Kel Erkek Seksi Erkek ?

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Aklımdan geçeni hayata geçirmeyi severim. Yani bi nevi “Anı Yaşa” mottosuna bağlıyım. Bi şekilde o an düşündüğümü yakın bi zamanda yapmazsam onun derdi başıma ağrılar sokuyor. “Ulan acaba artık çocukluğum bitti mi?” diyorum. Benim manyaklığımın kaynaklığı içimde bu bitmeyen çocuk ruhundan kaynaklanıyor çünkü. Gerçi herkeste durum öyle. İnsan içindeki çocuğu derinlere depikledi mi bi daha eskisi kadar eğlenceye ve ani hareketlere açık olamıyor. Şöyle 15-16 yaşındaki yeniyetme kızlara bakıyorum da gülmemek elde değil. Herkes daha fazla çocuk kalmanın derdindeyken bu yaştaki hanım kızlarımız öyle bi ağır abla moduna giriyor ki, gören 50 katlı rezidansında resepsiyon veriyor da misafirleri ağırlıyor sanır. Allah’ın salağı bi kere gelmiş hayata, onda da suya sabuna dokunmuyor.Bi de büyüme hevesi var ya tabi kendinden 10-15 yaş büyük dedesi yaşında heriflerle çıkıyorlar.”Ulan hadi kız salak, dedesi yaşında sen, hıyar çocuk, sübyancı gibi küçücük sabiyi sömürmeye utanmıyor musun?” diyesim geliyor ama onların içindeki çıtır piliç isteğinin enginliğini tahmin ediyorum. 1 taraf kendini mental açıdan tatmin ederken, diğeri ise kızın sağını solunu mıncıklayarak, yer yer olayı daha ileri götürerek cinsel açıdan tatmin edebiliyor. O vakite kadar ağır abla modunda duran o kıza bi baksanız hele, elin 25lik baltasının elinde nasıl oynak olmaya başlıyor. İşte bu karakteristik durum yüzünden bazı kızları peynire benzetiyorlar, yani kaşar peynire.İkisi de yıllanmış durumlarla muhafaza içine girince kendi kıvamını buluyor. Benim teorim bu yönde.

Evet anı yaşamaktan bahsediyordum, bi an bu çok soğuk geçen kış mevsimine gitti aklım. Öyle bi usturaya vurdurma isteği geldi kafaları içimden.Kardeşime de söyledim, benden manyak olmasın o da kabul ediverdi. İşte, olağan durumların dışına çıkmak böyle bişey. Mantık duruyor. O soğukta o kafayı sıfıra vurdurduğunda beyninin soğuktan büzüşeceğini, arabın daşşağına benzeyeceğini hiç düşünemiyorsun. Hiç düşünmeden cart diye vurdurduk kafaları. Ama berber kışın bu ortasında saçını kazıtmak isteyen bir, yok yok iki kişi görünce bi hayli şaşırdı. Zira kış vakti böyle bi manyaklık yapan çok nadir oluyormuş. Hele hele iki kişi birden bulursan direk kafasını öpecen. Böyle anlar bana gerçekten özel geliyor. İki kardeşin paylaştığı çok güzel, eğlenceli ve unutulmayacak anlardan birisi. Sıradan insanların yapmadığını düşündüğün şeyi yapmak akılda kalıcı oluyor anı bazında. Tamam, bu olay yıllardır kel bi durumda olan Homervari insanlar için olağan olabilir. Keller o duruma alışmıştır zira. Soğuğa göre kafaya ince ayarı çekiyor beyin bi şekilde. Muntazam bi organ. Ama yeni kestirince öyle bişeyin olmayacağının garantisini verebilirim. Neyse tıraş bitti, bi baktım “Çaaat, çaaat” vuruyorlar kafama. İçimden küfrederken, dışımdan “Noluyo abi, niye vuruyorsunuz?” dedim. Adetmiş meğerse, kafasını usturaya vurduklarına lak diye vuruyorlarmış bi kaç kere.

Tam yumurta kıvamında olmamak için sakalı da sıfırlatmamıştım o zaman. Yalnız kış vakti ne soğuk yedi bu beyinler bee. Oturma odasında klima var, orda pek bi üşüme olmuyor ama babamın ve annemin dırdırını çekmemek uğruna günümün %90ını bu odada geçiriyorum. Yaşlanıyorlar sanırım, her bişeye laf eder, bulduğu her açık üzerine yarım saat konuşur oldular. Zaten beynimin yanında konuşurken de dinlemiyorum, boşuna onlar da dırdır edip dillerindeki tükrük bezlerini zayi etmesinler. Bütün gün geçerdi de, uyku vakti geldi mi geceler geçmezdi. Yatmadan önce üstündeki kazak türü şeyleri çıkarması da apayrı bi zor. Yeni kazıtılmış kafaya öyle bi takılıyor ki çıkarırken, inanamazsınız. Zamklanmış gibi. Çıkarırken kafanızı da yukarı çıkarıp koparmaya çalışıyor kazak. Güçbela her gece onu da çıkardık, emme buz gibin odada geceleri havanın da 10 derece civarı soğuduğunu düşünürsek, beynin büzzük kıvamına geldiğini anlayabilirsiniz. İlk birkaç gün kafama hiç bişey sarmayı akıl edemedim. Geceleri kafayı yorganın içine sokuyordum, ama bu türlü de oksijensiz yorganın içinde nefes alamıyorsun haliyle. Sabahlar olmuyor. Sonraki günlerde eşarp gibi bişeyler taktım, tam hatırlayamıyorum. Böyle böyle kışın en soğuk günleri geçti. Ama ne oldu, anı ertelemedik, olması gereken de buydu.

Bu hikaye de zaten dün yine kafayı kazıtmam üstüne aklıma geldi. Yalnız bu sefer kafam atmıştı, saçın yanında sakalı da kestirdim. Çiftlik yumurtasından pek bi farkım kalmadı anlayacağınız. Yani şu durumda kafayı kuluçka makinesine sokup 28 gün bekletsem içinden bişeyler çıkar illa ki. Kendimi ne zamandır bu denli çıplak hissetmemiştim. Kafama dokunuyorum, bomboş, çeneme dokunuyorum, bomboş. Devletin üstüne otopark kuracağı boş araziler kıvamındayım, bi tadilat bekliyorum.

Lan onu da geçtim, kafamdaki kılları kesince, kafam sanki küçülüyor gibi geliyor. Bende öyle bi boyun var ki, Tolga Garipoğlu‘nun boynu halt yemiş yanında. Biraz orantısız imal etmişler gibime geliyor. Kılların kattığı hacim gidince kafam boynuma göre küçük kalıyor sanki. Aynı Tolga Garipoğlu vallaha. Bi yandan da Umut Sarıkaya karikatürlerindeki tiplere benziyor. Dün zaten aynaya baka baka 15 dakika güldüm bu küçük kafalı herif ben miyim diye. Siz siz olun, kıllarınızın kıymetini bilin. Ama iş anı yaşamaya gelince Antarktika‘da olsanız bile kazıtın kafayı. Sonra baktınız, benim gibi kafayı küçük hissediyorsunuz, bende kıl bol, Deli Profesör Pazarlama aracılığıyla ayaklarınıza kadar sunarım. Ha bi de unutmadan kafayı kazıtırsanız dışarı çıkarken mutlak bolcana yağlayıp dolaşın, acayip seksi duruyor.

Ayrıca her ne kadar kıldan gözükmeyen kıvamda bi adam olsam da bu şarkıyı kellere armağan edebilirim diye düşünüyorum.

Yazı bittiğinde “Cenk ve Erdem – Noksan” çalıyordu.

Lynyrd Skynyrd – Gold

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Sizin için durum nedir bilemem,lakin Classic Rock dediğiniz zaman 500 km.’de bile olsa o akan sular durur benim için.İster ekime,ister s.kime aksın,hiçbir yere gidemez o nehir arkadaş.Buram buram yanık parmak kokan riffler,saatlerce bitmek bilmeyen sololar,hiçbir kalıba sığmayan ritm kalıplarıyla müziğin tanrılaştığı koldur classic rock.Rock’ın hasıdır.Karpuzun o ortasındaki en lezzetli yerinden bile daha tatlı,daha yenilesidir.

E Classic rock dediğim vakit,bana akibinde Lynyrd Skynyrd demek yerine bön bön bakarsanız,meşe odununu kafanıza kaynak yapmam elzem olabilir.Tabi bu uyarım rock severler için.Eurovision’da 1.lik kazanan Rusya’nın çakma Enrique Iglesias’ına oy verenden böyle bişey beklemem doğru olmaz tabi ki.Ama gönül ister ki,bir misyoner kıvamında size bu grubu satabileyim.Her şeyden önce niyet,istek önemli.

Rock müziğin en önemli temellerinden oluşan sesli harf özürlü bu grup 1970 yılında Van Zant, Collins, Gary Rossington ( gitar ), Larry Junstrom ( bas ) ve Burns tarafından kuruldu.Aslında burdan baktığımda grubu pek çok kişinin tanıdığını görebiliyorum (- Ooo Ahmet Beyler de burdaymış,hoşgeldiniz efenim.İlk aşkııım sevgili..Ooo Hüseyin Beyler de gelmiş hoş geldiniz liseliiim be..ooo Ayşe Hanımları da mı görüyoruz? – Ananın örekesi.Sktin şarkıyı.Adam gibi söyle.) ama hikayeleri de pek bi eğlenceli,o yüzden bilmeyenler de öğrensin istiyorum.Grup ilk kurulduğunda adı Lynyrd Skynyrd değildi.Hani bazı hocalar vardır ya,öğrencilerinin iyi,kendini geliştiren insanlar olmasını istemez,çekemez,bu elemanların beden eğitimi hocaları Leonard Skinner (Tanıdık geldi değil mi?) da o sınıfa tabi bi adamdı.40 yıllık katrandan şeker olmasını bekleyemeyiz tabi.Öğrencilerinin umudunu kırmak isteyen denyo hoca öğrencilerine bir gün “Sizden bi b.k olmaz lan” şeklinde büyük laf etmiş.Buna içerleyen azim ve cevher dolu öğrenciler de derhal bu denyonun isminin üstünde birkaç değişiklik yapmış ve gruplarının ismi olmuş o isim.Her ne kadar çoğu insan telaffuzunu bilmese de,çok zekice bir kapak bazlı hareket olmuş.Gel zaman,git zaman grubun büyümesi ve gelişmesi pek de zor olmamış.

Tabi öğretmenin ağzı ve kin dolu kalbi torba değil ki büzesin.O lafları ettiğine pişman bile olmamış olsa gerek,öğrencilerinin şöhretinde gözü kalmış.En azından ben öyle tahmin ediyorum.Grup Street Survivors adlı albümünü çıkardıkları 1977 tarihinde Louisiana‘ya konser vermeye giderken uçakları arızalanır ve çakılır.Grubun 3 tane elemanı ölür.Kazanın akabinde geriye kalan elemanlar da dağılır.Her ne kadar sonraları kalan sağlar 1-2 eleman toplayıp,yeni bir oluşum içine girmeye çalışsalar da pek bi b.ka benzemez doğrusu.

Kimileri Lynyrd Skynyrd’ın kazasını denyo Leonard Skinner’ın nazarı olarak düşünürken,kimileri ise ırkçı,faşist şerefsiz insanlar güruhu olmalarına bağlar.Ki bu durumda My Name is Earl ve Karma felsefesi devreye girer.Sweet Home Alabama türü bazı şarkılarda ırkçı söylemlerini kullanırken,gün gelmiştir,onları da Alabama’da kilisenin içinde yakılan zenciler gibi acı içinde kıvrandırmıştır.Earl demişken boşuna demedim tabi.Aynı zamanda diziyi takip ediyorsanız,Earl’ün de bu güzide grubu ne kadar sevdiğini farkedebilirsiniz.Kimi bölümlerde şarkıları çalınır,kimi bölümlerde bayağı bayağı ara konuyu oluşturur,pek çok zaman da Earl üstünde Lynyrd Skynyrd t-shirt’ü taşır.Bir de AC/DC tabi.

Sizinle paylaşmak istediğim bu güzide albüm,Lynyrd Skynyrd’ın 7 yıl içinde çıkardığı en güzel işlerin bir toplaması.Altın madeni niteliğinde diyebilirim.Dünyanın en iyi solosu atılan Freebird‘den tutun da,Simple Man‘e,Was I Rıght or Wrong‘tan tutun da What’s Your Name‘e kadar birbirinden güzel 25 adet şaheser.İşi abartıyorum ve size şöyle bi garanti veriyorum,bunu da her albüme vermem bilirsiniz.Bu albümü her dinlediğinizde daha lezzetli gelmezse bir daha müzik incelemeyeceğim.O kadar güvenirim bu albüme,Jenna Jameson’ın poposuna güvendiği kadar hemi de.

Benim için müzik araç değil,amaç diyorsanız,elin gavuru istediğini söylesin,şarkıda benim için kalite ve tınılar önemli diyorsanız,en kötüsü de Freebird gibi mükemmel bir şarkıyı hala dinlememek gibi bir hata yaptıysanız bu albümü tiz zamanda indirin.İndirmek için bi bahane bulun,takın takıştırın,bulun buluşturun,ama indirin.Gerekirse Albeni bahanecileri gibi bişey bulun,koluna vurunca Lynyrd Skynyrd dinleme refleksi gibi bişey olsun.Ya da gak diyince Freebird,guk diyince Simple Man şartlı refliksiniz olsun.Utanmayın,çekinmeyin.Bu 24 şarkıyı dinlemek istemiyorsanız da sağda solda rock muhabbetlerine girmeyin.Rock budur.Saçını başını osuruktan şekillere sokup özenti bi şekilde dolaşmak değildir.Hani böylelerini çok görüyorum da o yüzden bir daha hatırlatmakta fayda gördüm.Kalpte varsa vardır,zorlamaya gelmez.

MUHTEVİYAT : CD#1 1. Sweet Home Alabama , 2. I Ain’t The One , 3. Was I Right Or Wrong , 4. Gimme Three Steps , 5. Workin’ For MCA , 6. Simple Man , 7. Swamp Music , 8. Tha Ballad Of Curtis Loew , 9. Saturday Night Special , 10. Mr.Banker, 11. Comin’ Home (Original Version) , 12. Call Me The Breeze , 13. Free Bird CD#2 1. What’s Your Name , 2. Whiskey Rock-A-Roller (Live) , 3. Tuesday’s Gone , 4. Double Trouble , 5. I know A Little , 6. Four Walls Of Raiford , 7. I Never Dreamed , 8. Gimme Back My Bullets (Live) , 9. You Got That Right Listen Listen, 10. All I Can Do Is Write About It (Accoustic Version) , 11. That Smell , 12. Free Bird (Live)

Anketörlü Telefon : “Hı?”

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Okurlarımızın büyük özverisiyle birlikte asrın anketini nihayetine erdirmiş bulunmaktayız.Yaptığımız anketin soruları ve yanıtları bir saf suyun arkasından görebildiğimiz evin bahçesi kadar netti.”Hı?” diye sormuştum sizlere.Oy verenlerin %50 sini oluşturan 56 tane homo sapiens “Garo Mafyan” yanıtını vermiş.Bu yanıt ağırlığından aldığım güçle yeni bir “Zzzzt Errenköy” ekolü oluşturabileceğimi hisseder oldum hafiften.Lugatımıza güzel bi monte olacak,hadi hayırlısı.Tahmin ettiğim gibi en az oylar “Kim” ve “Ne” şıklarına gitti.Bu şıkları işaretleyenlerin de işin mizahından kaçıp,oyunbozanlık hareketi içine girdiğini düşünüyorum.Yanıtı böyle net bi soruya “Ne” derseniz gülerler size be kardeşim.Hiç mi parmağınız sızlamadı tuzak yanıtlara tıklarken?”Ben” diyenleri de ayrı bi şekilde takdir ediyorum.Egolarını hiçbir şekilde duygularından uzak tutamıyorlar.Rabbena hep bana,5 bana 1 sana şeklinde insanlar bunlar.Birini telefonla aradığında sanki kendi arananmış gibi “Kimsiniz?” diye soran tiplerdir.Ama olsun,böyle bi soruya “Ne” demekten daha iyi bir hareket açıkçası.

Sırada bol yanıtlı,bol alternatifli yepisyeni,elcağızlarımla hazırladığım sade bi anket var.Konumuz “Bana tokat atanı/atana/atanın…”.Buyrun buradan yakın,istediğiniz yanıttan başlayabilirsiniz.

It’s A Wonderful Life (1946)

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Çocukluğumuzda ne kadar saftık,temizdik değil mi?Çok üstünde durmasak da hayallerimiz de saflığımızla doğru orantılı olurdu.Belki ailelerden verilen gazla,belki de börkenekten gelen bir istekle hep büyük bir adam olma ihtirası taşırdı pek çoğumuz.”Evladım sen büyüyünce ne olacan?” top listi vardır çok meşhur,bilirsiniz.

-Evladım sen olacan?
-Astronot olacam,Mars’a ilk çıkan ben olacam,taş örnekleri toplayacam,orda uzaylının biriyle evlenecem.
-Süper kahraman olacam.İyilerin dostu,kötülerin düşmanı olacam.Superman gibi olacam aynı.
-Ben dünyanın başkanı olacam.Dünyayı yönetecem.Her yer barış ve mutluluk içinde olacak.

Ve bunun gibi bir sürü çocukça hayal.Neden sonra büyümemizle orantılı,hayallerimizin küçüldüğünü görürüz.Kendi yolumuzu çizmeye çalışırken bir bakmışız ki,biz de basit bir duvarı oluşturan sıradan bir tuğla olmuşuz.Durumu her ne kadar içimize sindiremesek de belli sebeplerden ötürü hayaller yok olup gider.Gençlikte hayallerin verdiği ateşten yerinde duramayan bünye,hayallerini bir bir kaybettikçe sokaktaki o gördüğümüz,her şeye bağıran,kızan,lanet okuyan adam haline dönüşür.

Bu düşünce üzerine pek de az film seyretmedim.Hepsi insanların ayrı noktalarından,ayrı zaafiyetlerinden dem vuruyordu.Herkesi ayrı bir filmin,farklı bir teması vurabilir.Beni de bu film çarptı.Film,buz kaykayı yaparken buzun içine düşüp sağ kulağında işitmesini kaybeden George Bailey‘nin (James Stewart) çocukluğu ile başlıyor.Hayatında bazı noktalara tanık oluyoruz.Gençliğini görüyoruz sonra.Deli dolu,içinde hayat pırıltıları fokur fokur.Hayallerini kurmuş,dünyanın her yerini gezecek.Babası ise inşaat ve kredi birliğini kurmuş,insanların bir şekilde ev sahibi olmasını sağlıyor.Ömrü boyunca belki bir kere bile kendisini düşünmemiş bir adam.Sadece insanların ucuza para bulabileceği bir yer oluşturmak tek amacı.George’a devretmek istiyor burayı öldükten sonra.Ama George’un girmeye niyeti yok tabi.Küçüklüğünden beri hayalini kurduğu şeyleri yapmak var aklında.Dev yapılar,binalar inşa etmek,milyon dolarlar kazanmak.

Gitmeden önce o gece baloda Mary (Donna Reed) ile tanışıyor ve ona aşık oluyor.Adeta dişi kuşu baştan çıkarmaya çalışan bir erkek gibi kur yapıyor George.Gece güzel giderken babasının kalp krizi geçirdiğini duyuyor ve hastaneye gidiyor.Ama babası ölüyor.

Tabi herşey olacağına varır.İnşaat ve Kredi Birliğini istemeyerek de olsa yönetmek zorunda kalıyor.Bütün kaleleri tek tek indiren ve kendi kapitalist yönetimini uygulayan Henry Potter’ın (Lionel Barrymore) indiremediği tek kale burası.George hayallerini bu şekilde erteledikçe erteliyor.Kardeşi üniversiteden geliyor,ona devretmek istiyor,yine sorunlar çıkıyor.

Sürekli yeni sorunlar çıktıkça,George uzaklaşmak istediği bu şehirden kopamıyor ve herkes gibi hayalleri körelmiş bir şekilde yaşıyor,umutsuzca.O çocukça yaptığı hareketlerden de eser kalmıyor.Mary de bu durumu farkedip çok üzülüyor ama herşeye rağmen onunla evleniyor.Babası gibi kendini umursamayan bu adam herkese yardım ediyor,ev sağlıyor.Bir gün kötü iş adamı Henry Potter,muhasebecinin düşürdüğü parayı cebine atıyor,çalıyor yani.Para da oldukça yüklü.Bulamadıkları takdirde,kendisi hapise girecek ve yıllardır didindiği birlik de kapanacak.Haliyle dayanamıyor ve intihar etmek için köprüye gidiyor.

Filmin en güzel noktasını da bu son 20 dakika oluşturuyor.Filmin en önemli özelliği,geleneksel tanrı görüntüsünden daha farklı bir tanrı yapısı kullanması.Gözümüze gökteki bir varlık olarak tezahür ediyor.Yere gönderdiği kanatsız meleği de insan şeklinde görüyoruz.Son 20 dakika,bir insanın ne kadar çok insanın hayatını iyi anlamda değiştirdiğinin göstergesi adeta.Arkamızda bıraktığımız “Mükemmel yaşam“ın göstergesi.

Film bittiğinde içimde çok farklı duygular beliriyor.Bu hissiyatlar günlerdir sürüyor ve bu yüzden film üstüne ne diyeceğimi de bilemedim.Anlatmakla tam olarak anlayabileceğiniz türden bir film değil.Gerçekten hissedilmesi lazım.Yönetmen Frank Capra‘nın kullandığı yakın planlar George Bailey’nin gün geçtikçe ne kadar acısının arttığını,ama acısını içinde parçaladığını muntazam bir şekilde hissettiriyor bize.Hikayeyi mükemmel bir şekilde anlatıyor.Hepimizin yaşayabileceği türden bir hikayeyi çok derinlemesine işliyor.Oyuncular üzerine düşeni fazlasıyla çıkarıyor ve haliyle ortaya defalarca sıkılmadan,her izlediğinizde yeni şeyler keşfedebileceğiniz bir şaheser çıkıyor.Bu yüzdendir ki filmi anlatırken insan ne diyeceğini pek bilemiyor.

Resimli HTML’li Mail Gönderme

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Spamciler,reklamcılar,idealist illegalist denyolar,yaklaşın yamacıma.Ne lan bu böyle?Spam kutusunun ağzına kadar tıkamışsınız maaşallah.Nefes alacak yer kalmamış.Sizin çöplüğünüz yüzünden spam kutusuna bakmaya da tırsıyorum içinden yılan falan fırlayacak diye.Gönül isterdi ki sizi kahveden arkadaşları toplayıp dövmek için çağırmış olaydım.Lakin bu seferlik sizi affedip,resimli,htmlli reklam mailleri yapmayı anlatacağım.Artık siz de sağdan soldan topladığınız mail listlerine “Get a Huge Cock” şeklinde mail atıp,boy boy örneklerinizi gelişim tablosu içinde sergileyebilirsiniz.Her zaman didiğim gibi,bizde tarifler bardakla kaşıkla.İllegaliteye gönül vermiş her insanın kolayca bulabileceği malzemelerden ötesini vermem bilirsiniz.Benim gösterip vermeyenlerden olduğumu düşünenler,biraz sonra yanılgınızı kıracağım.Malzemelere geçelim.

  • Spam mailinizi hazırlamak için 1 adet resim düzenleme yazılımı (Photoshop,ACD See,AC/DC,Pink Floyd,Allah ne verdiyse.İhtiyacınıza göre siz kesip biçeceksiniz resimleri.)
  • Sadece tek parça resmin muhtelif yerlerinden istediğiniz sayfalara link vermek için 1 adet Coffeecup Image Mapper
  • Mailimizi gönderip,insanlara rahatsız edici reklamlarımızı yapmak için bir adet Outlook Express (Bu yüzden Windows XP gerekiyor.Diğer mail istemcilerinde de gönderebilirsiniz,fakat karşı tarafa mail gittiğinde “Güvenlik sebebiyle resim kısıtlandı.Açmak istiyor musunuz?” diyecektir.Takdir edersiniz ki,bir spam mail yapabileceğini 4 saniye içinde yapmalıdır.Tut ki yapamadı,o zaman çöp kutusunu boylar.)
  • Kaşık ucu kadar margarin
  • 2 yumurta
  • 1 sucuk

İlk önce çarpıcı bir resim hazırlamanız gerekiyor.Koltuk satıyorsanız üstüne güzel bi hatun koyun mesela,zeytin satıyorsanız hatunun gobeene bi zeytin koyun,şarap satıyorsanız hatunun gobeenden şarap için.Bu tür şeyler cinsel açlık içinde olan Vakit Gazetesi yazarları tadında insanları kıvama getirecektir.Reklam için 600×1400 piksel resim tam kıvamındadır.

Resimi hazırladıysanız kendi şahsınıza tahsis ettiğiniz 1 milyon dolarlık BMW kalitesindeki hostun içine atın ve linki aklınızda tutun.Sonra bakarım demeyin,ben denedim öyle yapınca işin büyüsü kaçıyor.Linki zihinden girince insan kendini hacker gibi hissediyor.Akabinde Coffeecup Image Mapper isimli güzide programımıza yumulmanın vakti geldi.Programı açın ve resminizi yükleyin.Her ürününüzün ayrı ayrı sayfası vardır mesela,yani her e-ticaret sisteminde öyledir.Ürünlerinizin linkini toplayıp,dairesel,karesel,üçgensel,yamuksal bölge şeklinde tek resmin üstüne yerleştirebilirsiniz.Böylece Frontpage gibi bir html düzenleyicinin mail içinde yaratacağı sorun ve karmaşıklıktan kurtulup pratik bi iş yapmış olursunuz.Yaptığınız zamazingoyu kaydedince program size link verecek.Aha o Outlook Express’te kullanacağımız final HTML’miz.

Sucukları tezgahta ince ince dilimleyin.Bir dilimin içinden baktığınızda karşı tarafı görebiliyor olmanız gerek.Olmadıysa,o sucuğu çöpe atın ve dediğim kıvamı tutturana kadar tekrar tekrar kesin.Hah,oldu bu sefer.Ocağı açın.Margarini içine attıktan sonra sucukları da sallayın gitsin.

Şimdi de Outlook Express’i açın.Orada “Kaynağı Düzenle” seçeneği var.O sekmeyi tıkladıktan sonra kaynak kısmında çıkan kodları komple silip,elinizdekini gömertin ve istediğiniz kadar kişiyi rahatsız edin.Valla emmeli gömmeli iyi oldu iyi.

Snif,snif,bişey mi kokuyor?Hay Allah davul etsin sizi,e ocakta unutmuşsunuz sucukları.Ahmad Barusso gibi çukulata renkli olmuş.Yenmez ki o.Koskoca sucuk mundar olmuş.At çöpe gitsin,öyle yesen kanser yapar şimdi.Yumurtalar da elinizde kaldı değil mi?Onları da alın,en yakınınızdakinin kafasında kırın.Var ya acayip zevkli oluyor.Yeseniz bu kadar güzel olmazdı lan.Ama lak diye bırakıp kaçmayacaktın be güzelim,vurduktan sonra karşı taraf 5 dakika sinirden devreleri yakıyor.O süre içinde elinle kafaya kahkalar içinde gülerken sıvayacaksın onu.Son 1 dakika içinde de topuklayabildiğin kadar topukla,orada bulunman pek selametli olmayabilir.

Yazı bittiğinde “Great White – 30 Days in the Hole” çalıyordu.