Rezalet bir oyun : Cheetahmen 2

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Bunca yıldır gördüğüm,oynadığım,izlediğim şeylerin akabinde çıkardığım sonuç şudur:Yapılan işin ayrıntısızlığı,basitliği pek mühim değildir.Mühim olan insanları peşinden sürükleyebilecek bişeyler çıkarıp çıkarmadığındır.Örneğin PacMan.Ne kadar basit,ayrıntısı ne kadar az.Ama bir gençliği yıllarca peşinden götürmüştür.Ya da Tetris,yılların eskitemediği,insanların hala birbirine meydan okuduğu oyun.Hepsinin en büyük özelliği basit mantığı eğlenceyle birleştirebilmesi,samimiyetidir.
Ama 1990′ların,oyun sektörünün gelişmiş olduğu yılarda öyle bi oyun yapılmış ki düşman başına desem yeridir.Oyunun adı Cheetahmen ve tahmin edebileceğiniz gibi bi çitaadamla oynuyoruz.Maymunadam,vampiradam,örümcekadam,öküzbaşlıadam bitti,bi bu eksikti.Zamanında 1500 kopyası yapılmış.Ama ortaya rezalet bişey çıktığını görünce hemen kenara köşeye atmışlar.İyi ki de öyle yapmışlar.Bu oyun bir neslin sağlığını mahvedebilirdi.Özürlü çocuk doğumları,kanserler artabilirdi bu oyun yüzünden.Abartmıyorum,gerçekten rezalet bir oyun.
Cheetahmen’imiz abidik gubidik,ne idüğü belirsiz mekanların üzerinden hoplaya zıplaya ateş ederken,bi yandan da ne idüğü belirsiz,alakasız,birbirinden salak yaratıklarla savaşmak zorunda.Bunun yanında bir yandan da Süper Mario’daki gibi kare taşlara vurup içinden güç almakta.(En azından ben öyle tahmin ediyorum.)Sonraki bölümde Cheetahmen’imiz daha büyük bi hale geliyor,adeta izbandut gibi.Ele avuca sığmıyor kerata.Ama ekrana da sığmıyor.Zıplıyor zıplıyor,ama yere değmiyor,zaten havada yürüyor.Hele bir bölüm sonu düşmanları var ki akıllara zarar.Cheetahmen’e saldırmayı bırakın,salak salak oldukları yerde hiçbişey yapmadan dolaşıyorlar.
Bu oyunu download edip oynayabilirsiniz.Ama hiç bulaşmayın derim.Ya da aşağıdaki oyunun videosunu izleyin,izlemeden önce sakinleştirici ve mide bulantısı hapı almayı unutmayın, ve daha sonra oyunla ilgili son kararınızı verin.
Oyunu http://www.romnation.net/srv/roms/28760/nes/Cheetahmen-2-Unl-U.html adresinden indirip indirmemek size kalmış.Yasal yükümlülüğü tamamen NES’e aittir.Sonra gelip bana yok efenim kızıma şu oldu,oğluma bu oldu deyip dava açmayın.

Yazı bittiğinde “Godsmack – Speak” çalıyordu.

Simpsons 1. Sezon İzlenimleri

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Nerdeyse Simpsons dizisiyle yaşıtım.Sadece son bi kaç sezona yetişebildim o yüzden.Hep kafamda bütün sezonlarını indirip,hepsini izleyip,tren garında “Yedim bitirdim ulan ben bu diziyiii!” diye bağırma arzusu vardı.(Haykırdığın ortamın atmosfer de önemli tabii)
Her zaman methettiğim şu torrent dünyasına girdikten sonra Simpsonmış,Family Guy’mış baktım çatır çutur iniyor.Her ne kadar Türk Telekom’un verdiği bağlantı kalitesini sevmesek de işimi benim bayağı görüyo yani.Bu gidişle bütün sezonları bitirecem.Bütün sezonlar da yaklaşık 50 gb‘a tekabül ediyo Divx olarak.O yüzden tek parça yerine sezon sezon indiriyorum :D
1. sezon gerçekten çok garip geldi bana.Tabi yeni yeni oturan bi dizi,normaldir.Bazı tipler şimdikine göre değişik,bazı tipler kayık.Ayyaş Barney‘nin saçlar da sapsarı,adam gözükmüyo resmen.Moe desen onun da saçlarla tip garip.Jenerik de neredeyse aynı,sadece bi kaç plan farklılığı var,o kadar.Bunun gibi ufak farklılıklar var sadece,yani iskelet yine aynı.Ama beni Homer harbiden dumurların dipsiz kuyularına uğrattı.Bizim şimdiki Simpsons’ta tanıdığımız o sorumsuz,aptal adam değil.(Gerçi oburluğunu hiç bozmamış.)Sorumluluk sahibi,evlatlarıyla ilgilenen,hatta yanlış bişeyler yaptığında ağlayan mızmız bir baba.(İlk 3 bölüm sadece ağladı adam ya.)Biraz daha ileri gidip ailedeki en normal adamın Homer olduğunu söyleyebilirim.Marge bile daha manyak.Bi bölümde Homer’ı aldatıyor hatta.
Bu sezonda ailenin köpek üyesi Santa’s Little Helper‘ın nasıl aileye katıldığını öğreniyoruz.Hem de ilk bölümde.Bi de Palyaço Krusty’nin makyajsız suratını görmek ayrı bi bomba.Homer’ın saçlı versiyonu adeta :D
Başlarda ne kadar normal biri olsa da Homer,Groening dizinin böyle gitmeyeceğini anlamış olsa gerek (doğru tesbit) sezonun sonlarına doğru Homer’ı sapıttırmaya başlatıyor.Sonlara doğru o sinyali aldım.Bakalım 2. sezonda nasıl bi kıvamda olacak Homer.Bi de sanırım dizinin ilk önemli göndermesi Full Metal Jacket filmine ;)

Ayın Tavsiyesi : Sinema Dergisi

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Bi yerde bi adam demişti.Bilmiyorum,belki de eskilerin lafıdır.”Yerde gazete kağıdı görsen bile oku.”Gerçekten çok doğru.Şu beyni paslandırmamak,canlı tutmak,sürekli geliştirmek için illa ki bişeyler okumak gerekiyor.Okuduğumuz kitaplardaki,dergilerdeki,gazetelerdeki (maalesef gazeteleri önerirken 1786 kere düşünüyorum.Ülkemizde çıplak kadın resimlerini basmayı gazetecilik sanan kuruluşlar olduğunu düşünürsek 1786nın az bile olduğunu kabul edebiliriz.Bu yüzden farz edelim ki Radikal gibi kaliteli bir gazete) yazıları,görüşleri okuyup kendimize özel,has bir düşüncemiz olmalı.Herkesin dediğine “he” diyen bi öküz olmak,kendi görüşleri olmayan bir hıyar olmak.Çoğu insan maalesef böyle,ama bu çoğu insanın yüzde 90′ı bunu kabul etmez,etmekle de kalmaz,her konuda bilgili olduğunu sanırlar.Ne üzerine konuşursanız konuşun,o kişinin o konu üzerine k.çından sallayacağı bir yığın uyduruktan cümle mutlaka vardır.
Her ne kadar yazarken konuyu dağıtmak istemesem de,kızdığım insanlar maalesef bitmiyor.Bir de ülkemizde okur gibi gözüken,ama dergileri sadece verdikleri skindirik hediyeler için alanlar var.Benim bildiğim dergi dediğimiz olay alınır,okunur.Yanında bir eki,bir kitap hediyesi varsa o da alınır okunur.Ama son zamanlarda ülkede bir sinema dergisi furyası almış başını gidiyor.Yok şunun DVDyi veriyomuş da,yok bunun DVDyi veriyomuş da.DVD veriyor ama içi bomboş.Fazla isim vermeye gerek yok çoğu derginin politikası bundan ibaret.
Bunların arasında hepsi bir yana,”Sinema Dergisi” bir yana.Merkez derginin yaklaşık 15 yıldır çıkardığı bir dergiden bahsediyorum.Her ne kadar ben son 2 yıldır alıyor olsam da,derginin geçirdiği 15 yılın ne kadar büyük bir tecrübe yarattığı,derginin içeriğinden anlaşılıyor.Bu dergi hiçbir zaman promosyoncular için çıkmıyor.Bu dergiyi beleşçiler,hediyeciler almıyor.Diğer dergiler reklam yaparken bu dergi reklam da yapmıyor.Ama bu dergi kendine has ve özel bir dergi.İşte 15 yıldır bu dergiyi ayakta tutan yegane güç bu.
Derginin son 1 yıldır üzerinden çalıştığı eski yazıları kitaplaştırıp okuyuculara sunarak arşiv oluşturma projesi var.İlk olarak Kült Filmler 1 kitabıyla başlayan bu proje,daha sonra Kült Filmler 2 ve Bir Senaryo Yazmak kitaplarıyla devam etti.3 kitap da birbirinden güzeldi ve film konusunda ufkumu bayağı geliştirdiğini söyleyebilirim.Bu ay dergimiz projesine kaldığı yerden devam ediyor ve Günümüzün Klasikleri 1 kitabıyla yine bize selam yolluyor.Bu kitap Kutlukhan Kutlu’nun Sinema dergisinde yazdığı günümüzün klasikleri üzerine yazıların bir toplaması.İçinde Seven,Matrix,Crouching Tiger Hidden Dragon,American Beauty,Fight Club gibi yakın zamanda çekilen modern klasiklerin ayrıntılı incelemeleri yer alıyor.
Bunun haricinde dergide 2007 genel film değerlendirmesi,Tim Burton dosya konusu ve doğal olarak geniş bir Sweeney Todd incelemesi ilk göze çarpanlar.
Eğer dergiye hala başlamadıysanız,ya da diğer abidik gubidik sinema dergilerinden birini alıyorsanız.Bu ay bu dergiye başlamanızı öneririm.En azından bir deneyin.Göreceksiniz aradaki farkı.Ha unutmadan gelecek ay da Günümüzün Klasikleri serisinin 2. kitabının verileceğini de söylemeliyim.

Deli Profesör’den Anekdot Silsilasyonu : Part 1

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

*Düşünüyorum da Oscar töreni 7 sn. gecikmeyle ekrana verilerek simultane çeviri yapılıyor.Simultane altyazı neden olmasın ki?
*Tabakta kalan tek sucuk genelde ortalığı öyle bi kızıştırır ki,o sırada kardeş kardeşi tanımaz,bıraksan s.ker bile.O yüzden tabakta hiçbir zaman tek sucuk bırakmam.Kalan 3 sucuğun hepsini çatala takıp mideme indiririm.
*Okulda hiç muhabbetin olmayan adamın başka bi ortamda sana kırk yıllık arkadaşın gibi selam vermesi iğrenç bi durum.Suratlarına tükürülesi gavatlar.
*Hayatta asla vazgeçemediğim duygulardan Top10′a sokacak bişeyler düşünseydim,aşırı miktar kola içip 1 saat bekledikten sonra işemenin verdiği o muhteşem hazzı yerleştirirdim güzel bi yere.
*Kasaba programı çok b.ktan,biliyorum.Ama ne zaman denk gelsem sanki hipnotize olmuş gibi 10dk. izliyorum.
*Hayatta en çok nefret ettiğim şeylerden biri telefonla konuşmaktır.Eziyet gibi geliyor.Mesajda zekanı daha iyi yansıtabiliyosun.Kısa film gibi.Kısa mesaj.Ama anlattığı şey o telefonda konuştuğun 10 skindirik dakikadan çok daha fazla.
*Bana “En çok kendine yakın bulduğun film karakteri kim?” deseler hiç düşünmeden Travis Bickle (Taxi Driver) derim.
*Martin Scorsese Woody Allen’a mı benziyor ne?
*Etliye sütlüye hiç karışmam.Mühim olan benim onu yeme anımdır.Yoksa efenim isterse bana göstermeden g.t kılını bile koyabilir içine.
*Yılmaz Vural‘la Hikmet Karaman‘ın tipleri hiç birbirine benzememesine rağmen isimlerini hep karıştırırım.
*İşeme esnasında çişin doğrultusunda tükürüp,çişin içinden tükürük geçirmeye bayılıyorum.
*Tiskinirim” şeklinde konuşanlardan acayip derecede tiksiniyorum lan.Öyle böyle değil.
*Rögar mı logar mı laaaaaaaaaaaan?! (Not : Mehmet Ali Birand Rogar diyor.Bu da 3.sü.)
*Nescafe’ye “Neskahve” diyenlerin dalağını yarıp g.tüne sokmak istiyorum.
*Efenim benim odamda sanki y.rak var.Ne zaman eve misafir gelse ben güzel odamda kafamı dinlerken 2-3 yaşlarında salak çocukları odama girmeye çalışır.Uyuz oluyorum.Odamda jakuzi olsa anlayacam ama.
*Kadın gibi estetik bi varlığa s.çmayı yakıştıramıyorum.S.çtıklarını hayal dahi edemiyorum.Keira Knightley’in s.çtığını düşünmek bana acı veriyor.
*Hele hele sümkürdüklerini zaten düşünmek istemiyorum.Öğk.
*Pizzacılar çalışırken illa ki şapkalarını ters mi takmak zorundalar?Restoranlardaki aşçıların hepsi kıllı mı olmak zorunda?
*Hani filmlerde hep beklenmedik kişiler suçludur ya,e biz beklenmedik kişiyi beklediğimize göre o kişi beklenmedik değil ki.

Yazı bittiğinde “Violent Femmes – Gone Daddy Gone” çalıyodu.

Jeff Martin – Exile and Kingdom

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Dünya müziğine çok şey katan Tea Party diye bi grup vardı bilmem duydunuz mu.Duymayanlar için basit bi çay partisi,duyanlar içinse çok şey ifade eden bi grup.Özellikle doğu kültürünü içlerine sünger gibi emmiş bi gruptu Tea Party.Bağlamasından tut da bendirine kadar kültürümüze çok yakın çalgılar olan aletlerle müziklerini icra ettikleri olurdu.İlk dinlediğimde baya bi şaşırmıştım ve aynı zamanda çok hoşuma gitmişti.
Aslında şimdi olayımız komple Tea Party değil,Tea Party’nin solisti Jeff Martin.Kendisi Tea Party dağıldıktan sonra solo çalışma olayına giren bi Ademoğlu’dur.Her ne kadar Tea Party hastası olsak da bu solo albümü dinledikten sonra kimsenin Jeff Martin’e laf edebileceğini sanmıyorum,çünkü kendisi öyle düşünenlere bizzat kapak mahiyetinde bi albüm hazırlamış.Albümümüzün adı Exile and Kingdom ya da Sürgün ve Krallık da diyebiliriz.Albüme giriş şarkımız kardeşimle yüzlerce defa dinlediğimiz,Play65 gecelerinin vazgeçilmez şarkısı olmuş World is Calling.Doğu kültürü var diye boşuna demedim.Adam bu kültürü kendi solo albümüne de taşımış.Bu şarkıda yoğun miktarda hissedebilirsiniz bunu.Bu şarkı gerçekten aklımı başımdan alıyor.
Akabinde 9 adet şarkımız var.Aranızdan bazı kekolar şöyle diyebilir “Kardeşim 10 tane şarkı var albümün içinde,para verilir mi ona?”.Sorunuzun yanıtı “Evet,siz kekosunuz.”Keşke keko olduğunuzun farkında da olabilseniz.Tarkan,Serdar Ortaç,Hande Yener,Mirkelam gibi ezik özentilerin yığın yığın şarkı doldurulmuş içi boş albümlerini dinleye dinleye paslanmış beyniniz bu albümün değerini anlayamaz.Bu albümdeki tek bir şarkı bile pop dünyasındaki bu eziklerin ömrü boyunca çıkardıkları albümlerin hepsinin toplamından daha özel.
Her neyse bizim işimiz kaliteli müzikle o yüzden size albümün devamında da hüzün ve aşk dolu melodilerle eşlik ediyorum.Daystar‘ı olsun,Lament‘i olsun hepsi birbirinden güzel ve defalarca dinledikçe sizdeki değeri artan şarkılar.Jeff Baba’nın ses de ses hani.Kalitesi en çok kime yakın derseniz,hiç düşünmem,Jim Morrison derim.
Hele hele hele ki bir Angel Dust var ki insanı çok derin kuyulara tepiyor bu şarkı.Bi yerinde kemençe gibi acayip bi aletle solo var resmen orada ağlatıyor insanı çalgı.Şarkılar çok tanıdık geliyor,çok sıcak.Hangisi daha çok ağlatıyor bilemiyorum.Stay Inside of Me ile hüznümüz ve aşkımız pekişirken,Kingdom‘la bu güzel albümün tekrar başlayacak olan sonuna yaklaşıyoruz.Şarkı öyle bi şarkı ki albümün bittiğini düşünmenizi sağlıyor.Ama ardından giren Good Times Song,son şarkı olmasına rağmen mutluluğa boğuyor sizi.Vahşi Batı’da leydilerle dans eden kovboymuşsunuz gibi bi tat var bu şarkıda.Ama tam çıkaramadım.Daha 50 kere dinlersem anca çıkarırım bu şarkının gerçek tadını.
Eğer hala Tea Party ve Jeff baba kültürüne uzaksanız,bu albümü kafanıza vura vura tavsiye ediyorum.Hepiniz somut olarak kafalarınızı bilgisayardan sokup bana danışsaydınız gerçekten öyle yapardım.Sonra parçaladığım albümü sindirin diye ağzınızdan içeri tıkardım.Evet yapardım bunu.

MUHTEVİYAT : 1. The World Is Calling , 2. Butterfly , 3. Where Do We Go From Here , 4. Daystar , 5. Lament , 6. Angel Dust , 7. Black Snake Blues , 8. Stay Inside Of Me , 9. The Kingdom , 10. Good Times Song

Yazı bittiğinde Jeff Martin dinlediğimi sanıyorsunuz ama nayır,Classic Rock radyosunda o sırada çalmakta olan mükemmel parça,Pink Floyd’dan Time idiydiydiydi.