Babamın pazar günü Trt‘de (aka title – tırt),onun haricinde MGM‘de çıkan,konulu veya konusuz (bu konulu konusuz seçeneği zaten bi pornoda var,bi de westernde) her türlü western filmini izlemesinden dolayı içimde westerne karşı hep bi tiksinçlik duygusu taşımışımdır.Zamanında acayip bi seri üretim tadında gitmiş adamlar da.Eline iki silah verip,çölümsü mekanlara götürdükleri adamlarla üçer beşer western çekmişler.Bu yüzdendir ki,çoğu westernin konusu diğerlerinin klonları gibidir.Şimdi Trt’deki westernlere laf ettim diye sanmayın ki Trt güzel westernler de yayınlamıyor.Arada sırada en kralını da yayınlıyorlar,lakin babam iyi ya da kötü olmasına bakmadan hepsini izliyor.Ooo,John Wayne.
“Bi western eydür benden içerü” demiş zamanında üstad.Doğru demiş,doğru düşünmüş.Kafasındaki en ideal westerni tasarlarken eminim ki The Good,The Bad and the Ugly gibi bişey tasarlamıştır.Geçenlerde western filmlerine karşı olan önyargımı kırmak için bu filmi izlemeye karar verdim.İyi ki de vermişim.
Film 3 adamın para tutkusu üzerine kurulu.”Her westernde böyle zaten lan.” diyebilirsiniz.Ama bu filmi diğerlerinden farklı kılan yegane şey,anlatım tarzı ve filmin izlediği yollar.Oyunculuklara zaten bişey diyemiyorum.Ağzım bi karış açık izledim.Kadim dost mu,yoksa birbirinin sırtını bıçaklamaya çalışan iki insan mı,belli olmayan Tuco – The Ugly (Eli Wallach) ve Blondie’nin – The Good (Clint Eastwood) 200.000 dolara ulaşmak için harcadıkları çabalara ve bi yandan da birbirlerine attıkları madiklere tanık oluyoruz film boyunca.Bir de kötümüz Angel Eyes – The Ugly (Lee Van Cleef) var ki,dillere destan.Tam bir idealist kiralık katil diyebiliriz onun için.Leone,filmin başlangıcında onun da ne kadar tehlikeli ve gözü kara bir adam olduğunun göstererek,paranın yollarının zorlu olduğunu gösteriyor bizlere.
Bu filmi,diğer westernlerden ayıran en büyük özellik,tam olarak ciddi bir çizgiyi takip etmemesi.Yeri geldiğinde mizahı da kullanıyorlar.Özellikle süvarilerle karşılaştıkları sahnede gülmekten çatladım.Bunun gibi,filmin 3-5 yerine espriler çok güzel bir şekilde yerleştirilmiş ve bu espriler seyirciyi işin ciddiyetinden ziyade asıl gitmesi gereken yere,çekişmenin eğlenceli yanına götürüyor.Sergio Leone’nin çekim planlarına ve anlatım tarzına ise diyecek birşey yok.Özellikle kovboyların yüz ifadelerine çok önem verdiği aşikar.Her filme gider mi bilmiyorum ama bu filmde mükemmel bi şekilde duruyor bu yakın planlar.Leone’nin eşsiz anlatım tarzından olsa gerek.Zaten dünyada bu yakın planın patenti Leone’ye ait gibi bişeydir.Öyle ki,Tarantino çekim sırasında yakın plan istediğinde,görüntü yönetmenine “Bana bir Leone yap.” der.Öyle özdeşleşmiştir anlayacağınız.
Amerika’yı yüceltmeyen nadir westernlerdendir.İnsanların salak bir köprü için bile binlerce kan dökeceğinin en önemli simgelerindendir.3 saat bir film için uzun bir süre gibi gelebilir.Ama Leone bu 3 saatin içinde o kadar çok konuya değiniyor,o kadar çok gönderme yapıyor ki,bir 3 saat daha olsa anlatılacakların yeteceğini sanmam.
Du bi dakka,müziklere değinmedim.Gerçi neyine değineyim,Ennio Morricone demek yeter bu olaylarda.Ötesini anlatsak da nafile.Bir westerne daha iyi bi müzik oturtabilen varsa,neyim var neyim yok ona verecem.Benim gibi piyasa malı westernlere vık vık öteceğinize oturun şu filmi izleyin.Bundan sonra daha farklı gözle bakacağınıza eminim Trt pazarlarına.(Buzcevheri hocam elden geldiği kadar bahsettim,yanlış bişey yazdıysak affola.Sen varken bana yazmak düşmezdi bunu aslında )
Yazı bittiğinde “The Chuck Norris Experiment – Bastards” çalıyordu.