İşte Kene Gerçeği !

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Medyamıza bakıyorum da, milletvekillerimizin gıyabında yapılan suçlamalar, hakaretler gırla. Eskiden para yetmediği için tek plağı evirir çevirir tekrar tekrar dinlerdik ya, Türk medyasından da yıllardır aynı sesler dönüp duruyor. Vekillerimizin mecliste boş boş uyuduğundan tutun da, parayı pulu ziyafetlere harcadıklarına kadar çok geniş gözüken bir plak yelpazesinin aslında tekrar tekrar dönen şarkıları bunlar. Halbuki onların çektiği acıları ben bilirim, ben bilirim.

Vekillerin aldığı maaşı çok yüksek bulanlar görüyorum, gerçekten hayret ediyorum. Tabi o paraların nerelere gittiğini bilmiyor bazı insanlarımız. Milletvekillerimiz,mecliste sorunları çözdükleri zamanların haricinde kendisini bilimsel araştırmalara adayan insanlar. Hani şu gazetelerimizin “İsveçli bilim adamları” deyip geçtiği, örtbas ettiği adamlar var ya, aslında onlar bizim vekillerimiz. Masonlar gibi, gizli bir şekilde canlarını dişlerine takarak çalışıyorlar.

Özellikle şu an üzerine çok eğildikleri bir konu var. Kulislerde 3 aşağı 5 yukarı bu konu dönüyor hep neredeyse. AKP’yi anayasa değiştiriciliği ile suçlayanlar bunları görmüyor. Ama onların gündeminin yaklaşık yüzde 90′ını kaplayan durum kene vakaları. Geçen çok yakin vekil dostlarımdan biri bana konuyu ufaktan çıtlattı : “Sevgili profesör, insanlar farkında değil ama sen bilirsin, eskiden keneler böyle değildi, yedi ceddimizi ısırdı bu keneler biz biliriz,bir kişi bile ölmüyordu.Ama vakit değişti artık,silahlı tüfekli çatışmaları bi biz yapıyoruz, bi de Amerika yapıyor. Onun haricinde herkes bilimsel teknolojileri harekete geçirir oldu. Bu öldürücü keneleri ülkemizi yok etmek isteyen dış güçlerin buraya gönderdiğinden eminiz.” Ne yalan söyliyim sevgili okurlar, ben de böyle bişey tahmin ediyordum, lakin bunu söylemeye kimsenin dili varmıyordu.

Bunun üzerine derhal sevgili vekillerimizin laboratuvarlarına doğru yola koyuldum. Başta Atilla Koç olmak üzere herkes harıl harıl çalışmaktaydı. Ve tam o an yeni birşey keşfettiler kenelerin üstünde. Hepsinin üstüne bir şekilde kamera monte edilmişti ve bu keneler adeta telekulak olarak kullanılmaktaydı. Önce verileri alıp, sonra öldürüyorlardı. Birileri meclise sızma girişimi içindeydi. Acaba büyük dev Rusya olabilir mi diye içimden düşündüm. Ama o sırada vekillerimiz yeni bir şey daha keşfetti kenemizde. Kenelerin mikroskopla kameralarına baktığımızda üzerlerinde “Made in P.R.C” yazdığını gördük. Bu ibareyi küçükken görsem Paris’ten Sarkozy defterimizi dürüyor derdim. Ama sonra hem P.R.C.’nin Çin Halk Cumhuriyeti olduğunu, hem de Sarkozy’nin ülke ismini kenelerin üzerine yazdıracak kadar salak olmadığını öğrendim. Kehanetler, teoriler gerçeğe dönüyordu. Çernobil üzerine çay içen vekilimizin ruhu şad olsun, halk bi kere daha vekillere inanmamaktan dolayı mort olacaktı. Sayın okurlar, bu adamlar boş adamlar değiller, bişey biliyorlar da söylüyorlar. Yani Melih Gökçek Kızılırmak suyunu Ankara’nın musluğuna akıtıyorsa güvenerek içebilirsiniz. Hepsi pırıl pırıl, bilgi dolu, adeta suratlarından bilgelik akan insanlar.

Made in P.R.C. ibaresinin akabinde derhal China’ya koştum. Koştum dediysem uzun bir uçak yolculuğundan bahsediyorum. Ufak bir yeraltı taraması ve birkaç rüşvet koklatma işlemi sonucunda kenelerin geliştirme mekanına ulaştım. Kafamda çok önemli bir sorun vardı. Ana düşman Çin miydi, yoksa ucuz iş gücü sebebiyle bu topluluğa fason iş yaptıran başka bir ülke mi?

Bu gözleri kamaştıran mekana geldiğimde, iki departmandan oluştuğunu farkettim. 1.si kenelerimizin Çin’li ucuz iş gücü insanlar tarafından montajının yapıldığı bölgeydi. Buralarda yüksek teknoloji veyahut otomasyon hak getire. Zaten saati 5 kuruşa çalışan adamlar. Koskoca İstanbul’a yetecek kadar zehirli keneyi de sadece böylesine büyük bir topluluk montajlayabilir. Ne kadar korkutucu sevgili okur farkında mısınız? Büyük bir güç, bütün yaptıklarımızı dinliyor ve akabinde çaktırmadan bizi içten içe öldürüyordu.

Montaj bölümünün yanında da eğitim kampını andıran diğer departman vardı. Burada da kenelere özel 10 saatlik blok ders veriliyordu. Üstüne özellikle atlanacak insanların resimleri zihinlerine kazındırılıyordu. Tabi bu beyinsiz mahlukatları eğitmek pek de kolay değil. Bu yüzden Pavlov’un köpeği yöntemi, yani şartlı refleks uygulanmaktaydı. Şartlı refleks ise, evet okurlar osurma sesiydi. Bizi gerçekten çok iyi etüd etmiş bir ülkeyle karşı karşıyayız. Resmen en büyük zaafiyetimiz kullanılmaktaydı. O an ürpermem 3 katına yükseldi. Hayır hayır, diğer insanları düşünmüyordum o anda, aklım kendi canımdaydı. Zira geçen öğün tabak tabak fasulye yemiştim ve bağırsaklarımda kıpırtılar başlamıştı. Bir de bizim açık havada dolaşan insanlarımızın halini düşünün. İnsanımızın yüzde 90′ı kıçında biriken gazı dışarıda salar, çünkü kimseye kokmaz. Kokulu yapsanız da kokmaz. Evet, bu eskiden güzel bir yöntemdi, ama şu an ciddi bir tehlike.

O gazla (Hem heyecan hem de fasulyeden kaynaklı) derhal ekstra bilgi almak için konsolosluğa koştum. Bu ölüm mekanına bu kadar ısmarlama keneyi hangi ülkenin sipariş ettiğini öğrendim. Her ne kadar mırın kırın etseler de elimdeki özel el yapımı koleksiyon serisi, Bursa işlemeli meşe odununu gösterince dilinin bağı çözüldü. O an odunu göstermekle kalmayıp, kafasına indirdiğimi ve bu yüzden dilinin bağının çözüldüğü farkettim. Tahminlerimde yanılmamıştım, o ülke Yunanistan‘dı. Ermenistan bu zekice planın senaryosunu yazmış ve fukaralıktan diğer bir kan düşmanımız olan Yunanistan’a yönetmek için şutlamış. Metni beğenen Yunanistan’da kayalıkların acısını çıkarmak için direktör sandalyesine geçmiş.

Buradan sonra araştırmacı gazeteciliğimi bitirdim ve sorumlu bir vatandaş olarak durumu Türkiye’ye gelip Atilla Koç’a çıtlattım. Gözleri açık uyuyormuş, ayaklarından gıdıklayınca uyandı, durumu bi daha anlattım. Birlikte gidip Tayyip‘e anlattık sonra. Tayyip biraz daha duygusal davranıyordu bu kene konusunda. Geçen keneden ölen bi teyzenin cenazesinde imamın biri vaaz vermiş çok mantıklı gelmiş. Vaazda şöyle diyordu sevgili imam : “Ey insanlar, fuhuş, açık fuhuş, kapalı fuhuş, fetiş, emmeli ve gömmeli çoğaldıkça Allah işte böyle size ufak, gözle görülmeyecek musibetler gönderiyor ve sizi uyarıyor. Hiç düşünebiliyor musunuz bölye minik bir şeyin insanı öldürebileceğini yoksa?
Evet aslında bu da mantıklı bir durumdu. Ne yalan söyliyim, Yunanistan’ın parmağını farketmeden önce benim de düşüncem bu yöndeydi. Allahsızlık trend olmuş. Günümüzün modası. “Keşke öldürücü zehirli keneler yerine, iman salgısı aşılayan keneler gönderseydi Allah.” diye düşünüyordum. Aklıma bir de eski Kemal Sunal filmlerindeki karpuz geçen sahneler geldi. Eski karpuzların da renkleri bi farklıydı, tadı da daha bi lezzetliydi. Şimdi renkleri apacayip bi hal aldı. Bu işi de deşsem buna benzer etkenler çıkar mıydı acaba?

“Ulan madem sorun çözüldü de niye hala bu keneler bizi ısırıp duruyor, niye hala insanlarımız ölüyor?” dediğinizi duyar gibiyim. Nafile bir yakarış değil, evet değil. Problem şu an Avrupa Mahkemesine verilmiş durumda. Ee okurlar bürokrasinin işleyişi sadece Türkiye’de yavaş sanıyordunuz değil mi? Evet aslında öyle. Bizde nasıl bir Allahsızlık trendi varsa, dünya bazında da Türk düşmanlığı trendi kol gezmekte. Kendi işlerini mahkemede çatır çutur çözen bu adamlar, iş Türkiye’nin lehine dava olunca asırlarca sürdürüyorlar davayı. Ama Türk zekası apayrı bişey tabi. Böyle bi vaka Hans’ların memleketinde olsa ortada öldürücü bi kene olduğunu bile farketmezlerdi.

Ama olsun, onların öldürücü keneleri varsa, bizim de bu denli zeki bilim vekillerimizin akıl ettiği ultra süper kene katliamcısı sülünlerimiz var. Bu sülünler ülkenin en faal bölgelerine salınmış durumda ve kenelerin bir bir canlarına okuyorlar. Ama bu beladan kurtulmamız yeni bir bela oluşturmayacak değil. Keneleri öldüren sülünlerin soykırım iddiasıyla gelen bu basit insanlara yeni bir koz vereceğiz. Pek de önemli değil. Hiç de önemli değil. Bol kenesiz günler efenim.

İşbu kurgu, güzide okurlarımdan sevgili Yeliz Kaplan‘ın ısmarlaması üzerine beş kuruş ücret alınmadan yazılmıştır. Kurgudaki kişiler yer yer hayal ürünü olmakla birlikte kısmen “Based on a true story“dir. Hikaye’nin çıkış noktasını Yeliz Kaplan’a “Eskiden keneler böyle değildi, bizi sevmeyen dış güçlerin ülkemize saldırısıdır bu keneler.” diyen sevgili milletvekilimiz oluşturmaktadır. Bu yüzden kurguyu oluşturmak için bana fikir veren Yeliz Kaplan ve bu ismini bilmediğim sevgili AKP milletvekiline çok teşekkür ediyorum. Şayet milletvekillerine karşı ironide bulunduğum için bana şikayette bulunan milletvekili olursa sorumluluğu Yeliz Kaplan’a bırakıyorum, evet yapıyorum bunu. Bu arada görselde kullandığım kahraman Süper Kene‘dir.

Bu yazılar da üsttekini andırıyo gibi

 Yorumunu ekle

8 yorum yapılmış bu güzide postaya

  1. Yello Der ki:

    Prof. yine döktürmüşsün. Bu gerceği tüm insanlarımıza duyurmalıyız!!! Yazını sayın milletvekilimize versem sanırım oda şaşırırdı eh haliyle işin detayını bilmiyor tabiki… Burada kene bizi öldürecek, kene bizi öldürecek diye p.o.p.o ları alevleniyor ama halkımızı düşünen yok! Araştırmaya geçen yok sadece tonlarca kene ısırığına karşı spray depolamaktalar. Bende bile bulunuyor.

    Eskiden ev ziyaretlerinde hani ufak ev hediyeleri götürülürdüya bizim iş ona benzedi gelen giden keneye karşı spray, krem v.s. getiriyor:-)

    Neyse benim burdan diyeceğim:

    Ey ahali! Şu halimize bakın, g.t kadar hayvancıklarla bize savaş açmışlar bize hala uyuyoruz… İşi milletvekillerimize bırakmayalım, harakete geçelim!

    Aaaaa bi dakika bunları düşünürken bu zehirli kene işini dış ülkeler değilde biz kendimiz yapmış olmayalım??? Yani eczacıların durumunu hepimiz biliyoruz. Adım başı Eczane var ama adamlar aç! Yeni bir trend bulup nasıl kazanırız fikiriyle bu zavallı hayvancağızları zehirleyip salmasınlar üzerimize???

    Bu kene beni ısırmadan öldürecek…

    Güzide okurunuz Yeliz :D

  2. kubio Der ki:

    ulan küçükken Uludağ’a çıkardık,bazen kene ısırırdı ama hemen çıkartırdık ve koşup oynamaya devam ederdik.şimdi kenelerde değişti aq.

    pek yakinda sizlerle
    http://www.kene.org

  3. respekto Der ki:

    ulan o kadar dolaşıyorum ormanda yarı çıplak bi kene yapışmıyo bana.
    meğer bu hastalık taşıyan kene türleri kıyı ege gibi fazla nemli bölgelerde yaşayamıyomuş. yunanistan işini biliyo tabi vadedilmiş topraklarını riske etmek istemiyo

  4. Cevval Portakal: Der ki:

    Hocam bence biz böyle bürokrasi ile sonuç alamayız. Diyorum ki karşı taaruza geçsek mesela Tübitak laboratuvarlarında ölümcül sucuklar yapsak, ihraç etsek ucuza, yumurtayla karışana kadar sıradan bir sucukmuşcasına kangal kangal dursa, sonra bir anda dehşet saçsa eee ne bileyim yani boyunlarına atlasa insanların filan. Olmaz mı profesörüm, genetik bilimi bu öneriye ne der, susar mı bu öneriye genetik bilimi, hiç mi konuşmaz genetik bilimi, tamam oldu.

  5. ZehirliÖrümcek Der ki:

    Haha!Çok keyifli bir yazıydı delicim,ellerine sağlık!uzundu ama sıkılmadım vallaha!

    Bence dediklerin hayal ürünü gibi gözüksede gerçek olabilir!Aynen anlattığın gibi! :)

  6. Deli Profesör Der ki:

    @Yello Vallaha ben de geçen bi haber gördüm.İlaç firmaları saha fazla ilaç satmak için yeni hastalıklar çıkarıyormuş ortalığa.Bu da o girişimlerden olabilir :D

    @kubio İşte olayı çözdük,artık kime saldıracağını veya küfredeceğini biliyorsun :D

    @respekto Onların ilk amacı İstanbul.Orayı devirdikleri zaman zaten her yeri almış olurlar :D

    @cevval portakal Hocam öyle diyince aklıma şu suya dökülen tozlardan geldi.Hani suya dökünce içinden deniz canlısı çıkıyor ya.Sucuk bileşenimizin içine de bu “su dök,canlansın” tarzı Alien veya Predatorlerden yapıp atabiliriz.Valla yedi ceddin hayatını skertiriz gibime geldi :D

    @zehirliorumcek Sağol hocam.Bu kadar uzunca yazınca kimsenin zahmet edip okuyacağını sanmıyordum ama 3-5 kişi okumuş,sevindim.Hatta okuyanlar takdir edince daha da sevindim :D

  7. Yello Der ki:

    Okumaz okumaz demiştin yinede en az 5 kişi okumuş işte :-)

  8. Yello Der ki:

    Doğru diyorsun yinede az olsun öz olsun :-)

Anlat derdini Marko Paşaya