Electric Six – Danger!High Voltage!

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Çok gariptir,ne zaman yoldan çıkmış bi konudan bahsetmeye kalkışsam Cuma gününe geliyor.Edgar Porn‘u da Cuma günü yazmıştım.Sanırım Cuma gününün haftanın son iş günü olması vücutta hafif bi afrodizyak etkisi yaratıyor.Başka türlü açıklayamıyorum.Gerçi Yılmaz Erdoğan‘ın da dediği gibi,Cuma’ları cami dolusu dua edip,akabindeki günlerde taburlar dolusu yalan söyleyen bazı adamlardan iyiyimdir yine.

Electric Six öyle bi gruptur ki,hem diskocuları hem de rockçıları kolayca coşturabilir.Bunun sebebi de basit,ama çoğu grup için riskli olabilecek formül.80′lerin,90′ların o meşhur disko tonlarını rockla harmanlayarak çok güzel melez türler çıkarmışlardır.İnsanın harbiden hem dans edip,hem kafa sallayabiliritesi gelebiliyor bu grubu dinlerken.Diskoyla rock kırması dedik,bu yüzdendir ki şarkılarında bol bol cinsellik içermektedir.Cinsel içerikli olduğunu şarkılarını dinlemeden,adlarına bakarak bile anlayabiliriz.Vibrator ,Naked Pictures of Your Mother veya Gay Bar gibi.Ama tabi bunların hepsi eğlenceden ibaret ve fazla da ciddiye alınmaması gereken şeyler.Hani bar ortamını pek sevmem ama bu elemanlar bi bar konserine gelse,kesin giderim diye düşünüyorum.

Birazdan aşağıda tanışacağınız video,grubun en meşhur şarkılarından “Danger!High Voltage!“‘ın klibi.Gerek High Voltage nakaratlarında cinsel hassasiyet gösteren organlarının ampulle aydınlanması,gerekse yerli yersiz,geyik üstünde veya ayakta sevişmeleriyle tam bir kült klip.Kadına kameranın her dönüşünde mahallenin cadaloz kadısı gibi “Danger Danger” demesi ise klibin spesifikliğini arttıran diğer bir etken.Neyse,oynatalım Uğur’cuğum.

Yazı bittiğinde “The Chuck Norris Experiment – Move Like a Machine” çalıyordu.

Google Calendar SMS Hatırlatması

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Şimdi anlatacağım Google özelliğini inşallah bilmiyosunuzdur.İyi valla,ben burda o kadar efor sarfedeyim,bi iki bişey öğrenin de,vatana millete hayırlı evlat olun diye,ondan sonra ağzınızı gözünüzü ekşitin verdiğim bilgiye.Olacak iş mi?Biliyorsanız da bildiklerinizi unutun.Format tuşunun yerini veriyorum.Erkeklerde,beynin 2789. kıvrımının ilk nöronuna metal bi madde değdirip çekin.Kadınlarda ise iş biraz daha zor.Şu nörona bu nörona basın demeyecem onlara,çünkü çok karmaşık varlıklar.Siz erkek okurlardan biriniz gidin,bütün kadın okurların beynine Tefalin teflon tavayı “lökkadanak” diye oturtun.Hah,şimdi bilmediğinize emin olabilirim.

İnşallah yanlış nörona dokunup,Google Takvim’i de unutmamışsınızdır.Ben zayıf hafızalı bi adamım.Aklımda Google’dan başka hiçbişey kalmıyor.Umarım sizin de öyledir.Zira Google’ın Takvim özelliğini kullanarak,takip ettiğiniz her türlü şeyin telefonunuza SMS ile beleş (beleşi duyunca nasıl da pörtlüyor gözleriniz) olarak gönderilmesini anlatacağım.

Mesela groupieler bana çok dert yakınır bu konuda.”Bütün metal gruplarının konserine gidip,konser sonrasında onlara vermek istiyorum.Ama hafızam zayıf.Gel gör ki Mötley’e gitsem Motörhead’de Lemmy’yi unutuyorum.Benim yaşam tarzım bu.Bana takip ettiğim grupların konserlerini SMS’le hatırlatan bi servis var mıdır acaba?” diye soranlar az değil hani.Ben de “Bana ufak bi iyilik yaparsanız neden olmasın?” diyorum ve iyiliğimi aldıktan sonra karşılığında bilgimi paylaşıyorum onlarla.

calendar.google.com adresine giriyoruz.Kocaoğlan,bırak sayı saymayı,sen de gir.İlk olarak cep telefonu ayarımızı yapacağız.Bu yüzden sağ üst köşeden “Ayarlar“a tıklıyoruz.Aşağıda açılan menüde “Mobil Kurulumu” diye bi seçenek olması lazım.Oraya cep telefonu numarasını ve bölgemizi giriyoruz.Ardından cep telefonunuza jet hızıyla bi adet doğrulama kodu gelecektir.O kodu doğrulama kısmına girdiğiniz zaman cep telefonunuz Google SMS’lerine hazır olacak.

Bu servisi iki şekilde kullanabiliriz.Birincisi,kendi notlarımızı alırız.Mesela : “Chuck Norris’le Randevu” gibi.Belirtilen ayarlarda saati ayarladıktan sonra,uyarı SMS ile gelsin seçeneğini seçeriz.Akabinde vakti geldiğinde mesaj cebinizde olacaktır.

İkincisi ve en sevdiğim özellik ise,üstteki takvim arama motorundan istediğimiz konuyla ilgili şeyi arayıp takvimimize ekleyebilmemiz.Formula 1 ya da Galatasaray’ın maçları veyahut Jethro Tull‘un konser tarihleri gibi şeyler.Örnekleri çoğaltabiliriz tabi.Hangi tarihte ayın hangi pozisyonda olacağını bile görebiliriz.Herhangi bir konuda takvimi Google’ımıza ekledikten sonra sol alt köşedeki “Takvimlerim” kısmından takvimi seçeriz.”Bildirimler” tuşuna tıklayıp SMS’le uyarının gelmesini belirttiğimiz andan itibaren,Google sizi seçtiğiniz konunun vakti geldiğinde uyaracaktır.

Onlar ermiş muradına,biz çıkalım kerevetine.

Yazı bittiğinde “Kultur Shock – Radio Gitana” çalıyordu.

Oyungezer Goyunsever

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Kara haber,veyahut kötü eleştiri tez yayılır derler.Geçenlerde Oyungezer‘in geç çıkmasıyla ilgili bi iki veryansın etmiştim (Aha şurda).Etmemle beraber Oyungezer editörü Mehmet Kentel‘i ensemde buldum.”Uğraşıyoruz,didiniyoruz,yine sizin gibi haytaların ağzına laf oluyoruz.” tarzında bi yorum yazmıştı.Aslında haklı.Bu dergicilik işinin içine girmeden,nasıl yürüdüğünü bilmeden yorum yürütmek de ayrı bi hanzoluk (bkz. Hattori Hanzo).Yeni çıkmış,koskoca bağımsız bi dergi.Elimize bu kadar mükemmel içerikle geçtiği için o kadarcık gecikmeyi teferruat olarak sayabiliriz diye düşünüyorum.Eh be Mehmet Abi,o başlıktan önce dergiyi övmüştüm de,sen sadece eleştiriyi yakaladın,mahçup ettin beni.

Kendisi son olarak da yoruma eklediği notta “Nisan sayısını kaçırmak istemeyebilirsin.” diyordu.Ben de Nisan’da daha güzel bi içerik vardır diye düşündüm.2 saat sonra kafama dank etti.Dergiye bi resim göndermiştim.Okuyan bilir,hani şu Gezenti köşesi var ya.Farklı farklı şekillerde Oyungezer’i kaç türlü okuyabiliriz?n’in n’li kombinasyonunu aldıktan sonra… sonsuz hareket çıkıyor haliyle.Ama 4 sayıdır,doğru dürüst bişey göremedim.Gitar notası yerine Oyungezer okuma,Oyungezer’i havaya fırlatıp okuma…Biraz kolay gibi geldi bunlar.Ben de aldım elime döşeme aletini,koltuk döşerken Oyungezer okudum.İsmi itibariyle de çok sıradışı bi meslektir döşemecilik.Toplum içinde yeni çıktığınız bi insana döşemeciyim deseniz,hatun size “Hangi anlamda?” diye sormaya korkar.Bu çalışmayı 2 açıdan da yorumlanabilecek bir şekilde düşündürmek istedim.Yani anlayın ki,diğer anlamda bile Oyungezer okunabilir.Denemekte fayda var.

Yazı bittiğinde “Children 18:3 – LCM” çalıyordu.

Müziği Sürün! : Audiosurf

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Müzik dinle dinle,bi yerden sonra insan bi boşluk hissediyor,müziğin içinde olmak istiyor.Yanlış anlamayın,müziği çalmak demiyorum,bahsetmek istediğim müziğin içine girmek,içinde dolaşmak.Guitar Hero veya Rock Band türevi oyunlar bildiğiniz üzere bize sadece müziği çalma kısmını yaşatıyor.Bi de Frets on Fire var ama diğer saydığım ikisinin yanında çok tıraş kalıyor.

Manyak fikirlerin firması Valve,içimizdeki ve kendi içlerindeki boşluğu doldurmayı düşünmüş olsalar gerek,karşımıza Audiosurf isimli çok farklı bir fikirle çıkıverdiler.Half Life‘ın Episode bilmem kaç binincisiyle uğraşırken araya böyle daha eğlencelik şeyler kıstırıyorlar demek ki.Half Life öncesi bundan kazandıklarıyla cebe 3-5 çerez parası atmayı da amaçlamış olabilirler.Ama oyunu hangi fikirle hazırlamış olurlarsa olsun,gerçekten çok dahiyane olduğunu düşünüyorum.

Audiosurf iki tane türün kırması gibi bişey.1.si casual oyunlar diye tabir ettiğimiz blokları birleştir,yok et ya da dopları doparla tarzında hazırlanan,insanlara günlük 20şer dakikalık eğlence sunan,en çok PopCap Games‘in yaptığı oyun tarzı.2.si ve asıl önemli olan kısım ise müziği uzay aracı ile sürme kısmı.İşin güzel yanı ise,istediğimiz herhangi bir müziği sürüyor olabilmemiz!

Oyuna girdiğimizde,sürüşümüze başlamadan önce,her zaman bir adet şarkı yüklememiz isteniyor.Şarkıyı yükledikten sonra,yaklaşık 10 saniye şarkı analiz ediliyor ve ardından pistin hızı,kıvrımları,inişleri çıkışları şarkıya göre hazırlanıyor.Oyuna başladığınızda gerçekten çok şaşırıyorsunuz.Pist şarkıya göre anca bu kadar uyumlu olur.Ne kadar hızlı,delicesine bi şarkı koyarsanız,puan toplamanız o kadar zorlaşıyor.Çünkü pistte müziği sürerken,asıl amacımız önümüzdeki blokları toplayıp onları bir seri halinde birleştirdikten sonra puan kazanmak.Her şarkının ayrı bir skor tablosu var ve yaptığınız skor Steam servisinin skor tablosuna işleniyor.Böylece dünyanın herhangi bi yerindeki lavuğun birine Misfits‘in Green Hell şarkısıyla meydan okuyabiliyorsunuz.

Şu an oyun geliştirme aşamasında,hatalar gideriliyor,yeni şeyler ekleniyor.Oyunu www.audio-surf.com adresinden indirebilirsiniz.İndirmeden önce ilk olarak Steam’i kurmanız gerekiyor.Tüm yeni Valve oyunları gibi bu da Steam üzerinden çalışıyor çünkü.Tabi 2 gün sonra oyun ününü iyice yayınca bunun da crackinin yapılacağı aşikar.Kesinlikle denenmesi gereken farklı bir oyun ve müzik deneyimi olduğunu düşünüyorum.Aşağıya Blur-Song2′nin videosunu koydum.”Wooo-Hooo” kısmında ortam bayağı coşuyor.

Yazı bittiğinde “A Silver Mt. Zion – God Bless Our Dead Marines” çalıyordu.

Buono,il brutto,il cattivo (1966)

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Babamın pazar günü Trt‘de (aka title – tırt),onun haricinde MGM‘de çıkan,konulu veya konusuz (bu konulu konusuz seçeneği zaten bi pornoda var,bi de westernde) her türlü western filmini izlemesinden dolayı içimde westerne karşı hep bi tiksinçlik duygusu taşımışımdır.Zamanında acayip bi seri üretim tadında gitmiş adamlar da.Eline iki silah verip,çölümsü mekanlara götürdükleri adamlarla üçer beşer western çekmişler.Bu yüzdendir ki,çoğu westernin konusu diğerlerinin klonları gibidir.Şimdi Trt’deki westernlere laf ettim diye sanmayın ki Trt güzel westernler de yayınlamıyor.Arada sırada en kralını da yayınlıyorlar,lakin babam iyi ya da kötü olmasına bakmadan hepsini izliyor.Ooo,John Wayne.

“Bi western eydür benden içerü” demiş zamanında üstad.Doğru demiş,doğru düşünmüş.Kafasındaki en ideal westerni tasarlarken eminim ki The Good,The Bad and the Ugly gibi bişey tasarlamıştır.Geçenlerde western filmlerine karşı olan önyargımı kırmak için bu filmi izlemeye karar verdim.İyi ki de vermişim.

Film 3 adamın para tutkusu üzerine kurulu.”Her westernde böyle zaten lan.” diyebilirsiniz.Ama bu filmi diğerlerinden farklı kılan yegane şey,anlatım tarzı ve filmin izlediği yollar.Oyunculuklara zaten bişey diyemiyorum.Ağzım bi karış açık izledim.Kadim dost mu,yoksa birbirinin sırtını bıçaklamaya çalışan iki insan mı,belli olmayan Tuco – The Ugly (Eli Wallach) ve Blondie’nin – The Good (Clint Eastwood) 200.000 dolara ulaşmak için harcadıkları çabalara ve bi yandan da birbirlerine attıkları madiklere tanık oluyoruz film boyunca.Bir de kötümüz Angel Eyes – The Ugly (Lee Van Cleef) var ki,dillere destan.Tam bir idealist kiralık katil diyebiliriz onun için.Leone,filmin başlangıcında onun da ne kadar tehlikeli ve gözü kara bir adam olduğunun göstererek,paranın yollarının zorlu olduğunu gösteriyor bizlere.

Bu filmi,diğer westernlerden ayıran en büyük özellik,tam olarak ciddi bir çizgiyi takip etmemesi.Yeri geldiğinde mizahı da kullanıyorlar.Özellikle süvarilerle karşılaştıkları sahnede gülmekten çatladım.Bunun gibi,filmin 3-5 yerine espriler çok güzel bir şekilde yerleştirilmiş ve bu espriler seyirciyi işin ciddiyetinden ziyade asıl gitmesi gereken yere,çekişmenin eğlenceli yanına götürüyor.Sergio Leone’nin çekim planlarına ve anlatım tarzına ise diyecek birşey yok.Özellikle kovboyların yüz ifadelerine çok önem verdiği aşikar.Her filme gider mi bilmiyorum ama bu filmde mükemmel bi şekilde duruyor bu yakın planlar.Leone’nin eşsiz anlatım tarzından olsa gerek.Zaten dünyada bu yakın planın patenti Leone’ye ait gibi bişeydir.Öyle ki,Tarantino çekim sırasında yakın plan istediğinde,görüntü yönetmenine “Bana bir Leone yap.” der.Öyle özdeşleşmiştir anlayacağınız.

Amerika’yı yüceltmeyen nadir westernlerdendir.İnsanların salak bir köprü için bile binlerce kan dökeceğinin en önemli simgelerindendir.3 saat bir film için uzun bir süre gibi gelebilir.Ama Leone bu 3 saatin içinde o kadar çok konuya değiniyor,o kadar çok gönderme yapıyor ki,bir 3 saat daha olsa anlatılacakların yeteceğini sanmam.

Du bi dakka,müziklere değinmedim.Gerçi neyine değineyim,Ennio Morricone demek yeter bu olaylarda.Ötesini anlatsak da nafile.Bir westerne daha iyi bi müzik oturtabilen varsa,neyim var neyim yok ona verecem.Benim gibi piyasa malı westernlere vık vık öteceğinize oturun şu filmi izleyin.Bundan sonra daha farklı gözle bakacağınıza eminim Trt pazarlarına.(Buzcevheri hocam elden geldiği kadar bahsettim,yanlış bişey yazdıysak affola.Sen varken bana yazmak düşmezdi bunu aslında :D )

Yazı bittiğinde “The Chuck Norris Experiment – Bastards” çalıyordu.