Arşiv: Nisan, 2008

Müziği Sürün! : Audiosurf

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Müzik dinle dinle,bi yerden sonra insan bi boşluk hissediyor,müziğin içinde olmak istiyor.Yanlış anlamayın,müziği çalmak demiyorum,bahsetmek istediğim müziğin içine girmek,içinde dolaşmak.Guitar Hero veya Rock Band türevi oyunlar bildiğiniz üzere bize sadece müziği çalma kısmını yaşatıyor.Bi de Frets on Fire var ama diğer saydığım ikisinin yanında çok tıraş kalıyor.

Manyak fikirlerin firması Valve,içimizdeki ve kendi içlerindeki boşluğu doldurmayı düşünmüş olsalar gerek,karşımıza Audiosurf isimli çok farklı bir fikirle çıkıverdiler.Half Life‘ın Episode bilmem kaç binincisiyle uğraşırken araya böyle daha eğlencelik şeyler kıstırıyorlar demek ki.Half Life öncesi bundan kazandıklarıyla cebe 3-5 çerez parası atmayı da amaçlamış olabilirler.Ama oyunu hangi fikirle hazırlamış olurlarsa olsun,gerçekten çok dahiyane olduğunu düşünüyorum.

Audiosurf iki tane türün kırması gibi bişey.1.si casual oyunlar diye tabir ettiğimiz blokları birleştir,yok et ya da dopları doparla tarzında hazırlanan,insanlara günlük 20şer dakikalık eğlence sunan,en çok PopCap Games‘in yaptığı oyun tarzı.2.si ve asıl önemli olan kısım ise müziği uzay aracı ile sürme kısmı.İşin güzel yanı ise,istediğimiz herhangi bir müziği sürüyor olabilmemiz!

Oyuna girdiğimizde,sürüşümüze başlamadan önce,her zaman bir adet şarkı yüklememiz isteniyor.Şarkıyı yükledikten sonra,yaklaşık 10 saniye şarkı analiz ediliyor ve ardından pistin hızı,kıvrımları,inişleri çıkışları şarkıya göre hazırlanıyor.Oyuna başladığınızda gerçekten çok şaşırıyorsunuz.Pist şarkıya göre anca bu kadar uyumlu olur.Ne kadar hızlı,delicesine bi şarkı koyarsanız,puan toplamanız o kadar zorlaşıyor.Çünkü pistte müziği sürerken,asıl amacımız önümüzdeki blokları toplayıp onları bir seri halinde birleştirdikten sonra puan kazanmak.Her şarkının ayrı bir skor tablosu var ve yaptığınız skor Steam servisinin skor tablosuna işleniyor.Böylece dünyanın herhangi bi yerindeki lavuğun birine Misfits‘in Green Hell şarkısıyla meydan okuyabiliyorsunuz.

Şu an oyun geliştirme aşamasında,hatalar gideriliyor,yeni şeyler ekleniyor.Oyunu www.audio-surf.com adresinden indirebilirsiniz.İndirmeden önce ilk olarak Steam’i kurmanız gerekiyor.Tüm yeni Valve oyunları gibi bu da Steam üzerinden çalışıyor çünkü.Tabi 2 gün sonra oyun ününü iyice yayınca bunun da crackinin yapılacağı aşikar.Kesinlikle denenmesi gereken farklı bir oyun ve müzik deneyimi olduğunu düşünüyorum.Aşağıya Blur-Song2′nin videosunu koydum.”Wooo-Hooo” kısmında ortam bayağı coşuyor.

Yazı bittiğinde “A Silver Mt. Zion – God Bless Our Dead Marines” çalıyordu.

Buono,il brutto,il cattivo (1966)

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Babamın pazar günü Trt‘de (aka title – tırt),onun haricinde MGM‘de çıkan,konulu veya konusuz (bu konulu konusuz seçeneği zaten bi pornoda var,bi de westernde) her türlü western filmini izlemesinden dolayı içimde westerne karşı hep bi tiksinçlik duygusu taşımışımdır.Zamanında acayip bi seri üretim tadında gitmiş adamlar da.Eline iki silah verip,çölümsü mekanlara götürdükleri adamlarla üçer beşer western çekmişler.Bu yüzdendir ki,çoğu westernin konusu diğerlerinin klonları gibidir.Şimdi Trt’deki westernlere laf ettim diye sanmayın ki Trt güzel westernler de yayınlamıyor.Arada sırada en kralını da yayınlıyorlar,lakin babam iyi ya da kötü olmasına bakmadan hepsini izliyor.Ooo,John Wayne.

“Bi western eydür benden içerü” demiş zamanında üstad.Doğru demiş,doğru düşünmüş.Kafasındaki en ideal westerni tasarlarken eminim ki The Good,The Bad and the Ugly gibi bişey tasarlamıştır.Geçenlerde western filmlerine karşı olan önyargımı kırmak için bu filmi izlemeye karar verdim.İyi ki de vermişim.

Film 3 adamın para tutkusu üzerine kurulu.”Her westernde böyle zaten lan.” diyebilirsiniz.Ama bu filmi diğerlerinden farklı kılan yegane şey,anlatım tarzı ve filmin izlediği yollar.Oyunculuklara zaten bişey diyemiyorum.Ağzım bi karış açık izledim.Kadim dost mu,yoksa birbirinin sırtını bıçaklamaya çalışan iki insan mı,belli olmayan Tuco – The Ugly (Eli Wallach) ve Blondie’nin – The Good (Clint Eastwood) 200.000 dolara ulaşmak için harcadıkları çabalara ve bi yandan da birbirlerine attıkları madiklere tanık oluyoruz film boyunca.Bir de kötümüz Angel Eyes – The Ugly (Lee Van Cleef) var ki,dillere destan.Tam bir idealist kiralık katil diyebiliriz onun için.Leone,filmin başlangıcında onun da ne kadar tehlikeli ve gözü kara bir adam olduğunun göstererek,paranın yollarının zorlu olduğunu gösteriyor bizlere.

Bu filmi,diğer westernlerden ayıran en büyük özellik,tam olarak ciddi bir çizgiyi takip etmemesi.Yeri geldiğinde mizahı da kullanıyorlar.Özellikle süvarilerle karşılaştıkları sahnede gülmekten çatladım.Bunun gibi,filmin 3-5 yerine espriler çok güzel bir şekilde yerleştirilmiş ve bu espriler seyirciyi işin ciddiyetinden ziyade asıl gitmesi gereken yere,çekişmenin eğlenceli yanına götürüyor.Sergio Leone’nin çekim planlarına ve anlatım tarzına ise diyecek birşey yok.Özellikle kovboyların yüz ifadelerine çok önem verdiği aşikar.Her filme gider mi bilmiyorum ama bu filmde mükemmel bi şekilde duruyor bu yakın planlar.Leone’nin eşsiz anlatım tarzından olsa gerek.Zaten dünyada bu yakın planın patenti Leone’ye ait gibi bişeydir.Öyle ki,Tarantino çekim sırasında yakın plan istediğinde,görüntü yönetmenine “Bana bir Leone yap.” der.Öyle özdeşleşmiştir anlayacağınız.

Amerika’yı yüceltmeyen nadir westernlerdendir.İnsanların salak bir köprü için bile binlerce kan dökeceğinin en önemli simgelerindendir.3 saat bir film için uzun bir süre gibi gelebilir.Ama Leone bu 3 saatin içinde o kadar çok konuya değiniyor,o kadar çok gönderme yapıyor ki,bir 3 saat daha olsa anlatılacakların yeteceğini sanmam.

Du bi dakka,müziklere değinmedim.Gerçi neyine değineyim,Ennio Morricone demek yeter bu olaylarda.Ötesini anlatsak da nafile.Bir westerne daha iyi bi müzik oturtabilen varsa,neyim var neyim yok ona verecem.Benim gibi piyasa malı westernlere vık vık öteceğinize oturun şu filmi izleyin.Bundan sonra daha farklı gözle bakacağınıza eminim Trt pazarlarına.(Buzcevheri hocam elden geldiği kadar bahsettim,yanlış bişey yazdıysak affola.Sen varken bana yazmak düşmezdi bunu aslında :D )

Yazı bittiğinde “The Chuck Norris Experiment – Bastards” çalıyordu.

Müziğin Yanında Olsun – Mp3Tunes

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Dijital ortamda en sevmediğim olaylardan biri 10-15 tane albümü bir araya koyup,onları shuffle yaptırarak dinlemektir.Böyle albüm dinleyeceğime hiç dinlemem.Çünkü dinlediğiniz gerçekten karman çorman oluyor.Her albümün bir kompozisyonu,üstünde yürüdüğü bir çizgi vardır.O kompozisyonu sadece albümü başından sonuna doğru dürüst dinlerseniz hissedebilirsiniz.Ama harala gürele tadında bi Slayer,bi Alamaailman Vasarat,bi Pink Floyd şeklinde çorbaya giriştiğinde bütün albümlerin içine resmen s.çılmış oluyor.Bu dediğim kural albümü ilk kez dinlerken de geçerli değil.Her zaman albümleri tek tek dinlemeyi severim.Yemek yerken lokmaları tek tek yutarım.Homini gırtlak,homini gırtlak gidenlerin sonunu görüyoruz.Ondan sonra midemde kelepçe,ayağımda pranga moduna geçiyolar.

Müziğin ruhun gıdası olduğunu söyleyenler benim düşüncemin zincirinde söylüyor zaten.Yemek yerkenki kaidelerin hepsi müzik dinlerken de geçerlidir.Bilinçsiz müzik dinlencesi kulakta pas yapar.O yüzden elin müziğine,namerdin shuffle’ına muhtaç olmamak için Mp3Tunes isimli bir site keşfettim.

Mp3tunes,benim gibi kendi seçtiği özel albümleri,şarkıları yanında taşımak isteyenler için vazgeçilmez bir site.Elinizdeki şarkıları içine yükleyip,gittiğiniz herhangi bir yerde internet üzerinde dinlemenizi sağlıyor.Siteye üye olduktan sonra Sync Locker isimli upload programlarını indirtiyorlar.Bu programdan gerçekten çok memnun kaldım.Bağlantı hızımızı köküne kadar kullanıp,mümkün olan en hızlı sürede upload yapma imkanını sunuyor bizlere.Site ilk başta 1 GB alan veriyor ve “İsterseniz Premium Locker’a geçip sınırsız yükleyebilirsiniz” diyor.Ama bu aldanmacaya kanmayın.Yaklaşık 1 albüm yükledikten sonra size direktman sınırsız mp3 alanı veriyorlar.

Ben şimdiye kadar 2.5 GB yükledim.Daha da fazla yüklerdim ama program upload sırasında interneti göçerttiği için ara sıra açabiliyorum.Müzikleri yükledikten sonra site üzerinden “Kilitli Dolap“ımıza giriyoruz ve çok çeşitli seçeneklere göre albümümüzü dinliyoruz.Sadece şu grup çalsın,sadece şu playlist çalsın,ya da shuffle yapsın gibi pek çok seçenek mevcut.Müzik çalarken hiç kesilme olmuyor.Son derece kaliteli bir site.

İnsanın kendi mp3lerini dinlemesi gibi var mı be?Hangi internet cafeye gittiğinde mp3 klasöründe Classic Rock’ın en önemli seçkileri oluyor?Cafelerdeki mp3 klasörlerine baktığınızda şu tip klasörleri görmeniz daha muhtemeldir : Kop kop,disko,tekno,son inenler,90,prodigy.Tabi bunların arasına ufak tefek Metallica ve Red Hot Chili Peppers da saçılmıştır illa ki.O albümler de her zaman yarım yamalaktır.Bunların içinde Sağlam bi Erkin Koray bulabilirsem her zaman tercihim odur.Yani o oluyordu.Artık Mp3Tunes olduğu için bu tiltasyonik durumlara girmiyorum.Her ne kadar evde de dükkanda da internet olsa,hala anahtar taşıma alışkanlığı edinemediğim için kapıda kaldığım durumlarda internet cafeye gitmem gerekiyor.

Yazı bittiğinde “Steve Hackett – Hands of the Priestess,Part I” çalıyordu.

Mim Part V : Fak Diz Layf!

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Blog aleminden bol küfürlü bir blog (Siqtir.com) yeni bir mim başlatmış.Sövüp savma,kalaylama üzerine tezlerimizi istiyor.Bana da doğrudan gelmedi,y4lcin blog tarafından alternatif akımla elime geçti (İster AC/DC diyin,ister cinselliğe gönderme).Madem 3-5 soru sorulmuş,biz de 6-7 kelam edelim.(Her zaman fazladan edilecek 1-2 cümle vardır hesabı)

Dünyada her gün nefret ettiğin,içinden sövdüğün şeyler nedir?
-Çok sevdiğim bi Snoopy yastığım var.Annem bunu hergün pencere rüzgardan,cereyandan kapanmasın diye arasına destek yapıyor.Her ne kadar 80 kere anneme “Yapma,etme,koyma” dediysem de laftan anlamamıştır.Her sabah o yastığı orda görmek tilt ederdi beni.Ama şimdi yastığı sakladım ve bu durumdan kurtuldum.Bunun haricinde bilmediği her konu hakkında uzmanmışcasına etrafına yorumlar yağdıran,bilen adamı da bilmezmiş gibi lanse edenlere acayip sövüyorum yani,öyle böyle değil.Ama en çok MSN’ine uyduruk kaydırık iletiler yazanlara (bıjı bıjı yapıooooo,meşkuuuul,uyuoooo,domalııooo,aşkısıyla konuşuoooo) küfrederim.Tabi bunların aslında çok ufak tefek şeyler olduğunu düşünürsek,pek de sinirli bir insan olmadığım,sadece kızmak için ufak tefek sebepler aradığım düşünülebilir (2. sebep hariç)

Bu blog dünyasında sevmediğin,hakkında kötü şeyler düşündüğün insanlar var mıdır?
-Sosyal hayatımda da pek olmamıştır sevmediğim,hani salaksa o kişi en fazla bi kere diyaloğa girmişimdir zaten.Blog yazan insanların en hıyarı bile sosyal yaşantımda rastladığım çoğu 2 cümleyi bir araya getiremeyen angutlardan daha iyidir.Yani en kötüsü bile bişeyler yazmak için bi çaba harcadığı için takdir ederim.

Çok küfür eder misin?Yeri geldiğinde “Fak Diz Layf!” diyebilir misin?
-Küfür konusunda tam bir duayen olduğumu söyleyebilirim.Çeşitli küfürleri kombine ederek ortaya yeni küfürler çıkarmak benim için bir eğlence kaynağıdır.Özellikle arkadaş ortamlarında küfür konusunda raydan çıktığım zamanlar oluyor.İnsanlar ettiğim küfüre güldükçe daha da çok küfür edesim geliyor.O dallamalar eğlenirken ben günaha giriyorum,orası kötü tabii.Ama küfürün her zaman Türkçenin mezesi olduğunu düşünmüşümdür.Bir insana gerçek anlamda hakaret etmediğin sürece ve karşı taraf geyiken küfrettiğini bildiği sürece küfürde bir sakınca görmüyorum.Ayrıca benim gibi küfürbaz bi adamın blogunda çok nadiren küfür kullanmasına şaşıyorum.Şaşmıyorum değil.

Küfürlü bir blog gördüğünde ne yaparsın?
-Küfür deyip geçmemek lazım.Bu olay da rot balans gerektiren,denge ve gücün eşit kullanımını isteyen bir olaydır.Lastiği patlamış bi Formula arabası gibi langır lungur gidiyorsa o blog,ben de onun gelmişine geçmişine girişirim.Ama prospektüse göre yazan bi yerse tabi ki takip edip,yeni küfürler kapmamam için bi sebep yok.

Bu soruları nasıl buldun?
-Küfür konseptli bi blogdan başka nasıl türlü bi mim bekleyebilirim ki?Olası. :D

Selam olsun Bolu Beyi’ne,selam olsun dolu beyine : Bekircem , Cevval Portakal , Onurr , Beyn , Buzcevheri , Taylanov , Henster

Mim bittiğinde “The Trashmen – Surfin’ Bird” çalıyordu.

“Daha Hızlı! Daha Hızlı!” – Powerball

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Bunlardanistiyorum.com‘dan nefret ediyorum.Ne zaman girsem,paramı üstüne gözümü kırpmadan yatıracağım bişey çıkıyor çünkü.O yüzden çok nadiren uğramaya çalışıyorum.Bendeistiyorum.com da öyle.Bana uzak,Allah’a yakın olsunlar.Geçen T-Equalizer almıştım.Harbiden süper bişey.Önünde eşşek kadar equalizer ekranıyla sokakta bütün dikkatleri üzerine topluyor.

Geçenlerde yine bi ürüne çarpıldım.Powerball diye bi top.Daha doğrusu topaç.Adı ne kadar güç verici bir çağrışım yapıyor değil mi?Albenisine dayanamadım,65 kağıdı verdim,aldım.Ürünü bekleme sürecinde içime,”Bu ürüne bu kadar para bayıldım ama harbiden beni tatmin edecek mi?” diye bi korku yayılmadı değil.Ama Bunlardanistiyorum’un kalitesine güvendiğim için şüphem pek fazla sürmedi.Daha doğrusu,tam olarak şüphe bile edemeden cart diye kargoyu gönderdiler.Smile ADSL reklamında adam birden evleniyo ya,onun gibi.

Esrarı,kokaini bitmiş müptelalar gibi kutuyla odada koşturmaya başladım.Bıçak arıyordum,ama bıçağın mutfakta olduğunu düşünecek kadar bile mantığım yoktu o an.Ne bileyim,böyle şeyler çok heyecanlandırıyor beni.Hiç etrafımda kullanan birini görmedim,dokunmadım sonuçta.Uyuşturucu müptelası gibi çatır çutur girişerek açtım kutusunu.Top,tüm asaletiyle karşımdaydı.Neyse sosyal mesaj kısmına geçelim.Bi ürünü aldığımda kullanma kılavuzunu okumadan kullanmam,içimde her ne kadar onunla oynamak için yanıp tutuşan bir ruh olsa da.Sabredip okudum.”Topu ilk aldığınızda rekor girişimi yapmayın,sağınızı solunuzu sakatlamayın” diyordu.”Ben de babalar bişey biliyodur herhal.” dedim.Dedikleri şekilde kullanmaya çalıştım.

Bunun bi tane ipi var.İlk hızı sadece onunla verebiliyosun.Başlarda birkaç başarısız topu,döndürememe deneyiminden sonra,topa ilk hızı verebildim.Bir an kutudaki “6000 deviri başlandıçta geçmeyin!” uyarısı çıkıverdi aklımdan.Zaten sanmıyorum ki,bu aleti eline alan bi erkek bunu ilk gününde bile olsa “Tın tın” diye çevirsin.Olacak iş değil.gerçi başlangıçta tecrübe de eksik olduğu için hızı istesen de kökleyemiyorsun,bileğin yoruluyor.İlk gün 5-6 kere mıncıkladım aleti,2 kere 7000 devire yaklaştım.Serçe parmağıma baktım,su toplamıştı,topu sıkıca sarınca ağrıyordu.Haliyle topu,doğru dürüst çeviremez oldum.2 gün oldu,hala parmağımdaki yara geçmedi.Sanırım sakat parmakla 8923 devire ulaştığımdan geçmedi.

Ürünün 4 çeşidi var.En basit olanı sadece döndürmeye yarıyor ve üstünde kaç devir yaptığınızı ölçen sayaç var.2.sinin adı,Powerball Neon.Ben de bundan aldım.Ne kadar hızlı çevirirseniz,o kadar kuvvetli ışık fışkırtıyor etrafa.3.sü özel üretim Signature ve son modeli de profesyoneller için Metal Powerball.Normallerine göre kat be kat ağır ve çevirdiğinizde çok daha yüksek baskı uyguluyor kollarınıza.Belki bir dahakinde ona geçebilirim.Ömür boyu garantisi de cabası.

Sonuç olarak bu aleti aldığımdan dolayı oldukça memnunum.Hem eğlence veren,hem de kol,bilek ve omuz kaslarınızı geliştiren bunun gibi kaç tane alet var ki?Tam erkek işi.Hızlı çevirdikçe,daha da hızlı çevirmek istiyorsunuz.Ama bilekleriniz müsade etmiyor.Zaten olayı zorlarsanız,aletin fırlayıp,evinizdeki en değerli aleti hacamat etmesi muhtemel.Topaç elinizde dönerken 18 kilograma kadar ulaşıyor çünkü.Powerbal rekoru 16553 devirle Akis Kritsinelis isimli bi Yunana ait.Adam bunu çevire çevire kas manyağı olmuş.Ama and ettim,rekoru elin Yunanından alacam,hele şu serçe parmağım iyileşsin.

Yazı bittiğinde “Suicidal Tendences – Emotion No. 13″ çalıyordu.