The New Pornographers – Challengers

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Hayatta herşeyde olduğu gibi müzik dünyasında da ünlü olmak için,ilgi çekmek için bir kaç parça garip şeyler yapmak gerekir.Bazen bi kızın ilgisini çekmek için yapmadığı şebeleklik kalmayan adamlar gibi.Ama müzik dünyasında artık uyuşturucu müptelaları,overdosecular,shotçılar,her gün 2-3 kadınla yatanlar garip gelmiyor ya da ilgi çekmiyor.Aslına bakarsanız kendini rockçı veyahut metalci ilan eden bu tipler müziği yozlaştırmaktan başka birşey yapmıyor.

Ama müzik grubu kurup adını “Yeni Pornocular” koyarsanız bu elbetteki insanlara ilginç gelecektir.Sizi birçok tanınmamış grubun arasından çıkarır,daha yüksek bir yerlere koyar.Şahsen bende bu etkiyi yarattı The New Pornographers.Sıradan bir günde,yeni albüm olarak neler var diye baktığımda karşıma çıktı bu naçizane grup.Bir grup adı için hayli ilginçti.Bu yüzden bu albümün yanındaki diğer albümleri indirmek yerine bunu indirdim.İsmi aslında bi yandan cemiyet ismi gibi bişey anımsatıyor bana.Üsküdar’daki Yeni Musıkiciler Cemiyeti gibi.Yeni Pornocular Cemiyeti.

Albümü alıp dinlediğim zaman daha ilk şarkıdan itibaren isimleriyle üzerlerine çektikleri ilginin boş olmadığını anladım.Sonuçta grup Ajdar isimli bir moloz da olabilirdi,ama çektiği ilginin boş olduğunu farkedebilirdik.

The New Pornographers 1997 yılında ,Dan Bejar,Kathryn Calder,Neko Case,John Collins,Kurt Dahle,Todd Fancey,Carl Newman,Blaine Thurier isimli insanlar tarafından kurulan bir Indie Rock grubu.Bu bahsedeceğim güzel albümleri de 2007 yılında çıkardıkları 4. albümleri.Standart bi grup 3-4 kişiden oluşurken bizim pornocularımız 8-9 kişiden oluşuyor ve güzel de ediyorlar.kendi aralarında çatışmalar,anlaşmazlıklar çıkmıyosa ne ala isterlerse 85 kişi bile olabilirler.Müzikte çok seslilikten kim zarar görmüş ki?

Albüm çok hoş ve hafif tınılardan oluşan benzersiz bir albüm.Öyle ki,ilk şarkıları My Right versus Yours bunu bize başından kabullendiriyor.Ayrıca grubun kadın ve erkek solistinin birlikte söylemesi ayrı bi güzellik,ayrı bir tat katıyor şarkılara.Bu olay her tarza,her türü uymaz ama New Pornographers’ın bu albümüne adeta “lök!” diye oturuyor.Challengers‘ıdır Failsafe‘idir güzel,ince bir çizgide bize müziğin dinginliğini ve sevgi dolu yanını yaşatıyorlar.Tabi her dinlenilen albümde olduğu gibi bu albümde de birkaç şarkı daha fazla öne çıkıyor,bana daha fazla sevdiriyorlar kendilerini.Entering White Cecilia ve Mutiny,I Promise You gerçekten bayıla bayıla dinlediğim ve kaç kere dinlersem dinleyeyim sıkılmayacağım şarkılar.Adventures of Solitide ise apayrı bir boşluk hissetiriyor içimde.Grupta kullanılan enstrümanlar sadece gitarla bateriyle sınırlanmadığı için daha ayrı duyguları da hissetmeniz olası.

Bu albümle ilgili anlatacağımı anlattım.Bazı film ve müzik incelemelerinin sonunda “Bunu izleyin,bunu dinleyin” diyorum,ama aslında demem çok saçma.Ben bu albümü eğer burada incelediysem,sonuna kadar arkasındayımdır.İncelediğim albümler her zaman olağanın üstünde olduğu için bir daha “Bunu dinleyin” diyeceğimi sanmıyorum.Yeni bişeyler keşfetmek her zaman güzeldir.The New Pornographers da bu keşfinizin bir parçası olmalı bence.

MUHTEVİYAT : 1. My Rights versus Yours , 2. All the Old Showstoppers , 3. Challengers , 4. Myriad Harbour , 5. All the Things That Go to Make Heaven and Earth , 6. Failsafe , 7. Unguided , 8. Entering White Cecilia , 9. Go Places , 10. Mutiny,I Promise You , 11. Adventures in Solitude , 12. The Spirit of Giving

Mim Part III – Kayıp Eşyalar

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Mal sahibi mim sahibi : Bekircem
Hani bunun ilk sahibi : Serdarca

Bugün günüme biraz sinirli başladım diyebilirim.Kalktım kahvaltımı yaptım.Sonra bilgisayarımı açmak için masaya geldiğimde masada sadece bir adet osuruktan,çalışmayan bir klavye olduğunu gördüm.Onunla makineyi açmaya çalıştım,olmadı.”Ali’ciğim,sen sakin adamsın,böyle basit işlere,kumpaslara gelme” dedim kendime.Sağa baktım,sola baktım.Ne bir mouse vardı ne de klavye.Kanlar yerçekimine meydan okurcasına fokur fokur beynime doluşuyordu.Bir şekilde gittim başka yerden klavye mouseumu aldım.

Bugün blogumda zamanında Level‘da yayınlanmış ilan-ı aşk yazımı ve Chip‘te yayınlanmış “Mangal Kartonu” yazımı dergideki içerikleri taratıp yayınlayacaktım.Ama bilindiği üzere bi günde işler ters gitmeye başladıysa başın belada demektir.Gün boyunca aksilikler devam eder.Dergileri koyduğum masalara baktım.Yerlerinde yeller esiyordu.Deriiiin bir nefes aldım içime sinirimi azaltmak için,ama bu yöntemin de bi işe yaradığını göremedim.Harbiden kıl oldum.Daha saat şu an sabahın 10′u ve aradığım hiçbirşeyi bulamıyorum.

Tam da bu konunun üzerine Bekircem‘in bana kayıp eşyalar konusuyla ilgili mim göndermesi suratımda ufak bi tebessüm oluşturdu.Düşündüm,”Acaba benim bu eşyalarımı Bekircem mi yürüttü?” dedim.Acaba Bekircem de mi Dharma’dandı?(Gerilim dolu bi müzik girer,suratımda şaşkın bi ifade belirir)

Sonra düşündüm bir müddet,”Acaba kaybettiğim başka şeyler var mı?” diye.Ama hafızam genel olarak o kadar zayıftır ki neyi kaybettiğimi bile unuturum.Hah,aklıma bi tane geldi.Dün Sinema dergilerini kurcalıyordum.15. yıl sayısına bi göz atmak istedim.Arşivime girdim ama 150. sayı yoktu.İşte bu beni cidden deli etmişti.Çünkü Sinema Dergisi‘nin okuduğum en güzel sayısı oydu.Derginin içinde “Sinemayı Sevmemizin 150 Sebebi” başlıklı dosya konusu vardı.

Şimdi yazarken aklıma bişey daha geldi.Sanırım beni en çok kızdıran da oydu.Zamanında cipslerin içinden Pokemon tasoları çıkıyordu.Pokemonlarınkini bulmak kolaydı,ama Ash tasosu çok özeldi.Bana çıkmıştı cipsten,amma sevinmiştim.Çocukluğa bak be.Sonra bi gün kayboldu.Tabi tasomu arkadaşın çaldığını farketmiştim.Çünkü 2 gün sonra onun da elinde vardı aynı taso.O günden sonra onunla muhabbeti kestim.Çaldın,çalmadın diye de hiç bahsetmedim,belki bi gün bu durumu bana itiraf eder diye.”Taso lan o,minicik bişey,ne değeri var ki?” diyebilirsiniz.Burda önemli olan onun çalınması değil,en iyi arkadaşım tarafından çalınmasıydı.Beni sinirlendiren yegane olay buydu.

Selam olsun Bolu Beyine,selam olsun dolu beyine : zzarpandit , okyanustakiruzgar , alisko , sonver

Yazıyı bitirdiğimde hiçbişey çalmıyodu,çünkü hoparlör kablosunu da bulamadım!

Klasik Sahne : Seven

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Bir sinefilin sinema hayatında olmazsa olmaz bir kuralı vardır : Filmi izle ve önemli replikleri ezberle.Filmleri güzel yapan,genelde içindeki “dışın dışın” sesleriyle adam öldüren silah sesleri değil,vurucu konuşmalardır.Geçen bi diyaloğa şahit olmuştum film satan bi dükkanda :

Müşteri:Abi bu American Gangster nasıl bişey,iyi mi?
Satıcı:Yok be hocam bi numara yok onda,sadece konuşuyolar,bi atraksiyon matraksiyon yok,aldığına değmez.

Hey gidi hey be bakın siz şu işe.Koskoca efsane yönetmen Ridley Scott‘ın Top 250′ye girmiş,ustaca diyaloglarla bezeli filmini al,2 dakikada madara et.Zaten bunu her zaman demişimdir.Daha da aksini düşündürecek bir tane kişi göremedim : Nedendir anlamam,film satıcıları hep filmlerden anlamayan insanlardan oluşur.Filmi izlemeyi bırakın,çoğu film satıcısı filmlerin adlarını bile bilmez.Bazıları da bildiğini sanıp kartona yazar.Geçen gördüm,adam elindeki filmleri kartona yazmış kapının önüne koymuş.El yazısı o kadar berbat ki,hiçbirşey anlaşılmıyor.Onu da geçtim.Bi adam Rocky Balboa‘yı “Rakı Balboa” diye yazar mı Allahaşkına.Hadi sokaktaki teyze,sokaktaki amca ilgilenmiyordur,yazamaz.Ama sen bi film satıcısısın be kardeşim,işin bu.Bi filmin adını yazamayıp,hakkında en ufak bişey bile bilmiyosan ne işin var orda değil mi ama?Türkiye’deki bazı insanlar böyle.Her işi kolay sanırlar.Her işi yapabileceklerini sanırlar.Bu insanlar türedikçe işte böyle manzaralar oluşuyor.

Evet,replik diyordum.Bi film satıcısı zaten filmden anlamadığı için replikle de uğraşmaz.Ama ben burada gerçek sinefiller için arada sırada filmlerin özel sahnelerinden,güzel,düşündürücü diyaloglar sunacağım size.
Bugün sunacağım diyalog,David Fincher‘ın 1995 tarihli filmi Seven‘dan.Son derece kasvetli bir şehrin ortasında 2 polis memuru.Ve onları şapşallaştıran,kendini ahlak bekçisi sanan bir adam.Adından da anlayacağınız gibi 7 ölümcül günah üzerinden yola çıkan bu filmde seri katil John Doe (Kevin Spacey), dedektif Somerset (Morgan Freeman) ve Mills (Brad Pitt) arasında filmin sonlarına doğru geçen o düşündürücü diyaloğu sizinle paylaşmak istiyorum.

Mills : Kafamda canlandırmaya çalışıyorum da,belki yardımcı olabilirsin.Bir insan deliyse,senin olduğun gibi,deli olduğunu biliyorsun değil mi?Bir şey okurken,pisliğine otuzbir çekerken durup kendine bakarak, “Hey,ne kadar çılgınım,gerçekten öyleyim” diyor musun?
Doe : Bana deli demeniz sizi rahatlatıyor.
Mills : Çok rahatlatıyor.
Doe : Anlamanızı beklemiyorum.Ama bu benim tercihim değil.Ben seçildim.
Somerset : Her neyse.İnancından şüphe etmiyorum.Ama bir çelişkiyi göz ardı ediyorsun.
Doe : Neden bahsediyorsun?
Somerset : Sorduğuna sevindim.Eğer yüksek bir güç tarafından seçildin ve yapmaya zorlandıysan,niye bu kadar zevk aldığını merak ediyorum.Onlara işkence yaparken zevk aldın.Bu kendini Tanrı’ya adamaya uymuyor değil mi?
Mills : John?
Doe : Dedektif Mills’in benimle penceresiz bir odada baş başa kaldığında alacağından daha fazla zevk duymadım.Doğru değil mi?Ceza görmeden beni dövmen ne kadar hoşuna giderdi değil mi?
Mills : Beni incitiyorsun.Asla yapmazdım.
Doe : Sadece sonuçlarına katlanamadığın için yapmazdın.Gözlerinden okunuyor.İşini yapan birinin zevk almasında kötü birşey yok.Her suçu,suçluya yöneltmedeki kişisel zevkimi inkar edemem.
Mills : Bir dakika dur.Bütün yaptığının masum insanları öldürmek olduğunu sanıyordum.
Doe : Masum mu?Dalga mı geçiyorsun?Şişmanlıktan ayakta bile duramayan iğrenç bir insan.Arkadaşlarına gösterip eğlenebileceğin türden birisi.Yemekte karşılaşırsan yemeğini bitiremeyeceğin birisi.Avukata bakalım.Bana bunun için bir teşekkür borçlusunuz.Bütün hayatını aldığı her nefeste yalan söyleyip katiller ve tecavüzcüleri dışarıda tutmak için para kazanmaya adamış birisi.
Mills : Katilller?
Doe : Bir kadın.
Mills : Katiller,senin gibi mi?
Doe (Sesini daha da yükselterek) : Bir kadın!Dış güzelliği olmaksızın yaşamaya devam edemeyecek kadar içi çirkin bir kadın mı?Bir uyuşturucu satıcısı.Gerçekte bir oğlancı.Hastalık saçan .rospuyu da unutmayın.Sadece boktan bir dünyada onlara masum deyip yoluna devam edersin.Ama mesele bu.Her sokak köşesinde,her evde ölümcül bir günah var.Ve biz görmezlikten geliyoruz.Görmezden geliyoruz,çünkü kanıksadık.Havadan sudan şeyler gibi.Sabah,öğle ve akşam görmezden geliyoruz.Artık öyle olmayacak.Emsal olacağım.Yaptığım şey sonsuza kadar unutulmayacak…Bilinecek…Hatırlanacak.
Mills (Alaycı bir şekilde) : Evet.Büyüklük hayalleri.
Doe : Bana teşekkür etmelisin.
Mills : Neden John?
Doe : Çünkü bundan sonra meşhur olacaksın.Unutma dedektif,burada olmamın tek nedeni ben istediğim için.
Mills : Hayır.Eninde sonunda yakalanacaktın.
Doe : Gerçekten mi?Bunu nasıl yapıyordunuz?Vaktinizi nasıl geçiriyordunuz?Yoksa benimle oynuyor muydunuz?Tuzağınızı kurana kadar 5 “masum” insanın ölmesini bekleyerek mi?Bana karşı kullanabileceğiniz tek geçerli kanıt yanınıza gelip teslim olmamdı.
Mills : John.Sakin ol.Evini bulduğumuzu hatırlıyorum.
Doe : Bu doğru.Ben de suratını dağıttığımı hatırlıyorum.(Öne doğru yaklaşarak) Yaşıyorsun,çünkü seni öldürmedim.
Mills : Tamam.Yerine otur.
Doe : Hayatını bağışladım.
Mills : Yerine otur.
Doe
: Bundan sonraki hayatında,veya bağışladığım hayatında mı demeliyim,aynaya her baktığında bunu hatırlayacaksın.
Mills : Yerine otur lanet pislik!Lanet çeneni kapa!Sen mesih falan değilsin.Sen sadece haftanın filmisin.En çok,boktan bir tişörtsün.
Doe : Bu insanlara acımamı bekleme.Onlar için Sodom ve Gomora’da ölen binlerce kişiden daha fazla üzülmedim.
Somerset : Bir şekilde Tanrı’nın işini yaptığını mı söylüyorsun John?
Doe : Tanrı Esrarengiz şekillerde çalışır.

Yazı bittiğinde “Pink Floyd – Dogs” çalıyordu.

Hatun Külliyatı : Chickipedia

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

İnternetteki insanların %10′u bu ortamı önemli işleri için kullanıyorsa,%90 gibi büyük bi kesimi de daşhak keyfi olarak nitelendireceğimiz,Facebook,MSN,Porntube gibi mekanlarda bel çürütüyor.Tabi ki eğlence işi olarak da interneti her zaman kullanmalıyız,ama takıldığım nokta şu : Bu %90′da bahsettiğim insanlar bu bilgisayar denen mükemmel teknoloji ürününü çöpçatan,pezevenk bi aletten öte göremiyor.E,böyle olunca da sağda solda bilgisayarın ne işe yaradığını bilmeyen kara cahiller bu alet ve internet hakkında ters düz konuşuyorlar.Misal : “Ahlaksızlıklar,sapıklıklar herşey bu alette.Bu aleti eve sokmayacaksın.Faydasız bi alet bu.” ya da “Arkadaş,geçen Google’a morg yazdım,bi baktım adamı kesiyolar.Nası dinsiz imansız bi alet bu.Bunu bulan dinsiz cehennemlerde yansın.”

Gördüğünüz gibi insanlar hem olayı kendi elleriyle amacından uazklaştırıyorlar,hem de pişkin pişkin kendi aradıkları,kendilerine bulaştırdıkları cehaletin faturasını bilgisayara kesiyolar.Sizce internete bişey öğrenmek için giren birinin otopsi diye bi arama yapmasının manası var mı?
Benim şimdi bahsedeceğim Chickipedia da her zamanki gibi işini ve keyfini bilgisayara dengeli dağıtanlar için bir site.Yok “Her daim bu siteye girerim,abazanlığıma abazanlık katarım” derseniz orası da bileceğiniz iş.Öyleleri de yok değil.Sabah akşam akıllarında porno veyahut kadın resimleri olan insanlar.

İnternette ya da somut piyasada yeni bişeyler çıkıp popüler olduğu zaman onun isminin bir kaç harfi değiştirilip,popülerliğinden faydalanarak yeni bir site yapılır.(Youtube-Porntube,Facebook-Hatebook)Chickipedia da Wikipedia‘nın sürekli artmakta olan popülaritesini kullanarak meşhur olmuş bir site.Ama kullanmasa da meşhur olurdu bence.Zira kadın ansiklopedisi mantığıyla bir site yaptığın sürece adını ne koyarsan koy,tutmaması işten bile değildir.

Gerçekten güzel bi külliyat.Aradığınız hatun hakkında belli başlı bilgilere ulaşabiliyorsunuz.Örnek vermek gerekirse;vücut ölçüleri,boyu,kilosu,hobileri,yaptığı işler.Bi yığın bilgi.Tabi bunlarla pek az kişinin ilgilendiğini düşünüyorum.Sitenin daha ilgilendirici bi yanı varsa o da hatunların güzel güzel resimleridir.Ve bu resimleri inceleyerek yeni hatunların keşfine çıkmanın verdiği eğlence.Her buldukları resmi koyup siteyi çöplüğe çevirmemişler.Bu yönlerini çok takdir ettim.Sadece içlerinden gerçekten güzel olan resimleri ayıklıyorlar.Bunun yanında bir de anasayfada haftanın güzeli hafta boyunca teşhir ediliyor.

Ama ne olursa olsun sonuçta boş işler.Burdaki hatunlara bak bak nereye kadar.İnsan bi yerden sonra somut verilerle karşılaşmak istiyor.Yok efenim yoksa Lost’ta Kate Sawyer’a vermiş,o ona vermiş bu buna vermiş beni ne ilgilendirir.

Edward Scissorhands (1990)

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Söyleyin bakalım,hortlakların,ecinnilerin,ucubelerin insancıllaştırılmış versiyonları denince ilk kim geliyor aklınıza?Yok lan,ne Hasan Karacadağ’ı?K.çınızdan uydurmayın.Ben Tim Burton‘dan bahsediyodum.Hani şu b.k çukuruna düşmüş gibi saçlara sahip bi yönetmen var ya,aha o.Tabi ilk başta yaptığım tabirde,son çektiği Sweeney Todd filmini ayrı tutmalıyım,zira orada bir yaratıklaşma,hayvanlaşma hikayesi var.Aslında düşündüm de Tim Burton’ı kalıba sokmak da pek doğru değil.Kafasına göre takılan bi adam.(bkz. Big Fish)

Film,makyaj malzemeleri satan bi kadının,esrarlı bi şatoya gidip,oradaki ucubeyi,Edward Scissorhands‘i (Johnny Depp) eve getirmesiyle başlıyor.Peki bi insan neden bi ucubeyi eve getirir?Bilinmez.Ama bunun içinde komşular içinde popülariteye sahip olma isteğinin yattığını söyleyebilirim.Zira kadın amacına ulaşır,Edward Scissorhands çevredeki bütün meraklı komşuların göz bebeği olur.Bunun sebebi de makastan oluşmuş ellerini çok yeteneklice kullanıp kadınlara çok güzel saç modelleri yapmasıdır.Edward,yarım akıllı,yarım kalpli bi adamdır.Bu yüzden bazı komşularının ona kur yaptığını da anlayamaz.Ama ne de olsa yarım kalp var dedim ya,onu alıp eve getiren kadının kızına içten içe bir aşk beslemeye başlar.Hatun da hatundur hani.Bizim ufacık,tefecik,elbise hırsızlığı yüzünden zamanında prestiji sarsılan Winona Ryder‘dır esas hatun.

İşin garip yanı,filmde insanlar nerdeyse Edward’ın ne olduğunu,ne hissettiğini;kısacası hiçbirşeyini merak etmezler.Sadece makas bıçak setinden başka birşey değildir çoğu için Edward.Zaten filmin en başında Tim Burton’ın bu yapaylığı sağlamak için elinden geleni yaptığını görüyoruz.İnsanların yaşadığı bu minik,minyatür kasaba,gerek evleriyle,gerek insan tipleriyle,gerek arabalarıyla adeta bir yapaylık abidesidir.

Filmin tahmin edebileceğiniz gibi asıl eğildiği nokta Edward’ın normal insanlara karşı yaşadığı adapte sorunu ve kendi içinde yaşadığı çözülemez acılar.Kendisinin yarım bir ucube olduğunu bildiği için hep çevresine karşı bir eziklik hisseder.Film başlangıçta karın nasıl yağmaya başladığını anlatarak girse de asıl olayımız bir ucubenin bir güzele aşkıdır.

Tim Burton,kendisini en iyi anlatan hikayenin bu olduğunu söylemiştir.Aslında söylemesine de gerek yok Edward’a yaptığı saç modelinden bunu anlayabiliriz.Bu film bir nevi imgelerle tamamlanmış yönetmenin otobiyografisi niteliğinde.Tim Burton’ı seven ve daha yakından tanımak isteyenler için mükemmel bir film.”Amaaan bre,yemişim Tim Burton’ı beyav,bana film getirin.” diyenler için de mükemmel bir film.Aynı zamanda bu filmi izlediğinizde Johnny Depp’in ne kadar çok yönlü bir oyunu olduğunu bir kez daha göreceksiniz.İzlenmeli mi?Kesinlikle.

Favori Replik
Kim : Sarıl Bana.
Edward : Yapamam…

Yazı bittiğinde “Al Di Meola – Tao” çalıyordu.