aldıkları ücret yetmez oldu ve g.tümüze girer oldu gagaları ek iş olarak.

İnsanoğlu olarak sorunlarımızı ertelemeyi,kaçmayı çok seviyoruz.Her gün yüksek sesle müzik açan alt komşu,sırf taş gibi bi hatun diye de bi süreye kadar sabredilir değil mi?Ama bi gün size vereceğini sanma hayalleriyle gidip kafasını gözünü yarma isteğinizi erteleyip duruyorsunuz.Kulak tıpası da bi yere kadar.Oyun hamuru gibi bişeyi mıncıklayıp mıncıklayıp kulağımın dibine kadar köklemek pek de makul gelmiyor açıkcası.Böyle yapacağıma,Deli Cevat gibi şeyimde saatle dolaşıp “Hububat Fiyatları,Hububat Fiyatları” şeklinde haykırırım daha iyi.Günümüzde gizlenen TEFE TÜFE fiyatları ile birlikte enflasyonun kadim dostluğu hepimizde böyle bir insan olma potansiyelini arttırmakta zaten.

Benim babam da bi zamanlar tiko para ile alışveriş yapardı.Giren çıkan anında cüzdana yansıdığı için açıkçası alışverişlerde fazla mertlik yapamıyordu.Kredi kartlarına geçmemek için var gücüyle direndi.Ama onun da Viva La Resistance gücü kırıldı bi gün.Calgon kullanmadığı için Resistance’ının bu hale geleceği belliydi.İlk başta tek bir kredi kartıyla başladı.Bir taneden bişey olmaz deyip,sigaradan bi tane tüttürmek gibi.Devamı geldi haliyle.O kart zart kampanyası yapmış,öbürü zurt kampanyası yapmış.Biri skimsonik chip paralar verirken öbürü zortonik puanlara boğuyormuş adamı.İşte tüketim çılgınlığını ve enflasyonu hortlatan yegane olay bu şerefsiz bankalar ve insanlara Gold,Premium,Ultra,Hiper,Dev Yarasa isimleriyle kaktırdıkları kartlardır.Warcraft oynar gibi sürekli Level atlamak istiyo insan.Burda seviyeyi arttırınca elit kesime gireceklerini sanıyolar herhalde.Sorarım size nerde görülmüş,bi insanın kartı premium diye dev rezidanslarda ağırlandığı?

Neyse ne mutlu ki babam Kayserili bi adam.Gideniniz olmuştur belki oralara,çok garip bi mekan.En fakirinin bile altında son model bi Mercedes bulunur.Herkesin bi üçer beşer ev zulası vardır.Zaten torunu torlağı da çok severler.Oğlanlarını bi kızın koynuna attıktan sonra,kendi apartmanlarında bi daireyi verirler hemen.Gelenekleri koruyor gibiler,özellikle zenginlik.Ama en zengin insan popülasyonu olsalar da paranın değerini de muntazam bi şekilde biliyorlar.İstedikleri kadar para olsun ellerinde 5 kuruşu bile ölçer biçerler.Hatta dün şöyle bişey oldu :


(Masada 10 kuruş gören baba oğluna döner)
-Oğlum bu para senin için değerli değildir,ortaya atmışsın ben alayım.
-Olur mu baba allasen,kontör kartını kazırken koydum oraya,sonra da unuttum.
-Neyse artık aldım boşver,lazım olmaz sana. (Alır ve cüzdanın bozuk para kısmına atar.)
-Ya baba allasen 10 kuruş için bana o kadar dil döktürdün.
-Olur mu öyle şey eskiler ne demiş bak dinle “Liraları bulması kolay,mühim olan kuruşları toplamak.” Geçen 2 tane dondurma alacaktım,5 kuruş yok diye alamadım (Elindeki tomar tomar parayı da bozmuyo uyanığa bak – Deli profesör) Sen zaten ne anlarsın paranın değerinden.
-Hihi höhö ehi.

Kayserililerin genel karakteristiği bu.Aslında komik gibi gelse de güzel bi özellik bir yandan da.Genlerindeki bu tutumluluk nispeten uzak tutuyor onları kredi kartı çılgınlığından.Yani kullansalar da bütün kredi kartlarının kampanyalarını takip edip en çok bonus (Reklam yok) verenlere yumuluyorlar.Allah sizi inandırsın öyle ihtimalleri hesaplıyor ki dinlerken beynim uyuşuyor.”Ordan onu 50 lirayla alsak,20 bonus gelir,onu da öbürüne aktarıp,integralini aldıktan sonra world’le diğer kampanyada 40 alırız.Oooo köşe olduk.”

Bi de evin yiyecek ihtiyaçlarını karşılarken neredeyse 3-4 tane marketten fiyat araştırması yapıyor.Mesela yoğurt Kipa’da ucuzsa onu ordan,yağ metroda ucuzsa ordan,zeytin Tansaş’ta ucuzsa ordan şeklinde.Yanında alışverişe gitmeye korkuyorum.Tabanlarımın yanacağına tırsmıyorum da,beni sohbet esiri edeceğine kokruyorum.Çünkü alışverişe gittiğinde tam anlamıyla kendinden geçiyor.8-9 ürüne birden aynı anda odaklanıp saniyenin yüzde birinde akıl filtresinden geçirip ucuz olanları seçiyor.Bir de bana her ürünün fiyatını anlatır : “Bak oğlum şimdi bu yoğurtun 3 kilosu 8 milyon.1,5 kilosu 5 milyon.Ne kadar mantıksız değil mi?Bunlara hep dikkat etmen gerekiyor.Halbuki ağırlık arttıkça daha ucuzlaması gerekir.Bak mesela aynı zeytin burda 4 milyonken,Tansaş’ta 3 milyon.Niye buradan alıp boşuna 1 lira zarar edeyim ki?Bunun gibi 50 ürün alsak 50 lira zarardayız.” Ben de sesimi çıkarmadan dinliyorum,ama arada sırada beynim uyuştuğu için dediklerini anlamaz oluyorum.Homer boş boş bakar ya Marge bişeyler anlatırken,aynı onun gibi.

Mideye indirirken güzel oluyo haliyle.Ama pek de dert etmiyorum bu olayları.Bana “Bu para nasıl kazanılıyor biliyor musun?” dendiğinde “Valla insanlar çeşit çeşit kimileri yapıcıdır,ben de yiyiciyim” diyorum ve büyük bir pişkinlikle leziz yemeğimi mideye indirmeye devam ediyorum.İndirirken açları düşündüğüm oluyor,keza kredi kartı manyaklığı yüzünden elde avuçta parası kalmayan,beleşmiş gibi en son teknolojik ürünlere kartını cırtlatıp elin namertlerine muhtaç kalan eşşek kafalıları da düşünüyorum.İçimde Kayserili kanı ve bereketi döndüğü için de seviniyorum ne yalan söyliyim.Ama bu düşüncelerin içinde yemeğime ara vermiyorum,devam ediyorum.

Dipçik not : Bu arada BlogMania Editörü‘nde blogum incelenmiş , Pdf Dergi ile de röportaj yapmışım.Elinize
kolunuza sağlık diyorum.


Yazı bittiğinde Panzerpappa – Ompapaomompapa (Bu ne biçim isim lan?) çalıyordu.

Bilseniz Daha İyi Olur Sanki

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

*Aktris (ne olur bir daha kimse,hiçbir yerde “aktrist” yazmasın!) Jeanne Eagels 1929 yılında “Mektup” adlı filmiyle En İyi Kadın Oyuncu Oscar‘ına aday gösterildiğine hiç sevinmedi.Çünkü kendisi listeler açıklanmadan önce,3 Ekim 1929 tarihinde aşırı doz uyuşturucudan ölmek gibi bir salaklık yapmıştı.Kendisi ölümünden sonra Oscar’a aday gösterilen ilk ve tek oyuncu olarak kaldı;ama gönül,keşke uyuşturucuya hiç bulaşmasaydı da Oscar almasaydı diyor ister istemez.

*Söylentiye göre David Lynch arkadaşlarının ısrarı üzerine bir psikiyatristle görüşmeyi kabul eder.Lynch’in ilk sorusu şu olur : “Tedavi benim sanatımı etkiler mi?” Doktor da hiç düşünmeden yanıtlar : “Olumlu yönde,kesinlikle!” David Lynch’in bir daha o doktorla görüşmediğini ayrıca eklememe gerek var mı?

*1966 yılında Thomas Moore‘un ünlü yapıtı Her Devrin Adamı filme çekilirken önemli bir kar sahnesi vardı,oysa İngiltere’de kar mevsimi filan değidli.Yapımcılar büyük paralar harcayarak tırlar dolusu “stroform” malzemesini çekim mekanına taşıdılar.Tüm hazırlıklar yapıldı ve çekim sabahı kalkınca bir de ne görsünler : Çekim bölgesinde mevsim dışı olmasına rağmen lapa lapa kar yağıyor!

*Yönetmen Nat Daverich‘in 1922 tarihli Aşkın Gücü filmi sinemalarda oynamış olan ilk 3 boyutlu filmdir.

*Alfred Hitchcock baba,1956 tarihli Yanlış Adam filminin girişinde birkaç kelime konuşur.Bu sahne,her filminin bir yerinde mutlaka görünmeyi seven yönetmenin filmleri boyunca ağzını açtığı tek yerdir.

*Sinema tarihinde “M” (1931), “O” (2001), “P” (2005), “Q” (1982), “V” (1983) veya “X” (1963) gibi oldukça kısa adlar taşıyan yaklaşık bir düzine film vardır.

*1912 tarihli “Quo Vadis” filminin çekimlerinde kullanılan uyuşturulmuş aslanlardan biri yeterince uyuşturulmamış olmalıydı ki,birden figüran kalabalığının üzerine saldırdı ve talihsiz bir adamcağızı orada öldürüp yemeye başladı.Yetişen bakıcı elindeki tüfekle aslanı öldürene kadar aslan adamcağızın yarısını yemişti bile!

*Uzay Yolu” filmlerinin hiçbir yerinde Kaptan Kirk “Işınla bizi Scotty!” demez.Dediği daima şudur: “Bizi yukarı ışınlayın Bay Scotty“.

*1972 tarihli “trash” başyapıtı Pink Flamingos‘un çekimleri sadece hafta sonlarında yapılabildiği için biraz uzun sürmüştü.Film sadece hafta sonları çekilebiliyordu,çünkü yönetmen John Waters bütün hafta kırk türlü işte çalışarak o haftasonu yapılacak çekimler için para biriktiriyordu.Waters,sonraları,filmi bitirebilmek için o dönemde taksicilik,jigololuk,gece bekçiliği,bar fedailiği,hatta dilencilik yaptığını gururla söylemiştir.

Kaynak : Sabri Kaliç‘in kaleminde 2006 civarı Hayvan‘da yayınlanmıştır.Birkaç sayıdaki bilgilerden sağlı sollu toplanarak güzel bir kolaj haline gelmiştir.Bilgilerin birçoğunun tarafımdan önemli olduğu düşünüldüğü için böyle bi alıntıya başvurulmuştur.Yazıların bazılarını okurken,özellikle John Waters‘ı,sevgimden bi ara onun bıyık modelini kullandığımı hatırlayınca duygu yoğunluğuna düşülmüştür.Sonra bu bıyığımı görünce aklıma bana John Waters yerine Ayhan Işık diyenlere küfrettiğim gelmiştir.Eee,ne de olsa “Anan gibi saç uzatacağına,baban gibi gibi bıyık bırak“tır genel bi kanıya göre.Sadece sakal bırakınca da bazı hıyarların laf ettiği aklıma gelince,onların da dalağını yarasım gelmiştir.Ne kadar alaturka bir toplumuzdur,yemek yerken,ayran içerken bulaşan artıklarla bıyığı kabul eden insan güruhlarıdır herkes.Ama iş sadece sakal veyahut sadece bıyık olduğunda oğlan daşağa sarılmaktadır adeta.Biraz geliştirmeliyizdir şu kafaları.(Car car car anasını satayım cırcır olmuş bulgar g.tü gibi konuşup duruyo yanımdaki de.İşindeki gücündeki adamı meşgul ediyolar vuracam meşe odununu beynine)

Pink Flamingos Soundtrack

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Bugün itibariyle incelemeler arasına yeni bir kategori daha eklemek istiyorum.Sinemayı deştik deşiyoruz,müzikleri de öyle.İkisinin kesişim kümeleri vardır ki bi de,dadından yinmez.Güzide soundtracklerdir bu kesişim kümemizin elemanları.İyi bir filmin olmazsa olmazıdır,çocukların dillerden düşmezidir.Bi filmi izleyip de ilk dinleyişte müziklerine çarpıldığımızda “Bunu Rapidshare’den bulup dinlemeliyim.” dedirtenimizdir.Öyle soundtrackler vardır ki filmin bile önüne geçebilir.İşte o vakit yönetmenin yüzüne tükürülesidir.İkisi birden aynı mükemmellikte olursa,ahanda o film 20 kere izlenesidir,dimağa kazınasıdır.Bu sebepten sapı samandan ayırıp bütün ögeleri ayrı ayrı incelemek gerektiğini düşündüm.Aslında modayla ilgili biri olsam giyimi kuşamı bile yazardım film setlerindeki,ama o tür şeylerden hiç anlamam.Anlayan varsa beri gelsin,öte gitsin.Deşip,deşiştirelim hani.

Soundtrack serimize ilk olarak John Waters‘ın 1972 tarihli efsane filmi Pink Flamingos ile başlıyoruz.Dünya çapında -sinemalarda gösterilmiş- en iğrenç film ünvanına sahiptir bu film.Ahlaki değerlerin gün geçtikçe köreldiğini ve günümüzde bu filmin muadiline bile yaklaşamayan filmlerin dahi sinemaya giremediğini düşünürsek,John Waters’ın gerçekten 1972′nin sınırlarını zorlamayı bırakın,8-9 katına kadar genişlettiğini söylemek lazım.İzleyen bazı insanların sinemada midesini bulandıran,onları kusturan bi filmdi.Kimse inkar edemez.Filmi izleyene kadar iğrençliklerin imparatoru sandığım kardeşim bile bazı sahnelerde rahatsızlığını dile getirip,bana ne kadar tırto bi insan olduğunu farkettirmiştir.Günümüzde hala kabul görmeyen bi tecavüz-bebek peydahlama yöntemi : Şırıngayla sperm enjektesi.Göstere göstere.İnsanın tahammüllerini zorladığı olabiliyor tabii haliyle.

Siz şimdi filme iğrenç dedik diye soundtrackini de iğrenç sanma gafletinin içine düşmeyin.Zira hayatımda dinlediğim en eğlenceli ve güzel soundtracklerden birine sahiptir Pink Flamingos.İlk bakışta aşk tadında,her sahnede çalan farklı farklı şarkılarıyla hepsine hayran bıraktırır.Şarkılar tam 70′lerin o coşkulu havasını yansıtan türdendir.Tıpkı bir beyne tavayla vurup şok etme gibi,her iğrenç sahnenin içine bir de güzel müzik sıkıştırır Waters.Böylece o sahnelerden bazılarını zihninizden silmeye çalışsanız da silemezsiniz.Özellikle Raymond’ın teşhircilik babında sağdaki soldaki kızlara ete sarılmış ç.künü gösterdiği sahnedeki Chicken Grabber unutulmazdır.Bu sebepten soundtracki ne zaman dinlesem film tekrar gözümde canlanır.

Filmin soundtrackini bulmayı,ilk şarkıyı dinlediğim an kafaya koydum.Ama internette ne hikmetse bi türlü bulamadım böyle güzel bi soundtracki.Gittim hemen Merkez Burası‘na (Merkez Burası’ya?Hangisi?) başvurdum.Trink diye çıkardı koydu albümü.Dinledim de dinledim.Ayrıyeten para bulmuş gibi oldum.İçimden “Para veren,altın bulsun.”,dışımdan “Allah tuttuğunu altın etsin.” (Birkaç şey hariç) dedim.İster filmi izledikten sonra dinleyin,ister hemen şimdi dinleyin.70leri ve 70liği seviyorsanız ne yapın edin dinleyin,lafımı sözümü ikiletmeyin.İndirin diyorsak bişey biliyoruz da diyoruz.

Pink Flamingos Soundtrack Download

Yazı bittiğinde “Ahleuchatistas – Swimming Underwater With a Cat On Your Back” çalıyordu.

Çöp Kadın,Çöpçü Kadın

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Her insanın küçüklüğünden gününe uzanan,psikolojisini,dimağını derinden deşen bir takım anı-hatıra parçaları vardır.Aralarında iyi olanlar bünyeye iyi etki katar,daha iyi bir modifikasyon haline getirir bizi.Haliyle hatırlanmaz.Kötü olanlar ise akıldan hiçbir vakit çıkmaz.Blog yazmaya başladığımdan beri bunları daha fazla deşer oldum.Aslında bunları bu şekilde listelemek beni rahatlatır mı bilmiyorum,bilemiyorum. Rahatlatacağını farz ederek geçmişten günüme bağlanan bir manyaktan daha bahsetmek istiyorum.Günüme bağlanmasının sebebi ise,bu fosil kıvamına gelmesine rağmen hala dipçik gibi olan kadını neredeyse haftada bir kere görüyor olmam.

Pek çoğunuz televizyonlarda haberlerde görüyordur bu tarz kadınları nadiren.”Evini adeta çöp eve dönüştüren çöpçü kadının evi,belediyenin ani baskınıyla çöplerden arındırıldı.Kadın bu sırada çok arıza çıkarsa da durumu kabullenince kameralarımıza ‘Önümüzdeki çöp toplama dönemine bakacağız,kökü bende değil mi yiğenim,yine toplarım’ dedi.” (Bu tırnak işareti içinde tırnak işareti olayı da ayrı bi derinlik katıyor sanki olaya ha,daha sık kullanmak lazım.Her neyse.) İşte ben aynen resimde gördüğünüz kadının başörtülü versiyonu olan çöp kadını neredeyse 18 yıldır görüyorum.

Öyle bi kadın ki bu,daha hayatımda hiç hastalanıp da bir gün çöp toplama işini aksattığını görmedim.Allah için çok çalışkandır.Sabah 9-Akşam 7 hiç durmaz.Mikroplara karşı bağışıklıktan öte bi ilişkisi olmuş artık kadının.Mikroplarla dost,hatta enseye tokat g.te parmak samimiyetinde.Mafya babası gibi saygı görüyor pisliklerden ve mikroplardan.Kimse yan gözle bakıp da hastalık bulaştıramaz yani.Senin benim gibi bi adam o pisliklerle bi gün oynamaya kalkışsa yemin ederim vebadan geberir.Lakin bu kadın evde nefes alacak boşluk bile bırakmayacak şekilde istifliyor çöplükleri.Belki de onları canlı sanıyordur.Birkaç yıl ara sıra polisler ihbar üzerine gelip eve cillop hale getirseler de onlar da pes etmiş olacak ki artık önünden arabaları bile geçmiyor.

Manyak karının kendine eziyet ettiği yetmezmiş gibi bir de sağda solda ne kadar köpek varsa toplayıp tıkıştırmış evin yanındaki küçük yere.Köpeklere bakıp acıyorum ne zaman geçsem ordan.Hayvanlar kudurmuşlar resmen.Yani zincirleri açıp bi salsan etrafta ne kadar adam varsa hepsini mideye indirirler,hem açlıktan hem de sinirden.Ama o pislik kadına yine dokunamazlar.Karı zaten fosil gibi,kemikten başka bişey yok.O derece pislik bir kemik parçasına değil köpeklerin,domuzların bile tahammül edeceğini düşünemiyorum.

Bi de bu manyağın evinin önünde uzun bi demir parçası var boylu boyunca uzanan.Evinin sınır çizgisi gibi görüyor demir uzantısını.Birisi üzerine bastığı zaman ya da sınırın içine girmeye kalkıştığı zaman çok pis bakıyor,ısıracakmış gibi.Bu da benim haftalık eğlencem tabi.Ne zaman evinin önünde çöpleri düzenlerken görsem onu demirin üstünden yürüyorum.Bi gün yakalasa beni o aç köpeklerin yanına atar gibime geliyor.Nejat Uygur’un bi oyunu vardı o geldi aklıma.Orda da “Halıya basma laaayn!” diye bağırıyodu ya her seferinde.Aynı onun gibi.

Bu kadını bu duruma getiren nedir,neden bu kadar yarılmıştır kimse bilemez.Tabi herkesin bi şehir efsanesi var.Bu kadının çok zengin olduğunu da söyleyenler var.Ama benim anlamadığım çevresine pislik saçan böyle pis bi kadını niye alıp bakıma,rehabilitasyona götürmüyorlar?İhtimal her ne kadar düşük olsa da belki kadının bu kafadan kontaklığını çözerlerdi.Böyle meczup bi durumdaki kadını da ortalığın içine s.çıyor diye suçlayamazsın ki.

Ek-1 : Tam olarak hafızamda kalmasa da 2-3 Ağustos civarı çöpçü kadının evine yapılan ani bir baskınla, mekan bal dök yala kıvamına getirildi. Ben bu eki neredeyse 1 ay sonra yazıyorum ve herşey yine eski haline döndü. Çöpçü kadın esktra çöp toplama mesaileriyle açığı kapadı anlayacağınız.

Yazı bittiğinde “Nightingale – Reasons” çalıyordu.