Arşiv: Aralık, 2007

Dr. Strangelove or: How I Learned to Stop Worrying and Love the Bomb (1964)

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

-Hücum planı R mi dedin?
-Evet burada böyle kodlanıyor.
-Asker,sana daha kaç kere böyle konularda dalga geçmeyeceğini söyleyeceğim?
-Ama efendim burada böyle yazıyor.

Bu filmi ne zaman hatırlasam aklıma ilk bu konuşmalar gelir.Filmi izlemeye başladığımızda bizde yaklaşık yarım saat süren bi “Ne olacak abi acaba yaa!” tedirginliği veren,içinde hafif miktarda da komedi barındıran bi konuşmaydı bu.Tabi daha sonrası malumunuz :)
Büyük üstad Stanley Kubrick’in sinemaseverlere 1962 yılında armağan ettiği bu bol komedi bezeli savaş filmi,belki de ölene kadar görebileceğiniz en komik filmlerden biridir.Film her savaş filminin yaptığı gibi Amerikan Rus savaşını konu alıyor.Ama yönetmen işi diğer filmlerdeki gibi Amerikan ırkçılığına ya da cephedeki drama çevirmiyor.Sadece kafayı yemiş saldırgan ve Fluorid (!) düşmanı bir komutan yüzünden çıkan anlamsız bir savaşı konu alıyor.Ama ortada büyük bi sorun var.Ruslar gizli çalışmalar içinde kıyamet silahı adında bi silah üretmiştir ve bu silah saldırı gerçekleşmesi durumunda bütün dünyayı yok edecektir.Görüldüğü üzere Stanley Kubrick’in amacı belli;fanteziler üzerinden salt komedi yaratmak.Ve başarıyor da.Filmin başından sonuna kadar esprileriyle tipleriyle bu film sahnede devleşiyor.hele bir Peter Sellers var ki efsane ötesi bi insan kendisi.Filmde tam 3 rolde oynuyor ve adam o kadar iyi ki sadece kendi rollerinden rol çalabiliyor bu yüzden :) Tabi kime sorarsak soralım herkes en çok filmin sonuna doğru peyda olan Hitler’in eski elemanlarından Dr. Strangelove’ı sevmiştir.İddia ediyorum ki bu karakter hayatınızda görmeniz gereken ilk 5 karakter içine rahatlıkla girer.Söylemekle olmaz,oyunculuğu ve mimikleri görmelisiniz.Keşke Stanley Kubrick bu kadar erken ölmeseydi de çok daha güzel filmler çekebilseydi.Hepinizi Dr. Strangelove’ın o meşhur sözüyle selamlıyorum : “MEIN FÜHRER,I CAN WALK!”

Blade Runner : Final Cut

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Efsane yönetmen Ridley Scott’ın 1982 yılında hayatımıza soktuğu ve o günden beri hayatımıza yeni yeni yönetmenin kurgusu versiyonlarıyla giren film Blade Runner yakın zamanda en hakiki,en baba,en yönetmenin içine sinen şekilde,Final Cut versiyonuyla piyasaya sürüldü. Bildiğiniz üzere gelecekte geçen filmde Replika (Android) avcısı,naif insan Harrison Ford’un ruh halini fazlasıyla sorguya yatırıyordu film.Kahramanımız bu son derece kasvetli dünyada Replikaları temizlemekle görevliydi.Ama bu karmaşanın içinde (ki her zaman bu olur) bir kadın onun ruhunu çaldı.Filmi izlememiş olanlar için pek ayrıntılı bilgi vermek istemiyorum. Gelelim asıl konuya.Yönetmen Ridley Scott’ın ilk kurgu içine sinmemiş olacak ki vakti zamanında bir adet de Yönetmenin kurgusu çıkarmıştı.Ama bu kurgu da filmde kafamızda kalan en büyük soru işaretini ; yani Blade Runner babamızın Replika olup olmadığını yanıtlamıyordu.Artık insanlar çığrından çıkmıştı,herkes yeni teoriler atıyordu ortaya,olmadık hikayeler çıkıyordu.Bir gün Ridley babanın kafasının tasını attı ve Final Cut versiyonuyla müneccim b.ku yiyen seyircilere bu güzelce cilalanmış,efektler güzelleştirilmiş ve tabi en önemlisi sorularının yanıtını bulacağı bu güzide DVD setini armağan etti.Ayrıca daha fazla ekstralarıyla almak isterseniz DVD setinin içinde ayrıca bi yığın ıvır zıvırı da oluyor.Daha Türkiye’de piyasaya sürüldüğünü sanmıyorum ama zaten bu filmin manyağıysanız illa ki bulup izlemişsinizdir ya da izlemişsinizdir.Zaten torrent dediğimiz olay ne işe yarar ki.Yüklenin Azureus’a gerisi gelir :D
Daha fazla bilgi için :
www.brmovie.com

Gogol Bordello – Voi-La Intruder

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

“Biri bu adamları durdursuuuun!” diye bi giriş yapacam ama çok basit kalacak.Bu adamlardaki başka bi enerji.Eugene Hütz ve ekibinin “Çingene Punk’ı” parolasıyla kurduğu grubu Gogol Bordello’nun ilk albümü bu.Albümü tutamıyoruz bile resmen bi enerji fışkırıyor.Zaten kapaktaki tipten duruma hazırlıklıyız.
Müzikleri dinlemeye başladığımızda anlıyoruz ki bu bir göçmenlik hikayesi.Ordan burdan kültürleri toplayıp,sentezleyip önümüze güzel bi ortaya karışık meyve tabağı atıyolar.Öyle bi tabak ki meyveleri birbirlerine aşılamışlar gibi.Punk desen punk değil,çingen müziği desen o hiç değil.Müzikleri dinlerken bi bakmışsınız ki saçma sapan hareketler eşliğinde (dans ettiğinizi sanarak) kafa sallıyorsunuz.
Bu albümde grubun daha sonra Gypsy Punks albümünde dinleyeceğimiz efsane Start wearing Purple şarkısının az biraz daha hafif versiyonunu dinliyoruz.Albümün ağır topları ise albümün adını taşıyan Voi-la Intruder,Greencard Husband,Passport,Start Wearing Purple ve Mussolini vs. Stalin.Ama bunları saydım diye diğerlerini kötü sanmayın.Bunlar en iyiden daha iyi olduğu için ilk bunları yazdım,yoksa albümde “ı-ıh bu şarkı kötü olmuş diyebileceğiniz bi şarkı yok”.Ben şahsen en az 50 kere dinlemişimdir ama hala sıkılmadım.
Ayrıca grubun adını ünlü yazar Gogol’dan aldığını eklemeliyim.Bu grubu dinlerken ara sıra aklıma bizim de en özgün grubumuz olan Babazula gelir.Eğer Babazula dinliyor ve seviyorsanız bu gruba 5 kat daha fazla bayılacaksınız.Grubu çok geç tanıdım ama Allah’tan tanımışım,duymayabilirdim de.Son olarak : “Gypsy Punk Rocks!!!

Futurama : Bender’s Big Score

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Şimdi siz “Ama bu film 1 ay önce falan çıktı” diyebilirsiniz.Ya da bazılarınız “Bunun filmi ne zaman çıktı” diyebilir ve emin olun ki en ümitsiz vaka olanlarınız “Böyle bi çizgi film mi vardı ya?” diyenlerdir.
1. seçeneğe giren sevgili insanlar kusuruma bakmayın ama düşünceleriniz beni ilgilendirmiyor.Ben filmleri günü gününe incelemek zorunda olan bi film eleştirmeni değilim herşeyden önce.Neyse 2. ve 3. insan tipleri için anlatıma devam ediyorum.
Futurama, 1999 yılında Simpsons’ın yaratıcısı Matt Groening’in çizgi dizide olgunluğunu fazlasıyla yaşatan,Fox’ta yayınlanan 5 yıllık bir çizgi dizi serisiydi.Daha sonra belli sebeplerden dolayı yayından kalktı ama çoğu kişi buna bi anlam verememiştir.Zira çizfi filmin çoğu bölümleri Simpsons’ın bile üstüne çıkıyor,Simpsons’tan rol çalıyordu adeta.
Bender’s Big Score,Futurama ekibinin seyircilere bir geri dönüş selamı.Adından da anlaşıldığı gibi Bender hayatının vurgununu yapıyor :D Sanırım bu filmde dünyada çalmadığı değerli eşya kalmadı.Filmin başlangıcından bitişine kadar eğlenceniz hiç azalmıyor.Kurgu,zaman-mekan kavramı çok iyi birleştirilmiş.Çizgi dizinin eski birkaç bölümünde olduğu gibi bu filmde de 2000 yılında Fry’ın pizza dilivırısına tekrar dönüş yapıyoruz.Bu karmaşanın içinde sizleri bol miktarda kahkaha ve arada sırada da ufak tefek hüzünler bekliyor.Film bittiğinde yeni bölümler izleyemeyeceğim diye üzülmeye başlamıştım ki sonra bu serinin 3 filminin daha yapılacağını öğrendim.Türkiye’de sinemalara girmesini beklemeyin,ne yapın ne edin bi yerlerden bulun izleyin,Türkiye’de gösterime gireceğini zaten sanmam.Böyle güzel bi çizgi diziyi bile harcama kapasitesine sahip bi ülke burası.Simpsons’ı bile dublajlı sokacak kadar ahmak bi zihniyet.
Simpsons Movie diyince aklıma iki Matt Groening sinema performansını kıyaslama fikri geldi.Simpsons Movie’de film televizyonda gösterilen dizinin üstüne çıkamamıştı ama Futurama’da Matt Groening gerçekten çok güzel bir iş çıkarmış,inanamadım ama mükemmelin bile mükemmeli varmış.Daha da fazla bişey demeye gerek yok sanırım.Bu filmi izleyin.

Hakkımda

Bunu,alttakini ve ondan sonrakini yazan Deli Profesör

Merhaba, Adım Ali Suna. Boş zamanlarımda Hakkımda sayfası yazmayı çok severim. “Madem ki bu kadar seversin, niye aylarca bomboş bıraktın zottirik oğlan?” diyeceksiniz. Kendimle çelişmeyi hakkımda sayfası yazmaktan da fazla severim, yazılarımda da görürsünüz, durmadan kendine laf sokmaya çalışan, kendi açığını yakalamaya çalışan şizofrenik bi halim vardır. Kendimi fabrikasyon manyağı blogcu kılıfına sokmadığım için her gün yazı yazmak beni pek açmaz. Her gün ya da her hafta da yazmayınca, artık kafamda ne kadar yazmadığım şey biriktiyse tek yazının içinde boca ederim, kimse ne olduğunu çözemez, diğer bi kısımsa uzun olduğu için okumaya üşenir.


Bu arada boş zamanlarımda Hakkımda sayfası falan yazmayı sevmem. Sadece kafamda yapacağım işlerin üst üste birikip bir dert yığını oluşturup beni diğer yaptığım işlerden alıkoymasını istemiyorum. Bu işe her ne kadar hobi amaçlı olarak girmiş olsam da, ailemizin Rottweiler’ı gibi durmadan ilgi alaka bekliyor. Tabii ben “It’s all about the Money” ya da “Money Talks” türünden cümlelerin doğruluğunu inceleme adına öncelikle kardeşimle birlikte e-ticaret projemizin peşinden koşuyorum. Akşama kadar bilgisayar başında olsam da kendime ayırdığım dakikalar çoğunlukla epey noksan oluyor. Hadi akşamında ben kendimi bana bıraktım diyelim, et gibi kafayla da blog milog hak getire, ufak tefek anlık keyif veren oyunlarla zaman geçiriyorum. Bi ufak tefek oyunlardan bi de Burnout Paradise’dan geçemedim. Kafamın tası attı mıydı şehri araba hurdalığına çevirmeden bırakmıyorum oyunu. Oynayıp ayna gibi olduktan sonra iyi ki ehliyetim ya da arabam yok diyorum.


Blog yazarken özellikle vazgeçemediğim iki şey var. Bi kere en başta içinde eğlence temaları barındıran şarkıları arka plana veremeden yazacağım şeye konsantre olamıyorum. Kimisi mesela ortalık sessiz olsun, pür dikkat kesileyim ister, ben illa ki arkada bi psyhedelic rock olsun, efendime söyliyim bi progressive rock, krautrock olsun, balkan havalarından, brasslardan ferahlıklar essin, klezmerle yerimde duramayayım, bunları arıyorum yani. Bi yandan bu müziklerden enerji alıyorum ki elektrik boogie misali size aktarabileyim. Bi de beynin yakıtını en çok “düşünmenin” harcadığını biliyorum. Yani git 10 saat amelelik yap ya da 2 saat aralıksız düşün. Bunlar birbirine eşdeğer. Beynin yoruldu muydu hiç bi organın faaliyet gösteremiyor. O yüzden beyin Viagra’sı olarak yazı öncelerinde çikolatayı ver Allah ver ediyorum gırtlaktan. Sonuçta bu blog yazılarını kendim için de yazıyor olsam o kadar emek harcıyorum, hani dönüp baktığımda ulan iyi ki 2 saatimi buna yazmaya ayırmışım demem lazım, ha bunu diyecek kadar beğenmedim mi, gözümü kırpmadan siler atarım.


Beyin dediğin zaten büyülü bişey, yarım saat önce ne yazacağımı bilmezken, mesela şu an Hakkımda yazımı yazmam gibi, yarım saat geçtikten sonra neremden çıktığını bilmediğim cümleler kurduğum oluyor. Planlı yazılar yazmayı, önceden üzerine kafa patlatıp zihnimde yer etmesini sevmiyorum. O yüzden genelde anlık spontane artık ne eserse yelkeni açıp da gidiyorum, Allah’tan bu vakte kadar karaya oturmuşluğum olmadı, havadaki nemden varacağım yolu anlayacak kadar da tecrübe etmişimdir herhalde. Amma yeri geldi mi Jack Sparrow gibi macera da aradığım için pek belli olacağını sanmam.


Son olarak da onu severim, bunu severim, vizyonumuz, misyonumuz cart curt.